Necla Akgökçe
Trikoda ortacılıktan başlamış işe ve şube başkanlığına gelmiş Nebile Irmak Çetin. Dışarıda patronlarla içeride erkek sendikacılarla cebelleşip, durmuş. Başına gelmeyen kalmamış. İnatla direnmiş. Hep muhaliftim, diyor. Onunla geçmişteki ve bugünkü, sendikacılık ve kadınlık hallerini konuştuk
Sendikacılıktan önce ne işler yaptınız, nerelerde çalıştınız?
Iğdır doğumluyum. Sekiz çocuklu bir ailede dünyaya geldim. Liseyi bitirdim. Fazlasını okuyamadım, çünkü 12 Eylül döneminde memleketten kopmak zorunda kaldık. İstanbul’a geldik, burada çalışmak zorundaydım, o nedenle eğitimime devam edemedim. Ortaokul sıralarında solcu, devrimci oldum, daha sonra İstanbul’da devam ettim. Iğdır’da Azeri ve Kürtler birlikte yaşıyordu o dönemler. Azeriler genel olarak MHP doğrultusunda seçimlerini yapmışlardı, Kürtler’ de solcuydu. Ben de Kürt olduğum için otomatikman solcuydum. Lise sonu İstanbul’da okudum ve zar zor bitirdim liseyi. Bir yandan çalışıp bir yandan okumak zorundaydım. Annem, babam yanımızda değildi, abim de askere gitmişti. Erkek kardeşim yanımdaydı, onlara bakmak için çalışmak zorundaydım. Önce triko fabrikasında işe girdim mesleğim yoktu, makineci değildim. Ortacılık yaptım, millete sigara alıyor, mal taşıyor, trikolardan arta kalan kırıntıları topluyordum, yani getir- götür işlerine bakıyordum. Sevmediğim bir işti. O sıralarda 10 parmak daktilo kursları furyası başlamıştı. 12 Eylül sonrası noterler filan açılıyordu. Ben de kurslara gittim, daktilo öğrendim. Ama o alanda iş bulamadım.
Bir tezgâhtarlık deneyiminiz olmuştu di mi?
Evet, işyerim Kapalıçarşıda’ydı. Ama o işi de sevmemiştim içim daralıyordu. Bir ürün satıyorsun, sen çok düşük bir ücret alırken, patron ucuz alıp, fahiş fiyatla satıyor: Özellikle Kapalıçarşı’ya turistler de geldiği için fiyatlar hepten uçuyordu. Çok büyük dengesizlik vardı. Ticaret, alıp, satmak bu işler bana göre değildi. Vicdani olarak rahatsızdım. Beş liraya mâl edilen bir ürünü patron 50 liraya satabiliyordu. Dehşet düzeyde para kazanıyordu adamlar. Karşı taraf çok ödüyor ve ben ise çok düşük ücret alıyorum. Bu arada darbeden sonra sivil toplum örgütleri kurulmaya başlanmıştı, bir takım mücadeleler veriliyordu. Ben Cumhuriyet Gazetesi alıyor, onu göstere göstere okuyordum… O zaman korkusuzluk ve solculuk belirtisiydi bu. 18-19 yaşındaydık tabii.
Nebile kardeşi de yönetime alın
Sendika ve sendikacılarla ne zaman tanıştınız?
Konut işçilerinin örgütlü olduğu bağımsız bir sendika vardı, nasıl oldu bilmiyorum ama ben onlarla tanıştım, oraya gidip gelmeye başladım, işçilerin neler yaptıklarını, nasıl çalıştıklarına öğrendim. Sendikal mücadelenin ne olduğunu anlamaya başlamıştım yavaş yavaş. Boş zamanlarımda sendikaya gidiyor, daktilo da bildiğim için onların her türlü yazışmalarını yapıyordum. Etkili bir sendika değildi, kıt kanaat geçiniyorlar, toplu sözleşme yapamıyorlardı. Ben böyle gidip gelirken, sendika yöneticileri Genel İş Sendikası ile temasa geçti. O dönemin Genel İş Genel Sekreteri Atilla Öngel’le bir toplantı yaptılar. Şu kadar üyemiz var, bu kadar üye yapabiliriz, diye kendilerini anlatmaya başladılar. Orada ben de bir iki laf ettim. Bu Genel İş Genel Sekreteri’nin dikkatini çekmiş, oradakilere döndü ve “Nebile kardeşimizi de yönetime alırsanız, biz size bir şube açtırırız.” dedi. Onlar için bir güvence oldum ben. Sonra Genel- İş Sendikası Müteşebbüs Heyeti’nin içinde ben de yer aldım. Hepsi erkekti, her işi ben yapıyordum. Dilekçeleri yazıyor, üye kayıtlarını yapıyor, örgütlenmede de çalışıyordum. O zamanlar toplu taşıma da gelişkin değildi. Avcılar’a, Sarıyer’e, Bahçelievler’e gidiyor, üyelerden aidat topluyordum. Dışarıdan genellikle köylerden geliyorlar ve bir apartmanda görevli olarak çalışıyorlardı. Hep horlanan, hep talimat alan insanlardı. Ama benim yaklaşımlarım onlara iyi geliyordu ve beni çok seviyorlardı. Şube yönetimindeki görevim beş altı ay sonra şube başkanlığına dönüştü…
Çok kısa sürmüş, nasıl oldu bu?
