Gülfer Akkaya: “Alevi kadın ve kadın mücadeleleriyle ilgili çalışmalarım suç unsuru olarak gösterildi”

IŞİD’in yaptığı 10 Ekim Ankara gar katliamından yaralı kurtulan yazarımız Gülfer Akkaya aktif yargılanan 36 kişiden 19’unun kadın olduğu Kobane eylemleri dolayısıyla yargılanıyor. İroni değil gerçek…  “Feminist fikirlerimin oluşmasında Christine Delphy’den etkilendiğimi belirtmemden bile suç üretilmiş” diyen Gülfer’le dava sürecini, geçim derdini, feminist dayanışma gibi meseleleri konuştuk.
Paylaş:
Necla Akgökçe
Necla Akgökçe
nakgokce@gmail.com

Biz sizi gazeteci ve yazar olarak biliyoruz. Ama Kobane protesto eylemlerinden sorumlu olduğunuz gerekçesiyle 25 Eylül 2020’de gözaltına alındınız ve 18’i tutuklu, toplam 108 sanıkla birlikte yargılanıyorsunuz. Davada Gültan Kışanak, Sabahat Tuncel, şu anda TBMM Başkan Vekili olan Sırrı Süreyya Önder ve yeniden Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ahmet Türk gibi isimler de var. Bu dava dosyasındaki iddianın temeli nedir, neden 37 kez ağırlaştırılmış müebbet cezası istiyorlar?

Suriye’nin emperyal niyetlerle parçalanması için başlatılan savaşta IŞİD adlı siyasal İslamcı terör örgütü de Türkiye sınırında devlet kurma çabasına girmişti. Türkiye ile sınırı olan Kobane de IŞİD’in ele geçirmeye çalıştığı bölgeler arasındaydı. IŞİD’in Kobane’yi işgaline karşı Kobane’de yaşayan başta Kürtler olmak üzere tüm halklar direndiler. Kadın düşmanı, cinsiyetçi, insanları vahşi yöntemlerle öldüren, işkenceci, kadın ve çocukları köle yapıp satan radikal İslamcı IŞİD’in saldırılarına karşı tüm dünya ayağa kalktı o süreçte. HDP MYK’sı bir tweet atarak halkı kadınlar, çocuklar ve sivillerle dayanışmaya çağırdı.

Aralarında Türk askerlerinin de olduğu esirleri canlı yayında diri diri yakan, kurşuna dizen, kafalarını kesen bu vahşi örgüt IŞİD’e karşı dünyanın dört bir yanında ve Türkiye’de milyonlarca insan hakları savunucusu sokağa çıktı, seslerini yükseltti, zulme uğrayanlarla dayanıştı. Türkiye’de yaşayan halklar sınırlarında IŞİD gibi katliamcı, radikal İslamcı erkeklerden oluşan çete bir devlet istemediler.

Esasında bu, normal şartlar altında cezalandırılacak değil ödüllendirilecek, taltif edilecek bir refleksti. Ancak Türkiye’deki siyasal iktidarın ideolojik angajmanı ve özellikle de HDP’nin 2015 seçimlerinde Türkiye halklarından gördüğü teveccüh bu insani refleksten “suç” üretmeye girişti. Baştan sona absürtlüklerle dolu olan ve üç buçuk yıldır süren davanın, binlerce sayfayı bulan dava dosyasının esası Karadeniz’den Ege’ye, Trakya’dan Diyarbakır’a Türkiye halklarını barış, demokrasi, eşitlik, özgürlük, adalet umudu etrafında birleştirmeye başlayan HDP’yi kriminalize ederek ülkenin 100 yıllık makus talihinin değişmesinin önüne bir kez daha taş koymaktı diyebilirim.

Bizlerin, tam 6 yıl sonra Kobane davası adı ile açılan bu davada 37 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılanmamızın istenmesine neden gösterilen HDP MYK’sının attığı bu barışçıl tweetten suç değil, olsa olsa övünç çıkar. Üstelik suç unsuru olarak gösterilen bu tweet için AİHM’in “Suç unsuru değildir” diye alınmış kararı var. Ama AİHM kararına rağmen üç buçuk yıldır yargılanıyoruz.

