idam yahut istanbul sözleşmesi

istanbul sözleşmesi’ne itiraz eden iktidar, biraz da siyasi mahkûmlara yönelik bir tehdit olarak idamı gündemde tutuyor. erkek şiddetinin cezasızlığına mutlaka son verilmeli, bu da göze batan birkaç vakada idam uygulamak demek değil. daha geniş anlamıyla çare, kadınları güçlendirmek ve erkekleri zayıflatmak.
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

hukukçu değilim, bu da hukuk yazısı değil. suç ve cezanın toplumsal ve politik yönlerini ele almaya çalışacağım. 

kamuoyunu infiale sürükleyen her suç vakasında idamın geri getirilmesinin gündeme geldiğine şahit oluyoruz. bilindiği gibi idam cezası türkiye’de 2004 yılında kaldırıldı, geçmişte idam uygulanan suçlara ağırlaştırılmış müebbet uygulanmaya başlandı. müebbet, bir kişinin ömrünün sonuna kadar hapiste kalması anlamına geliyor. ama iyi hal ve benzeri koşullarda 24 yıl sonra mahkum şartlı salıverilebiliyor. ağırlaştırılmış müebbet veya birden fazla müebbet cezası alındığında ise şartlı salıverilme için 36 yıl hapiste kalmak gerekiyor.

ağırlaştırılmış müebbet cezası, yüksek güvenlikli cezaevlerinde, tek kişilik odalarda, genellikle günde bir saat havalandırma, iki haftada bir 15 dakika telefonla görüşme hakkıyla geçiriliyor. böyle bir tecridin insanın ruh ve beden sağlığına etkilerini anlatmaya gerek yok; cezaevi koşullarının hijyen, beslenme vb. anlamında epeyce kötü olduğunu, her an izlenmenin, kendini her an tehdit altında hissetmenin yıpratıcılığını da hatırlatayım.

adalet intikam değil; ama intikam olsaydı bile, insanı neredeyse diri diri gömmek anlamına gelen bu cezaların idamı gerektirmeyecek şekilde yeterli olduğunu söyleyebiliriz. ama cezanın amacının, suçluları toplumdan uzak tutmak da değil, ıslah ve caydırma olduğunu varsayıyoruz.

burada bir parantez açayım: müebbet dışındaki cezaların infaz koşulları da genellikle caydırıcı olacak kadar kötü, kulağa daha rahat bir ortam gibi görünen açık cezaevlerinde, çok çok düşük ücretler karşılığında[1] zorunlu çalışma olduğunu, mahkumlardan yemek, elektrik ve su parası alındığını da hatırlatayım. yani, asmayıp da besleme durumu yok!

ama her ceza uygulanıyor mu?

son yıllarda, başta çocuk istismarı olmak üzere açığa çıkan birçok suçta idam çağrıları yapılıyor. ama internette “çocuk istismarı” ve “tahliye” diye arama yaptığınızda karşınıza çeşitli dönemlerden haberler çıkıyor.[2] zanlılar anlaşılmaz bir biçimde tam ceza alacakları sırada salıveriliyor. birçok feminist hukukçu, uygulanması halinde cezaların yeterli olduğunu defalarca ifade etti. bu vakalarda cezalar caydırıcı değil; çünkü ortaya dökülen her vakada, çocuğu hırpalamayı göze alarak kopartılan patırtıya[3] rağmen erkekler genellikle cezasız kalıyor!

ama itibarla suç arasındaki ilişki, caydırıcılık açısından cezadan önemli.

birçok vakada, eşini öldürmüş kadınlar, daha önce ağır şiddet görmüş bile olsa, ailelerinin desteğinden mahrum kalıyor, hatta aileleri tarafından reddediliyor. birçoğu –babalarını öldürdükleri gerekçesiyle- çocuklarını görmekten mahrum kalıyor. yani sadece mahkemeler tarafından değil, aileleri ve toplum tarafından da cezalandırılıyorlar.