O zaman şube başkanı olan erkek, sendikada yaşanan bir takım sorunlar neticesinde görevi bırakmak zorunda kaldı. Yönetim kendi arasında toplandı, hepsi konut işçisiydi ve çalışıyorlardı. İşini bırakıp, oradan oraya koşturamazlardı. Bana, sen yap, dediler. Ben de o görevi almış oldum. İşte hâlâ devam ediyor.
Şube başkanı olduğumda çok korkuyordum. Memleketimden çıkmış İstanbul’a gelmişim, oturduğum yerin dışına, İstanbul’un dışına adım atmamışım. Şube başkanı iseniz, sendikanın toplantılarına katılma ve her tarafa gitmek zorundasınız. Başlangıçta durumu pek de kavradığım söylenemez. Bu süreçte evlendim de. O zamanlar evliliği hiç düşünmüyordum. Biz çok kalabalık bir aileyiz. Şube başkanı seçildiğim gün sivil toplum örgütleriyle bir toplantı yapmıştık, eve gittiğimde saat 21.00 civarıydı. Kimse niye geciktin demedi ama ben de bilinçaltı olmuş tabii ki. Yedi yaşındaki yeğenimden başlayarak, evdeki herkese tek tek, toplantım var, dedim. Bir hesap verme psikolojisi….
Kapalı bir aileyiz şube başkanıyım, her gün dışarıda olacağım, şehir dışına çıkacağım, aile de buna pek hazır değil, ben buna hazır değildim. Tercihimi evlilikten yana yaptım. On kişiye hesap vereceğime bir kişiye hesap veririm hiç olmazsa, diye düşündüm o zaman sanırsam- ben o zaman hâlâ hesap verme bilincini(!) taşıyorum- Çok kısa sürede düğünsüz, derneksiz bir cumartesi eyleminden sonra nikahımızı kıydık. Evlendiğim arkadaş ta politik biriydi. Evliliğim hâlâ sürüyor.
Küfür hakaret gırla gidiyordu
Sendikalar erkek egemen yapılar, siz genç ve yetkili bir kadınsınız, eklemlenme süreci nasıl oldu?
Bir gün genel merkezden bir çağrı geldi. Sinop’ta başkanlar kurulu yapılacaktı beni de çağırıyorlardı. Kıvrandım, durdum, hiç şehir dışına çıkmamışım, üç dört gün otelde kalacağım, o zamana kadar hiç otelde de yatmamışım. O kadar erkeğin arasında tek kadınım. İçimde bir korku, bir panik çantamı hazırladım yine de ama. Eşim yanıma geldi “gitmesen olmaz mı” diye sordu bana, dünden razıyım. Olur dedim. Çantayı bıraktım, gitmedim. Ama biliyorsunuz evde oturarak sendikacılık yapamazsınız. Altı ay sonra başka bir başkanlar kurulu var, bir öncekine katılmamıştım dolayısıyla, katılma zorunluluğum var. O zaman işte gittim, otelde kaldım. Çok tedirgin oldum, kapının arkasına sandalye koydum, o zaman öyleydi. Ama en çok zorluğu sendikada yaşadım. Yöneticileri izledim, onları dinledim, davranışlarına baktığımda tam bir hayal kırıklığı yaşadım. Bir sınıf mücadelesi örgütü, yöneticiler hep erkek o zamanlar toplumsal cinsiyet çalışmaları da yoktu, bilinç te yoktu bu konuda. Onay vermediğiniz şeyler oluyor, içinize sinmediği için el kaldırmıyorsunuz, başkanların yanına gidip durmaktan çekiniyorsunuz. Bunların hepsi sendikal yaşam içinde eksi puan oluyor.
