Necla Akgökçe
“En önemli soru şuydu; Suriyeli göçmenler gelmeden önce bu işi şimdikinden nispeten daha yüksek ücretle yapan yerel kadınlar neredeler? Çünkü, Suriyeli kadınlar bu parça başı işleri çok az bir ücret karşılığı yapıyorlar. Bir nöbet değişimi söz konusu burada. Nöbetleşe parça başı iş.”
Dikkatinizi çekti mi bilmem geçtiğimiz günlerde Songül Sallan Gül, Saniye Dedeoğlu, Özlem Kahya Nizam tarafından Türkiye’de Mültecilik, Zorunlu Göç ve Toplumsal Uyum- Geri Dönüş mü Birlikte Yaşam mı isimli bir derleme kitap yayımlandı. Derlemede toplumsal cinsiyete önemli bir yer ayrılmış. Bu bölümdeki makalelerden genç araştırmacı Hilal Sevlü’nün Göçün Kadınlaşması ve Ev Eksenli Üretim: Gaziantep’te Suriyeli Kadın Emeği makalesi çok ilgimizi çekti. Hilali aradık, bulduk ve kadın yaşam deneyimlerini de içeren aşağıdaki bilgilendirici söyleşiyi yaptık. Konu ağır ama söyleşi keyifliydi, iyi okumalar dileyelim.
Gaziantep’te ev eksenli üretim yapan Suriyeli kadın işçilere yönelik araştırma yapmaya sizi iten nedenler neydi?
Türkiye’de Suriyeli göçmenlerin sayısı bugün 4 milyonu buluyor. Göçmenlerin yarısından fazlasını kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Gaziantep’te ise resmi rakamlara göre 450 bin Suriyelinin yaşadığı bilgisi paylaşılıyor. Ki bunlar resmi rakamlar, resmi olmayan rakamlar hakkında bilgimiz yok. Gaziantep Suriyeli nüfusun önemli kısmına ev sahipliği yapan bir sınır kenti. Suriyeli nüfusun en yoğun olduğu İstanbul’un hemen ardından geliyor. Hatırı sayılır bir göçmen kadın nüfusu burada da mevcut. Zaten küreselleşen dünyada kadınların önemli ölçüde göç süreçlerine dâhil olduklarını bu anlamda da göçe, göçün kadınlaşması, gerçeğinin damga vurduğunu biliyoruz. Ana akım göç literatüründe çoğu kez göçmen emek gücü üzerine yapılan çalışmalarda erkekleri ve erkek emeğini ön planda görmekteyiz. Toplumsal cinsiyet ve sınıf meselesi öyle üzerinde çok düşülen bir konu değil, bugün daha çok kültürel çalışmalar alanındaki yoğunlaşma, bu emek ve sömürü meselesini de daha az tartışılır hale getirdi. Çalışılıyorsa da Gaziantep’te “fabrikalara ilaç” gibi geldiği söylenen kimseler yani erkekler özelinde araştırmalar yapılıyor. Alt sınıftan kadınların neler yaptığını çoğu kez göz ardı ediyor ve bakılmıyor. Evet, zorunlu göç sürecinde emek sömürüsünün baş aktörleri bu göçmen erkekler, çok az bir ücret karşılığı çalışıyorlar tespit doğru peki ya bu gelirin haneye yetmediği durumlarda (ki çoğu kalabalık haneler) geçimi sağlamada başka aktörlerin rolü olup olmadığını da sorgulamamız gerekiyor mu? Suriyeli kadın işçileri çalışmam işte bu görünmezlik konusu nedeniyledir diyebilirim. Onları görünür hale nasıl getirebiliriz? Günlük geçimin sağlanmasında ciddi emekler veriyor bu kadınlar, hane açısından da asli bir rol oynuyorlar. Atölye ve fabrikaların aslında görünmeyen ve de hiçbir haktan faydalanamayan pek kıymetli işçileri bu kadınlar. Ayrıca sadece kent sanayisi düşünüldüğünde değil, hanenin günlük temel geçim kaynakları da yine bu kadınların emekleriyle sağlanıyor. Hem ev içi ücretsiz emek yoluyla hem de parça başı işler yoluyla. En önemli soru şuydu, Suriyeli göçmenler gelmeden önce bu işi şimdikinden daha fazla ücretle yapan yerel kadınlar neredeler ve ne yapıyorlar? Çünkü, Suriyeli kadınlar bu parça başı işleri çok az bir ücret karşılığı yapıyorlar. Bir nöbet değişimi söz konusu burada. Nöbetleşe parça başı iş.
