“Herkesin bir yeri olmalı”

Antakya'nın yüzde 90'ı yerle bir. Enkazda torununu, kızını, akrabalarını bekleyenler var hâlâ. Çoğu yardım ekiplerine değil, sivil topluma güveniyor. Kadınlar çocuklarının, onların anneleri de kadınların derdinde. Barınma, başını sokacak sıcak bir yer, geride kalanların en önemli talebi…
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Burası Antakya merkeze bağlı Tekel Caddesi Çalışanlar Sitesi. En fazla kaybın yaşandığı yerlerden biri… Sekiz katlı binaların hepsi yerle bir, kurtulanların hemen hemen hepsi uzak yakın akrabalarını yitirmiş, içlerinde enkazdan gelecek iyi haberleri bekleyenler var.

Enkaz kaldırma çalışmaları devam ederken ilk günden itibaren yaşanan uzman ekip yetersizliği, organizasyonsuzluk hâlâ devam ediyor. İnsanların önemli bir bölümü çevre illere göç etmiş, enkaz altında kalan yakınlarını umutla bekleyenler ise günbegün onların ölümlerine tanıklık etmek zorunda kalıyorlar. Bu büyük insani acıların telafisi mümkün değil, yetememenin getirdiği çaresizlik duygusu hiç kimsenin peşini bırakmıyor. Enkaz başında torununu ve gelinini bekleyen yaşlı kadının öfkesi büyük:      

Canlı canlı, gelinimi canlı canlı öldürdüler. Canlı. Yedi günden beri burada bekliyorum. Bir torunum sekiz yaşında. ‘Kurtarın’ diye bağırıyor. Tespit ettiler. Geldiler, korkularından geri çıktılar, yarım bıraktılar. Çalışan dozeri durdular. Yedi gün oldu. Yedi gün… İnleme hâlâ var. Hâlâ inleme var. Yani yeter. Biri geliyor, başka şey söylüyor, diğeri başka şey. Ekip kavgası var. Yani biri hazırlıyor, çıkartacak tam, onları durduruyorlar, gönderiyorlar, öbürleri başlıyor. Yani biz çıkarttık demek için. Onları canlı canlı öldürdüler. İkinci gününden AFAD gelmiş olsaydı buraya…

Enkazdaki kızının çıkarılmasını bekleyen bir başka kadın, gelip tek bir duvar kaldırdıktan sonra çalışmaya ara verip başka bir yere giden ekiplerden, devletin kayıtsızlığından şikâyetçi. Çocuğu içeride, kendi çıkmış, acısını anlatmak imkânsız: “Zaten kendi cansız bir çocuk. Takati mi kaldı, nefesi mi kaldı çocuğumun. Hepsinden şikâyetçi olacağım…”

Şurada 40 dairelik bina, burada şu kadar kişinin kaldığı apartmanlar diye saydıkları, içinde hâlâ sağ kalanların olduğu yerler var. Ekiplerin “Buraya giremeyiz” demeleri, geceleri çalışmaya ara vermeleri, bazı yerlere uyarılara rağmen dozerlerin girmesi, enkaz altındaki sevdiklerini canlı olarak çıkarmaya çalışan depremzedeleri kahrediyor. Enkazdan sağ olarak çıkarılan her can ise onlar için de bir umut: “İsmet’le kardeşi şuradan sağ çıktı, dün de buradan iki kızı çıkardılar…”

Burada halk birbirine destek oluyor. Getiriyor, ‘Köyden getirdik abla, al eşyaları’ diyor.  Orada kıyafet seçiyorsun çoluğa çocuğa. Ben çoluğuma çocuğuma eli kirlenmesin diye şey yaparken… Şimdi yerden ne bulursa alıp yiyor…”

Bizi ekmeksiz koymadılar

Göçen yerlerin haberlerinin yapılmadığına, kurtarma ekiplerinin yetersizliğinden yakınan insanların seslerinin bu medya organlarında kesildiğine de dikkat çekiyor yaşlı kadın. Buna karşın, onun deyimiyle “Karadeniz’den bile yetişen” gönüllü ekipler çok iyi çalışıyorlar. Yiyecek içecek ve giyeceklerin gönüllü sivil toplum ekipleri tarafından sağlandığını söylüyor:

Çocuklara, büyüklere çorbalar pişirdiler. Ekmeksiz koymadılar, meyvesiz koymadılar. Çocuklara ıvır zıvır verdiler. Susuz koymadılar. Dakika başı arabalar geliyor. Az önce getirdiler. Her duran araç sivil, doldurmuş arkasını.  Geliyor, ihtiyacı olan alıyor. Fazla olanı biz veriyoruz. Dün annesi ölen üç aylık bir bebek için mama aradılar burada.  Baba bir kutu mamaya sarıla sarıla ağladı. ‘Yavrumun karnı doymuyor, ağlıyor’ diyor. Ağlıyor.

