Hatay’da bir köyde tanıştık İpek’le*, 41 yaşında bir kadın… Erken yaşta evlenmiş, 20 yıl süren evliliği boyunca erkek şiddetine maruz kalmış. Bu nedenle birçok kez evi terk edip ailesinin yanına gitmiş ama ailesi her seferinde geri göndermiş onu. Sonunda, 2017 yılında ayrılabilmiş adamdan. Bir oğlu onunla, diğer oğlu ise babasıyla kalmış.
O ve oğlu için yeni bir yaşam kurmak hiç kolay olmamış elbet. “Evi terk etmeden önce 10 bin liralık kredi çektim, öyle çıktım evden” diye anlatıyor; “Ama çok az paraydı bu, dört yıl vadesi vardı. Hiçbir şeyimiz yoktu, yine de ben o paranın bir kısmını elimde tutmak zorundaydım. O yüzden hep sağdan soldan topladığımız eşyalarla yaptık evi. İşte ablamdan yastık, diğer ablamdan yorgan, tüp… Oğlumun sıkılmaması için ablamın eski televizyonu filan derken geçiştirdik bu süreci.”
Dokuz kardeşler ama o süreçte yalnızca iki kardeşi destek olmuş ona. Bir komşunun yardımıyla çocuğun okul kaydını yapmışlar, okul kıyafetlerini ayarlamışlar. Üç dört ay sonra da bir iş bulmuş, çalışmaya başlamış.
Adresimizi kimseye söylemedik
Tüm bunları yaşarken saklanmak zorunda kaldıklarını söylüyor İpek:
“Uzun bir süre oğlumla tuttuğumuz evin adresimizi kimseye söyleyemedik. Çünkü adam biraz sıkıntılıydı.”
-Eski eşiniz için söylüyorsunuz değil mi?
“Evet, oğlumun babası için söylüyorum.”
-Can güvenliği riski mi vardı?
“Evet, vardı o an. Çünkü onun ne yapacağı belli değildi. Boşanmak istememi hazmedemedi, hiçbir şekilde kabul ettiremedim. Ailem de kabullenmiyordu, bir seferinde tartaklayarak geri gönderdiler beni çocuklarımla. O yüzden ne aileme ne de başka insanlara adresimi söyledim. Sadece birkaç arkadaşımın haberi vardı olduğum yerden, yanıma gelip yardım edebiliyorlardı.”
Annemle babam yanımıza taşındı
Bir buçuk yıl Antakya merkezde kiraladıkları evde barınmışlar. İpek çalışıyormuş bu süreçte ama çalıştığı yer asgari ücret bile vermiyormuş. Çektiği kredi de tükenmiş tabii. Taşınmak zorunda kalmışlar.
“Ablamla abimin ortak olduğu bir ev var köyde. Asi Nehri kenarında… Hani kuş uçmaz kervan geçmez derler ya, tam öyle bir yer; arabalardan, evlerden, her şeyden uzak… Oğlumla oraya geçmeye karar verdik, çıktık geldik köye. Ama ev çok kötü durumdaydı, harabeydi.”
O, evi nasıl toparlayacağını düşünürken bir buçuk yıl kendilerinden adresini bile sakladığı anne ve babası, yanlarına taşınmaya karar vermiş. “Bir kadın orada tek başına yaşayamaz” diye düşünmüşler.
“Bizimle oturmaya başladılar. Öyle olunca bu sefer de ben anne babanın yanına sığınmış mağdur insan durumuna düştüm. Oğlumla hiçbir özelimiz kalmadı, kendi hayatımız olamadı. İç güveysi gibi olduk, bir çiçek bile ekemedim. Evin hiçbir şeyine hâkim olamadım. Sürekli babam veriyordu kararları…”
-Çalışabildiniz mi peki o süreçte?
“Çalışıyordum ama çok zordu. Annem kalkamıyor, rahatsız, babam görme engelli. Bir de annem köyde çok sevilen bir insan, eve sürekli misafir geliyordu. Çalışıyordum, eve geliyordum, bu sefer evdeki işler… Gece yarısına kadar bulaşık, süpürge, yemek… İşler hiç bitmiyordu. Ne kendime ne oğluma zaman ayırabiliyordum. Bu yüzden damarlarım çekilmeye başladı. Şurada (bacağını gösteriyor) baloncuklar oluşup gece beni uyandırmaya başladı. Öyle olunca işi bırakmak zorunda kaldım.”
-Geçiminizi nasıl sağladınız?
“Babam engelli olduğu için onun bakımını üstlendim, bana maaş bağladılar. Hem babamın engelli maaşı oldu, hem benim bakıcılık maaşım. Ama ikisi bir asgari ücret etmiyordu. Oysa biz evde dört kişiydik. Annem vefat edince ben iyi bir iş buldum bir diş deposunda, çalışmaya başladım. Asgari ücret almaya başladım ama oğlumu evde yalnız bırakıp gidiyordum.