Beni bu çalışmaya iten önemli bir konu ise çocukluk yıllarım, çalışmama bir nevi oto-etnografi diyebiliriz. Tabii bir de emek sömürüsünü gün yüzüne çıkarmaya çalışan feminist konumlanışım.
KAPI ÖNÜNDE BONCUK İŞİ
Çocukluğunuzda sizin de evde parça başı üretim deneyiminiz olmuş, onu biraz anlatabilir misiniz? O zaman ne tür işler yapılıyordu şimdi ne tür işler yapılıyor?
Ailemle Gaziantep’in Kalealtı olarak bilinen semtte, bir çıkmaz sokakta yaşadık uzun yıllar. Burası tekstil atölyelerine ve bu işlerin dağıldığı merkezlere yakın bir muhitti. Bu mevkiler iç göçle gelen hemşerilerin yerleştiği yerlerdi. Yaşadığımız sokakta bizim gibi birçok Malatyalı aile vardı. Bunların bir kısmı da akrabamızdı. Bu çıkmazda herkes birbirini tanır ve kadınlar aralık bıraktıkları evlerinin dış kapılarının önlerine minder atar, dar ve yokuşlu sokakta aşağıdan yukarıya sıralanarak, kazak üzerine boncuk işler ve muhabbet ederlerdi. Öğle arası bir de Gaziantep’e özgü yağlı köfte yoğrulur, öğün geçirilir ve yine işlerine devam ederlerdi. İşi mahallede bir kadın örgütler, Gaziantep’te o zamanlar elmacı pazarı ya da avrat pazarı denen yere giderek buralardaki atölyelerden işi alır, evine getirir kimilerine tek tek kapı çalarak dağıtır, kimilerininse evine gelerek bu parçaları almasını beklerdi. 2006 yılını hatırlıyorum bitirilen her kazak başına 75 kuruş alırdık. İş tamamlandığında dağıtımı yapan aracı kadına teslim ederdik. O da aracılık yaptığı için belli bir komisyon alırdı. El emeği isteyen meşakkatli bir işti bu ve günde ancak 15 ila 20 kazak tamamlayabilirdik. Tabii günde diyorum ama bu öyle her gün olan bir iş değildi. Kadınlar bu işten elde ettiği geliri başta gıda olmak üzere diğer temel geçim ürünlerine ayırırdı. Her dönem bu işlerin niteliği de değişirdi. O dönemde fıstık kırma, kazak üzerine boncuk işleme işleri vardı. Ancak şunu biliyorum bizden önce bu mahallelerde kasnak işi denilen “Antep İşi” çeyiz ürünlerini yapardı kadınlar. Mahallemizde kadınların büyük bir kısmı hep bu işi yapmışlar. Bakın bu işlerden hatırı sayılır bir para da kazandıklarını da söylerlerdi. Doğrudan bunu kullanacak olanların yani arz edenin siparişine göre çalışırlardı. Benim de denemişliğim yok değil. 1995 ile 2000 yılları arası. Ben de oturur seyre dalardım. Ancak zor ve ince görüş isteyen bir işti. Kadınların çoğunun bir süre sonra gözleri bozulur ve gözlük kullanmaya başlarlardı. O dönemde bu işlere talep de vardı. Aslına bakarsanız geleceğinin parlak olduğu düşünülen bir işti. Hatta bunun için mahalle aralarına ücretli kurslar bile açılmıştı. Ama 2000’lere geldiğimizde bu işler neredeyse tükenmişti.
