“Nergis benim için aileydi, evdi, Hatay’dı”

Mersin’de Pozcu civarında kiralık ev ararken bir çiçekçiye ilişti gözüm. Tezgâhında nergis vardı. Nergis şehrimin sembolü idi. Benim için evdi, aileydi, çocukluğumdu. Antakya’da Köprübaşı’nda aylarca satılırdı. Günlerdir biriktirdiğim gözyaşları dökülüverdi.
Gülşen anlatıyor:
Paylaş:

Şubat ayının altısı milyonlarca insanın hayatını altüst eden bir deprem oldu. Yıkılan betonlar olmadı sadece. Hayallerimiz, umutlarımız, geleceğimiz, psikolojimiz ve tüm birikimimiz bir buçuk dakikada yok oldu. Bazılarını yeniden elde ederiz elbette. Ama ya gözümüzün önünde yitip giden hayatlar… Yaşadığımız korkular, travmalar… Bunların telafisi mümkün değil. Ölenlerimize ağlayamadan, onların yasını tutamadan, bazılarına ulaşamadan 8 ay geçti. Ve biz hâlâ ilk günü yaşıyoruz.

Üç aydır çalışıyorum. Ailemin yaşadığı mahalleye dönerek onların yakınında briketten iki göz bir barınma alanı yapıyorum kendime. Kış gelmeden ne kadarını tamamlayabilirim bilemiyorum ama şimdilik uğraşıyorum.

6 Şubat sabahında enkazdan çıktığım andan itibaren yalınayak ve titreyerek aileme ulaşma çabamdan, zihnimden geçen cevapsız binlerce soru işaretinden şimdilik bahsetmek istemiyorum. Başka bir yazıda anlatabileceğimi biliyorum. İlk şoku atlattıktan sonra hayatımıza devam edebilmek için mecbur kaldığımız pek çok şey oldu. Antakya’yı terk etmek istemese de mecburen başka şehirlere giderek toparlanmaya çalışan insanlardan biri olarak, karşımıza çıkan bu yeni hayatta nelerle karşılaştığımızı ve neler yaşadığımızı kendimce anlatmak istiyorum bugün. Antakya-Mersin-Antakya-Ankara-Antakya trafiği yapmak zorunda kalan ben doğduğum büyüdüğüm Antakya’dayım şu an. Üç aydır çalışıyorum. Ailemin yaşadığı mahalleye dönerek onların yakınında briketten iki göz bir barınma alanı yapıyorum kendime. Kış gelmeden ne kadarını tamamlayabilirim bilemiyorum ama şimdilik uğraşıyorum. Buraya yeniden dönme kararımı belirleyen süreci kısa da olsa anlatmaya başlayayım.

Nergis, Köprübaşı, Antakya…

Yanılmıyorsam depremin onuncu günü idi. Çocuklarımın Mersin’de olması nedeniyle Mersin’e yerleşmeyi planlayıp Mersin’e geçmiştim. Gündüzleri kiralık ev arıyor, geceleri bir yakınımın evinde uyuyordum. Pozcu civarında kiralık ev ararken bir çiçekçiye ilişti gözüm. Tezgahında nergis vardı. Nergis benim şehrimin sembolü idi. Benim için evdi, aileydi, çocukluğumdu. Antakya  Köprübaşı’nda aylarca satılırdı. Şehirle kokusu bütünleşmişti. Çocukluğum boyunca Asi kenarında ailemle birlikte yürüyüş yapıp nergis toplardık. Bundan dolayı nergis benim için aileydi, evdi, Hatay’dı.

Günlerdir bastırdığım duygularım beni dinlemez oldu, sokakta olduğumu, insanların benimle ilgili ne düşüneceğini hiç düşünmeden ağlamaya başladım. Beni en çok yoran şey, kaybettiğim kardeşlerimi özlemekti. Günlerdir biriktirdiğim gözyaşları bir anda dökülüverdi.