“Yargılanan fikirlerim”

Peki özel olarak size istinat edilen suçlama nedir? Savunmalarınızda Alevilik ve kadın mücadelesiyle ilgili çalışmalarınız öne çıktı, bu çalışmalar suç olarak mı kabul ediliyor dosyada?

Benim bu davada olmamın tek nedeni var; o dönemki HDP MYK’sında yer almam. Ancak onunla ilgili de şöyle özel bir durumum var. Kobane olaylarının yaşandığı 6-7-8 Ekim 2014 tarihinde ben Türkiye’de bile değilim. Eylül 2014 sonunda çıkan “Sır İçinde Sır olanlar; Alevi Kadınlar” kitabımın tanıtımı için 6 Ekim sabahı İsviçre’ye gitmişim. Bir hafta boyunca yurt dışında kitap tanıtımı yapmıştım. Ülkeye döndüğümde zaten bahsi geçen Kobane olayları çoktan sona ermiş. Bu bilgiler haliyle dava dosyamda var. Ve zaten savunmamı yaparken daha ben söylemeden mahkeme başkanının kendisi benim 6 Ekim 2014 sabahı havaalanında olduğumu belirtti, biliyorlar yani bu durumu.

Sizin de belirttiğiniz gibi Alevilik, Alevi kadın ve kadın mücadeleleriyle ilgili çalışmalarım suç unsuruymuş gibi gösterilmeye çalışılıyor bu davada. Yazdığım kitaplar, makaleler, basına verdiğim röportajlar dosyaya “delil” olarak konmuş. Öyle ki, benimle yapılan bir röportajda maddeci radikal feminist olmamdan, hatta feminist fikirlerimin oluşmasında Christine Delphy’den etkilendiğimi belirtmemden bile suç üretilmek istenmiş. 2017 yılında “Yol Kadındır” adlı kitabım için Avrupa’da katıldığım bir söyleşi 2014 yılında olan Kobane olayları için “delil” olarak dosyaya konmuş. Çok açık ki bu davada yargılanmamın nedeni atılan tweet değil kimliğim ve fikirlerim, yani ben kendimim. Kobane olayları ile benim feminist fikirlerim ve yazdığım kitaplar arasında nasıl bir ilişki olabilir? Beni her ne kadar kriminalize etmeye çalışırlarsa çalışsınlar gerçek olan şu ki feminist fikirlerim ve ürettiklerimle bu ülkenin siyasi ve fikri dünyasına katkıda bulunmaya çalıştım ve bunu yapmaya devam ediyorum.

2015 yılından bu yana üyesi olduğum 17+ Alevi Kadınlar grubumuzun yaptığı Alevi kadın çalışmaları ile Türkiye ve dünya feminist hareketinin yerli feminizm çalışmaları başlığına kıymetli bir örnek ve deneyim kazandırdık.

Dünya tarihi, tarih kitapları bu ve benzeri yargılamalarla dolu. Ama hepsinde fikirleri üretenler, özgürlükleri çoğaltmaya çalışanlar değil, bunlara ket vurmaya çalışanlar, bunun için insanları yargılayanlar mahkum edilmekte. Bu davada da durum benzer olacaktır. Bu sürecin sonunda ben değil, sırf bana ceza vermek için yıllardır yaptığım Alevilik, Alevi kadın ve feminist çalışmalarımı kriminalize etmeye çalışanlar tarih nezdinde mahkum olacaklar. Yazdığım kitaplara, yayınladığım makalelere, verdiğim röportajlara suç demek, her ne kadar pratikte anayasaya uymasalar da yine de anayasal ve yasal olarak güvence altında olan fikir özgürlüğüne karşı olmaktır. Düşünceyi suç saymaktır. Bir kadın olarak aldığım eğitime de kendi çabamla ulaştım, fikir üretmek gibi hala erkeklerin egemen olduğu alana da çok çabalayarak kendim ulaştım. Fikirlerim, yazdıklarım hazinemdir, bir pulmuş gibi davranılmasına izin veremem.