Neden tükendi bu işler
İleri teknoloji ile çalışan makineler bu işin içine girmişti ve başka talepler de uyandırmaya başlamıştı. Seri üretim bu zanaat işini de yutmuştu. Artık kadınlar Antep işi yapmıyordu, parça başı iş yapıyordu. Bu esnek ve enformel sektör en çok tekstil imalatı patronlarının işine gelmişti. Büyükannemler uzun süre fıstık kırmışlar, içini sahibine verirken kalan kısmını da sobaya ayırıp yakacak olarak kullanmışlar. Eskiden Gaziantep’te bazı mahallelerde bakkallarda “fıstık kart geçerlidir” yazısı görülürdü. Bunun temel işleyişi şu şekildeydi. Dağıtıcılar kadınlara nakit para vermek yerine iş karşılığı olan ücreti bir kartın üzerine yazıp onlara verirlerdi, kadınlarda paraya hiç temas etmeden anlaşmalı bakkala giderek alışveriş yaparlardı. Buradaki en büyük sorun şuydu, kadınların daha ucuz bir alışveriş alternatifleri bulunmuyordu, pazarlık mümkün değildi ve bu kart ancak belirli bakkallarda işlev görürdü. Yani buralardan alışveriş yapmak zorundaydılar. Artık kart gündemden kalktı, kadınlar parayı görebildi. Ancak bugün de kazanılan paralar günü kurtarmaya dahi yetmiyor. 2006 senesinde ekmek 25 kuruş iken bugün 1,5 liraya satılıyor. Yıllar içindeki enflasyon oranları düşünüldüğünde 15 sene öncesiyle neredeyse aynı para kazanılırken, alım gücü inanılmaz bir şekilde düşüşe uğradı. Bugün bir de çocukluk mahallemde emeği sömürülmek üzere parça başı işin evine gelmesi bekleyen Suriyeli kadınlar var. Kasım sonuna kadar en çok kazak “sırıçlama” işi yaptılar. Bu parça işlerin dönemleri bulunmakta, “sırıçlama” işinin Şubat ayına kadar sezonu bitti. Yeni dönem ayakkabı ve terlik işleri olacak. Bu yeni dönem “saya işi” denilen ayakkabı ve terlik parçalarını/metal parçalarını birleştirme işleriyle devam edecek.
ATAERKİNİN KATLADIĞI SÖMÜRÜ
Suriyeli kadınların evde parça başı üretime yönelmesinin ardında neler yatıyor, patriyarkaya dair nedenler mi, kapitalist üretime dair nedenler mi ya da ikisi de mi belirleyici bu konuda?
Söze şöyle başlayayım. Kadınlar için bu işlere yönelmek aslında çok arzu edilen bir durum değil, bir mecburiyet ve zorunluluk. Evi geçindirmekle mükellef olanın erkekler olduğunu zaten her fırsatta dile getiriyorlar. Gelir kaynaklarının yetersiz olduğu durumlarda kadınlar hanenin günlük mutfak masraflarını karşılamak için bu işe girişiyorlar. En önemlisi de ataerkil kısıtlamalar nedeniyle ev dışı hareketlilikleri sınırlı olan bu kadınlar mecburiyet durumundan kaynaklı bu doksayı (yaygın kanaat) aşmaya çalıştıklarında da bu kez namus ve şeref gibi baskıyı meşru kılan değerler zincirine takılıyorlar. Patriyarka burada çok önemli. Peki ya kapitalizm? Heidi Hartmann “Marksizm’le Feminizm’in Mutsuz Evliliği” adlı makalesinde bu iş birliğini masaya yatırıyor. Kapitalizmin ve patriyarkanın kesişerek iç içe geçtiğine işaret ediyor. Kesinlikle, kapitalizmin patriyarkayla girdiği ortaklık kadın bedeni üzerindeki kontrolü artırarak emek sömürüsünün de meşru ve işlevsel kılınmasına yarıyor. Enformel ve esnek olan bu iş biçimi, kadın hünerini ustaca kullanması ve ucuz fiyatla bu işi yaptırması nedeniyle büyük bir emek sömürüsü anlamına geliyor. Kapitalizm ve patriyarkanın iş birliği bir taşla iki kuş vuruyor. Kadın bedeninin ve emeğinin kontrolünü sağlarken açığa çıkan bu durumdan da kar ederek artı değer sağlıyor. Alt sınıftan Suriyeli göçmen kadın, erkeğin haneyi geçindirmek için minimum geliri sağlayamaması durumunda günlük mutfak masraflarını karşılamak için parça başı işe yöneliyor. Öte yandan ev dışı ücretli bir işte çalışmayı istese de ataerkinin kadına biçtiği sarsılmaz kural ve kaideleri olan “aile şerefi” ve “milli şeref” gibi ilkeler nedeniyle erkten izin alamayışı bu türden bir emek sömürüsüne katlanmasına neden oluyor.