Gönüllülerin, sivil toplumun çalışmasına herkes vurgu yapıyor, deprem alanında kurulan vatandaş dayanışmasıyla ayakta kalındığının farkında bütün insanlar. Kadınların anne olmaktan kaynaklanan işleri, korku ve kaygıları ise hiç bitmiyor. “Burada halk birbirine destek oluyor. Getiriyor, ‘Köyden getirdik abla’ diyor, ‘Al eşyaları’ diyor.  Orada kıyafet seçiyorsun çoluğa çocuğa. Ben çoluğuma çocuğuma eli kirlenmesin diye şey yaparken… Şimdi yerden ne bulursa alıp yiyor”  diye üzüntüyle anlatıyor genç bir kadın.

Kızının 24 saat çocuklarla uğraştığını, işlerin dayanılmaz bir noktaya geldiğini belirten yaşlı kadın ise şöyle devam ediyor: “Her yer yağmur çamur… Her taraf yağmur çamur… Kızım 24 saat onlarla uğraşıyor, giydiriyor çocukları ama yine ayaklarını, üstlerini başlarını ıslatıyorlar. Yedek yok. Gelene gidene çocuk çamaşırı getirin diye yalvarıyoruz…

İki çocuk var, ne yedireceğiz?

Pek çok insana mezar olan, beşinci katın zemin kat haline geldiği bir yapı… Buradan iki çocuğunu camdan atarak kurtaran, kendisi de kurtulan bir kadın, deprem öncesi rant uğruna, insan hayatı düşünülmeksizin yapılan evine 2 bin lira kira ödediğini, maaşının da 6 bin lira olduğunu anlattıktan sonra Ankara’ya gideceklerini söylüyor:

Buradan çıkacağız.  İki tane çocuk var. Ankara’ya gidecek olsak kiraların her biri 8- 10 bin liradan başlıyor. İki çocuk. Onları yedirelim mi? Doyuralım mı? Kiraya mı çalışalım? Gördüğün gibi işte, bina üstümüze kaldı. Molozlar üstümüze kaldı. Neyin parasını kime ödeyeceğiz biz?”

İyi bari, bir aile kurtulmuş, çocuklar da sağmış diye sevinirken anlatmayı sürdürüyor genç kadın:

Giriş katına kadar düştük biz. Orada boşluktan ben atlayarak, sıçrayarak kurtuldum. Ama benim kadar şanslı olmayan yengem hâlâ göçükte, yeğenim de orada. Alt komşularım hâlâ orada. Komşumuz bile demiyoruz yani, 30 yılımız geçmiş burada hep beraber. Ama geliyorlar; o ekip diyor bir şey yapamayız, bu ekip diyor böyle yapalım, şöyle yapalım. ‘Biz geçelim’ diyoruz. Biz geçiyoruz. Yeğenimizi ellerimizle kazarak kurtardık.”

Bir yandan kaybettiklerinin acısı, diğer yandan sağ kurtulan çocuklar, sürekli onların ileride nasıl yaşayacağını düşünmek ve her şeye tek başına çare üretmek zorunda kalmak, yetişememek… Dayanmak mümkün değil.

Toplu bir mezar kazıldı, oraya konuldu. Yani bulamıyorlar ki. Kimsenin ailesini bulamıyorlar. Kimin nerede olduğunu bulamıyorlar. Onlar toplanıyor. Mezarlığın ön taraflarını yaşamını yitiren insanlarla doldurdular…

Kimsenin ailesini bulamıyorlar

Yakınlarının sağ çıkmasını bekledikleri, onların son durumlarını başka kentlerde yaşayan akrabalarına bildirmek istedikleri, köylerdeki akrabalarına ulaşmak istedikleri, belki de her türlü teselliye muhtaç oldukları için telefon onların en önemli ihtiyaçları. Enkazdan kırık dökük çıkardıkları veya bir başkasının verdiği telefonlarını şarj edecek alet yok. Bir tane powerbank getirilmiş, hiç kimseye yetmiyor. Televizyonların da sık sık vurguladığı gibi GSM firmalarının artık buraya gelip, halktan avuçla topladıkları paraları depremzedelerin iletişim hizmetlerine sunmaları gerekiyor.

Pek çok insan kayıp, yaşamını yitirenlerin akrabaları yoksa kaydını tutmak çok zor. Ölenlerin kim olduğu, nerede oturduğu, nasıl ve nereye gömüleceği buradaki acı ve ağır gerçeklerden:

Benim eşim annesi, babası, kardeşini kaybetti. Üçünü bir çıkarttı. Ne imam var ne taşıyabilme aracı var. Kefensiz gömüldüler. Diğer insanlar bizim kadar şanslı olmayabilir yani; biz en azından nerede kim var, kimin komşusudur nesidir, kimin akrabasıdır bilip bir şeyler söyleyebiliyoruz ama bazılarında bu yok. Toplu bir mezar kazıldı, oraya konuldu. Yani bulamıyorlar ki. Kimsenin ailesini bulamıyorlar. Kimin nerede olduğunu bulamıyorlar. Onlar toplanıyor. Mezarlığın ön taraflarını yaşamını yitiren insanlarla doldurdular…

Haber yapacaksınız abla!