Ne tür hayal kırıklıkları yaşadınız?
Güçlü bir erkek egemen yapı var ve size bedel ödetiyorlar, o veya bu biçimde. Başkanlar kurulunda koca koca adamlar o dönemler hepsinin yaşı da ileriydi, kürsüde kavga ediyorlardı. Ben en gençleriydim ve tek kadındım. Bu adamların hepsi şu veya bu biçimde 12 Eylülü yaşamışlar, kürsüye çıkıp başlıyorlardı “Ben şunu yaptım, ben bunu yaptım” birisi kalkıp eleştirdiğinde de, yalancının anasını… diye küfür ediyorlar. Birbirlerini kürsüye çağırıyorlar. “Gel buraya, çık erkeksen ispatla” gibi tuhaf tuhaf konuşmalar. Bunlar arasında ne arıyorum ne yapacağım, diyordum, her seferinde. Daha sonra kürsüdeki konuşmalara gayri ihtiyari oturduğum yerden müdahale etmeye başladım, zira dayanamıyordum. “Küfürlü konuşmayın, ağzınızdan çıkana dikkat edin” gibi uyarılar yapıyordum. Sürekli her toplantıda yapıyordum, zamanla baktım, bir toparlanma olduğunu gördüm. Adamlar yavaş yavaş ağır küfürlü konuşmalar yapmamaya başladılar. Bugün artık masaya çıkıp, yumruk vuran, küfür eden, tepinenler yok.
12 Eylül’den kalan etkili ve yetkili birkaç yönetici var. Kendinden olmayan, onlara oy vermeyen şube başkanlarını bitiriyorlar. Ya disipline veriyorlar, ya karşısına aday çıkarıp, adaya sınırsız destek sunuyorlar. Kendi adamını seçecek olan delegasyon başka bir biçimde ödüllendiriliyor. Bunların hiç biri bana göre yöntemler değil. Sürekli muhalifim bir de, geldiğimiz noktada son yönetime muhalif değilim ancak o kadar yıl içinde. Onları da toplumsal cinsiyet çalışmaları konusunda eleştiriyorum. Fakat, şimdi şubelerde şube başkanı kadın sayısında epey artış oldu. Delegelerde de, kadın delegeler var. Ama bir yandan da erkek egemen anlayış, erkekler arası bir dayanışma hâlâ varlığını sürdürüyor.
Disipline verdiler, arabayı aldılar yılmadım
Bu gelişme şube başkanı kadınların sayısının artması nasıl oldu, ne tür bedeller ödendi ya da ödendi mi?
Ciddi bir mücadele sonucunda ben bugün buradayım. Anlaşamadığım taraf olmadığım yönetim benimle çok uğraştı. Sendikadan uzaklaştırmak için beni disipline verdiler, abuk sabuk dedikodular çıkardılar. Mesela sürekli aday çıkarıyorlardı, adaylar seçime bir iki gün kala adaylıktan vazgeçiyorlar. “ Ya biz bu kadına karşı aday olacağız da bir yerde yapılan yanlışları, eksiklikleri gündeme getirmemiz gerekiyor, çok fazla bir şey bulamadık bu konuda” diyorlardı. Disipline verilme sebebim de erkekler “Bizi dövdü” demişler. Çok enteresan 1.54 boyundayım ve o zaman 45 kiloyum, bu adamlar 60 yaşın üzerinde iri yarı adamlardı, Başkanlar kurulunda dile getirilirken bu olay ben o zamanki genel başkana da sert çıktım. “Sendikal ilkeleri ihlal eden, işçiyi satan biri değilim, sendikaya halel getiren bir iş yapacağım ki disipline vereceksiniz. Ben birini dönmüşsem tehdit etmişsen başvurulacak merci, polistir, savcılıktır.” O zaman ciddi paniklediler, başkanlar kurulu darmadağın oldu.