Ücretler ve çalışma koşulları hakkında bilgi verir misiniz, Türkiyelilerin kapı önünde Suriyeli kadınların ise ev içinde çalıştıklarını yazmışsınız neden?
Parça başı işin niteliğine göre en az 15 kuruş en fazla 1 TL’ye çalışıyor kadınlar ve günlük en az 12 saat, gün aşırı bu işi yapıyorlar. Yani günün yarısını alıyor bu iş. Günlük yapabildikleri limit ise 15 ya da 20 parçayı aşmıyor. Zira ev işleri ve çocuk bakımı da bir yandan kadınları bekliyor. Günlük kazandıkları ücret maksimum 20 TL’yi geçmiyor. Tabi ellerindeki tüm işi bitirebilirlerse. Ayrıca bu iş bir yandan da evi kirletiyor (özellikle kazak sırıçlama, fıstık/ceviz kırma ve tekstil ürünleri üzerindeki atıl ipleri temizleme), ardından da bu işin temizliğine sıra geliyor. Çocukları ve akrabaları da yardımcı oluyor kendilerine. Akraba desteği ise daha çok sosyal dayanışma anlamında gerçekleşiyor. En basit haliyle aktaracak olursam birlikte bu işi yaparken muhabbet edip işle geçen sıkıntılı süreyi daha rahat atlatıyorlar. Evet, Suriyeli göçmen kadınlar kapı önünde bu işi yapmıyor. İki grup arasında açığa çıkan sosyo-kültürel bir farklılık meselesi bu. Suriyeli kadınlar sokağın erkeğe ait olduğunu dile getiriyorlar. Bunun örf ve adetlerine uymadığını ifade ediyorlar. Daha önce Halep’te de bu işi yaptıklarını söyleyen kadınlar hep ev sınırları içerisinde çalışmışlar. Hatta Gaziantep’te kadınların yaygın bir alışkanlığı olan kapı önünde oturmayı da eleştirip ayıplıyorlar. Bu ilk ve en güçlü sebep. Daha cılız bir sebep olan ikincisi ise sosyal dışlanmayla yoğun bir biçimde karşılaşan Suriyeli kadınlar görünmezliği tercih ediyorlar. Bu işi yaptıklarını gören yerli kadınların olumsuz söylemleriyle de karşılaşmak istemiyorlar.
AİLENİN NAMUSUNU KOLLAMAK
Sizce yoksulluk ve patriyarka bu çalışma türünde birbirlerini güçlendiren nedenler olarak mı işlev görüyorlar, bunu biraz açıklayabilir misiniz?
Kadınların öncelikli ve temel gereksinimlerini karşılayabilecek minimum yaşam koşullarına erişemeyişi yoksulluğun çarpıcı bir göstereni. Suriyeli kadınların oldukça geniş bir kısmı derinleşen bir yoksulluk içinde gündelik hayatlarını sürdürüyor. Yoksulluğun kadınlaşması yalnızca sınıfsal sömürü ile ve pek tabii kapitalizmle açıklanamaz. Toplumsal cinsiyete bağlı eşitsizlikler burada belirleyici. Suriyeli kadınların ev dışı hareketlilikleri milletinin ve ailenin şeref ve namusuna helal getirebileceği düşüncesiyle hanenin erkek üyeleri tarafından kısıtlanıyor. Eve para getirmesi gereken erkek bu işi tam anlamıyla yerine getiremediğinde, kadın tam da bu yüzden mecburiyet gereği çalışmayı istediğinde karşılarında ataerki engeli beliriyor. Esasen patriyarka alt gelir grubundan kadınların üzerinde yoğunluğunu ve şiddetini artırıyor. Kadınların Weberyan anlamda statüsü aşağı doğu gerilediğinde patriyarka oralarda daha çok kol geziyor. Bu açıdan yoksulluğun kadınlaştığı bir dünyaya da patriyarka hükmediyor. Az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yoksulluk ve patriyarka kadın emeğinin sömürüsünü de kolay hale getiriyor. Parça başı üretim alanında da bu durum böyle ne yazık ki. Yoksulluk artı patriyarka eşittir; esnek ve enformel çalışma koşulları oluyor.
