“Hangi para bir can eder ki?”

Güvenceli ve düzenli işlerin rafa kalktığı deprem bölgelerinde, kadınlar, geçinebilmek için tehlikeli işler yapmak zorunda kalıyor. Ağır hasarlı binalara girerek eşya ve demir toplamak da bu işlerden biri.
Paylaş:

Kadınlara özgü bir döngü sanki yoksulluk. Evdeki ve işteki krizleri yönetme mücadelesi de tamamen kadınların sırtında artık. Özellikle depremin etkilediği şehirlerdeki kadınlar bu mücadeleyi katmerlenmiş halde yürütüyor. Çaresizliği iliklerine kadar hissederek ayakta durabilmeye çalışıyorlar. Şehirler yeniden inşa ediliyorken konteyner kentte yaşayanlar dağ gibi sorunların içerisinde cebelleşiyor.

Çocukken işçiliğe başlayan Eylem, konteyner kentte yaşayan bir kadın olarak dertleşiyor bizimle. Depremle birlikte ağırlaşan yüklerini çocuklarının omuzlarına bırakmış kısmen. Dört yaşındaki oğluna 13 yaşındaki kızı bakabildiği için işe gidebilen Eylem yaşadığı vicdan sızısını paylaşıyor: “O da bir çocuk. Bazen evi yıkacaklar, yakacaklar. Biri gelip bir şey yapacak diye ödüm kopuyor. Aklım hep evde. Ona rağmen çalışmam lazım.”

“Çocuklarım için susuyordum”

Çocukluktan itibaren tarlalarda, bahçelerde çalışan Eylem, o yaşlarda yorulmuş çalışmaktan. Evliliği bir kurtuluş olarak görmüş ama yoksulluk yakasından düşmemiş. Yoksulluk ‘çaresizlikle’ buluşunca evdeki şiddete sessiz kalmış yıllarca. Bir gün korkularını yenmiş. “Eşim bana sürekli şiddet uyguluyordu. Çocuklarım için susuyordum. Çaresizlik işte. Ne yaparım, nereye giderim diye düşünüyordum. Baktım olacak gibi değil, bir akşam yine dayak yerken gittim şikayetçi oldum. Uzaklaştırma aldırdım. Şimdi de gözaltında. Bir de onun korkusunu yaşıyorum her an çıkıp gelecek diye.”

Gündüz bir firmaya yemek yapmaya giden Eylem, akşam eve gidince de yemek ve temizlik yapmaya çalışıyor. Konteynerde yapılan temizlik kendini ne kadar gösterirse o kadar yapabiliyor. Çamaşır makinesi de olmayınca çamaşırları elde yıkamaktan elleri kurumuş. Onu çok dert etmiyor ama olmayan ev eşyalarının yokluğu belini büküyor biraz. “Çamaşır makinem yok. Elde yıkıyorum. Yazın kuruyordu. Kış geldi, nasıl olacak bilmiyorum. Televizyon yok. Çocuklar konteynerde çok sıkılıyor. Alternatifleri de yok. Kızım okula gidiyor bir beslenme yapamıyorum. Doğru düzgün bir yardım alamıyorum. Çocuklara bakacak kimse olmadığı için düzenli bir işte de çalışamıyorum.”

“Çocuklara mont alamadık”

Konu yokluk, parasızlık olunca Eylem’i dinleyen Büşra da katılıyor söze. Hurdacılık yaparak geçimini sağlamaya çalışan Büşra, bu işi yaparken sabah çok erken kalkıyor. Çocukları okula gönderdikten sonra kahvaltı yapıp çıkıyormuş evden. Ev dediğine bakmayın ağız alışkanlığı. Çadıra, konteynere alışamadı dilimiz. “Depremde evim ağır hasar aldı. Ben de bahçeye çadır kurdum. Çadırda yaşıyorum şimdi. Eşimi kaybettim. Ben de gündelik işlere gidiyordum. Yevmiye usulü çalışıyordum. Şimdi enkazlardan hurda tel, demir bulsak topluyoruz. Hurdalıklara getirip satıyoruz. Günlük 200 TL-1000 TL arası çıkıyor şükür. Odun kömür alabildik ama çocuklara kıyafet, mont, bot alamadık. Bu beni daha da yoruyor. Hem o kadar çalışıp hem de böyle eline boş boş bakmak… Bazen de çocukların yüzüne… Çok ağırıma gidiyor. Ağır hasarlı binalara giriyoruz. Ödüm kopuyor deprem olacak, bina üstümüze yıkılacak diye. Hayalet gibi havada duran evler çoğu. Evlerden atılıp kırılan eşyalar, demirleri topluyoruz mecburen. Tehlikeli olduğunu biliyorum ama başka seçeneğim yok. Durup düşünüyorum bazen. Benim gibi çok kadın var bu işleri yapan. Bizi ölüme iten, bu işleri yapmak zorunda bırakan parayı. Hangi para bir can eder ki? Düşünmeden edemiyorum.”

