“Hayatı yaşayamadan geldim bu yaşlara”

İstanbul’da semt pazarlarından birinde karşılaştık Rukiye Hanımla, “Her şey 2,5 TL” yazılı tezgâhın başında sessiz, sakin müşteri bekliyordu. Hayatı sigortasız işlerde çalışarak geçmiş. İlerleyen yaşına rağmen hem pazarcılık yapıyor, hem de merdiven silerek ailesine bakmaya çalışıyor…
Paylaş:
Gülay Fırat
Gülay Fırat
glyfirat@gmail.com
Gülay Fırat glyfirat@gmail.com

İstanbul’da semt pazarlarından birinde karşılaştık Rukiye Hanımla, “Her şey 2,5 TL” yazılı tezgâhın başında sessiz, sakin müşteri bekliyordu. Hayatı sigortasız işlerde çalışarak geçmiş. İlerleyen yaşına rağmen hem pazarcılık yapıyor, hem de merdiven silerek ailesine bakmaya çalışıyor…

Semt pazarlarındaki ucuzcu tezgâhlarıyla mutlaka karşılaşmışsınızdır, farklı dükkânlardan temin edebileceğiniz aklınıza gelebilecek pek çok alakasız ürün aynı tezgâhta tabiri caizse sudan ucuza satılır. Sepet sepet ayrılan ürünler arasında yok yoktur; yapıştırıcılar, çeşit çeşit kalemler, silgiler, çocuklar için puzzle’lar, renkli tokalar, iğne çeşitleri, mutfak süngerleri, tahta kaşıklar, tuzluklar, farklı farklı çakmaklar, mandallar, plastik bardaklar, minik gırgırlar, çay süzgeçleri-çay kaşıkları, yemek kaşıkları, taraklar, cımbızlar, aynalar, oyuncaklar, anahtarlıklar, kumbaralar, imitasyon yüzükler, fenerler ve daha neler neler…

İşte 55 yaşındaki Rukiye D., “Ne alırsan 2,5 TL” tezgâhı ile haftanın üç günü İstanbul’un üç ayrı semtinde kurulan pazarda eşine destek olmak için tezgah açıyor, çalışıyor. Aynı zamanda dört ayrı apartmanın temizlik işlerini de üstlenmiş, birini bitirince diğerine koşturuyor… “Çalışmayıp ne yapayım? Ne benim ne de kocamın hiç sigortası olmadı, elimiz mahkûm” diye konuşuyor…

Rukiye Hanım ile İstanbul’da bir semt pazarında karşılaştık. Diğer pazarcıların müşteri çekmek için avaz avaz bağırıp kendini parçalarcasına, “Gel gel bedava, 10 lira” çığlıkları arasında, o sus pus olmuş tezgâha gelecek müşterileri bekliyordu. Nedense onun sadece pazarcılık yaptığını düşündüm. Ancak konuşmaya başlayınca, az evvel bir apartmanın merdivenlerini silip işi bitince bir süredir hastalıkla mücadele eden eşine yardım için pazara koşturduğunu söyledi. 55 yaşında olduğunu söylüyor ama hayat şartlarından belki daha fazla gösteriyor. Kadinİşçi için kendisiyle konuşmak istediğimi söyleyince, anlatmaya başlıyor…

Rukiye Hanım, 23 senedir İstanbul’da yaşıyor. Malatya’dan göç etmişler. Altı çocuklu bir ailenin tek kızı, ancak çeşitli sebeplerden okutmamışlar. Okumak içinde ukte kalmış, “Harfleri biliyorum aslında ama yine de okumayı bilmiyorum. Matematiğim de iyidir, müşteri kaç parça alırsa hemen kafadan hesaplıyorum” diye konuşuyor.