buna karşılık, özellikle “namus”a -yani patriyarkaya- dayanan bir bahane icat edebilen her katil, ailesi ve toplum nezdinde kahraman muamelesi görüyor. eğer normal bir hâkime çatma talihsizliğini yaşamadıysa, mahkemedeki süklüm püklüm hali ve attığı palavralar da erkekliğin onda dokuzu çerçevesinde değerlendiriliyor. erkek şiddeti benimseniyor, yüceltiliyor, kadınların kendini savunması ise kabul görmüyor; toplumun hukuktan üstün olan yasaları, kadınların her ne koşulda olursa olsun, susup itaat etmesini bekliyor.

ama şunu da unutmamak gerek:

cezalar birçok vakada caydırıcı olabilecek kadar ağır ama insanlar suç işlemeye devam ediyor. çünkü suç da, suç işlemiş insan da toplumdan çıkartılıp atılacak bir “habis ur” değil, bizzat toplumun ürünü. diğer yandan, birçok insan ceza alma riski olmasa dahi suç işlemiyor. hepimizin zaman zaman ölmesini istediği, öldüğünü hayal ettiği, öldüğüne sevindiği kişiler olmuştur. ama bir an durup düşündüğümüzde, elimizde imkân olsa bile onları öldürmeyeceğimizi fark ederiz. herhangi bir kolluk ya da cezalandırma mekanizması olmasaydı da öldürmezdik. çünkü başkasına zarar vermenin önündeki tek engel devletin vereceği cezalar değil. insanın vicdanı, ahlakı gibi içsel engellemelerin yanı sıra ve aslında onları da biçimlendiren, toplum olmaktan kaynaklanan sebepler de var.

cinayet gibi ağır sonuçları olan suçlara gerek yok. bir arkadaşınız evini size emanet edip tatile gittiğinde oradan bir şeyler alıp götürmezsiniz, miktarı belirsiz bir para size emanet edildiğinde fark edilme riski olmasa bile içinden bir kısmını almazsınız. sizi engelleyen şey ceza riski değil, arkadaşınızla ve toplumla kurduğunuz ilişkidir.

diğer yandan, mesleği hatta aile mesleği hırsızlık olan insanlar var; toplum onlara başka bir hayat yaşama şansını tanımamış. kendi toplumsal çevrelerinde bu türden bir kınamayla karşılaşmıyorlar; ama hırsızlık yaptığı varsayılan bir toplumsal gruptan olan bir insan, hayatı boyunca herhangi bir suç işlemediyse bile, örneğin işe girmekte güçlük yaşıyor.[4] buna karşılık, örneğin bankacılık dünyasında büyük hırsızlıklar yapmış olanlar, itibarından bir şey kaybetmiyor.

bir de insanların kendisini şiddetle gerçekleştirmeye çalıştığı vakalar var. bir insan neden yolda önüne çıkan yavru kediyi tekmeler? benim iki cevabım var; kendini güçlü hissetmek ve kediyle –ikisinin de canlı olmasına dayanan- herhangi bir bağ kurmamak. kendini şiddetle gerçekleştirmek, güçlü olduğunu şiddet yoluyla hissetmek erkekliğin önemli bir parçası. ve bu şiddet sadece hayvanlara yönelmiyor.

idam ya da cumhurbaşkanı başdanışmanı oktay saral’ın ifadesiyle “kısas”, adalet değil intikam hedefliyor; nitekim, saral konuyla ilgili twitinde, bakara suresindeki “kısasta hayat var” ifadesini hatırlatarak, “aksi halde ailelerin yüreği soğumaz” diyor! adaletin amacı bu mu!

küçük amerika olmak

abd bilindiği gibi bireysel silahlanmanın en yüksek olduğu ülke, burada her 100 sivile 120,05 silah düşüyor![5] bireysel –küçük kalibreli- silahların yaygınlaşması, silah endüstrisinin hedeflerinden biri. bireysel silahlanmayı savunanlar, bunun insanların kendilerini korumasını sağladığını iddia ederken, yine abd’de bireysel şiddet olaylarının ve kişiler tarafından gerçekleştirilen katliamların yüksekliği bu fikri çürütüyor.