Tek kadınsın ve senle uğraşıyorlar, o kadar erkek şube başkanı var, bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Elbette erkek egemenliğine dair bir durum bu. Kadın şube başkanı olsun ama bizim dediğimizden çıkmasın, istiyorlar. Aksesuar kavramı çok kullanılır, gerçekten de kadın bir aksesuar olsun istiyorlar. Sendikal politikalara karışmasın, bize itiraz etmesin. Ben ne aksesuar, ne de kravatlarına iğne olabiliyorum. Sendikalarda bilirsiniz, örgütlenme çalışmaları, üye ziyaretleri çalışmaları için şubelere araç verilir. Bir süre sonra bizim elimizden şube aracını aldılar, yani senin sendika çalışmalarını sonlandırmak, etkisizleştirmek, seni öyle bitirmek istiyorlardı.
Merak ettim ne gerekçe ileri sürdüler?
Başka bir şubenin bu arabaya ihtiyacı var, onlara vereceğiz, dediler. Yani bir iki kere kullanmak filan olsa, nöbetleşe kullanmak olsa olabilirdi tabii. Ama doğrudan aldılar. Biz bir buçuk sene üyelerimize ulaşamadık. Çok ciddi zorluk yaşadık. O dönemlerde siteler yoktu, toplu çalışanlar yoktu o apartmandan bu apartmana İstanbul’un her tarafına, Sarıyer’den, Kartal’a Tuzla’ya oradan, Esenkent’e gidiyordum. Dört ay bana ücret de ödemediler. Birikiyor ücret sonra bir aylık veriyorlar, üç aylığım onlarda kalıyordu. Böyle devam ettiler bir süre. Sendikadan aldığım ücreti çoğu zaman taksiye veriyorum, bir takım çalışmaların hızlı yapılması gerekiyor çünkü. Apartman görevlileri o zamanlar kahvelerde toplanırdı, gidiyorum, 15-20 kişi var, çay içiliyor; çayları ben ödüyorum. Hem para vermiyorlar, hem de elindekini de sendikal örgütlenmeye harcamak zorunda kalıyorsunuz. Bununla da yetinmediler. Baktılar, üye yapmaya devam ediyorum ve üye sayımız artıyor. Üye olan 1500 işçinin işverenine mektup gönderdi, örgütlenme dairesi “Sizin işçiniz bizim üyemizdir” dediler. Bir nevi ihbarcılık yaptılar. Bundan sonra işçilerin yüzde 60’ının işine son verildi, işverenler tarafından. Daha sonra toplu sözleşmeler yapmaya başladığımızda işverenle devreye girerek işçiyi istifa ettirmeye çalıştılar. Çok korkunç bir durumdu. Benden ziyade sendikayı zayıflatan bu saldırıların bu kadar pervasızca yapılmasını, kadın olmama bağlıyorum. Erkeklerin üzerine hiçbir zaman bu kadar gitmediler. Farkına vardığım andan itibaren, kürsülerde, sendikanın çeşitli platformlarında hep kadınlık meselelerini dile getirdim. “Pek çok kadın üyemiz var, kadınlar olmadan bu iş yürütülemez, sendika eşitlikçi olmalıdır, bizim bir kadın perspektifimiz olmalıdır” diyordum hep. Ama belli bir bilinç üzerinden değil de tümüyle sendikada kendi yaşadıklarımdan hareketle konuşuyordum. Kadınların bazı özel sorunları vardı bunu erkek sendikacılarla değil benle paylaşıyorlardı, koca dayağı, çocuklarına dair sorunlar, komşusunun yaşadıkları şiddet her şeyleri benimle paylaşıyorlardı.
Dünya Kadın Yürüyüşü dönüm noktası
Bunun politika konusu olabileceğini farketmeniz nasıl oldu, kendinizi ne zamandan beri feminist olarak tanımlamaya başladınız?