“Davada feminist mücadele kriminalize ediliyordu”

Alevi toplumunun ve kadın örgütlerinin davaya, size istinat edilen suçlamalara yönelik tutumları nasıl oldu bu süreçte? Konu ilgili kamuoyuna mal olabildi mi?

Alevi kadınlar başta olmak üzere yurt içinde ve yurt dışında yaşayan Aleviler ses çıkardılar, destek oldular. Maddi, manevi olarak. Ama elbette en çok Alevi kadınlar destek oldu. Bu kadar büyük bir dava ve üstelik Alevilik ve Alevi kadın çalışmalarının suç olarak gösterilmeye çalışıldığı böyle bir dava daha güçlü ve örgütlü bir dayanışma ile sahiplenilebilirdi. Nihayetinde benim şahsımda Alevilik, Alevi kadınların kimliği, ideolojileri ve talepleri yargılanmak isteniyor. Sanırım Alevi toplumu açısından da yeni yeni kabullenilmekte olan feminist kimliğim orada da bir fren mekanizmasının çalışmasına, bir parça tereddüt edilmesine neden oldu. Aynı saflarda mücadele ettiklerin tarafından da ötekileştirilmek işin daha zor kısmı elbette.

Bu süreçten çok şey öğrendim. Bana çok şey kattı. Kadın örgütleri ve feministlerin bu davaya ilişkin yeterince ilgili davranmadıklarını düşünüyorum. Davada yargılanan ve kendisine feminist diyen kadınların sayısını ve kadın mücadelesindeki yakınlıklarını düşününce kendinize sormadan edemiyorsunuz “Neden bu sessizlik” diye. Oysa iddianamede açıkça feminist mücadelemiz kriminalize edilmekteydi. Savunmalarımızda sadece kendimizi değil tüm kadınları, kadın mücadelesini, feminist perspektifi ve cumhuriyetin başından bu yana süren feminist mücadeleleri savunduk. Çok ağır süreçler yaşadı bu davada yargılanan kadınlar. Ülkenin içinden geçtiği belki de en baskıcı ve zor bir siyasi süreçte, en zor siyasi davada yargılandık, yargılanıyoruz. Feminist dayanışmasının çok daha büyük olmasını beklerdim açıkçası. Olmadı ne yazık ki.

Haftanın her günü duruşma

Yargılanma süreciniz boyunca dava kapsamında AHİM’in Demirtaş lehine hak ihlali kararı, mahkeme heyeti Başkanı Bahtiyar Çolak’ın kendilerini “derin devletin ticari istihbarat ayağı” olarak tanıtan “Atadedeler” isimli suç örgütüne üye olduğu iddiasıyla görevden alınması gibi durumlar yaşandı.  Davanın hukuki değil siyasi olduğu söyleniyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz.

Ülkede azıcık bile hukuk olsa böyle bir dava açılamazdı. Az önce de söyledim hakkımızda 37 kere ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenmesine neden olan ve “suç” diye gösterilmeye çalışılan şey barışçıl bir tweet. O tweet de Türkiye’nin kendi yasalarının üzerinde kabul ettiği uluslararası mahkeme olan AİHM’de incelenmiş ve hakkında suç olamayacağı kararı verilmiş. Anayasaya uyulsa eğer AİHM tarafından “suç değildir” kararı verilmiş barışçıl bir tweet üzerinden dava açılamazdı, 108 insan yok yere kriminalize edilip yargılanmazdı, hepsinin hakkında toplamda yüz binlerce yıl ceza istenemezdi.

Daha dava açılmadan davanın açılacağı dedikodusu yayılmaya başlamıştı aylar öncesinde. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli her fırsatta HDP’yi kapatması için AYM’ye esip gürlüyordu. Aynı şekilde Erdoğan da ortağı ile aynı söylemi paylaşıyor, yargı eliyle tehdit savuruyordu. Biz eski MYK üyeleri bir davanın açılabileceğini bekliyorduk. Bir sabah erkenden evlerimiz basıldığında açıkçası sürpriz olmadı. Bağıra bağıra açtılar davayı. Gündemleri takip eden herkes anımsayacaktır bunları. O kadar baskı altındaydı ki mahkeme ilk duruşma gününü 25 Nisan Pazar gününe vermişlerdi. Avukatlarımızın uyarısı sonrasında 26 Nisan Pazartesi günü olarak düzeltildi.