Evin hizmetçisi gibiydim

Eşiyle 18 yaşındayken evlenmiş. Evlenmeden önce bir buçuk yıl konuşmuşlar, anlaşmışlar, yani sevmişler birbirlerini. Fakat pek çok kadın gibi onun da evlilik hayatı hayal ettiği gibi olmamış. Memleketinde pazarcılık yapan eşi, evlendikten hemen sonra ekmek parası derdine İstanbul’a gelmiş. İşleri düzelene kadar da Rukiye hanımı ailesiyle, memleketi Malatya’da bırakmış, şöyle anlatıyor, “Ben 39 yıllık evliyim. İlk on iki yılımda kaynanama baktım. Eşim on kardeş. O iş için İstanbul’a gelince ben de ailesiyle yaşamak zorunda kaldım. O zamanlar şimdiki gibi çamaşır ve bulaşık makineleri de yok. Evin tüm temizliği, aile fertlerinin hepsinin biriken dağ gibi çamaşırlarını elimde yıkardım, neler yapmazdım ki, evin ekmeğini dahi ben pişirirdim. Kocam da İstanbul’da pazarcılık yaparak ekmek parası kazanıp annesine gönderirdi. Sorsanız bir kuruşunu görmedim. Hamal gibi, hizmetçi gibi çalışırdım.  Eşim de İstanbul’daki işleri yüzünden üç ayda bir gelirdi memlekete. Bir hafta bazen 40 gün kalır yeniden dönerdi. Bak mesela, ilk çocuğumuza hamile kaldım, eşim beni üç aylık hamileyken gördü sonra gitti ve işleri yüzünden gelemedi. İlk çocuğumuzu bir buçuk yaşına gelince gördü. Zaten memlekette üç çocuğum oldu. Nerede doktor, hastane görmek? Üçünü de evde doğurdum. İki bebeğim de doğduktan sonra öldü. Özellikle bir tanesinde göbek bağını düzgün bağlamamışlar, o yüzden ölmüş. O hep aklımda, dünya güzeliydi… Hiç unutamıyorum.”

Ev temizletip parasını ödemek istemiyorlar

Eşinin kardeşleri evlendikçe yuvadan uçmuş, “Kocamın kardeşlerinden evlenen kendi evini kurdu ama ben eşim ‘annem-babamdır, bırakmak olmaz’ dediği için kocamın ailesinin yanında on iki yıl yaşadım, onlara baktım. En sonunda İstanbul’a geldim. Burada iki çocuğum daha oldu. Bu sırada eve destek olmak için ben de çalışmaya başladım. Başta evlere temizliğe gidiyordum sonradan belimde fıtık oldu, yaşım da ilerleyince artık sadece merdiven siliyorum. Dört apartmanın merdivenlerini siliyorum, ancak bizim işler garanti değil. Ev temizliğinde de öyleydi. Bazıları parayı hemen vermiyor, sonra diyor sonra bakıyorum taşınmışlar. Onlara hakkımı helal etmiyorum. Şu an mesela çalıştığım dört apartmandan ikisi düzenli para ödüyor, diğeri geciktiriyor. Kimse anlamasa da biz de hayatta kalma mücadelesi veriyoruz. Evimiz yok, kiracıyız. Pazardaki satış için de tezgâh kirası ödüyoruz, aylık 500 lira. Zaten hiçbir zaman hayatım güllük gülistanlık olmadı. Ama bir süredir kredi borcuyla cebelleşiyoruz. Memlekette bir ev var, aileden kalma. Müteahhit’e verdik ama o da para istedi. On kardeşten sadece benim eşim kredi çekti.  Biliyorsunuz krediler de bir alıyorsun iki veriyorsun. Yani krediler belimizi büktü. Kardeşlerin hiçbiri destek olmuyor. Bu pazardan kazandığımızı kredi borcuna yatırıyoruz. Onun dışında çocuklarımdan biri memur oldu, o da ev kiramızı ödemeye başladı. Ben de ayrıca merdiven silerek boğazımızı doyurmaya çalışıyorum. ”

Hem aile içinde hem de başka evlere temizliğe giderken iyice yıpranan Rukiye Hanım belindeki fıtıklar nedeniyle çok zorlanıyor “Fıtıklarım çok ağrı yapıyor ama çalışmadan ayakta kalmamız imkânsız. Bir ara ev kadınlarına sigorta fırsatı olmuştu, 140 lira ile başladı ödemeler ama bir süre sonra 800 liraya yükseldi. En son 1500 liraydı. Ben bu kadar parayı oraya verirsem, nasıl geçinirim? Sigortamı da yarıda bıraktım bu yüzden. İstanbul’a geldiğimden beri pazarda eşime yardım ederim. Özellikle eşim mal almak için karşıya geçtiğinde pazarda sadece ben olurdum. Şimdi eşim de hasta. Prostat oldu. Tedavi oluyor ama çabuk yoruluyor.  Haftada üç gün pazarda tezgâh açıyoruz. Merdiven silme günüm bile olsa, işimi halleder halletmez oyalanmadan ona destek olmak için pazarlara tezgâha gelirim. O da halsiz kalmışsa eve dinlenmeye gider.”