2005 yılında Dünya Kadın Yürüyüşü Türkiye’de örgütlenecekti, o zaman bunu yürütenlerden kurumlardan biri de KESK’ti. KESK, DİSK’le konuşarak, siz de katılın ve yürüyüşe, maddi destek de sağlayın, demiş. Kimi göndeririz, diye konuşulurken, o dönemde Genel- İş Sendikası’nın Başkanı ve aynı zamanda DİSK’in de başkan yardımcılarından olan Mahmut Zeren, “Bizim burada bir kadın şube başkanımız var, onu gönderelim” demiş. Bir görevlendirme yazısı geldi. Toplantılar başladı, o zamana kadar kadın hareketiyle tanışmamışım, siyasi partilerden kadınlar var, feminist kadınlar var, onları izliyorum. Kadınlar, şu siyasi partiden, bu kadın örgütünden geliyorum, diye başlıyor konuşmaya çok güzel şeyler söylüyorlar. Bunları dinleyince ben de heyecanlandım, hareketlendim. Bir süre sonra DİSK yönetimine gittim, bir toplantı istedim. “Çok güzel bir iş yaptık dünya kadın yürüyüşüne katılmakla ama bu böyle olmaz DİSK tek kadından ibaret değil, diğer örgütlerin arkasında KESK’in mesela kadınlar var, diğer siyasi partilerden gelen kadınların arkasında da kadınlar var. Ben tek başıma olamam bizim burada çoğalmamız lazım,” dedim. “Ne öneriyorsunuz?” diye sordular. “Her sendikadan bir kadın olmalı ve düzenli toplantılar yapmalıyız” dedim. Olur, dediler, her sendikaya yazı yazdılar. Bir süre sonra DİSK Kadın Komisyonu’nu fiili olarak oluşturarak çalışmalara başladık. O çok iyi oldu. Her ay düzenli toplantılarımızı yaptık, 8 Martlar’da neler yapabileceğimizi, saptadık. 8 Mart Kadın Platformu’nun çalışmalarına katıldık. Sonra DİSK’in müttefiği olan örgütlerdeki kadınlarla birlikte işler yaptık. Ortak direniş ziyaretleri yaptık. O dönemde DİSK’in bir sendikasında taciz vardı, DİSK kadın komisyonu çok güzel bir tavır alarak, tacizi takip etti. Tacize uğrayan arkadaşımız davayı kazandı. Tüm bu süreçte ben de feminist olmuş ve kadın örgütleriyle dayanışmanın önemini görmüştüm.
Genel İş’te kendi sendikanızda kadın çalışmaları nasıl gidiyordu?
Bu süreçten itibaren hem Genel- İş toplantılarında hem de DİSK içinde kadın çalışmalarını diri tutmaya başladık. Bu, olmazsa olmazımız, dedik. HDP’nin belediyeleri kazanması ile birlikte bölgede de sendika olarak örgütlenmeye başladık. Van’da Diyabakır’da, pek çok kadın vardı. Tek şube başkanı kadın olduğum için bana, oralara destek atın, denildi. Kürt kadınları siyasi mücadelenin içindeydiler ama sınıf mücadelesi içinde sendikalarda pek yer almamışlardı. Bölgeye gittim toplantılar yaptık. Oralar hareketlenmeye başlamıştı zaten kadın arkadaşlarımız şube başkanı olmaya başladılar. Van’da, Diyarbakır’da, Şırnak’ta kadınlar şube başkanı oldu. Arkadaşlarla konuşurken, ilk başlarda yönetimlerde yer alalım, hem sendikayı hem de erkekleri tanıyalım, sonra şube başkanı oluruz, diyordum. Bu anlayışa karşı çıkıp, şube başkanı olan kadın arkadaşlarımızın şube başkanlıkları, çok kısa sürdü, hemen değiştirildiler. Bir yerde uzun süre kaldığınızda erkek egemenliğinin işleyiş mekanizmalarını da anlıyorsunuz. Yönetimlere yavaş yavaş gelen şube başkanı arkadaşlarımızın şube başkanlığı ise devam ediyor. Mesela şu anda Ankara Şubesinde de yeni şube başkanı kadın oldu. İzmir’de mesela. Ama buna rağmen güçlü bir erkek dayanışması da var. Kadınlar buna rağmen devam ediyorlar. İki kadın arkadaşımız, şube başkanı seçildi, bu kadınları ne erkekler önerdi, ne genel merkez. Kadınlar aday oldu ve kazandı.
Toplumsal cinsiyet eğitimleri
Şube başkanlığı sonrasında görünmez bir engel var sanki, kadınlar sendikaların merkez yönetimlerine asla gelemiyor sizce neden?