Makalenizde temel izlek olarak Kandiyoti’nin ataerkil pazarlığını kullanmışsınız, nedir ataerkil pazarlık, ev eksenli çalışan Suriyeli kadınlar örneğinde bu pazarlık nasıl işliyor? Kadınları güçlendiren ve zayıflatan etkenler neler?
En basit anlamda ataerkil pazarlık kadınların patriyarkanın dilini kullanarak ve içinden konuşarak onunla girdiği zayıf bir mücadele pratiği. Patriyarka, erkeğe ve kadına uygun iş rolleri biçiyor. Klasik ataerkinin ağırlık kazandığı toplumlarda bu görevlerin içselleştirilmesi daha çok ağırlık kazanıyor. Kadın ve erkeğin imzaladığı yazısız bir sözleşme bu. Bu sözleşmenin maddelerinin ve gereklerinin yerine getirilemediği durumlarda sözleşmenin önceki halinin de yenilenmesi gerekiyor. Deniz Kandiyoti, bir seminerinde artık kadınların iş gücü yaşamında daha çok yer aldığını ve bu kontratın yırtılıp atıldığını belirtiyordu, çok da haklıydı. Ancak alt gelir grubu Suriyeli ailede bu kontrat gözden geçiriliyor. İş dağılımında erkek evin geçimini sağlamakla mükellefken, kadın ev işleri ve çocuk bakımından sorumlu oluyor. Erkeğin çalışmadığı ya da haneye az para getirdiği durumlarda anlaşma kadınlar tarafından sorgulanmaya başlanıyor. Kadın bir de ek gelir doğrultusunda parça başı üretim emeğiyle haneye destek sağlıyorsa görevlerin tanımı bozguna uğratılmış oluyor. Ekonomik güvencesizlik karşısında kadın ataerkil pazarlıktaki hisselerini tartışmaya açıyor. Nedir bu hisseler? İtaatkârlık, emek karşılığı koruma talebi ve güvenlik elde etme. Her ne kadar doğrudan patriyarkanın dilini kullandığı ve var olan düzeni içselleştirdiği için zayıf bir direniş olsa da ataerkil pazarlık, Suriyeli kadına bütçe denetimi üzerinde artan bir etki bahşedip hane içindeki ve dışındaki hareket alanını esnek hale getirebiliyor. Hiç değilse bu pasif ve boyun eğmeyen özne konumu belirli manevra alanları sunabiliyor Suriyeli kadınlara, hepsine olmasa da.
İŞ AĞIR ÜCRET DÜŞÜK
Eve alınan işlerin niteliğine göre ücretler değişiyor mu, mesela metal parlatmak işi ile ayakkabı işlemesi ve kazak işleme işlerinin hepsi aynı parça başı ücretten mi yapılıyor?
Tabii işin niteliğine göre biri diğerinden daha kolaysa ücret te düşüyor. Daha açık ve anlaşılır olması açısından aynı kategorideki (kilo usulü çalışma) iki işi ele alalım. Fıstık kırma ve badem kırma işini. Badem kırma işinin 50 kilosu 7.50 TL, fıstık kırma işinin ise 50 kilosu 20 TL üzerinden tarifelendiriliyor. İkisinin arasındaki fark bademin fıstıktan görece büyük olması ve daha kolay kırılabilir olup, kısa sürede bitmesi. Gaziantep fıstığı ise daha küçük ve uzun bir çalışma süresi gerektiriyor. Ayrıca fıstık bademden daha kıymetli ve iç kaybı yaşanmaması için (çocukların yemesi durumunda) kadınların ayrıca özen ve itina ile çalışmasını gerektiriyor. Bunların içi getiren aracıya teslim edilirken, kabukları da yakacak olarak kadınlarda kalıyor. Ama günün sonunda işin niteliği hangi türden olursa olsun belli bir limit (örneğin, 20 TL) aşılamıyor. Yine kadınlar arasında saya işi olarak isimlendirilen ayakkabı metal, deri parçalarını birleştirme parça başı 15 kuruş üzerinden hesaplanırken, sabahtan akşama kadar bu işi uzun süre devam ettirseler de 20 TL’ye ancak erişiyorlar. Kazak sırıçlama ve diğer işler de buna dâhil. Özetle işlerdeki fiyatlandırma değişiklik gösterse de günün sonunda herhangi bir işi yaparak diğerinden daha fazla para kazanma şansına sahip olamıyorlar. Üretim ve maliyet sistemi öyle bir inşa olmuş ki yapılan işlerden tatmin edici bir ücrete ulaşmak kadınlar açısından mümkün görünmüyor. İş kolaysa adet başı ücret düşüyor sürümü yüksek oluyor, iş zorsa adet başı fiyatı yüksek olup sürümü az oluyor. Her iki işe de verilen süre emek olarak birbirine yakın ve toplamda kazanılan miktar neredeyse aynı.