Kiralık ev ararken…

Zoraki kendimi toparladım ve ev aramaya devam ettim. Sokak sokak geziyor,  kiralık ev numaralarını arıyor, olumsuz yanıt alıyordum. Çoğunlukla “işyerlerine kiralamak istiyoruz” diyorlardı. Telefon ile görüştüklerim, sesimde özgüven göremeyince beni direkt eliyorlardı. Yüz yüze görüştüklerim ise benim enkazdan çıktığımı düşünmeyip, giyimim ve görüntümden dolayı eliyor ve henüz bir işimin olmadığını duyduklarında hemen vazgeçiyorlardı. Neyse ki sonunda bir emlakçıdan bir artı bir ev buldum. Emlakçı ayda 7 bin 500 TL istedi. Eşyalı olduğu için olur diye düşündüm. Sonuçta eşyam da yoktu. Evde ablam ve yeğenim ile kalmayı planlıyordum.

Evi gördüm, eski binaydı, idare edilirdi. Sözleşme yapmak için emlakçının bürosuna gittim. Bürosu, tutacağım yerin giriş katındaydı. Binanın girişini ve merdivenin her yerini kameralar ile takip ettiğini gördüm. Bu beni çok tedirgin etti. Sonra faturaların bütün apartman için ortak olduğunu duyduğumda bunun ileride beni çok zorlayacağını düşündüm ama sineye çektim. Sonuçta geleceği planlamak için öncelikle kalacak yere ihtiyacım vardı. Tanıdıkların evinde çok kalamazdım. Sözleşmeyi emlakçı dolduruyordu. Gözlerim sözleşmedeydi. Son olarak da iki senet çıkarıp yazdı. Her bir senet 75 bin TL idi. Yıllık ödeyeceğim kira bedeli buydu zaten. O senetlerin ne için olduğunu anlamadım. Daha önce de kirada kalıyordum. Kimse benden senet imzalamamı istememişti. Bunu çok garipsemiştim ama daha çok, korkmuştum galiba. Daireden vaz geçip oradan ayrıldım.

Şehirde binalar o kadar yüksekti ki bizi çok tedirgin ediyordu. Sakinleşmek için deniz kenarına gitsek bile işe yaramıyordu. Sürekli denizin taşıp bize doğru geleceğini düşünüyorduk ve yer sürekli titriyordu.

20 Şubat depremi, sil baştan

Benden bir iki gün sonra ablam ve yeğenim, yerleşmek için peşimden Mersin’e geldiler. Çok şükür kız yurdunda uyuyabileceğimiz yer imkânım olmuştu. Bu süreçte en çok da banyo yapabilmek paha biçilmez bir zenginlikti. Birkaç günümüz böyle geçti. Geceleri için güvenli yerimiz vardı. Gündüzleri ise şehirde gezip kiralık ev arıyorduk.

Şehirde binalar o kadar yüksekti ki bizi çok tedirgin ediyordu. Sakinleşmek için deniz kenarına gitsek bile işe yaramıyordu. Sürekli denizin taşıp bize doğru geleceğini düşünüyorduk ve yer sürekli titriyordu. Bu durum psikolojik mi yoksa yer gerçekten titriyor muydu bilemiyorum? Şehir bize hiç iyi gelmedi. Sakinleşmek imkânsız gibiydi. Bütün gün şehirde gezip saçımızı bağlayacak bir toka bile alamamıştık. Parasızlıktan değildi sadece. O yüksek yüksek binaların altındaki toka dükkânına geçip alışveriş yapamamıştık.

