Güldünya çağırdı biz buluştuk, politika üretmek için konuştuk

Güldünya Yayınları’nın çağrısıyla 2-3 Aralık tarihlerinde Feminist Örgütlenmeler Konferansı’nda buluştuk. Deneyim aktarımları, atölyeler, forum ile tamamladığımız konferansta; feminist politika üretmeyi, yol ve yöntemlerimizi konuştuk.
Paylaş:

Güldünya Yayınları’nın “Özellikle İstanbul’daki feministler, 2-3 Aralık tarihlerini boş bırakın! Sebebini çok yakında açıklayacağız” şeklinde ilk duyurusunu yaptığı Feminist Örgütlenmeler Konferansı merakla bekleniyordu ve bahsedilen tarihte Beyoğlu’nda bulunan Metrohan’da gerçekleşti. İki gün boyunca yapılan konuşmalar, düzenlenen atölyeler, buluşulan forum; konferansın merakla beklenmeye değmesinin yanı sıra buna ne denli ihtiyaç olduğunu da hatırlattı. Bu yüzden “Evet, basın açıklamaları, eylemler örgütlemek için bir araya geliyorduk. Evet, sohbet ediyorduk ama bir şey yetiştirme telaşı olmadan ‘güncel olmayan’ sorunlarımızı ve gündemlerimizi konuşmaya zaman ayırmıyorduk. Bu tür çalışmaları daha sık yapmalıyız” diyen kadınların sayısı hiç de az değildi.

Konferansta ilk gün, ilk olarak, Necla Akgökçe “Ücretli Emeğin Örgütlenmesinde Feminizm”; Ayten Kordu “Kürt Kadın Hareketinin Dünü Bugünü”; Ayşe Düzkan “Kampanyalar, Küçük Gruplar, Feminist Örgütlenme Modelleri” ve Ülfet Taylı “Feminist Örgütlenmelerde Duygular ve Şiddetsiz Çalışma Yöntemleri” üzerine Semiha Arı moderatörlüğünde konuştular. Katılımcı kadınların konuşmacılara soruları ve eklemeleri üzerinden yapılan tartışmalar, zamana ve mekâna sığmadı. Haliyle birinci günün ikinci bölümü olan atölyelere daha geç başlandı. Ama bu bir kayıp değildi. Çünkü feminizmin ücretli emeğin örgütlenmesi sürecine katılım dönemlerini, şekillerini, dünyadan örneklerini ve Kürt kadın hareketinin kısa bir özetini dinlerken kadınların, bir kısmımız geçmiş deneyimlerini hatırladı, bir kısmımız ise kadın mücadelesinin hangi aşamalardan geçerek bugüne vardığına dair bir resmi geçit töreni izledi.

Günün ikinci bölümünde çeşitli atölye konuları belirledik.  “Feminist Kolektifler ve Propaganda”, “Feminist Yayıncılık” ve “Feminist Sanat” atölye başlıkları arasındaydı. Bu atölyelerden özellikle de “Feminist Kolektifler ve Propaganda”ya yoğun bir ilgi ve katılım oldu. Atölyelerde iki saate yakın bir süre boyunca sohbetler ve tartışmalar yürüttük. Ve sonuçlarını hep birlikte konuşmayı ve düşünmeyi ikinci güne bıraktık.

Mücadele etmemiz gereken cepheleri genişletmemiz gerek

Katılım ilk güne oranla, ikinci gün biraz daha sınırlı kaldı. Ancak konuşmaya başlar başlamaz, ufak bir grup da olsak birinci günden öğrendiklerimizi, paylaştıklarımızı aktarmak ve bunları birlikte geliştirmek konusunda heyecanımız birbirimize sirayet etti. Cumartesi yapılan atölyelerden “Feminist Kolektifler ve Propaganda” ve “Feminist Yayıncılık” atölyelerine katılanlarımız, buradaki tartışmaları aktardı. İki konunun birbiri ile bağlantılı olması da bu aktarımları hem kolaylaştırdı hem de katkıları artırdı.