Davanın başladığı ilk yıl her ayın iki haftası Çarşamba günleri hariç her gün duruşma yapılıyor sonra iki hafta ara veriliyordu. Daha sonra bir an evvel ceza verilmesi için duruşmaların hızlandırılması yönünde müdahale olunca, iki haftalık aralar da kaldırılarak haftanın her günü (çarşambalar dahil) duruşma yapılacak şekilde değiştirildi. Öyle ki adli izin ayı olan ağustos ayında dahi duruşmalar yapıldı ve avukatların adli izin ayında dinlemek için duruşmalara ara verilmesi talebi davayı uzatma gerekçesi görülerek reddedildi ve böylece bir yargılama garabeti olarak dosyaya girdi.

Görevi bırakmadan önce İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu duruşmalar başlamadan evvel tweetler atıyordu. Bizler adliyede koridorlarında yargılanmak için salon ararken ve bulamayıp duruşmalara katılabilmek için salon ayarlanmasını beklerken “Soylu yine tweet atmış” sohbeti dönüyordu her seferinde.

Bu davanın hukuki değil siyasi saiklerle açıldığının bir de somut delili bulundu dava dosyasında. TEM başlıklı 5 sayfalık bir talimat belgesi idi bu. Belge, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklanmalarından önce hazırlanmış. Belgede kimi HDP milletvekillerinin, MYK üyelerinin adları var. Savcılığa yazılan bu belgede açıkça şu şu suçlardan soruşturma açmalısınız, talimatı veriliyor. Ve önerilen o “suçlar” bizim yargılandığımız bu dava dosyasında yer alıyor.

Ayrıca MİT’ten İçişleri Bakanlığına, Diyanet İşleri Başkanlığı’na pek çok devlet kurumu davada müdahil olma talebinde bulundu.

Bahçeli hâlâ AYM’ye HDP’yi kapat, diye bağırıyor, bununla da kalmıyor, AYM de kapatılsın, diyor. Neden? HDP’yi kapatmadığı için.

Ben davayı tüm bu tabloyla birlikte değerlendirdiğimde hukuki bir dava olduğuna ilişkin bir emare bulamıyorum. Bulabilen beri gelsin diyeyim.

“Normale döndüler mi göreceğiz”

17 Nisan’da karar açıklanacağı ilan edilmiş olunmasına rağmen duruşmadan bir gün önce nihai kararın açıklanmayacağı bildirildi avukatlarınıza. Ardından duruşma 16 Mayıs’a ertelendi. Bu ertelemeyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çünkü dava siyasi bir dava. Siyasi bir dava olduğu için dava süreci siyasi saiklerle ilerliyor ya da tıkanıyor. Bizler başından beri davanın siyasi bir dava olduğunu söyledik hep, karar duruşmasında karar veremeyip davayı ertelemek bizlerin bu söylemini bir kez daha doğrulamış oldu. 31 Mart yerel seçimlerini AKP ve MHP kaybetti. Sadece matematiksel olarak kaybetmediler, siyasi bir anlayış olarak gerilediler. Halk kutuplaştırma ve yoksullaştırma siyasetinin devam etmesine dur dedi. DEM Parti’nin kayyum atanan bölgede kendisine, Batıda kentsel uzlaşı adı altında formüle ettiği demokrasi, özgürlük, birlikte yaşam hattına destek olma formülüne milyonlar sahip çıktı. İYİ Parti seçmenlerinin büyük çoğunluğu ve AKP’ye oy veren seçmenlerin bir kısmı CHP’nin Türkiye ittifakı çizgisinde buluştu. 

Beklenmeyen bu yeni durum karşısında AKP önümüzdeki sürece dair nasıl bir Kürt politikası yürüteceğine henüz karar veremediğinden seçim sonrasına bırakılan karar duruşması erteleniverdi.