Herkesin hikâyesi ve sorunları, o sorunların boyutları o kadar farklı ki. Hiçbir şeye yeteri kadar zaman ve düşünce ayıramıyorsunuz. Başka yerlere gitmek isteyenler de bir türlü işin içinden çıkamıyor:

Para olmadan şuradan şuraya gidemiyorsun. Götürmezler, nereye gideceksin… Hadi yola çıktın, cebinde paran olmazsa su bile alamazsın. Yürüyerek mi gidelim? Araçları temin etmişler. Otogara gidenler, şehri tahliye edenler için… Kiracılara 2 bin lira, ev sahiplerine 5 bin lira yardım demişler. Otogara nasıl gideceksin bir, araç yok iki. Nasıl gideceksin yani… Şu vaziyetimizi görüyorsun, nasıl gideceksin… Eşyanın boynu kopsun. Yani ayağımıza giyecek ayakkabı yok. Ayaklarım şişti soğuktan, davul oldu.”

İnsanlar bir kadının sık sık vurguladığı gibi dayanamıyorlar artık… İnsan hayatına değer verilen bir ülkede yiyecek, giyim, kalacak yer, su, iletişim gibi acil ihtiyaçlar, ölenlerin defni gibi birkaç günde halledilebilecek sorunlar hükümet tarafından değil, insanların kendileri tarafından yapılıyor. O kadar kaybın, yer altından çıkmanın, yaralanmaların yarattığı üzüntülerini bile yaşayamıyorlar… Dayanamıyorlar artık.

Buraya yardım için gelenlerin durumları da kötü, bizler de dayanamıyoruz artık. Bir sürü yer geziyoruz, dayanamıyoruz. Daha önce enkaz kaldırma çalışmalarına dâhil oluyorduk, dün itibarıyla buna dâhil olmadık, yardım çalışmalarının içinde yer almaya, bir yandan da insanların yaşadıklarını haberleştirmeye çalışıyoruz. “Ne yapabiliriz sizler için?” diye soruyorum kadınlara, verdikleri cevap kendimi toplamama sebep oluyor biraz:

 “Haber yapacaksınız abla, devletin bize para yardımı olmasın. Depremzedelerin hepsine ev yapılsın. Bu insanların şu an kafasını sokabilecek yerlere ihtiyacı var. Çoluğunu çocuğunu güvende tutabilecek yerlere ihtiyacı var.  Allah razı herkesten, gelin bizde kalın, gelin bizde kalın. Ama herkesin kendisine özel bir yuvası olmalı. Bir yeri olmalı. Konteyner mi verecek, ev mi yapacak, yer mi gösterecek… Şu an hepimizin buna ihtiyacı var. Ondan sonra da bir sene mi, iki sene mi bakacak devlet bu insanlara, kendilerine bir iş bulup toparlayana kadar...”

Paylaş:

Benzer İçerikler

Üç yıldır yayın hayatını sürdüren kadınların ücretli, ücretsiz emek deneyim, talep ve direnişlerini dile getirmek için hak haberciliği yapan sitemiz Kadınİşçi, Metin Göktepe Jüri Özel Ödülü’ne layık görüldü. Yolumuzu aydınlatan ve halkın, sınıfın gerçeklerini aktarırken yaşamını yitiren Metin Göktepe’yi saygıyla anıyoruz.
Yoksulluğa, erkek şiddetine, savaşa, emek sömürüsüne karşı sokakları terk etmeyeceklerini vurgulayan kadınlar, “Haklarımız, hayatlarımız için mücadelemizi büyüteceğiz” dedi.
6 Şubat depreminin birinci yılındayız. Bu büyük felakette 11 ilde binlerce insan yaşamından olurken, devlet geride kalanların hayatını kolaylaştıracak hiçbir şey yapmadı. İnsanlar çoğu zaman dayanışma ile ayakta kaldı. Depremin her türlü yükünü çekmek zorunda kalan kadınların sorunlarına kulak verenler ise yine kadınlardı. Bölgede çalışma yürüten Kadın Savunma Ağı,  Afet İçin Feminist Dayanışma, Mor Dayanışma, Kadın İşçi’den arkadaşlarımızla kadınların dertlerini, deneyimlerini konuştuk.
Düşük ücretler, ağır çalışma koşulları, yoksullaşma 2023’de kadın işçi yaşamına damgasını vurdu. Grev ve direnişlerde kadın işçiler en öndeydi. Kadınların kadın işçilerin mücadelesi 2024’te de devam edecek. Herkese mutlu ve dayanışma dolu bir yıl diliyoruz.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!