Sonra insanlar babamı eleştirmişler, ‘Bak sen tüm malını mülkünü erkek çocuklarına bıraktın ama sana kızın bakıyor’ demişler. Babam bir gün geldi, ‘Kızım ben abine gitsem üzülür müsün?’ dedi. ‘Yok baba’ dedim, ‘Üzülmem.’ ‘Ben malımı mülkümü erkek çocuklarıma vermişim, bana onlar bakmalı’ diye düşünmüş yani. Bir şey demedim, o da gitti. Biz oğlumla o kuş uçmaz kervan geçmez yerde baş başa kaldık.”
Oğlum babasına gitti
O zamanlar oğlu 12-13 yaşlarında. Bir süre daha o evde yaşamışlar ama sonra evin etrafında yılanlar gezinmeye başlamış, tedirgin olmuşlar.
“Yuva yapmış yılanlar. Oğlum sürekli beni arıyordu, ‘Anne evin önünde yılan var’ diye. Ben de abimi arıyordum. Abim geliyordu, bakıyordu, bir şey yok. Bu sefer abimden fırça yiyorduk, ‘Beni oyalıyorsunuz, hayal görüyorsunuz’ vesaire… Baktım olmayacak, ya çocuk kafayı yiyecek ya yılanın biri gerçekten ısıracak… En iyisi dedim, artık gidelim. Bir iki giysimizi aldık, çıktık evden. Birkaç gün dayımın kızında, iki gün de ablamda kaldık, ev aradık. Hemen ilk bulduğumuz temiz eve geçtik.”
Tuttukları ev Elektrik Mahallesi’ndeymiş, bir apartmanın beşinci katında; güneş alan, ferah bir daire. Ama oldukça eski bir ev… 550 liraya tutmuşlar, en son 850 lira olmuş kiraları. Uzunca bir süre oğluyla bu evde yaşamışlar. Derken oğlan liseye başlamış, bir süre sonra da babasıyla yaşama kararı almış.
“Oğlumu Anadolu lisesine aldırdık ki istediği tercihi yapabilsin üniversite sınavında. Her şeyi ayarladık, dershane bakıyoruz, ona diyorum ki ‘Üzülme, kredi çekeriz, olmazsa babandan isteriz’ filan… Tabii babası hiçbir zaman nafakayı ödemiyordu, mahkeme kararını takmıyordu. Üç-dört, hatta altı ayda bir bin lira para gönderip çocuğun gönlünü alıyordu.
Sonra bir gün oğlan babasına gitmek istedi, tamam dedim, bir hafta sonra beni aradı. Babası araba, ev teklif etmiş, o da kabul etmiş. ‘Kalırsam üzülür müsün, küser misin’ filan dedi. ‘Yok’ dedim, ‘Bu senin hayatın. Sadece okul kaydını ayarla, zorda kalma.’ Tabii bensiz becerememişler, çocuk şu an okula gitmiyor. Kayıt yapamadılar, zaten sınıfta kaldı devamsızlıktan. Gelecek yıla kaldı okul işi.”
Üzerimi giyeyim, bu şekilde çıkmayayım
Böylece yalnız yaşamaya başlamış İpek. Deprem olduğunda da evde yalnızmış. Normalinde oğlunun odasında uyuyormuş ama o gece soğuk olduğu için salonda uyumaya karar vermiş. Bu karar, hayatını kurtarmış onun. Duvarlar yıkılmış, bina yan yatmış ama o zor da olsa dışarıya çıkmayı başarmış.
“Dedim ki bir üzerimi giyeyim, bu şekilde çıkmayayım. Üzerime ne varsa aldım, ayakkabı bulamadım, bir terlik geçirdim ayağıma. Sonra baktım, sadece alt komşumun salonu ve benim salonum kalmış, öyle yan yatmış bina. Komşum damda mangal yeri yapmıştı, telle çevirmişti. Damdaki tel aşağı sarkmış. Onunla inmeye çalıştım. İnerken terliğim düştü, telin yarısında da ben düştüm zaten, gücüm yetmedi o kadar mesafeyi inmeye. Kalktım, terliğimi aradım, bulamadım. Öyle yalınayak yürüdüm ana caddeye, çok yağmurdu.”
Elektrik yok, telefonlar çalışmıyor. Yine de akrabalarıyla buluşabilmiş bir şekilde. Ablası ve abisinin evlerinin yıkıldığını görmüşler. Günlerce onları ve ailelerini kurtarabilmek için uğramışlar.
“Kendi çabamızla abimin kızını ve ablamın oğlunu çıkardık. Kendimiz tüneller açtık, kendimiz girdik. İlk iki gün kimse yoktu bize yardım eden. Üçüncü gün AFAD gönüllüleri gelmeye başladı ama onlar da ses var mı diye bakıp gidiyorlardı. Yengem hiç ses vermedi mesela, oysa canlıydı, biz onu üçüncü gün canlı çıkarabildik. 18 yaşındaki oğlu kucağında ölmüştü. Vinci, kepçeyi de kendi imkânımızla bulup getirttik. Ben ailemin evlerini çok iyi biliyordum, o yüzden hep nokta atışı yaparak oraları kazdık ve çıkarabildiklerimizi çıkardık. Abimin cenazesine sekizinci gün ulaştık, ölülerimizi gömebildik, bu bakımdan şanslı sayılırız. Çünkü halen ölülerini çıkaramamış insanlar var.”