Merkez yönetimine seçilen birinin arkasında birkaç şubenin olması gerekiyor. Mesela Akdeniz bölgesi toplanıyor, kendi adayını gösteriyor. Şubeler benimle hangi yönetici orada iyi çalışır, kiminle daha iyi iletişim kurabilirim, üzerinden hesabını yapıyor. Şube yönetimlerinde erkekler olduğu için bu da genel olarak erkekler arası bir alışveriş oluyor. Kadınlar o nedenle seçilmiyor. Erkekler onları desteklemiyor. Son genel kurulda İstanbul Bölgesi’nde ben de aday oldum. Ama bir baktım benden sonra tüm şube başkanları da aday oldu. Hiç kimse beni desteklemedi. Hiçbiri demedi ki bu arkadaşımız işi iyi bilir, bir kadın olsun demediler. Erkek erkeğe bir hiyerarşi ve iktidar zinciri var. Biz kadınlar daha yolun başında olduğumuz için aramızda da bir dayanışma bir araya geliş henüz yok. Mesela birimiz feministse, öteki kadın kadın- erkek birlikte mücadele etsin, diyor seni değil, erkeği destekliyor. Kendi aramızda daha fazla dayanışmalıyız. Mesela bu bölgede altı şube başkanı kadın var, yan yana gelip bir kadını merkez yönetimine gönderebiliriz, fakat henüz o noktada değiliz. Kadınlar arası dayanışmayı güçlendirecek bir kadın politikası da yok sendikamızda. Hem DİSK’te hem Genel İş’te biraz da bunu eleştiriyoruz. Eğitim dairesinde bizde beş altı kişi çalışır. Kıdem tazminatından, taşeron işçiliğine kadar her konuyu anlatan hocalar var. Fakat bu eğitimler içinde toplumsal cinsiyet eğitimi yok. Eğitim dairesine henüz toplumsal cinsiyet başlığı altında bir eğitim girmiş değil. Bu bir sorundur. Evet erkek ağırlıklı bir sendikayız ama son zamanlarda hizmet sektöründe kadın sayısının artması ile birlikte bizim kadın üye sayımız da arttı. 120 bini bulmuşsa üye sayımız bunun nereden baksan 20 bini kadındır. Siz kadınları görmeyen ve kadınlara kötü davranan erkeklere karşı da politika geliştirmezseniz, kadın sayısının arttığı bir sendikada çok sıkıntı yaşarsınız.
Sendikanızda tüzükle tanımlı bir kadın komisyonu ve kadın dairesi yok bildiğim kadarıyla, bu konuda neler yapılabilir?
Son dönemlerde kadın komisyonlarının örgütlenmesi doğrultusunda bazı adımlar atıldı. Merkez yönetimi şubelere yazı yazarak şubenizde bir kadın komisyonu kurulması için merkezi görevlendirme, yapacağız, dedi. Şubelerden başlanarak kadın komisyonu örgütlenmesine gidilecekti. Bunun doğrusu elbette işyerlerinden başlaması ve kadınların kendi adaylarını kendileri belirlemesi, demokratik sendikaya daha yakışan bir yöntem olurdu. Fakat yine de böyle bir adımın atılması bile önemliydi. Biz tam bunları tartışırken, Pandeminin araya girmesi ile maalesef her şey durdu. Şu sıralarda kadınların yükleri zaten iyice ağırlaştı, bir de salgın nedeniyle bizim de bir araya gelme koşullarımız kısıtlı artık. Şu anda beklemedeyiz. Bizim bir başka sorunumuz da bu alanda politika üretebilecek bir birimin sendikada olmaması. Kadın uzmanlar var, varolmasına sendikada artık fakat, herkesin başka görevi var. Sendika yönetimindeki erkek bu işin politikasını bilmez, bunu üretip onların önüne koymak gerekiyor. Uzmanlar hazırlayıp, başkanların önüne koyduğunda onların itiraz edeceklerini sanmıyorum, Dünya’da pek çok sendikada Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Birimi var. Bu bir uzmanlık dairesi, sendikanın kadın ve toplumsal cinsiyet politikalarını oluşturuyorlar. Bizde de bunun zeminini hazırlamak bence kadın uzmanların görevi. Ben seçilmiş olarak bir şeyler dediğimde, bunun arkasında şu var, filan gibi değerlendirmelerle, dikkate alınmayabiliyorum, ama uzmanlar öyle değil. Bazı şeyleri değiştirmek için cesaretli, aktif ve istekli olmak lazım. Bu alanda geliştirilecek politikalar sendikanın da çalışma alanı ve etkinliğini, itibarını artırır oysa.
Yeni örgütlenme perspektifi
Dünya feminist grevlerle sarsılıyor. Sendikaların feminizasyonu feministlerin bu alanda çalışmalar yapması ile mümkün olabilir gibi geliyor bana, siz ne düşünüyorsunuz?
