Depremin 12’nci gününde Afet için Feminist Dayanışma ekibiyle Sabiha Gökçen Havalimanı’nda buluşup Diyarbakır’a geçtik. Rosa Kadın Derneği’nden kadınlar bizi karşıladı. Araçla Adıyaman’a doğru yola çıktık. Bir iki çadır görmeye başladığımızda Adıyaman’a yaklaştığımızı anladık. Şehre girer girmez enkazlar ile karşılaştık. Bir de hasarlı binalarda eşyalarını tahliye etmeye çalışan insanlar vardı. Kurtarabildikleri ne varsa kurtarıp hayatlarını bir şekilde tekrar kurmaya çalışıyorlardı.
Deprem gerçeği ile ilk kez Adıyaman’da yüzleştim. Manisa’da doğmuş biri olarak çok deprem yaşadım ama yıkılan binalar, hayatlar ve hayaller ile ilk kez karşı karşıya kaldım. Malzemeleri koyduğumuz depoda bebek bezi ararken, kefen ve cenaze torbası ile karşılaşmak zor bir deneyim oldu benim için.
Gönüllüler olarak Adıyaman’da Kriz Koordinasyon Merkezi olarak kullanılan Yenimahalle Cemevi’ne gittik. Burada dayanışmaya ve desteğe olan ihtiyacı bir nebze gidermeye çalıştık. Psikolog, doktor, aşçı, arama kurtarma veya sosyal çalışmacı değildim belki ama başka nasıl destek olabilirim diyerek gidenlerdendim. Kıyafet ayrıştırmadan yemek dağıtmaya, çöp toplamaya, su dağıtımına kadar birçok konuda desteğe ihtiyaç vardı. Ben de elimden geldiğince farklı farklı işlerde çalıştım. Yaraları sarmaya benim gücüm yetmezdi ama akut ihtiyaçlar ne ise onlara yöneldim.
Sırada bekleyenlerin çoğu kadın
Cemevinin bahçesinde bir sıra vardı, önce ne olduğunu anlayamadım. Çok geçmeden öğrendik ki bu sıranın ucunda depremden zarar gören insanların ihtiyaçlarını öğrenen gönüllüler var. İhtiyaçlar bir kâğıda yazılıyor, depoda var olan eşyalar ile ihtiyaç sahibi insanlar buluşturuluyor.
İlk gün depoda tasnif yapan ekipteydim. Dışarıyı göremiyordum. Bir iki gün sonra bu sıranın çoğunlukla kadınlardan oluştuğunu gördüm. Sıraya giren erkekler ise genellikle eşinin, çocuğunun yaşını, kilosunu ya da bedenini bilmediği için gelen notlarda şöyle şeyler yazıyordu: “20 yaşında kadın kıyafet her şey.”
Tabii ki her şeye ihtiyacı var. Ama bu 20 yaşındaki kadın kaç kilo, ayakkabı numarası ne, başörtüsü kullanıyor mu, sütyen bedeni ne gibi soruların cevabı olmayabiliyordu.
Kriz Koordinasyonu’na bağlı iki depo daha vardı. Bu iki depo kent merkezine uzaktı. Aracı olan kişiler ancak buraya ulaşabiliyordu. Bir depo tırların geldiği ve eşyaların tasnif edildiği alan diğeri de ürünlerin yerleştirildiği ve insanların gelip ihtiyaçlarını alabildiği yerdi. Köylerdeki ihtiyaçları belirlemek için de bir WhatsApp iletişim hattı vardı. Köylere ayrıca araçlarla gidiliyor ve destekler ulaştırılıyordu.
Ürünlerin yerleştirildiği “mağaza” olarak kullanılan depoda çalışırken şunu fark ettim; araçlarla gelindiği için kadın erkek bir arada oluyordu. Bebekler için bez ve mama kısmında genellikle kadınlar vardı. İlk kez gelen erkeklere bebek kaç aylık, bez numarası ne ya da ne tür bebek maması yiyor gibi sorular sorduğumuzda pek yanıt alamıyorduk. Akrabası, tanıdığı için gelen insanlar da maalesef bu bilgileri sormayı unutuyordu. Bakım ve düşün emeği yine kadınların üzerindeydi.
Yemek meselesi
Cemevinin bahçesinde Diyarbakır’dan gönüllü olarak gelen mutfak ekibi vardı. Aşçı olarak yemek yapan kadın sayısı çok azdı. Evde yemek yapanlar genellikle kadınlar ama bir meslek olduğunda erkekler yine yoğunluktaydı. Gönüllü olarak oradalardı, amacım kişileri eleştirmek değil ama deprem bölgesinde patriyarkal sistemin tezahürlerinden biri de buydu.