Şubat’ın 20’siydi. Akşam yurda geçtik. Her birimiz kendi yatağına oturdu. Odaya geçeli yarım saat bile olmamıştı. Sürekli birimiz diğerine “yer mi sallanıyor?” diye soruyorduk. Diğerlerimiz yok diyordu ve konuyu kapatıyorduk. O an deprem başladı. İlk başladığında panikledik. “Tamam, sakin olacağız” diye birbirimizi yatıştırıyorduk. Ablam hemen dağılım yaptı. “Sen buraya çök, sen buraya, ben de buraya” dedi. Tamam dedik ve her birimiz güvenli yerlere çöktük. Deprem halen devam ediyordu. İnsanlar çığlık atarak binadan ayrılmaya çalışıyorlardı. Ağlama seslerini duyuyorduk. Bu bizi daha da korkuttu. “Yanlış mı karar verdik” diye birbirimize sorduk. Üçümüz de kararsızdık. “Hadi çıkalım” dedik ve koridora yöneldik. İkinci kattaydık, zeminle üç ediyordu. Merdivende izdiham olduğu için düşmekten de korkmuştuk. Merdivenden inerken deprem hâlâ devam ediyordu. Binadan çıkabildik. Güvenli yere geçtik. Ama yurt o kadar büyüktü ki yurdun karşısında olmak ve yurda bakıyor olmak çok ürkütücüydü. 12 katlı, bloklardan oluşuyordu ve her blok diğerinden daha da yükseğe inşa edilmişti. En yüksekteki blok yıkıldığında hepsini devirecek gibi geliyordu.

İyi kalpli arkadaşım kendi çadırını söktü ve bize getirdi. En azından artık uyuyabilecektik, depremler ise devam etti.

Antakya’ya dönüş

Bir daha içeriye geçemeyeceğimizi anlamıştık. Gene dışarıda kalmıştık. Hava çok soğuktu. Üşüyorduk ve korkuyorduk. Oğlumu aramaya karar verdik. Şoförlüğünü yaptığı arabada, açık alanda uyuruz diye düşündük. Kemal gelip bizi aldı. O geceyi arabada geçirdik. Sabah erkenden Defne’ye geri döndük. Döndük de bizim uyuyacak yerimiz yoktu. Halen bir çadırımız yoktu. Kara kara bunu düşünüyorduk. Şans eseri bir arkadaşım aradı. Ona, yolda olduğumuzu ve kalacak yerimizin olmadığını söyledim. İyi kalpli arkadaşım kendi çadırını söktü ve bize getirdi. En azından artık uyuyabilecektik, depremler ise devam etti.

*Kadınİşçi’yi RLS’nin desteklediği Deprem Bölgesinde Kadın Emeği araştırması kapsamında yayınlanmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kınıklı domates üreticileri geçtiğimiz günlerde domatesteki düşük alım fiyatlarını protesto için eylem yaptı. Domates üreticisi Selma ile sorunlarını konuştuk. Önceleri tütün ekiyorlarmış. Devlet tütünü bitirdikten sonra domatese yönelmişler. Bu yıl ondan da geçim yok, “Fiyatı çok düşük, domatı ne alan var ne satan” diyor.
Her kadının yaşamı, bir mücadele hikayesidir aynı zamanda. 14 yaşından beri kayısı fabrikasında hep sigortasız çalışan Emine’nin de öyle. Malatya’da hayatın “akışına” karşı çıkıp dayakçı kocadan boşandı. Çocuklarıyla birlikte konteyner kentte kendine yeni bir hayat inşa ediyor.
Güvenceli ve düzenli işlerin rafa kalktığı deprem bölgelerinde, kadınlar, geçinebilmek için tehlikeli işler yapmak zorunda kalıyor. Ağır hasarlı binalara girerek eşya ve demir toplamak da bu işlerden biri.
“İlk defa aldığım asgari ücretin içinden ulaşım ve yemek masrafını çıkarınca geriye ne kadar kaldığını, masraflarımı nasıl en aza indirip kalandan birikim yapabileceğimi hesaplıyorum. Her güne “bu iş bitince ne olacak” diye düşünmeden başlamak istiyorum… Yeniden, tek başıma ama yalnız kalmadan, umutlarımı yitirmeden devam etmeye çalışıyorum işte.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!