“Dayanışmayı durdurabilseydi emin olun durdururdu”

“Türkiye’nin her tarafından buraya yardımlar aktı ve burada din, dil, ırk, siyasi parti ayrımı yapmadan insanlar, dayanışma konusunda seferber oldu. İktidar bu güçlü dayanışmaya istese de dokunamazdı. Yapabilseydi yapacaktı ama buradaki toplumsal muhalefeti ve toplumsal dinamikleri karşısına alamadığı için yapamadı, cesaret edemedi.”
Hatay Deprem Dayanışması'ndan Canan Yüce anlatıyor (2)
Paylaş:
Gülfer Akkaya
Gülfer Akkaya
akkayagulfer@gmail.com

Hatay Deprem Dayanışması’ndan Canan Yüce ile Hatay’da deprem sonrası yaşananları ele aldığımız söyleyişimizin ikinci bölümünde; ayrımcılık, nefret, ırkçılık pratiklerini konuştuk. Tüm bunlara karşı büyütülen dayanışma ve birlikte olma çabalarını da…

Kadın kurumları, sivil toplum örgütleri, odalar, sendikalar, siyasi partiler depremden etkilenenlerle dayanışıyorlar. Öte yandan iktidar tarafından bu dayanışmanın engellenmeye çalışıldığını görüyoruz. Kadın kurumlarının çadırları kaldırıldı, 10 bin kişiye aş veren aşevi kapatıldı. Deprem bölgesinde insanların beslenme sorunu varken, İçişleri Bakanı acilen zeytin, peynir isterken yaşandı bunlar. Siz böyle zorluklarla karşılaştınız mı?

Elbette zorluklarla karşılaştık. Örneğin AFAD, bize gelen çadırlara “Biz dağıtacağız” diyerek el koydu. Ama şunu söyleyebilirim Hatay bölgesi için; Antakya, Samandağ, Defne’de çalışmaları engellemeye cesaret edemediler. Halkın tepkisi, örgütlenmesi ve oradaki dayanışma sayesinde…

Bir de buralarda insanların onlara çok tepkili olduklarının da farkındalar. Kendileri hiçbir şey veremezken halka destek olan insanları engellemelerinin ters tepeceğini biliyorlar. Zaten en başından beri en az o bölgelere yardım edip ilgi gösterdiler. Şöyle ilgi gösterdiler, haklarını yemeyelim: Soylu ile Erdoğan, özellikle Soylu düzenli olarak Hatay’a geldi. Demeç verdi, “Her şey kontrol altında” dedi, o kadar.

Canan Yüce

Geçenlerde Soylu’nun kendisi bile bağışçılara kahvaltılık ve terlik için yardım çağrısı yaptı. Bunu biz yapabiliriz ama onlar 116 milyar lira topladılar deprem bölgeleri için. Devletin deprem vergilerini, bilmem ne harç fonlarını saymıyoruz. Sadece deprem için bağış topladı bu iktidar ve bu bağışların nereye harcandığını, nereye verildiğini herkes merak ediyor. İnsanlar bunun çok farkında.

Kendi bölgemiz açısından şunu söyleyebilirim ki depremden önce de farkındalık oranı yüksekti. Bizim orası kutuplaştırma siyasetine asla gelmeyen bir yer. Çok dilli, çok kültürlü… Hatay, gerçekten Türkiye’de barışın ve kardeşliğin, bir arada yaşamanın simgesi olan bir kentti. AKP aslında bunu hazmedemiyordu. Şunu bile düşünür olduk; acaba yardımları geciktirme sebebi bu dokuyu yok etmek mi? Bu çok uç bir düşünce mi, biz mi çok duygusallaştık diye de düşünüyoruz bazen ama bu yapılanların başka bir anlamı yok.

Halkı kendi kaderine, ölüme mahkûm etti; yokluğa, yoksulluğa mahkûm etti. Buradaki insanlar göç etsin, doku bozulsun ve biz burayı dağıtalım, dedi iktidar aslında. Şunun da altını çizmek isterim ki iktidar kendi politikasına göre istikrarlı bir siyaset yürüttü deprem sürecinde. Kendi iktidarına odaklı, insan ve doğa düşmanı, kâr odaklı ve aynı zamanda kutuplaştırma, ayrıştırma siyasetine odaklı, dayanışmayı hazmedemeyen bir politika yürüttü.

“Bizim orası kutuplaştırma siyasetine asla gelmeyen bir yer. Çok dilli, çok kültürlü… AKP aslında bunu hazmedemiyordu. Şunu bile düşünür olduk; acaba yardımları geciktirme sebebi bu dokuyu yok etmek mi?”