İKİ YOKSUL KADIN
Türkiyeli ve Suriyeli kadınlar arasında rekabete değinmişsiniz hangi konularda nasıl oluyor?
Kadınlık aslında sabit bir kategori değil, yaşam seyri boyunca yeniden inşa edilen bir süreç. Bu süreci etkileyen yapısal dinamikler var. Bu saha özelinde yerlilik ve göçmenlik bu düzlemlerin ilki. Mekânda önceden varlık gösterme alanını koruyan bir kadınlık formunu karşımıza çıkıyor. Kendinde olanları koruma, elden çıkarmamaya çalışma. Bir tür öncelik sonralık ilişkisi. Özellikle sınır kentlerinde Suriyelilerin yoğun nüfusu da düşünüldüğünde yerli halktan Suriyeli göçmenlere yönelen “kentleri ele geçirdiler” söylemi yerli kadınlarda Suriyeli kadınlar “erkeklerimizi ele geçiriyorlar” söylemi ile devam ediyor. Suriyeli kadın yerli halktan kadınların gözünde erkekleri baştan çıkaran, yoksul olsa da “makyaj ve süsünden” vazgeçmeyen ve haz düşkünü kimseler olarak yaftalıdır. Rekabeti ilk başlatan da böylelikle yerli kadınlar oluyor. Yani kavgayı “o” başlattı. Suriyeli kadınlar ise yerli kadınların kendilerine bakmayı bilmediklerini, özen göstermediklerini söyleyerek bunun suçlusunun kendileri olmadıklarını her fırsatta dile getirmekteler. Manşetlere yansıyan “Suriyelilerle evlilik ticarete dönüştü” gibi haberleri hepimiz hatırlıyoruz. Kimi Suriyeli kadınların kentte tutunma, var kalma stratejilerinden biri de bu yerli erkekle evlenme meselesi. Bir mecburiyet durumu bu. Mehirleri düşük olduğu ve ötekinin kadınının cazibesi erkekler tarafından buna yönelik büyük bir arzuyu da doğurmadı değil. Tam da burada başlayan hikâye ekonomik alanda da yansıma alanı buldu elbette. Parça başı işin yerli kadının elinden alınması da tüm bunlara tuz biber ekti. Yoksul iki kadın böylelikle karşı karşıya bırakılmış oldu. Nefret söylemleri de gittikçe arttı.
İŞE ERİŞMEDE DENGE SAĞLAMAK
İki yoksul kadın grubu arasındaki bu gerilimi azaltmak için neler önerilebilir sizce? Sendika, kooperatif gibi kurumlar ortak çalışma zemini ve dayanışma ahlakı yaratabilir mi?