Malzemeleri sırtında taşıyor

Çocuklarının ikisi şu an üniversitede okuyan Rukiye Hanım, “Evlatlarımın üçü evlendi, ikisi üniversitedeler. İki de torunum var. Biri Lösemi oldu, onun için de üzülüyorum çok. Tedavisi sürüyor. 55 yaşındayım ama ben hayatı yaşayamadan bu yaşlara geldim. İçimde çok şey ukte kaldı. Güzel bir evde oturmayı, güzel eşyaları olan bir yuvamın olmasını çok isterdim. Görseniz evimizdeki eşyaları, doğru düzgün eşya olmadığı gibi olanlar da çok eski. Çocuklarım ‘at bunları artık’ diyorlar, iyi de yerine ne koyacağım, yenisini alamam ki? Kazandığımız mutfağa gidiyor… Yani hani derler ya, gönlüm cennet istiyor ama günah bırakmıyor, işte ben de öyle, yani elde avuçta bir şey yok. Gene de beterin beteri var, diyorum.”

Rukiye Hanım’ın tezgâhında yüz çeşit ürün bulunuyor. Eşi hasta olduğundan beri sattığı malzemeler azaldığında, toptancıya kendisi gidiyor. Anadolu yakasından oturan Rukiye Hanım, Avrupa Yakası’na geçerek toptancıdan aldığı malzemeleri, belindeki fıtıklara rağmen tek başına sırtında taşıyor. Diğer pazarcıların aksine sessiz sedasız çalışan Rukiye Hanım tezgâh başında yaşadığı ilginçlikleri ise şöyle anlatıyor, “Bizim tezgâhta aklına gelebilecek her şeyi bulabilirsin. Hem de piyasanın çok çok altına bir fiyata. Bugün ucuzcular bile fiyatları; 3,5 veya 5 TL yapmışken, biz neredeyse 50 kuruş karla 2,5 TL ile satışa devam ediyoruz. 50 kuruşla başlamıştık, bugün 2,5 TL oldu işte. Yine de ucuz ürüne de bazen müşteriler arasında indirim isteyenler çıkıyor. İnsanlar bir kilo meyveyi 10-15 liraya alırken, 2,5 liraya indirim istiyorlar çok şaşırıyorum.”

Ekonomik ve sosyal anlamda insanların gittikçe bencilleştiği bir dönemde çalışarak, emeğiyle hayatta kalma savaşı veren binlerce isimden biri olan Rukiye Hanım’ın arzusu hep dilinde, okuryazarlığının eksikliğinden yakınıyor tekrardan, “Ben küçükken saçım çok uzun diye beni okula almadı öğretmen, öyle hatırlıyorum. Sonra da gidemedim… Telefonu rahat kullanıyorum, matematiği biliyorum. Okumayı-yazmayı da öğrenmeyi çok istiyorum. Aslında tüm harfleri biliyorum, biraz gösterseler bir ayda öğrenirim ama ekmek parası peşindeyken, çalışmaktan zaman bulamıyorum” diye konuşuyor.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Mahallede yaşayan bazı insanlar tarafından ilçe emniyetine şikayet edilmiş kayısı emekçileri. “Görsel ve ses kirliliği yaptıkları” iddia edilmiş! Hidayet mahallesindeki kadın emekçilerin doldurdukları kasalar, metreler boyunca yerlere serili bezlere dizdikleri kayısılar, “görüntü kirliliği” yaratmış! Açık havada gerçekleştirdikleri bu iş esnasında konuşmaları ise, “ses kirliliği” olarak dilekçeye konu olmuş. İşçi Neslihan, “kayısı patiği “sürecini anlattı.
Hem engelli, hem yaşlı, hem sosyal yardım almayan, hem de halen çadırda yaşayan bir kadın olarak neden konteyner kente gitmediğini öğrenmeye çalıştığımız Semra bu konuda oldukça dertli. Yaşlı ve yalnız kadınlar için konteyner kentlerin de sağlıklı ve güvenli alanlar olmadığını belirtiyor.
Tarsus Hali’ndeki kadınlar, sağlıksız koşullarda güvencesiz çalışıyor. Ama hal işçisi Songül’ün deyişiyle aralarında “muhteşem” bir dayanışma var. Şimdi bunu büyütmek istiyorlar. Songül, “Biz işçi kadınlar bir derneğimiz olsun istiyoruz. Yönetimi kadınlardan oluşmalı. Hallerde çalışan tüm kadınları üye yapmalıyız” diyor.
O bir domates işçisi. Yevmiyeli çalışıyor ve hiç durmadan tarladan tarlaya koşturuyor. Domates bitiyor, karpuz başlıyor, o bitiyor, biber başlıyor. Köyünde kadınların gidebileceği bir çay bahçesi olmamasından yakınan Mesude, çocukluğunda evlatlık verilen kardeşi nedeniyle hala üzgün.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!