Feminist Kolektifler ve Propaganda” atölyesi başkasına konuşan bir feminizm içerisinde bir kolektifi kolektif yapanın ne olduğu sorusuyla başladı. Feminizm tüm ezme ve ezilme ilişkilerine söz söylerken gündelik yaşamı, kendi yaşamlarımızı dönüştürücü niteliğinin de göz ardı edilmemesi gerektiğine vurgu yapıldı. Feminist propagandanın üretildiği zeminleri de yeniden düşünmeye başladığımız atölyede, enformel feminist örgütlenmelerin zaman içerisinde kurumsallaşmasının, belki de bu nedenle hantallaşmasının aslında bir yandan da kadınları sıkıştırdığına ve politika üretmesine engel olduğuna değinildi.

“Bağımsız feminist kimdir” sorusunun da tartışıldığı atölyede, bağımsızlıktan anlaşılması gerekenin; sermayeden, erkeklerden, devletten ve hatta devrimci, solcu örgütlerden bağımsızlık olması gerektiği vurgulandı. Feminist sözün kim için ve hangi deneyim içinden kurulduğu da üzerinde durulan bir diğer nokta oldu. Politik iklimin bizlere karşı bombardımanına yanıt vermek zorunda kalmanın, feminist propagandayı reaktif bir konuma sıkıştıran tuzaklardan biri olduğundan bahsedildi. İktidara karşı söz söylemenin dışında da propaganda zeminlerinin mevcudiyeti üzerine düşünüldü. Nitekim kadınlarla birebir ilişkilenmeler üzerinden yeni zeminlerde buluşmak mümkündü. Buradan hareketle Afet için Feminist Dayanışma’ya referans yapılırken yan yana durduğumuz öznelerle dil inşa ederek günlük hayatlarımızı feminist yöntemle dönüştürmenin yani propaganda zemini olarak bu ilişkilenmelere bakmanın önemi vurgulandı. Kolektiflerin, daha odaklı ve politik hamleler yapmaya müsait yapılar olduğu, bu kolektifler içerisinde daha kompakt yapılar üzerinden farklı deneyimlerin kendisine karşılık bulduğu temsiliyet gruplarının da oluşabileceği ortaya kondu. Güncel olana müdahil olurken kendi deneyimlerimizi de dönüştürecek bir bilinç yükseltme pratiğinin ihtiyacı da burada karşımıza çıktı: “Mücadele edebileceğimiz bambaşka cepheler de var; o cephelerin genişletilmesi önemli. Bunun için kolektiflerin oluşması, duygu politikalarının dahil edilmesi, birbirimizin bilincini kendi deneyimlerimiz ve feminist içgörümüzle yükseltebileceğimiz, açabileceğimiz alanların oluşması önemli.” Feminist propagandanın kapsamını bu şekilde genişletmenin mümkün olduğuna herkes hemfikirdi. Nitekim propaganda sadece bizim bir özne olarak başka bir özneye götürdüğümüz şey değildir. Onu, sadece dışarıya söz söyleyen ve iktidara karşı söz üreten, sürekli iktidara yanıt veren bir araç olarak görmektense kendi mücadelemizi kendimize anlatmanın da bir aracı olarak kullanabiliriz. Bu da günlük hayatlarımıza politikayı yerleştirmek açısından bizi daha özgürleştirecek ve güçlendirecek bir tutum olur. Bu durumda feminist propagandanın zemini her yerdir.

Feminist propagandanın birincil aracı feminist yayıncılık

Bu atölye aktarımının sonrasında yapılan ve kolektifler ve propaganda konusuyla yakından ilgili olan “Feminist Yayıncılık” atölyesinin tartışmaları, propaganda konusunun derinleşmesini sağladı bir yanıyla. Feminist bir dergi olan Pazartesi’de yapılanın ne olduğu ve feminist yayıncılıktaki mirasın taşınması (bugüne neden taşınmadığı), bugün sürdürülen feminist yayıncılıkta deneyim paylaşımlarının bizlere, feminist politika oluşturmaya katkılarının neler olduğu üzerine konuştuk. Şu an var olan feminist yayın platformlarının birbiriyle temas etme konusunda Pazartesi’nin gerisinde kalındığına dair vurgular yaptık.