Neticede az evvel belirttiğim gibi bu dava hukuken suç işlemiş ve bu nedenle yargılanan insanların yer aldığı bir dava değil. Bu dava devletin Kürtlere ve onlarla yan yana duran sosyalistlere, feministlere karşı siyasi saiklerle açılmış ve bu iki partinin genel merkezlerinden yönetilmiş bir dava.

Kamuoyunda bu dava aracılığıyla MHP’nin AKP üzerinde baskı kurduğu yönünde değerlendirmeler de oluyor. Evet kuruyor ancak unutulmaması gerekli şey son kararın tek kişinin iki dudağı arasında olduğu. Eğer Erdoğan istemesiydi bu dava açılamazdı, siyasi olarak o dönem davanın açılması kazandırıyordu her ikisine de. Şimdilerde yumuşama, normale dönme söylemlerine sarıldılar ama zaten siyaseti sertleştirenler de kendileriydi. Ne kadar “normale dönüp yumuşayacaklar” hep beraber 16 Mayıs’ta göreceğiz.

Bu davada kaç kadın yargılanıyor?

Toplam 108 kişi var. Aktif olarak yargılanan 36 kişi. Bu 36 kişinin 19’u kadınlar. Ayla Akat Ata, Aynur Aşan, Aysel Tuğluk, Ayşe Yağcı, Berfin Özgü Köse, Bircan Yorulmaz, Dilek Yağlı, Emine Ayna, Emine Beyza Üstün, Figen Yüksekdağ Şenoğu, Gülfer Akkaya, Gülser Yıldırım, Gültan Kışanak, Meryem Adıbelli, Pervin Oduncu, Sebahat Tuncel, Sibel Akdeniz, Zeynep Karaman, Zeynep Ölbeci.

“Emeğimle varım”

Dava sizi ve çalışmalarınızı nasıl etkiledi, mesela bir işe girip çalışabiliyor musunuz, kişisel olarak maddi manevi yaşadıklarınızı özetleyebilir misiniz?

Üniversiteyi bitirdikten sonra çalışma hayatına başlarken kendime şöyle dedim: Kürt ve Alevi bir kadınsın, üstüne sosyalistsin. Aktif olarak siyasetle ilgileniyorsun, yazıyorsun. Devlet kapısında sana ekmek yok. Bu nedenle mesela asla memur olmayı düşünmedim. Neyse ki yazmak gibi yeteneğim var ve çeşitli işlerde çalışıp öyle de olamayacağını görünce kendimi sadece yazmaya verdim, bu istikamette ilerledim. Ancak az evvel söylediğim gibi yazar olarak da ekmeğimi kazanmamda devlet engel olarak karşıma çıkıverdi. Bugüne dek yayımlanmış altı kitabım var, maddi nedenlerle basılamamış ama basılmayı bekleyen kadınlar üzerine yazdığım kitaplar var. Evim basılıp gözaltına alındığımda yeni bir kitap yazmak için kolları sıvamıştım. Sonra üretim aracım olan bilgisayarıma el kondu. Her şeyim bilgisayarımdaydı. Bir yıl sonra geri alabildim bilgisayarımı. Bu arada davanın ilk yılı ayın iki haftası peş peşe duruşmalar oluyordu, ikici yıl aralıksız her gün duruşmalar görülmeye başladı. Üç buçuk yıldır aralıksız devam eden böyle bir ritimde kitap yazmak bir yana kafanızı toplayıp kitap okuyamazsınız. Tüm çalışmalarımı durdurmak zorunda kaldım haliyle. İddianame ve mütalaa toplam 5300 sayfa yahut biraz daha fazlaydı. Onu okumak bile başlı başına iş. Savunmaları hazırlamak cabası.