Sendikalar kapalı yapılar. Dış dünyada kadın mücadelesi alanında olan bitenleri öyle yakından takip ettiklerini sanmıyorum. Türkiye’de feministler bu alanda pek çalışmadılar. Sendikaların yapısı buna uygun değildi ama onlarda bu alanları zorlamadılar. Mesela Avrupa’da 1970’li yılların ikinci yarısından itibaren, ikinci feminist dalgayı takiben feministler sendikalarda çalışmaya başlıyorlar. O ara kadın komisyonları kuruluyor, kadın ve eşitlik alanında sendikalarda ciddi çalışmalar yapılıyor ve bir feminizasyon yaşanıyor. Bizde genel olarak dışarıdaki hareketten etkilenme şeklinde oluyor bu… Bir değişim, dönüşüm olmuyor. Şu aşamada feminist hareketin sendikalı kadın hareketi ile daha fazla dayanışmaya girmesinin çok gerekli olduğunu düşünüyorum. Çünkü kadınlar ciddi bir yoksullaşma yaşadılar ve ücretli emek alanında emekleri çok daha fazla değersizleşti, evden çalışma belki de kadınlar için bir çalışma biçimi haline gelecek. Bu alanlarda feminist politika üretilmesi zorunlu. İşçi sınıfı köleleştirilirken, sendikaların da işi zor ve kendilerini gözden geçirmeleri yeni politikalar, örgütlenme biçimleri üzerine düşünmeliler. Şimdiye kadar ihmal edilen, kadınlar, LGBTİ+’ları, gençleri içine alabilecek örgütlenme modellerini tartışmalıyız artık. Ve burada öncülük kesinlikle kadınlarda olmalıdır.
Size özel bir soru sormak istiyorum, kaç senedir şube başkanısınız, erkekler bir şubede beş yıl bile doldurmadan merkez yönetimine geliyor, siz niye seçilmediniz bunda kadın olmanızın etkileri var mı?
İnsanın kendisiyle ilgili laf etmesi o kadar kolay değil. Ama bir yandan da özel olan politiktir, diyoruz, biz. Deneyimlerimiz bizden sonrakilerin yolunu aydınlatabilir. Kendi özelimde şu tespitlerim var; iyi bir sendikacıyım, kürsüyü iyi kullanırım, toplu sözleşmeleri iyi yürütürüm, bayağı örgütçüyüm, çok dolaşırım, çok dert dinlerim. Geçen genel kurulu dikkatle izledim; sadece siyah ve beyaz var. Gri tonlar yok. Biz sınıf hareketiyiz, oysa gri tonlara da bizim ihtiyacımız var. Kürsüde söz kurarken, böyle böyle olmalıyız, yanlış yapıyoruz, dedim. Ne demek istediğimi sordular şube başkanları, yönetimdekiler. Bir sene sonra o noktada yanlış yapıldığını, onlar da kabul etti. Erkekler bir kadının kendilerinden daha fazla bilmesine, öngörü sahibi olmasına pek alışık değiller, kadınlardan akıl almak istemiyorlar. Bir de siz onlar gibi de yaşamıyorsunuz, bu da bir etken. Üst yönetimlerde bir kitlenme, o cam tavan denilen şey var tabii. Sen gelirsen, başka kadınlar da gelirler. Sendikaların kadınlaşması ise erkek egemenliğini sarsar tabii. Sendikalarda kadınların güçlenmesi gerekiyor, bunun için kadın yapılarına ve kadın politikalarına ihtiyaç var. Sendika politikalarının da eşitlikçi olması lazım. Çünkü kadınlar da aynı erkekler gibi aidat ödüyorlar. Biz kadınlar da tek başımıza sosyalist, devrimci, feminist olabiliriz, ama yan yana gelip, dayanışmamızı güçlendirmek zorundayız. Erkek tarzı siyasetlerden de vazgeçmeliyiz. 21 yüzyılın öznesi kadındır. Sendikalarımızın tüzüklerini, toplu sözleşmelerini, örgütlenme anlayışlarını değiştirmemiz lazım. Tekrar söylüyorum kadın yapılarını acilen kurmalıyız. Afganistan’a gittim orada sendikalarda kadın komisyonları var, Fas’a gittim orada da öyle. İlericiyim, devrimciyim diyen sendikalar, onları örnek almalı. Bu konuda da feminist yöntemlere çok ama çok ihtiyacımız var.