Füruzan’ın ardından: Kitaplarında cinsiyetçiliği ve sınıf ezilmesini sorguladı

Yoksulluğun dibindeki gecekondu kadınlarını da betimledi, her şeyde kullanılan bir eşyadan farksız konak hizmetçileri ve beslemelerini de... Baskıcı "Aile reisleri”ni hiç sevmedi. İç dünyaları keşfedilmeye değer görünmeyenler onun usta kaleminde hayat buldu. Füruzan kocaman bir pencere açtı dünyaya. 
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

Yazar Füruzan’ı kaybettik. Onu sadece adıyla zihinlerimize kazıdık. Ömrü boyunca soyadının kişiliğinin önüne geçmemesi için özen göstermiş bir edebiyatçı o. Ne babasının, ne de eşinin soyadını kullandı.  Yazmaya 1956 yılında başladı Füruzan. Bir sanat dergisine hikâyesini gönderdiğinde 21 yaşındaydı.  Türk Dili Yenilik ve Pazar Postası’nda da farklı öyküleri yayımladı. Ardından edebiyat dünyasında gürül gürül aktı. Çağının tanıklığını yapan bir kadın yazardı. En fazla ele aldığı kadın ve çocuklara dair, yalın ve cesur gerçekliklerle tanıştırdı okuru. Tütün işçisi Nesibe’nin, Hizmetçi Cennet’in gözüyle işçi kadınlara gözümüzü çevirmemizi sağladı. Biraz daha kalburüstü yaşayan Mesaadet Hanım’ın, Servet Hanım’ın da süslü konak hayatına da götürdü okuru. Bütün kahramanları bizi 50’lı, 60’lı, 70’l yıllara taşır. 1960 sonrasındaki göç insanlarını anlattı. İşsizliği özellikle işledi. Hikâyelerinden birinde   küçük bir kız, henüz ergenlik döneminde hizmetçilik yapıyordu çünkü babası işsizdi. Toplumda kadına düşen rolü bütün eserlerinde deşifre etti. 1932 doğumlu yazar ilkokul mezunu. Orta öğrenimine devam edemedi; babasını kaybettiği için ekonomik durumları çok bozulmuştu. Şunun altını çizmeliyiz ki o dev eserler çok okuyan, edebiyat tutkunu ilkokul mezunu bir kadının kaleminden çıkmıştır. Edebiyatının usta kalemi olarak öykü ve romanlarla yetinmedi. Oyun yazarı, senarist ve yönetmen olarak da muhteşem eserlere imza attı.

O yoksul küçük kız

O aynı zamanda tutkulu bir okurdu. Okuduklarından ve yaşamdan ne yoğurmuşsa bütün bunları taşıdı edebiyata. Türkçeyi o kadar güzel kullandı ki. Şiveleri de ihmal etmedi. Yöresel şivelerle konuşturdu kişiliklerini.

“Parasız Yatılı”, Füruzan’ın öykücülüğünün tartışmasız köşe taşı ve ilk eseridir. Yoksul aile çocuklarının okuma umutlarını gerçekleştirecekleri tek yer, parasız yatılı okullarıdır. “Parasız Yatılı” hikâyesindeki “anne” kahraman da, kurtuluş yolunun okumaktan geçtiğini düşünerek kızını parasız yatılı sınavına bizzat gönderir. Hayatta tek kalmış, kimseleri olmayan anne ve kızı anlatan bu öykü defalarca yeni baskı yaptı. Sadece hafta sonları eve izinli çıkabilen hastabakıcı anne kişiliği dikkat çeker eserde. Kız “ağarık bir kara”ya dönmüş okul önlüğünü giyip okuluna gider her sabah. Okuldaki tüm eşitsizliklere karşı da mücadele eder. Parasız Yatılı’nın kahramanları kadınlar dirayetli ve çalışkandır; anlatı onlar etrafında şekillenir. Erkekler sönük ve pek de iyi olmayan figürler olarak yer alır.

Öyküde akıllardan çıkmayan şu cümle vardır; “Parasız yatılı imtihanlarının çocukları hep erken gelir, hiç gecikmezler”. Çünkü bu çocukların küçük yaştan itibaren sorumluluklar yüklenmiştir omuzlarına, eşitsizlik ve ayrımcılıkların hüküm sürdüğü toplum onlara hiçbir zaman ikinci bir “şans” tanımaz

Füruzan bu eseriyle birlikte toplumda var olan ‘parasız yatılı’ deyimi yeni bir anlama büründü.