Üç yıl yedi aydır adli kontrolle kuşatılmış halde hayatım, özgürlüğüm engellenmeye devam ediyor. İnsanlar tutuklu değilsin diye teselli veriyor ama yaşarken öyle olmuyor. Bir hayli zor yürüyor hayat yasaklar altında. Yurtdışı yasağı ile mesleğimi yürütmem engellendi. Çünkü hem yurt içinde hem yurt dışında kitap tanıtımları yapan, panellere, söyleşilere katılan ve geçimini bu şekilde sağlayan biriydim. Herhangi bir ücretli işte çalışmadım, şimdi de çalışmıyorum. Sosyal güvencem dahil her şeyimi kendim ödüyorum. Yalnız yaşayan bir kadınım. Emeğimle varım. Yazarım. İşim bu. 52 yaşımdayım hangi işyeri beni alır? Gözaltına alınıp adli kontrol yasağı uygulanana dek beş yılda sırf Alevi kadınlar üzerine 200’ün üzerinde panel ve söyleşiye katılmışım Türkiye, Kıbrıs ve Avrupa’da. Haftada bire denk geliyor. Bu dava açıldığında yani 2020 sonbaharında ülkenin ekonomik durumu ile şimdiki durum arasında dağlar kadar fark var. Üstüne üstlük ülkedeki ekonomik yıkımın yaşandığı dönemde bu zulme maruz bırakıldım. Dile kolay diyeceğim ama dile de kolay değil. Adaletsizlik, zulüm anlatılmıyor, yaşanıyor.

Manevi kısmına gelince. Tarifsiz. Bir söylesem ikinin hatırının kaldığı bir duygu durumu. Bir yandan çok doluyum, diğer yandan “Bu da geçer” diyerek kendimi sabırla sarmalamaya çalışıyorum. En zoru tüm bunların ciddi sağlık sorunları yaşadığım döneme denk gelmesi oldu. Ve bu süreçte de tetiklenen yeni rahatsızlıklarım oldu. Hastane adliye arasında yıllardır mekik dokuyorum.

Bu dönem yaşadıklarım çok şey öğretti bana. Hayat bilge bir dost olup elimden tuttu, kulağıma fısıldadı. Ve hep umutlu oldum. 10 Ekim Ankara katliamında yaralı kurtulmuştum. Bu dava dönemini sık sık o süreci anımsayarak geçirdim. Duygusal açıdan benzer zorluklar yaşadım ve yargılandığım bu yıllarda tıpkı Ankara katliamı sonrası yıllarda hissettiklerimi hissettim. Bu iki süreç benzerdi ve iç içe geçiyordu. Benim açımdan en ağır olanlardan bir buydu. 103 kişiyi katleden, yüzlerce insanı yaralayan, sakat bırakan katil IŞİD’in yargılanması gerekirken IŞİD’e yaptırılan katliamda yaralanan, ölümün kıyısından dönen ben yargılanıyordum. Benim açımdan bu dava ve Ankara katliamı iki ayrı siyasi olay ve süreç olmaktan çıkıp iç içe geçerek bütünleşmiş bir süreç oldu. Yazarım, işim sözcüklerle durumları, hisleri anlatmak ancak bu hal sözcüklere sığmıyor.

“Dayanışma yetersiz kaldı”

Son olarak, 16 Mayıs’ta ne bekliyorsunuz? Ve bu karar duruşmasına ilişkin feministlere ve kadın örgütlerine bir çağrınız var mı?

İnsan haliyle merak ediyor karar ne çıkacak diye çünkü üzerinde akıl yürütecek, ölçülecek hukuki bir yargılama yok. Mahkemelerde yargılanıyoruz ama avukatlarımız çıkabilecek sonuçla ilgili en ufak fikre sahip değil. Karar hakkında fikir belirtmekten bile çekiniyorlar haklı olarak. Yinelemek zorundayım, bu dava siyasi bir dava. Sadece avukatlarımızın mı kararla ilgili fikri yok? Mesela mahkeme heyetinin fikri var mı? Siyasi partilerin genel merkezinde yönetilen, dava dosyasında savcıya yazılan talimatın yer aldığı bu davada 16 Mayıs’ta çıkacak kararın siyasi saikler üzerinden olacağını bilmeyen tek bir kişi kaldı mı?