AKP öncesi dönemlerde kendilerini feminist olarak adlandıran kadınların anaakım medya içerisinde yer aldıklarını, burada belli dönüşümlere yol açabildiklerini, ama özellikle Gezi sonrası bu durumun ortadan kalktığını ve bunun nedenleri üzerine de konuştuk. Hem feministlerin kendi emeklerini değerli görebilecekleri daha muhalif alanlara yönelmesinin hem iktidar tarafından derinleştirilen kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikalar sonrası anaakım medyada yer bulmanın zorlaşmasının bunda etkili olduğu gibi varsayımlarımız üzerine fikirlerimizi paylaştık. Medyada cinsiyetçiliğin ve kadın düşmanlığının izlerini süren organizasyonların varlığının erkekler ve medya kurumları üzerinde tedirgin eden bir etkisi olduğunu, ancak bu tür organizasyonların şu an var olmayışının bu etki gücünü azalttığını konuştuk.

Feminist politikanın görünürlüğünün propagandanın birincil aracının yayıncılık olduğuna hepimiz kaniydik bu tartışmalarla. Bir arada olmanın, birlikte yazıp düşünmenin kadınlar olarak kendi dilini oluşturmanın, bulmanın imkanları üzerine tartıştık. Özellikle feminist yayıncılık ve hiyerarşik olmayan ilişki biçimlerinden karma örgütlerin, ana akımın öğreneceği çok şey olduğuna dikkat çekildi. Tüm bu kıymetli işlere rağmen kadınların yayıncılığının görünür olmasındaki engellerin neler olduğu, neden görülmek istenmediği üzerine konuşuldu. Günün sonunda feminist yayıncılığın herkesin anlayabileceği dilde, kadınlarla birlikte ve kadınlar için olacağı ve mücadelenin yolunun bir birada olmaktan ve feminist dayanışmadan geçtiği üzerinde durduk.

Ama yayıncılık alanında öne çıkan, emek verilen mecralarla ilgili birkaç sorun olduğunu konuştuk: “Son dönemde yayınlananlar, genelde olanlara ilişkin fikirlerimiz, yorumlarımız. Bunları da yine feministlere söylüyoruz aslında. Anlaşılırlığı da buranın üzerinden kuruyoruz. Bu konuda Kadınİşçi biraz daha farklı bir yerde duruyor. Kadınİşçi’de her kadın kendini özne olarak bulabiliyor, bu çok önemli. Yayıncılık denince, bu anlamda mecra geliştirmek, sadece bir şey yayınlamak üzerinden düşünmemek, aynı zamanda yayınlananın, bulunduğu alanın, ortamın bir parçası olup değişen dinamik bir tarzının da olması gerekir. Ancak Kadınİşçi, Çatlak Zemin, 5Harfliler gibi haber sitelerimizin takip durumuna baktığımızda, tüm bunları kendi içimizde tartışıyormuşuz gibi bir durum var.

Sınıf hareketiyle feminist dayanışma kadınlara güç veriyor

Atölye aktarımlarının ardından forum bölümüne geçtik. Aslında forumda da zaten aktarımlarımız sırasında ortaya çıkan kimi soruları, başlıkları tartışmaya, halihazırda konuştuklarımıza biraz daha şekil vermeye devam ettik. Bu bölümde birçok konu üzerine söz alındı. Ancak, özel olarak ücretli emek ile ilişkilenme konusu daha fazla ilgi alanımıza girdiği için buradaki tartışmaları ayrıntılı bir şekilde aktarmak ve fikir üretmek adına biraz buraya yoğunlaşacağız.

