Geri gönderme merkezinde kadın olmak

Türkiye’deki göç politikası -hükümetiyle, muhalefet partileriyle- göçmen düşmanlığı üzerinden yükselirken göçmenlerse yaşamsal haklarından gördükleri muamelelere kadar her alanda hak ihlalleriyle karşı karşıya geliyorlar. Bunların başında Geri Gönderme Merkezleri bulunuyor.
Paylaş:

AB tarafından finanse edilen ve Göç İdaresi Başkanlığı tarafından işletilen Geri Gönderme Merkezleri (GGM), göçmenlerin sınır dışı edilmek üzere tutuldukları idari gözetim merkezleri olarak adlandırılabilir. Ancak GGM’ler, orada kalan birçok göçmenin de ifade ettiği gibi “cezaevinden bile daha kötü” koşullarda işletiliyor. Bu bilgilere GGM’ler üzerine yaptığım bir araştırma vesilesiyle orada kalan göçmenlerle sohbet imkânı bulduğumda ulaştım. Konuştuğum göçmen bir kadının “bunlar duyulsun istiyorum” demesi üzerine bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Göçmenlerin hem Türkiye’de hem de GGM’lerde yaşama pratikleri, özellikle birçok muhalefet partisinin körüklediği ırkçılık ve göçmen düşmanlığıyla daha da zorlaşırken bir de tüm bunları göçmen bir kadın olarak yaşamak şüphesiz işleri daha zor hale getiriyor. Bu anlamda görüştüğüm göçmen kadınlardan biri olan Jennet’in* yaşadıklarına tanıklık etmek benim açımdan da oldukça çarpıcıydı.

Jennet, eşi vefat edince çocuklarının sorumluluğunu tek başına üstlenmiş ve Türkiye’ye çalışmaya gelmiş bir kadın. 2018’den bu yana turist vizesiyle Türkiye’de yaşıyor. Türkiye’ye geldiğinden beri temizliğe gidip oradan kazandığı parayla hem kendisini geçindirip hem de memleketindeki ailesine (ebeveynlerine) ve çocuklarına para gönderiyor. Göç İdaresindekiler “Niye 6 senedir burada kalıyorsun da çalışma izni yapmıyorsun” diye çıkıştıklarında, “Keşke patronlarım yapsa da bende sigortamı ödesem. O patronun meselesi. Ben ne yapabilirim ki? Ben helal paramı kazanıyorum, kötü bir şey yapmıyorum” diyerek anlatmaya başlıyor yaşadıklarını.

Özelikle son yıllarda göçmenler ekonomik krizin, işsizliğin sorunu olarak işaret ediliyorlar. Ancak neden daha ucuza, kötü koşullarda çalıştırıldıklarının hesabı o patronlara hiç sorulmuyor. Çünkü göçmen “dövmek”, patronlara hesap sormaktan daha kolay. Böylece göçmenlerin yaşadığı sorunlar hayatın her alanına yayılıyor.

Jennet, GGM dışında her ne kadar birçok zorlukla karşılaşsa da GGM’lerde yaşadığı şeyler çok daha trajik. Üç farklı GGM’de kalan ve oralarda pek çok sorunla karşılaşan Jennet’in yaşadıklarını anlatması hiç kolay olmadı.

“Cezaevine hoş geldiniz”

Hem Bandırma hem de Kütahya GGM’de, memurların Jennet’i “Cezaevine hoş geldiniz” diyerek karşıladıklarından bahsediyor. GGM’ler her ne kadar cezaevi statüsünde olmasa da bu şekilde işletildikleri aşikâr. Hatta kendi deyimiyle, cezaevinden bile daha kötü koşullara sahip.

Bandırma’daki GGM’ye ilk girişlerinde kapasitesinin çok üstünde insan olmasından kaynaklı yerde yattıklarından bahsediyor Jennet. “Burada mı yatacağız” dediklerinde memurlardan (ki genellikle gardiyan diye hitap eder göçmenler) “Burası lüks otel değil, konfor aramayın” cevabını alıyor. Yine Kütahya GGM’de de üç gün boyunca abdest alınan yerde yattıklarını, koridorda dahi yatmalarına izin vermediklerini anlatıyor.