Feministlere, kadın örgütlerine nisan ayındaki duruşma nedeniyle dayanışma çağırısı yapmıştı üyesi olduğum 17+ Alevi Kadınlar grubumuz. Benimle ilgili sosyal medya etkinliği yapılmıştı duruşma haftası boyunca. Çok sayıda ve çeşitli çevrelerden kadın örgütleri, feminist örgütler ve tek tek kadınlar destekledi bu çalışmayı. Ancak Kobane davası gibi devasa bir davada çok daha fazlası olabilmeliydi. Bu dava hukuk fakültelerinde hukuksuzluğun sınırsızlığı açısından ders olarak okutulacak davalardan ve ülkenin siyasi tarihine şimdiden geçen önemli siyasi olaylardan biri. Bu nedenle demokrasi, özgürlük, eşitlik ve eşit yurttaşlık taleplerini dillendiren çevrelerce daha güçlü sahiplenilmeliydi.

Aleviler açısından da başından beri maddi manevi sahiplenişler oldu. Yurt içinde ve yurt dışında yaşayan Alevi canlar sürecin çeşitli aşamalarında hep oldular. Dört yıla yakındır devam eden bu süreçte çok çeşitli çevrelerden, kurumlardan, tek tek kişilere dek böyle devam etti. Ancak Aleviliğin ve Alevi kadınların yargılandığı davada olması gerekli örgütlü dayanışma olamadı. Bugüne dek geçen sürece dönüp bakınca hem birlikteliği, dayanışmayı ama hem yetersizliği, yer yer yalnızlığı görüyorum. En büyük şansım avukatım İbrahim Ergün idi. Hukukun olmadığı mahkemelerde adeta hukuk dersi verdi. Kendisine çok şey borçluyum. Ve elbette soluksuz devam ettirilen bu davada emeği geçen onlarca avukat arkadaşın da emeklerine sağlık. Bu sürecin başından beri yanımda durarak bana can olan dostlarıma, yol arkadaşlarıma da çok teşekkürler.

Karara ilişkin inanmayacaksınız ama beraat bekliyorum. Ben de kendime inanamıyorum ama durum böyle.

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Nasıl ki baş düşman Mehmet Şimşek ve onu atayanlar, onun üstündeki ulusal veya uluslararası büyük sermaye ve patriyarkaysa, burada da bizim ev içinde erkeklere karşı bir ideolojik şiddet uygulamamız gerekiyor. Birinci konumuzun bu olması gerekiyor. Muhakkak ki kamunun ve sendikaların bu konudaki görevleri de bizim propaganda konumuzdur ama hayatı ertelemeden dayanışarak hayatımızı değiştirmenin yollarını bulmamız lazım.”
Geçmiş yılın değerlendirmesini yapmak âdettendir. Kadınİşçi olarak kendimize, kadınların ücretli emeği açısından geçen yıl ne tür kazanım ve kayıplar yaşandı? Geçtiğimiz yıl kadın grev ve direnişlerinde hangi talepler öne çıktı ve grev ve direnişlerde feminist dayanışma nasıldı?  Önümüzdeki yıl ücretli kadın emeğinin en önemli sorunu veya sorunları neler olacak? Sorularını sorduk.  Cevaplar ise görüldüğü gibi…
Güldünya Yayınları’nın çağrısıyla 2-3 Aralık tarihlerinde Feminist Örgütlenmeler Konferansı’nda buluştuk. Deneyim aktarımları, atölyeler, forum ile tamamladığımız konferansta; feminist politika üretmeyi, yol ve yöntemlerimizi konuştuk.
Taylan Acar ve Şemsa Özar’ın hazırladığı Beden, Emek, Aile- Türkiye’de Kadınlık Halleri- isimli kitap geçtiğimiz günlerde Metis Yayınları’ndan yayımlandı. Kitap “9 Mart 2018’de Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen “Birinci Ferhunde Özbay Anma: Türkiye’de Aile, Evlilik ve Kadın İstihdamı” başlıklı Konferans’ta sunulan makalelerden oluşuyor. Arkadaşımız Zuhal Esra Bilir kitap vesilesi ile Şemsa ve Taylan Hocalarla konuştu. 
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!