Forumda hem DİSK hem Hava-İş hem de TMMOB Mimarlar Odası’ndan feministlerin, bulundukları alanlardaki feminist çalışmalara dair geçtikleri özetler, başlı başına birer yazı konusu olabilecek konular. Ki üzerine daha önce de yazılar yazıldı. Bu aktarımlar sonrası sadece feminist mücadele açısından değil, sınıf mücadelesi açısından da sendikaların kendilerini artık işlevsiz hale getirdiğini ve buralarda verilecek mücadelenin, emekle ilişkilenirken “esas mücadele alanları” olmasının çözüm üretici bir yanı olmadığını, işçi hareketinin örgütleyici araçlarından biri olma özelliğini kaybettiğini konuştuk. (Tabii burada yapılan şöyle bir ek oldu: Özellikle son dönemlerde öne çıkan direnişlerin de yürütücüsü olan ve genel sendikal hareket içerisinde çatlak sesler çıkaran bağımsız sendikaların politikalarına bakmak, buraları görmek gerekir, şeklinde bir ekti bu… “Bir şey değişecekse biraz onlarla değişecek. Ama bu anaakımlaşmış ve çok ulusallaşmış sendikaların hiçbir karşılığı yok. Onlar bile kendilerine inanmıyorlar.” Ki önemli bir vurguydu bu.)

Ayrıca feminist mücadelenin ücretli emeğin sorunlarına dair ilgisi ve bu sorunlarla ilişkisi üzerine genel bir eleştiri olduğunu görüp feministler olarak bu eleştiriye katıldığımızı düşünsek de aslında ortada sadece feministlerin az bağ kurduğu bir sınıf hareketi yok. Aynı zamanda sınıf mücadelesinin diğer öznelerinin, sınıf mücadelesi yürüttüğünü ifade eden devrimci, solcu öznelerin de sınıf hareketiyle, işçilerle, grevlerle bağlarının zayıf olduğu ortada olan bir gerçeklik.

Peki, bu durumda feministler nasıl politika üretebilir? Üretilecek politikanın, işçi kadınları etkileyebilecek, onları güçlendirecek biçimde olması önemliyken, son dönemdeki pratiklerden dolayı çoğumuz, sendikalar üzerinden bunu yapabilmeyi beklemiyoruz. Örneğin kadınların olduğu direniş ve grevlerde kadınlarla ilişki kurmak, temas etmek önemli; ama en başta bu kadınların kendi yaşadıkları sorunları talebe dönüştüren kadınlar olduğunu görmek gerekir. Bu tür direniş dönemlerinin kadınlar açısından zorluklarını, uzun süreli olduğu takdirde desteğe duyulan ihtiyacın arttığını ve direniş sonrasında temas durumu olmadığı takdirde, kadınların direniş öncesi dönemlerden daha da geriye düşebileceklerini, önceki pratiklerden deneyimledik. Ancak temas etmenin ve birbirimize güven vermenin yollarını bulabildiğimizde kadın üzerindeki etkisi ve dönüşü muhakkak oluyor. Sadece direniş öznesi kadınlar açısından değil, feministlerin dayanışma ağlarının hem sendikalar hem de patronlar üzerinde baskı oluşturduğunu, daha önceki çalışmalardan biliyoruz. “Feministlerin baskısı, sendikal alanda kadınların elini güçlendiriyor, onlara güç veriyor.