Göçükten çıkan yeğenimi 12 gün serada tuttuk
-Peki, sonrasında ne yaptınız? Gıda işini nasıl hallettiniz?
“İlk gün aç kaldık zaten, göçüklerdeydik. Gece bir derneğe sığındık, orada biraz uyuduk, sabah erkenden yine göçüklerin başına geldik. Sonrasında buraya, köye gelmeye başladık. Abimlere sığındık ama sürekli deprem oluyordu, sürekli dışarı koşuyorduk. Abimin de evinin kolonları çatlamıştı. Çok çok sıkıntı yaşadık, halen de yaşıyoruz.”
-Sizin hâlâ çadırınız yok mu?
“Yok, benim hiçbir şeyim yok, abimlerin serası vardı içine sebze ektikleri. Her biri kendi serasına sığındı. Ben şimdi ablamların çadırında kalıyorum. Evden eşya da alamıyorsun ki, bir terliğim bile yoktu evden çıktığımda. Bir yere de başvuramadım, sadece 112’ye ulaşıp bir iki kayıt oluşturabildim ama yardım gelmedi. Basit gıda yardımları ve giysi geldi sadece. Üzerimdeki tüm giysiler o gelen yardımlardan.”
-Güvenlik endişeniz var mı?
“Tabii ki. Dün dışarıda bir hışırtı duyduk, hep birlikte zıpladık. Ben, ablam, yeğenim… Dışarıda babam dolanıyormuş, o da kör olduğu için fazladan bir gürültü oldu. Babammış yani… Ama çadırdayken korkuyorsun, zaten fermuarı da kapanmıyor o çadırın. İçeri kedi mi girer, kurt mu girer, insan mı girer bilemiyorsun, hep tetiktesin. Bir de deprem korkusu tabii… En ufak bir sallantıda bağırıp kalkıyorum yataktan. Yılanlardan da korkuyorum.”
-Sağlığınız ne durumda?
“Ben zaten sürekli rahatsız bir insanım, sürekli kan değerlerim düşüyor. Deprem olduğunda da rahatsızdım, iltihabım vardı, artık ne oldu bilemiyorum. Zaten doktor imkânımız da pek yok. Göçükten çıkardığımız yeğenimi biz ne ambulansa ne hastaneye ulaştırabildik, hastanelerimiz de yıkılmıştı. 12 gün serada tuttuk, daha da kötü oldu. Sonradan hastaneye götürme imkânı bulduk ama çok yoruldu.”
Bir kitap bile okuyamayacağım
Depremden önce çalışıp kendi ayakları üzerinde durabiliyorken, şimdi koca bir belirsizlik var İpek’in önünde. İşyeri sahipleri yaşıyor ama işyeri hasar görmüş. Yeni bir yer de bulamamışlar çünkü fahiş rakamlar isteniyormuş kira için. “Üstesinden gelemezler ki” diyor İpek, “Çok büyük bir kuruluş değildi. Basit bir medikaldi. O yüzden şu an ne yapacaklar, devam edecekler mi belli değil. İşim olur mu tekrar, olursa maaşım ne olur? Hiçbir fikrim yok.”
İpek, bir yandan kaybettiklerinin yasını tutarken bir yandan da gelirsiz kalmanın, yeniden ailesiyle yaşamak zorunda olmanın, yıllarca mücadele ederek kendisine açtığı özgürlük alanını yitirmenin üzüntüsünü yaşıyor. “Yine ailemin yanına sığınmış oldum şu an. Ama öncesinde zor da olsa bağımsız bir hayatım vardı. Şimdi biraz uzaklaşsam hemen ‘Nereye gidiyorsun, niye gidiyorsun?’ Zaten bir yere gidecek araç da yok” diye konuşuyor.
Bu günler bir geçsin, ilk hedefi bir iş bulmak İpek’in; kendi geliri olursa yeniden bir hayat kurabileceğini söylüyor; ona ait bir hayat. Ama olmazsa…
“Gelirim olmazsa ömür billah bu sorunu çözemeyeceğim; kendi hayatım, özgürlük alanım olmayacak. Bir kitap bile okuyamayacağım, radyodan şarkı açamayacağım. Şimdi şarkı açsam eniştem rahatsız olur, zaten 7/24 hizmet bekliyor adam. Suyunu, küllüğünü, çakmağını, her şeyini ayağına getireceksin, öyle alışmış. Çok savaşamıyorum bununla şu an, kalkıp getiriyorum ama kendi alanım olmazsa bu böyle devam edecek, asla dinlenme şansım olmayacak. Bunu istemiyorum. Tek istediğim kendime ait bir hayat.”
*Gerçek adı değil.
Fotoğraflar: Bahar Gök (Temsili)