türkiye’de bireysel silahlanmayla mücadele eden umut vakfı, bugün türkiye’de 36 milyona yakın silah olduğunu tahmin ediyor! vakfın yönetim kurulu üyesi dr. ayhan akçan, her iki yetişkin erkekten birinde silah bulunduğunu söylüyor![6]

silah kolay temin edilen, ucuz bir nesne değil. bu erkekler bu silahları kendi gerekli gördükleri idamları infaz etmek için ediniyor. ceketlerinin arkasını şişiren silahlara diziler, siyasi figürler vb. aracılığıyla özeniyorlar. bu erkekler, toplumun ürünü. idam ya da cumhurbaşkanı başdanışmanı oktay saral’ın ifadesiyle “kısas”, adalet değil intikam hedefliyor; nitekim, saral konuyla ilgili twitinde, bakara suresinde yer alan “kısasta hayat var” ifadesini hatırlatarak, “aksi halde ailelerin yüreği soğumaz” diyor! adaletin amacı bu mu!

istanbul sözleşmesi’ne itiraz eden iktidar, biraz da siyasi mahkûmlara yönelik bir tehdit olarak idamı gündemde tutuyor. oysa istanbul sözleşmesi sadece daha kararlı mahkemeler, daha adil cezalar, daha güçlü infaz mekanizmaları demek değil. erkek şiddetinin cezasızlığına mutlaka son verilmeli, bu da göze batan birkaç vakada idam uygulamak demek değil. daha geniş anlamıyla çare, kadınları güçlendirmek ve erkekleri zayıflatmak. erkeklerin güçten düşmesi kadınlar, çocuklar ve başka erkekler için de hayatı daha güvenli hale getirecek.

*bu yazıyı kaleme alırken angela davis’in hapishanenin ilgasına dair çeşitli makalelerindeki fikirlerden, catherine baker’ın kaleme aldığı against prisons başlıklı broşürden ve cezaevlerindeki arkadaşlarımın anlatımlarından yararlandım.


[1] https://t24.com.tr/haber/cezaevinde-calisan-mahkuma-verilen-yevmiye-7-lira,236058

[2] en yakın tarihli olan: https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ogrencilerine-istismarda-bulunan-ogretmen-tahliye-edildi-kayiplara-karisti-2104091

[3] çocuğu incitebilecek bütün ayrıntıların medyada yer alması gibi.

[4] cezaevine senedini ödeyemediği için girmiş bir iş kadını, hırsızlıktan ceza almış bir roman kadına, “bak başına neler geldi, dışarı çıkınca doğru düzgün bir işe girersin artık, değil mi” deyince, “sana gelsem beni işe alır mısın?” cevabıyla karşılaşıp susuyor!

[5] https://en.wikipedia.org/wiki/Gun_ownership

[6] https://www.gazeteduvar.com.tr/iki-erkekten-birinde-var-turkiyede-silahlanma-galeri-1631039?p=2

Fotoğraf: Ekmek ve Gül

Paylaş:

Benzer İçerikler

erkek şiddetinin tek sebebinin akp dönemindeki politikalar olduğunu söylemek, düşünmek bizi yanıltır. erkek şiddeti erkeklerden kaynaklanıyor, erkekliğin bugün geldiği noktada şekilleniyor, iktidar buna karşı önlem almıyor, cezasızlıktan vazgeçmiyor.
“o egemenlik ilişkilerini, yani örneğin kayınların gelin üzerindeki tahakkümünü, kocanın eşi üzerindeki tahakkümünü, çocukların çaresizliğini kıracak olan şey öncelikle kadınların ücretli ve güvenceli emekle geçinmesi, kamunun yani devletin ve toplumun denetimi, itirazı, müdahalesi… komşudan dayak sesi geldiğinde “aile içi mesele” denmemesi de buna dahil.”
“lubunyaların newroz alanlarında yer aldıkları gibi, parti çalışmalarında, parti binalarında ve tabii sendikal çalışmalarda yer almaları gerekiyor. çünkü dayanışma önemli ama tarih bize defalarca gösterdi ki, her özne kendinden ve değişimden sorumlu.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!