Krizin çözümü için kadınların istihdamdan uzaklaştırılması hedefleniyor

Tüm bunları tartışırken aslında bir bütün, nihai bir sonuç çıkarmaya çalışmadık forumdan. Zaten bunu yapmak pek mümkün değildi. Çünkü bir taraftan sınıf hareketini örgütlü hale getirecek araçların (sendikalar gibi) işlev dışı kalırken işçi mücadelelerini bürokratizme boğdurması, diğer taraftan işçi hareketini örgütlemeyi ve ona öncülük etmeyi kendine görev edinmiş örgütlerin (sosyalistler, devrimciler, solcular gibi) bu konudaki ilgisizliği ve buradan uzaklaşarak zayıflayan gündemleri feminist hareketi de etkiliyor. Ayrıca uluslararası sermayenin çıkarlarına uygun bir şekilde hareket eden hükümetin, neredeyse tüm ülkede güvencesiz ve esnek çalışma koşullarını hâkim hale getirmesi karşısında politika üretmek, bir forumla mümkün olamazdı. Aynı zamanda patriarkanın ekonomik kriz karşısında ürettiği çözümlerin, kadınları güvenceli istihdam alanlarından uzaklaştırma ve ev eksenli çalışmasını yaygınlaştırma üzerine kurması da gerçekliklerimiz arasında. Feministler olarak bu alanlarda hazırlanan yasa tasarılarıyla ilgili yeterli bilgiye sahip değiliz henüz; bu nedenle duruma karşı hazırlıklı biçimde politika üretmekten uzağız.

Bunları konuşabilmek ve bu konulara yoğunlaşabilmek bile başlı başına önemliydi. Bu yüzden Güldünya Yayınları’nın çağrısı yerindeydi ama asla yeterli olmadığının farkındaydık. Bu yüzden “feminist dil” ve “emek” konularında kendi aramızda tartışma yürütebileceğimiz mail grupları oluşturmaya karar verdik. Ve bu buluşmaları 2-3 ayda bir, güncel konuların cazibesine kendimizi kaptırmadan tekrarlamak gerektiğini konuşarak sonlandırdık iki günü…

İyi ki “boş” bırakmışız o tarihleri…

İyi ki buluşmuşuz…

*Bu haber Kadınİşçi’den Rahime Karvar – Neşe Çelikel – Sare Öztürk tarafından kolektif yazılmıştır.

*Fotoğraflar: Bahar Gök

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Nasıl ki baş düşman Mehmet Şimşek ve onu atayanlar, onun üstündeki ulusal veya uluslararası büyük sermaye ve patriyarkaysa, burada da bizim ev içinde erkeklere karşı bir ideolojik şiddet uygulamamız gerekiyor. Birinci konumuzun bu olması gerekiyor. Muhakkak ki kamunun ve sendikaların bu konudaki görevleri de bizim propaganda konumuzdur ama hayatı ertelemeden dayanışarak hayatımızı değiştirmenin yollarını bulmamız lazım.”
IŞİD’in yaptığı 10 Ekim Ankara gar katliamından yaralı kurtulan yazarımız Gülfer Akkaya aktif yargılanan 36 kişiden 19’unun kadın olduğu Kobane eylemleri dolayısıyla yargılanıyor. İroni değil gerçek…  “Feminist fikirlerimin oluşmasında Christine Delphy’den etkilendiğimi belirtmemden bile suç üretilmiş” diyen Gülfer’le dava sürecini, geçim derdini, feminist dayanışma gibi meseleleri konuştuk.
Geçmiş yılın değerlendirmesini yapmak âdettendir. Kadınİşçi olarak kendimize, kadınların ücretli emeği açısından geçen yıl ne tür kazanım ve kayıplar yaşandı? Geçtiğimiz yıl kadın grev ve direnişlerinde hangi talepler öne çıktı ve grev ve direnişlerde feminist dayanışma nasıldı?  Önümüzdeki yıl ücretli kadın emeğinin en önemli sorunu veya sorunları neler olacak? Sorularını sorduk.  Cevaplar ise görüldüğü gibi…
18 gündür Urfa’da Özak Tekstil’de patronun çıkarlarını koruyan Öz İplik-İş Sendikası’ndan kurtulmaya çalışan işçiler, biber gazıyla, tazyikli suyla dağıtılıyor, darp ediliyor ve gözaltına alınıyor. Fabrikada cinsel taciz, mobbing, sağlık hakkı ihlali ile karşı karşıya kalan kadın işçiler, bu süreçte bir de evdeki babayla, kocayla, enişteyle mücadele etmek zorundalar. Direnişçi kadınlar kadın örgütlerini dayanışmaya çağırıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!