Ama halklar bu politikaları boşa düşürdü…

Kesinlikle… Antakya için şunu söyleyebilirim: Antakya’da bir kez olsun bulunmuş, Antakya’nın suyunu içmiş, yemeğini yemiş, oradaki insanlarla bağ kurmuş herkes ama herkes, hiç kimseyi dinlemedi, arabasını doldurdu ve Antakya’ya doğru yola çıktı. Hatay’a geldi, Samandağ’a geldi.

Alevi örgütleri Maraş, Adıyaman, Malatya halkı dışında Hatay’ı ayrıca önemsedi. Burada hem Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu hem de Türkiye’deki Alevi örgütleri gerçekten bizleri yalnız bırakmadı. Hakkâri’den Van’a, Sivas’tan Tokat’a, Edirne’ye, Tekirdağ, Artvin’e, Samsun’a kadar… Türkiye’nin her tarafından buraya yardımlar aktı ve burada din, dil, ırk, siyasi parti ayrımı yapmadan insanlar dayanışma konusunda seferber oldu. Bu güçlü dayanışmaya istese de dokunamazdı. Durdurabilseydi emin olun durdururdu. Hatay’da durduramadı bunu. Çünkü o çok kültürlü yapı, gerek Avrupa gerek Türkiye tarafından sahiplenildi. Saint Pierre Kilisesi, Habibi Neccar Camii, Hızır Türbesi üç büyük dinin en önemli ibadet yerleriydi ve hepsi Antakya’daydı. Dolayısıyla bu üçünün etrafında toplanan halklar Hatay’a koştu.

Sonuç olarak, iktidarın burada engellemelere cesaret edemediğini söyleyebilirim. Yapabilseydi yapacaktı. Oradaki toplumsal muhalefeti ve toplumsal dinamikleri karşısına alamadığı için yapamadı. Bundan sonra yapamaması için de türlü mücadelelere ihtiyaç olduğunu söylemek istiyorum.

Çocuklar için düzenlenen bir etkinlikten...
Gönüllülerin çocuklar için düzenlediği bir etkinlikten…

Ülkedeki tek Ermeni köyü olan Vakıflı köyü ile deprem dayanışması konusunda ilişkileriniz nasıl?

Bizim deprem dayanışması olarak Arap Hristiyanlarla ve Ermenilerle de hem iletişimimiz hem de ortak çalışmalarımız var. Ermeni köyünde ciddi bir yıkım olmadı ama özellikle 20 Şubat’taki depremde çok sayıda yapı ağır hasar aldı. Oradaki kilise de zarar görmüş durumda. Yani oralarla da düzenli görüşüyoruz. Aynı zamanda kiliseler, türbeler bizim bir yanıyla dayanışma ve toplanma noktalarımız oldu. Her zaman olduğu gibi bir arada ve dayanışma içindeyiz.

“Türkiye’deki LGBTİ+ örgütleri dayanışma ağı oluşturdu. Özel olarak deprem bölgesine gelip faaliyet yürüttüler, birlikte çalıştık. Kendi koordinasyon noktalarımızda da birçok LGBTİ+ arkadaşla birlikte çalıştık.”

LGBTİ+’lara ulaşmakta çok zorlandık

Peki, Hatay’da LGBTİ+’lar neler yaşadı? Sen sürekli deprem bölgesindesin, nelere tanıklık ettin?

Kadınlar, Aleviler için de koşullar zordu elbette ama ayrımcılık bakımından LGBTİ+’ların durumu da çok zordu. Çünkü zaten toplum tarafından dışlananlar olarak bir de deprem felaketini yaşamış oldular. Çok zorlandık; hem onlara ulaşma noktasında hem de onlar için güvenli alan yaratma konusunda…

Zorlandık derken?

Niye zorlandık? Çünkü zaten böyle illerde çoğunlukla kapalı kimlikli yaşıyorlar ve bu nedenle onlara ulaşma konusunda güçlük yaşadık. İkincisi, depremin ilk günlerinde bu alanla ilgili çalışamadık, yetişilecek çok fazla şey vardı; ama sonrasında Türkiye’deki LGBTİ+ örgütleri dayanışma ağı oluşturdu. Özel olarak deprem bölgesine gelip faaliyet yürüttüler, birlikte çalıştık. Kendi koordinasyon noktalarımızda da birçok LGBTİ+ arkadaşla birlikte çalıştık. Ayrıca LGBTİ+ örgütleri, illerinden ayrılmak isteyen LGBTİ+’ların başka şehirlere gitmesi, oralarda konaklamasıyla ilgili özel bir çalışma yürüttü.