Bu konularda eskiden iyimserdim. Yani beş altı sene önce, şimdi ne yazık ki bir süredir iş işten geçti. Ancak çok mu geç? Tabi ki değil. En azından yarından erken. Suriyelilerin başta “geçici-kalıcı” oldukları vurgusu ne yazık ki toplumsal bütünleşme ve uyum süreçleri konuları üzerine çok kafa yorulmamasına neden oldu. Buradan gelen bir handikap var. Mesela sözü edilen sendika ve kooperatif gibi oluşumlar Gaziantep’te neredeyse “yok”. İki yoksul kadın grubu arasındaki gerilim gün be gün azaltmaktan öte gittikçe artan bir görünüm arz ediyor. Peki, ne yapılabilir? Sanayi, yerel yönetim ve sendikaların ortak bir girişimiyle bir düzenleme söz konusu olabilir. Mahallelere kurulan ve belediyelere bağlı olan çok büyük işlevlere sahip olmadığını gördüğümüz sosyal tesislerde bu iş için bir yer tahsis edilebilir. Böylelikle bir kooperatif kurulabilir. Bu kurum parça başı üretim yapan kadınlar için hem bir çalışma mekânı hem de bir dağıtım merkezi olarak işlev görebilir. Tam da burada düşük ücretlerin sebebiyet verdiği gerilim daha kontrollü bir ücretlendirme mekanizmasıyla azaltılabilir. Bu düzenleme yoluyla parça başı üretim yapan kadınlara sosyal haklar tanınarak ve tanıtımı yapılarak kent ekonomisine olan katkıları görünür kılınabilir. Bu merkezler yoluyla aracıların ucuz işgücü arayarak ücretler üzerinden kadınlar arasındaki gerilime son verilebilir. Aynı zamanda ürünler dağıtılırken kayırmacılık ortadan kalkacağı için kadınların bu parça başı işe erişimlerinde bir denge sağlanabilir. Madem kadınlar evden çıkamıyorlar ve madem bu işi yapmak mecburiyetindeler o halde ilk etapta çok hayalperest olmayıp bu kadınların iktisadi yaşama birer özne olarak katılımlarının adımları atılmaya başlanabilir. Pek tabii günümüz Türkiye koşullarında bu uygulamaların yapılabileceği, yapılırsa ne derece sağlıklı olabileceği üzerine yine de kesin konuşmak mümkün değil.
Çok teşekkürler Kadinİşciye söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?
Öncelikle ben teşekkür ediyorum sizlere. Yazmanın toplumsal bir organizasyonu olduğunu söylüyordu Howard S. Becker. Bu organizasyonda bazen yazdıklarımıza hikâyenin birçok yönünü bırakamıyoruz. Sizin sorularınızla açma fırsatım oldu. Kadına dair emek meselelerinin gündemden düşmemesi, bu konular üzerine ciddi anlamda farkındalıklar yaratılması gerektiğini düşünüyorum. Bu ve benzeri diğer iş kategorilerinde yer alan kadınların ve emeklerinin görünür kılınması ve diğer oluşumları/yerel yönetimleri harekete geçirici etkiyi yine bu meseleleri konuşarak, yazarak, çözümler üreterek sağlayabiliriz. Her an dolaşımda olması gereken oldukça önemli konular.
Hilal Sevlü KİMDİR:
1990 Gaziantep doğumluyum. Lise eğitimime kadar olan süreci Gaziantep’te geçirdim. 2017’de Gaziantep Üniversitesi Sosyoloji bölümüne sunduğum “Suriyeli Göçmen Kadınların Gündelik Hayat Deneyimleri ve Kentte Var Kalma Mücadeleleri” başlığını taşıyan tezimi tamamlayarak yüksek lisans derecesini aldım. Şimdilerde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyoloji bölümünde farklı kadınlık konumlarını (yerli ve Suriyeli) dikey, yatay ve çapraz olarak tartışmaya açtığım doktora tezimi yazmaktayım. Uluslararası göç, toplumsal cinsiyet, kent sosyolojisi, sosyal tabakalaşma, gündelik hayat sosyolojisi ve görsel sosyoloji/antropoloji ilgi alanlarım olup bu konular üzerine akademik ve sanatsal çalışmalar yapmaktayım. Kendimi daha çok sahada tanımlayan bir sosyoloğum. Ayrıca Gaziantep’te araştırmalar yapan bağımsız bir ekibin içinde yer alıyorum. Etnografik alan araştırmaları yapıyoruz yanı sıra bunların belgesel çıktıları da oluyor. Sözün kısası yaklaşık sekiz yıldır Gaziantep’te arşınlamadığım/ız mahalle kalmadı diyebilirim. Masa başından ziyade sokakta özellikle de kentin çeperlerinde olmayı çok seviyorum.