Haklılığı öğretmek

İnsan tiplerini geri kalmışlığın en derinlerinden çeker alır. Cumhuriyetin ilanından sonra da toplumun yoksul kesimlerinin hayatında çok değişen bir şey olmamıştır. Anadolu’dan ve Balkanlar’dan göçler şehir yaşamındaki çaresizlikleri artırır. Yazar güçlü bir umut aktarıcıdır. Şöyle der; “Haklı olanlara haklarını savunmayı öğreteceğiz. Öğrenecekler de, öğreniyorlar da. Çünkü temelde tek güvenilecek çıkıştır bu”. Kitaplarında ikinci sınıf insan muamelesi görmenin acısını yaşayanlar hayli fazladır. Ancak “yoksulluğun insan onurunu kırmak için bir sebep teşkil etmediği” ana fikrini hep hissettirir. Türk filmlerindeki gibi onlar “Yoksul ama gururlu” insanlardır. “Edirne’nin Köprüleri”nde de yoksulluk önemli bir sorundur. “Memleket özlemi”ni çok işler. Sınıf farkı, ağırlıklı olarak yer alır birçok hikâyesinde. 

Küçük kızların ağalarca sömürülmesi

Okumak, yazarda bir ukdedir. Her fırsatta bunu dillendirir Füruzan. “Tokat Bir Bağ İçinde” hikâyesinde eğitimdeki hataları anlatır. Burada da yine bütün eserlerinde altını çizdiği “haklılık” sıfatına getirir sözü.  En çok da “Hakkı olana hakkını savunmayı öğretmeyen” öğretmenlere yüklenir. “Suskun bir nesil yetiştirdikleri” için kızar. Hikâye kişileri arasına çok akılda kalan tiplemelerden biri de Pomak bir yaşlı kadındır. “Okusunlar da çürümesinler bizim gibi” der. Kızlar için okumak yoksulluktan kurtulma yoldur.  

O dönem fakir halkın arasında kız çocukları açısından “besleme”lik bir kurum gibi işler. “Besleme” bir nevi yatılı hizmetçidir. Köyden yoksul küçük kız çocukları alınır ve boğaz tokluğuna çalıştırılır. “Nehir” ve “Su Ustası Miraç” hikâyelerinde bu konuyu ele alır. Eğitimsiz köylü kızlarının ağalara verilmesini orada karşılaştıkları baskı ve şiddeti tüm çıplaklığı ile gösterir. Döne bu hizmetçi kızlardan biridir ve eve gelen kadın konuklardan şunu duyar; “Bu hizmetçiler durmadan çocuk düşürürler. İki günde de ayağa kalkarlar!”

Köylünün aşağılanması

Ankara’da bir elit tabaka oluşmuştur. Bu insanların köylüye tepeden bakışlarını işler bir hikâyesinde Füruzan. Roman kahramanı Fıtnat Hanım’ı şöyle konuşturur; “Çoğunluk çevre köylerden inen, yumurta ya da yağ getiren köylülerdi bunlar. Apartmanın girişine çıkarırlardı ayaklarındaki partal kirli şeyleri. Üstlerinde ıslak bir yapağı kokusu vardı. Tümünün bezgin, korkmuş gözleri olurdu. Köylüler kapıdayken esinti dururdu kış bile olsa. Boğuntuluydu görünüşleri, gene de gülermiş gibiydiler konuşurken. Oysa dişleri hiç görünmezdi. Bir bez yığınıydı giydikleri. Çorapla dolak arası bir şey sarardı bacaklarını. Kunduralarını eşikte çıkardıklarından ekşi, sızım sızım ayak kokuları alışveriş süresince merdiven sahanlığına yapışırdı. Yaşlarını hiç çıkaramazdım. Ürkerdim onlardan. Nerde yaşardı bunlar? Sayıları çok muydu? Az olduklarına inanırdım. Böyle insana benzemez yaratıkların yaşama, çoğalma gücü ne olabilirdi ki… Yoksul, konuşmasını bilmeyen. Bakışırdık. Sessiz beklerlerdi”.