LGBTİ+’lar açısından da bu depremin çok yıkıcı sonuçları olduğunu, zaten aileleri ve toplum tarafından dışlandıkları için zorlandıklarını söyleyebilirim.

Hâlâ LGBTİ+’larla irtibattasınız değil mi?

Tabii tabii… Hatay Deprem Dayanışması olarak koordinasyon noktalarımızın tamamında LGBTİ+ arkadaşlarla birlikte özel bir çalışma yürüttük ve yan yanaydık, hâlâ da öyleyiz.

“Şehir dışına gitmek isteyen mülteciler araçlara alınmadı. Bir mülteci grubu apar topar Mersin’e gitmiş, gece yarısı telefon geldi bize. Yağmurun altında kalmışlar, hiçbir otel onları almıyor.”

Özdağ gibilerin söylemleri, mültecileri hedef haline getirdi

Hatay’da çok sayıda Suriyeli göçmen var ve bu süreçte göçmenlere yönelik nefret ve ayrımcılığın tırmanışına tanık olduk. Siz nelerle karşılaştınız? Göçmen düşmanlığına karşı ne tür politikalar ürettiniz?

Burada herkes depremzedeydi ve kimisi enkaz altındaydı. Kentimizde olan ve özellikle yoksul mahallelerde yaşayan birçok Suriyeli de enkaz altındaydı. İnsanlar ailesini kaybetti. Çok aile yok oldu. Göçmenlerin yaşadığı mahallelerde çok büyük yıkımlar olduğunu söyleyebilirim.

Maalesef biz bunlarla uğraşırken Ümit Özdağ başta olmak üzere gene birtakım kişiler, çeşitli ırkçı söylemlerle mültecileri “Yağmalıyorlar, hırsızlık yapıyorlar” diye hedef gösterdi. Biz o sıkıntılar arasında bir de böyle durumlarla uğraşmak zorunda kaldık. Çünkü bu söylemler, nefreti ve öfkeyi artırdı, mültecileri hedef haline getirdi. İnsanların haber alma kanalları yoktu. İletişim neredeyse yoktu ve her gün bir sürü yanlış bilgi yayımlıyordu orada. Suriyeli ya da mülteci düşmanlığı birden hopladı. Şöyle durumlarla karşı karşıya kaldık: Şehir dışına gitmek isteyen mülteciler araçlara alınmadı. Onları gönderecek araçlar bulmak konusunda çeşitli girişimlerde bulunduk. İnsan Hakları Derneği de raporladı zaten o süreci.

Diğer yandan, OHAL ilan edildikten sonra plakasız araçlarla çok sayıda asker ve polis kentte dolaşmaya başladı. Hangi birime bağlı olduklarını bilmediğimiz kolluk kuvvetleriyle doldu kent. Sonrasında şöyle bir olay yaşadık: Antalya’dan ailesi, enkaz altında kalan bir mülteci için Antakya’ya geliyor. Enkazın başındalar, zaten arama kurtarma diye bir şey yok. Arabaları da çarşının içerisinde bir yerde. Akşama doğru arabalarına dönüyorlar telefonlarını şarj etmek için. Pat diye asker geliyor, “Bu para nereden?” diyor. Adamın zaten Türkçesi yok yeterince ve ürkek. Hiçbir sual sorgu olmadan demir sopalarla dövüyorlar. Ertesi gün bize geldiğinde ayakları mosmordu. Üstüne üstlük bir de kimliğini alıyorlar. Bir mültecinin kimliksiz olarak bir yerden bir yere gitmesi imkânsız.

Ertesi gün milletvekillerimiz aracılığıyla girişimde bulunduk ama hangi birimin, karakolun, askerin parayı aldığını bulamadık. Ne parayı ne de kimliği bulabildik. Buradan yola çıkarak şunu söyleyebilirim ki mülteci düşmanlığı, ırkçılık, bizzat devletin kendi kanallarından üretiliyor. Suriyelilere sözde kol kanat geren AKP iktidarı, aslında onlara hiçbir güvenlik sağlamadı ve onları kendi kaderlerine terk etti.