Sağlık, hijyen, beslenme kuralları yetersiz

GGM’lerin kalabalıklığı, hijyen, sağlık, yemek gibi sorunların da açığa çıkmasına sebep oluyor. Beş ay boyunca bir kere bile taze ekmek yemediğini ifade ediyor Jennet ve doymadıklarında fazlasını istemenin de yasak olduğunu ekliyor. Öğünler yetmeyince kantinden alışveriş yaptıklarından bahsediyor Jennet. “Bizim en güzel yemeğimiz, ekmek arası cipsti. Mangallı olandan alıyorduk, et yiyormuş gibi hissediyorduk” diyerek durumu özetliyor.

Sağlığa erişim de çok zor GGM’lerde. Çünkü hasta olmaları bile memurlar tarafından ırkçı söylemlere maruz kalmalarını engellemiyor. “Niye hasta oldunuz?”, “Burayı beğenmiyorsanız, niye geldiniz? Defolun gidin ülkenize” gibi sözlerin muhatabı olabiliyorlar.

Bulundukları yerleri normalde memurların temizlemesi gerekirken temizliği de göçmenler yapıyor. Jennet cezaevi koşullarının GGM’den daha iyi olduğunu şu sözlerle belirtiyor: “Cezaevi GGM’den daha iyiymiş, orada iş imkânı da veriyorlarmış. 100 lira da olsa çalışıyorsun, hiç değilse harçlığın çıkıyor. Daha temizmiş. Biz burada temizliği kendimiz yapıyoruz. Bir kez denetimciler geldiğinde temiz çarşaf verdiler bize. Çarşaflarda AB logosu var. AB Türkiye’ye para veriyormuş ama bize hiçbir şey yapmıyorlar” diyerek hem Türkiye’de devletin göçmenlere reva gördüklerini hem de AB’nin ikiyüzlülüğünü birkaç cümlede böyle özetliyor.

Müdür: “Deportunu al, git!”

Jennet, Selimpaşa’dan Bandırma’ya transfer olurken kendisi gibi göçmen olan bir kadınla tanışmış, çıkana kadar da birbirleriyle dayanışma içinde olmuşlar. “Avukatın ne olduğunu bilmiyordum, o arkadaşım sayesinde avukat tutmaya karar verdim” diyor. GGM yönetimleri, göçmenlere neden orada olduklarından tutun da hangi hakları olduklarından asla bahsetmiyor. Zaten ilk girdikleri andan itibaren de Geri Dönüş Formu’nu imzalamaya “ikna” edilmeye çalışılıyorlar.

İki ayda bir yapılan toplantıda müdürün kendilerine, ülkeden ayrılmaları yönünde bir baskı uyguladığını Jennet şu sözlerle anlatıyor: “Müdür geliyor, neden gitmemiz gerektiğini söylüyor. Bir kadın vardı, beyninde tümör var. 10 günde bir bayılıyordu, ameliyat olması gerekiyordu, hiçbir şey yapmadılar kadına. Müdür de ‘memleketinde yaptırırsın onu, deportunu al, git’ diye karşılık verdi. Ben de gitmeyi düşündüm ama burada çalışmam lazımdı, çocuklarım için buraya katlanmak zorundaydım.”

Aslında GGM yönetiminin “ikna” yönteminin sembolik olduğunu anlamak zor değil. GGM’lerde gayri insani koşullar, göçmenleri yıldırmak için bir işkence metodu olarak kullanılıyor ve birçoğu bu koşullara dayanamayıp bu formu imzalamak zorunda kalıyor.

GGM’lerde kadınların cinsel sömürüsü

Göçmenler, GGM süreçlerini daha rahat geçirmek için orada çeşitli taktikler geliştiriyorlar. Bu taktikler, havalandırmadan biraz daha faydalanmak için memurları oyalamaktan tutun da içerde farklı uyruklarla aynı odada kalanların onlarla iyi geçinmeye çalışmalarına kadar oldukça çeşitli. Jennet ise bu durumu yaşadıkları üzerinden şöyle anlatıyor: “Kimi kadınlar, erkek memur ve jandarmalara yakın davranıyorlardı. Geceleri bazı kadınlar onlarla gidiyorlardı. Onlardan hamile kalmaya çalışıyorlardı. Çünkü çıkmak için bir ihtimaldi bu.”

Jennet’in bahsettiği meseleye GGM’de kalan başka bir göçmen kadın da değinmişti. Aslında hamile olmak hukuken bırakılma sebebi değil ama hamileliğin sağlıklı ilerlememesi bir risk. Bu yüzden kimi yerlerde bu riski göze alamayan GGM yönetimlerinin böyle bir uygulama geliştirmiş olması muhtemel gibi gözüküyor. Kadınlar içerden çıkmanın bir yolu olarak ya da oradaki süreçleri daha rahat geçirebilmek için memurlarla cinsel ilişki kuruyor/kurmak zorunda kalıyorlar belli ki. Memurlar için göçmen kadınlar ise cinsel sömürü nesnesi konumunda.