Fotoğraf: TRT

“Erkeklerin işlerini bize ucuza yaptırıyorlar”

Sevda da depremden sonra ne iş bulsa yapmak zorunda kalan kadınlardan. Beş çocuğundan dördünü okula gönderebilen Sevda’nın bir kızı evlenmiş. Kazandığı üç beş kuruşla geçinmeye çalışırken, kocası sorumsuz olan kızının ihtiyaçlarını da karşılamaya çalışıyormuş bir yandan. Kayısı fabrikalarında çalışan Sevda, yevmiye usulü çalışıyormuş Malatya’daki binlerce kadın gibi. “Sigorta yok, hafta sonu yok, izin yok. Gece gündüz oradayım. Mesailer gece yarılarını buluyor. Kazandığımız birkaç kuruş. Hangisini anlatayım bilmiyorum ki? Gençliğim geliyor aklıma içim acıyor. Kendimi bildim bileli sanayide çalışıyorum. Sağlık sorunlarım var. Çok hastayım ama durup bir nefes alacak zamanım yok. Fabrikada ustalar bize sürekli hakaret ediyor, bağırıp çağırıyorlar. Bazen bahanelerle paramızı eksik veriyorlar. Ben beş kuruş için kendimi parçalıyorum, onlar rızkımızı yiyor. Helal etmiyorum. Zaten kiracı olduğum evim depremde hasar aldığı için konteynerdayız. Altı kişi yaşamaya çalışıyoruz. Yine de bizim rızkımıza göz koyuyorlar.”

Kayısı fabrikasındaki güçlükleri anlatmaya devam ediyor Sevda. Her sabah 5.00’te uyandığını, güneşi görmeden evden çıktığını, 19.30’da eve gelebildiğini… O saatlerde eve gittiğinde zaten çok yorgun ve bitik olduğunu da ekliyor. Bu haliyle yemek yapmak zorunda. Bulaşığı, çamaşırı derken gece yarısına kadar ayakta her gün. Bütün evin sorumluğu onda. Eşi de çalışıyor. Günü birlik yevmiye usulü çalışıyormuş o da. İkisi birlikte ayakta durmaya çalışıyorlarmış. Şimdi bir evleri de yokken her şey daha zor geliyormuş.

İşyerindeki eşitsiz çalışma koşullarını anlatmak istiyor daha çok. “Kış günü yıkama bölümünde kayısıları yıkıyoruz. Yıkama makinesine kayısıyı boşaltıyoruz. Normal şartlarda bu işi erkekler yapıyor ama ustalar bizi zorla götürüp sürekli o işte çalıştırıyorlar. Erkekler yeterli şekilde yapmıyor çünkü. Bir de onların yevmiyesi yüksek olduğu için kadınları alıyorlar kayısı fabrikalarına. Hepimiz de sigortasız çalışıyoruz. Aşağı yukarı 500 kadın, erkeklerin de işini yapıyor. Bir ya da iki tane erkek oluyor artık. Onlar da beyaz yaka. Müdür ya da usta.”

* Kadınların isimleri değiştirilmiştir.

Fotoğraf: Bahar Gök

*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kadınların yoğun olarak bulunduğu bir sektörde çalışıyorum. Dolayısıyla pek çok kadının hikayesini birinci elden dinleme fırsatım oluyor. Aynur da onlardan biri, baskıcı bir aile, dayakçı bir koca, geçim sıkıntısı. Kısır döngüden ücretli çalışmaya başlayınca çıkabilmiş. Şimdi “kendi ayakları üzerinde durduğu” için övünüyor.
Gülhanım Kalafat 36 yıldır balıkçılık yapıyor. Balıkçılığın ‘sabır işi’ olduğunu söyleyen Kalafat, “Bu akşam olmadı’ diye yarın akşam durmayız” diyor. Eşinin vefatından sonra balıkçılığa devam eden Gülhanım Kalafat, çevresinde bazı kişilerin kendisini, “Kadın tek başına denize çıkmaz, yakışmaz” diye eleştirdiğini söylüyor.
Nihal şiddet gördüğü evliliğini bitirdikten sonra geçinmek için her türlü işte çalışıyor. Yaşlı bakıyor, evlere temizliğe gidiyor. TYP çerçevesinde okul temizliği yapıyor bir süre daha sonra mevsimlik tarım işçiliği… Hayatın nerede daha güzel, nerede daha anlamlı olacağına kendisi karar vermek istiyor. Hikayesini dinliyoruz.
53 yaşında hem de evde yaptığı iş hiç bitmeyen Gülşen’in hikayesini ele aldık bu kez. (*) Gülşen çalıştığı işyerlerinde görev tanımında olmayan pek çok işi yapmak zorunda bırakılırken ev geçindirmiş, iki çocuk büyütmüş, hasta babasına bakmış, taciz ve mobbinge maruz kalmış, emekli olabilmek için dışardan prim ödemiş.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!