Mülteciler deprem bölgesinde nefret aracılığıyla şiddet nesnesi haline dönüştürüldü…

Tabii. Yine bir mülteci grubu deprem bölgesinden apar topar Mersin’e gitmiş. Gece yarısı telefon geldi bize. Yağmurun altında kalmışlar, hiçbir otel onları almıyor. Oteller “Biz depremzedelere kapımızı açtık” diye açıklama yaptı ya… Ama mülteci olunca sanki depremzede değilmişsin gibi davranılıyor. Bu süreçte enkazın altında mülteciler de kaldı, onlar da depremzedeler. Herkese nasıl davranılıyorsa mültecilere de öyle davranılması gerekiyor. Hatta özel bir muamele de gerekiyor; çünkü savaştan çıktılar zaten, şimdi de yıkım yaşıyorlar. Yani ikinci yıkımla karşı karşıyalar. Bununla ilgili biz de İnsan Hakları Derneği, mültecilik üzerine çalışan STK’lar ile görüşüp özel çalışmalar yapılmasını sağlamak istiyoruz.

Fotoğraf: AA

Çadır kentler askerlerin denetiminde

Şimdi Hatay’da kalan mültecilerin durumu nasıl?

Çadır kentler kuruluyor ve mülteciler buralara yerleştiriliyor. Ama çoğu göç etti, daha iki hafta önce tarım işçiliği yapacakları başka bir kente gittiler. Suriye’ye geri dönmediler. Suriye’de de deprem oldu zaten Reyhanlı hattında. Ayrıca Suriye’de dönebilecekleri bir yerleri de yok. Bu süreçte şunu gördüm; Türkiyeli depremzedelerin yanlarına gidecekleri akrabaları vardı. Ama mülteciler gene sahipsiz şekilde, gidecek hiçbir yerleri olmadan günlerce sokakta kaldılar. Bu yıkımın en ağır boyutunu mültecilerin yaşadığını söyleyebilirim.

Şimdi mülteciler ile Antakyalılar aynı çadır kentlerde mi yaşıyorlar, ayrı mı?

Antakya’nın yerlilerinden çok fazla sayıda insanın çadır kente gittiğini söyleyemem. Çadır kentleri tercih etmiyorlar. Mültecilerin de olduğu yerler var ama çok dağınık. Yan yana değiller. Mahalle mahalle bölündükleri, semt semt çadır kent kurdukları için…

Bizim çadır kentlere girmemiz de çok kolay olmuyor. Bir de böyle sıkıntılarla karşı karşıyayız. Oralar askerlerin denetiminde, oralarda çok da çalışma yapamıyoruz. Hatta son zamanlarda muhabirlerin falan da girmesinin engellendiği haberlerini aldık.

Askerler neden çadır kentlerde?

OHAL nedeniyle çok fazla asker yığını yapıldı. O askerlerin nerede kalacağı konusunda bir boşluk vardı. İlk başta askerler geldiğinde ihtiyaçlarını bizim koordinasyon noktalarımızda gelip alıyorlardı; yemek yiyorlardı, çay içiyorlardı, kıyafet istiyorlardı. Yani devletin, bölgeye sevk edilen askerlerin ihtiyaçları noktasında bile çözüm sağlamadığını söyleyebilirim.

DEVAM EDECEK…

Fotoğraflar: Hatay Deprem Dayanışması

Paylaş:

Benzer İçerikler

Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinde, 400 günü aşkındır bir nöbet sürüyor. Çevre Bakanlığı ve bölge belediyesinin halkı mahalleden sürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Kurdukları “Barınma Hakkı Meclisi” içinde örgütlenen Şahintepelilerin, fiili mücadelesinde kadınlar en önde. “Mahalle içindeki ve dışındaki kirli eller çekilene kadar oradayız” diyorlar.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendiren feminist sosyolog Berfin Atlı “Esnek çalışma modeli kadınların yoksulluk döngüsünü kırmak yerine, bu döngünün derinleşmesine neden olacak” diyor.
Diyarbakır’da cami önünde Kur’an-ı Kerim okuyarak geçimini sağlayan, engelli bir oğlu olan Rojda, ‘’Ama kendime de bir dua ediyorum. İnşallah oğlum benden önce ölür diye. Bakacak kimsesi yok. Ölüm fakirlikten ve kimsesizlikten iyidir’’ diyor.
Tatil öncesi meclise getirilmesi beklenen 9. Yargı Paketi’nin içindeki “etki ajanlığı” düzenlemesinin kadın ve LGBTİ+’ların güçlenme ve dayanışma mekanizmalarını nasıl etkileyeceğini Mor Çatı ve Kadının İnsan Hakları Derneği ile konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!