LGBTİ+’lara dönük çok fazla hak ihlali de mevcut

Trans bir göçmen kadının memurlar tarafından diğer kadınlara saldırmasının önünün açılması GGM’lerde yaşanan bir başka hak ihlali. Jennet, trans arkadaşının memurlar tarafından birbirlerine düşmanlaştırılmak için kullanıldığını şöyle anlatıyor: “Ben onla başından beri iyi geçindiğim için benimle arası iyiydi, ama memurlar ‘canını sıkan birisi olursa döv’ diyordu ona.”

GGM’lerde LGBTİ+’lara dönük çok fazla hak ihlalinin, işkencenin olduğunu maalesef biliyoruz. Belli ki Jennet’in bahsettiği trans kadın da hayatta kalmanın yolunu böyle bulmuştu.

“Bizim çektiğimizi kimse çekmesin”

Göçmen kadınlar zaten Türkiye’de kaldıkları sürede emek sömürüsünü ciddi boyutlarda yaşarken, şiddete, istismara da açık hale getiriliyorlar. GGM’de ise bu durum değişmiyor, hatta kadınlar ve LGBTİ+’lar daha zor şartlarla mücadele etmek zorunda bırakılıyorlar.

Jennet’e son olarak ne söylemek istersin dediğimde; “Bizim çektiğimizi kimse çekmesin. Hani kadınlara şiddet yoktu. Bizim memleketimizde çok var ama Türkiye’de hep ‘Kadına şiddete hayır’ derlerdi, ama öyle değilmiş” diyerek sözlerini noktalıyor.

Jennet’in Türkiye’de yüzleştiği durum acı ama bir o kadar da gerçek. Türkiye’de erkek şiddeti, kadınların dişiyle tırnağıyla kazandıkları haklarının iktidar tarafında gasp edilmesi (İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması) neticesinde kadınları şiddete karşı savunmasız bırakıyor. Nadira’nın, Dina’nın ve birçok göçmen kadının katledilmesi de tüm bunlardan azade değil elbette. Bizlere düşen ise göçmen kadınların feminist mücadelenin bir parçası olduğu gerçeğinden hareketle GGM’lerde yaşanan insanlık dışı koşulları görünür kılmak. GGM’lerin demokratik kitle örgütlerinin ziyaretine açılmasını talep etmek ve bunda ısrarcı olmak.

Paylaş:

Benzer İçerikler

İpek Sokak’taki, hemen herkesin mücadele tarihinde yer alan bir mekan olarak Makine Mühendisleri Odası’nın önü, 19 Kasım akşamında bir başka eyleme şahit oldu. Teknik görevli olarak çalıştığı Oda’da işten çıkarılan Sema Keban elinde megafonla sesleniyordu: “Bu durumu Oda’nın geleneğine ve toplumsal mücadelesine uygun bir pratikle çözmek artık herkesin tarihsel ve kaçınamayacağı sorumluluğudur.”
Aralarında Kadınİşçi muhabiri Yadigar Aygün’ün de olduğu altı kadın gazeteci meslektaşları ile dayanıştıkları için gözaltına alınmış, darp ve cinsel tacize uğramıştı. Saldırganlara değil, kadın gazetecilere hapis cezası verildi. Kadınlar gözaltında kendilerine “size susmayı öğreteceğiz” denildiğini hatırlattı ve “Biz susmadık” dediler.
ILO’nun 3.007 kişinin katılımı ile gerçekleştirilen “İşyerinde Şiddet ve Taciz Algıları ve Deneyimleri” araştırması sonuçlarının açıklandığı toplantıya katılan kadın sendikacılar, şiddetin tırmandığına dikkat çektiler: “Şiddetin azalması için sendikalaşmanın, örgütlemenin önündeki her türlü engelin kalkması lazım. Araştırma sonucu da bunu ortaya koyuyor.”
Türkiye nüfusun giderek yaşlandığı bir ülke artık. Ama ücretli emek alanında 40 yaş kadınların yaşlı, erkeklerin birikimli olarak görüldüğü yaş olmaya devam ediyor. Kadınlar pek çok sorunla baş başa kalıyor.  Yaşlılığın bir cinsiyeti var, diyerek hazırladığımız raporumuzu, bu alanda politika üreterek mücadele yöntemleri geliştirecek olan kadınlarla paylaştık.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!