Her gün sabah çorbası ve öğle yemeği çıkıyordu. Öğle yemeği akşama kadar dağıtılıyordu. Köpük tabldotlar şeklinde dağıtılan yemekleri taşımak güçtü. Çadırları uzakta olan kişiler ayrıca kap getirip yemek alabiliyordu. Çadıra yemek taşıyan, büyük kap getirenler de yoğunluklu olarak kadınlardı. Yani yemek işi burada da kadınların omzundaydı. Orada yiyip çadırlarına ya da araçlarına dönen erkekler sadece bir tabldot taşıyorlardı.
Yemek sırasında küçücük çocuklar da oluyordu. Bir tabldotu taşımak bile çocuklar için zorken ikinciyi aldıklarında yemekler dökülüyordu. Bir gönüllü arkadaşımız bu nedenle iki tabldot taşımaya çalışan bir çocuğa çadırına gidene kadar destek oldu. Çadırda çocuğu babası karşılamış. Öylece oturuyormuş. Arkadaşımızı görünce şaşırmış, toparlanmış hemen.
Köy evinde 30 kişi bir arada
Köy ziyaretleri yaptık. Şehir merkezinde kalan kişi sayısı çok azdı. Köyde aileden kalan bir ev varsa herkes oraya gitmişti. Orada en azından su vardı. Bir evde 30 kişi yaşayan insanlar vardı. Bu evlerin yemek ve temizlik işi yine maalesef kadınlardaydı. Acılarını yaşamak için zamanları yoktu. Erkekler genelde odun kırıp gelen taziyeleri kabul ediyorlardı dışarıda.
Bir taziye evinde bahçede 10 kadar erkek vardı. Kadınların evde olduğunu öğrenince sohbet edebilmek için eve girdim. Sadece iki kadın vardı. Biri evdeki 50’li yaşlarda anne, diğeri ise Urfa’dan annesine destek olmak için gelen dokuz aylık hamile kızı. Adamlara çay demleyen kadın, “Haftaya doğumum var, Urfa’ya döneceğim” dedi. Eve girmesem bu çayı da adamlar yaptı zannederdim. Çünkü servisi yapan bir erkekti. Görünmeyen kadın emeği her yerde.
Başka bir köy ziyaretinde ise iki çadır arasında gözleme yapan kadınlara rastladım. Derme çatma bir alanda yoktan var ettikleri bir oklavayla sofrada, topladıkları otlardan yapıyorlardı gözlemeyi.
Az ileride başka bir eve gittik sonra. Burada da köydeki ailesinin evine sığınan kalabalık karşıladı bizi. Evde her yaştan insan vardı. Eskiden köylerde her oda bir aileymiş ya, şu an Adıyaman’daki köyler de öyle. Hatta her aileye ayrı bir oda dahi yok.
Genç bir kadın, yanında da çocuğu… Sohbet etmeye başladık. Adıyaman’da merkezde oturuyormuş. Evini iki yıl önce satın almış. “400 bin lira kredi çekmiştik. Birazını ödedik ama daha kredimiz var” dedi. “Ev yok ama kredi devam edecek galiba” diye ekledi. O da ne olacağını ve ne yapacağını bilmiyordu. Yanındaki diğer kadın girdi söze:
“Çalışmamız lazım ama çalışsak, çocukları nereye bırakacağız? Kreş yok ki. Gündüz deprem olsa, biz işte, çocuk başka yerde, nasıl olacak bilmiyoruz, korkuyoruz.”
‘Donarak öldü yakınlarımız’
Kadınlarla yaptığım her konuşmada arama kurtarmanın Adıyaman’a üçüncü günden sonra geldiği özellikle vurgulandı: “Biz yakınlarımızın seslerini üç gün boyunca duyduk. Donarak öldü yakınlarımız.” Kendi çabalarıyla, elleriyle kazarak kurtarmaya çalışmışlar sevdiklerini. 10 saatlik uğraşın sonunda canlı çıkacak olan kişiyi, başka bir ekibin gelip kendi kurtarmış gibi göstermesi vs. durumlar da yaşanmış maalesef.
Şimdi helallik istiyor Cumhurbaşkanı… Bunca acının, öfkenin, göz göre göre yitip giden canların, yıkılan hayatların helalliği mi olur? Adıyaman’da devlet de enkaz altında kalmıştı. Patriyarka ise arşa çıkmış durumdaydı. Yaşanan büyük afetin hayatlarında yarattığı yıkım yetmezmiş gibi bir de eşitsizliğin neden olduğu sosyal bir afetle yüz yüzeydi kadınlar.
Sonrasında Afet için Feminist Dayanışma’nın İstanbul’dan yolladığı Mor Tır ulaştı Adıyaman’a. Hemen dağıtıma başlandı. Ardından da kadın çadırı kuruldu. İyi ki dedik, iyi ki feminist dayanışmamız var. Biz kadınlar birbirimizin çaresiyiz gerçekten.
İşte bu duygularla nöbeti yeni gelen arkadaşlarımıza devrettik ve dokuz günün sonunda İstanbul’a döndük. Aklımız, yüreğimiz ise orada, kız kardeşlerimizde kaldı.
Fotoğraflar: Seval Öztürk