Ayrıntılar önemlidir

“Birinci Yaz Şarkıları”, genç bir kadının, çocukluk hatıralarından başlayarak geride kalan tüm anılarını anlatması üzerine kurgulanan bir hikâyedir.  Burada bilinç akışı tekniğinin unsurlarına rastlamak mümkündür. Sürekli geçmişe gidilir ama okur sıkılmaz. “Sabah Eskimişliğin”, “Özgürlük Atları”, “Münip Bey’in Günlüğü”, “Taşralı”, “Piyano Çalabilmek”, “Nehir”, “Su Ustası Miraç” ve “İskele Parklarında” adlı hikâyelerindeki kişiler de geçmişi anlatır. Füruzan’ın sanata ve okumaya olan sevgisi çok büyüktür. Eğitim görme şansından yoksun kalmasına rağmen kendisini yetiştirmiş, edebiyatın hemen bütün türlerinde eser vermiştir. Bazı hikâyelerde aynı konuları işlemesine rağmen “ayrıntılar”a öyle yer ayırır ki. Sanki bambaşka bir konuyu anlattığı sanılır. Bütün hikâyelerinde İstanbul vardır.

Köylü ve şehirli tanımı

Hikâyelerini kısa ama düşündürücü cümlelerle anlatır. Ayrılanlar, barışanlar, ayrılmak isteyip de bir türlü uzak kalamayanlar… “Ama bir selam yeter mi? Hem de anlamsızlık, bıkkınlık yüklü bir selam.” Başkalarını seviyormuş gibi hisseden insanlar. Sevgisinden başka verecek bir şeyi olmayan kadınlar. Okumuş bir şehirliyle, okumuş bir Anadolulunun karşılaştırılması… Bunlar Füruzan’ın çok sık irdelediği alanlardı. Şehirli, adını bilmediğimiz İstanbullu bir kadındır. Bu kadın kahraman annesinin “acımış tereyağını ve bayat yemekleri” hizmetçilere nasıl yedirdiğini tasvir ederken yine bir aşağılama vardır.  Buradaki tasvire göre köylüleri, “düşünmeyi”, “acı çekmeyi” bilmezler. Arada bir “sıla” diye yakındıklarında, “üç beş metre deli renkli pazeni” tutturuverince ellerine “sılayı da” unuturlar. “Hayvan gibidir hepsi…” Şehirlilerin kendilerini evlerine alıp, “açlıktan sefaletten kurtardıklarına şükretmelidirler!”. Sınıf çelişkilerine eğilen yazar, bunda oldukça başarılıdır.

Emeğe saygı gösterilsin

“Ah, Güzel İstanbul”da hep uzun yollarda olan şoför Sarı Kamil var. Ve “kötü yola düşen” bir Cevahir. Kamil evlenme kararı alır, Cevahir’i genelevden çıkarmak ister. Bu arada hikâyede seks çalışanlarının hayatına değinilir. Üzerinde uzun uzun yorumlar yapar anlatıcı. Sarı Kamil’in Cevahir’le evlenip evlenmeyeceği hikâyenin ana düğümü olur.  “Sadece bir yuva kurmak isteyen” erkek kahraman ısrarlıdır. Ama seks çalışanı kadınlar herkesin dikkatini üzerinde hisseder. Utanılacak bir şey yapmasa da utanır hep. “Ah güzel İstanbul”da kadın beden işçilerinin deneyimleri çok geniş bir biçimde ele alınır. Bu konuyu işleyen farklı hikâyelerinde de gerek olay zamanında gerekse geriye dönüşlerle kadınların bu işe girmelerinin ardındaki ekonomik ve sosyal olanaksızlıklara, yoksulluğa dikkat çeker.

Bütün kitapları sayısız baskılar yapan yazar, bütün hikâyelerinde kız çocuklarının okutulması konusunu ele alır. Çünkü ona göre kadınların tek başına ayakta kalabilmeleri için bir mesleğe sahip olmaları gerekir. Bu yolla sadece sözde kalan ve “eşitlik”, “adalet” sağlanabilir… Fakirler fakirliklerinden utanmasın, emeğe saygı gösterilsin ve yüzlerce insanın genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk demeden öldürüldüğü savaşlar son bulsun, ister…

Paylaş:

Benzer İçerikler

Türkiye’de feminizmin adının henüz anılmadığı yıllarda kadın yazarların eserlerinde feminist duyarlılık güçlü şekilde hissediliyor. Sosyolog Duygu Çayırcıoğlu’nun kaleme aldığı “Kadınca Bilmeyişlerin Sonu”, bu duyarlılığı görünür kılmayı amaçlıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!