Sare Öztürk ozturksare48@gmail.com
İkizdereli kadınlar yaşamı savunuyor. Ataerkiye ve kapitalizme karşı yerelde kendiliğinden örgütlenen bu mücadelenin yaşam mücadelesi olduğunu biliyor, hep birlikte kadınlar olarak haykırıyoruz: Yaşamak istiyoruz.
İktidarın ve sermayedarların doğal alanları talan etmesi, “dev” projeler ile kârlarına kâr katmaları son yıllarda sıkça karşılaşılan sistematik bir politika haline geldi. Bir gecede çıkan Acele Kamulaştırma Kararı ile köylünün iradesi dışında toprakları elinden alınıyor, şirket bölgeyi çitliyor, alana iş makinaları giriyor. Senaryo neredeyse hep aynı sırada işliyor. Bakınız: HES, JES, altın madeni, termik santral, yol projeleri… Köylünün toprağına el koyma sistematik yerinden etme politikası olarak bu dev projeler doğal alanları yok ederek kırsal bölgede yaşayan insanların yaşam koşullarını güçleştirip, tarımı yok ederek köyleri yaşanmaz hale getiriyor. Bölge halkını göç etmeye zorluyor ya da halkı ölümle karşı karşıya bırakıyor.
Bugün de Rize’nin İkizdere ilçesi İşkencedere Vadisi’ne taş ocağı yapılmak isteniyor. 20 Mart 2021 tarihinde Acele Kamulaştırma Kararı ile köylünün toprağı elinden alındı. 21 Nisan’da ise bölgeye iş makinaları girdi. Bölge halkı da alanlarını korumak amacıyla “Taş ocağını durduralım!” diyerek nöbete başladı. Zorlu nöbet halkın darp edilmesine, gözaltına alınmasına rağmen devam ediyor.
Direnişin temsili kadınlar
Çevre direnişlerinde kadınların önemli bir çoğunluk oluşturdukları bilinmekte. Loç Vadisi’nde HES’lere karşı direnen sarı yazmalılar, Fırtına Vadisi’nde yol projesine, Bergama’da siyanürlü altın madenine, Yırca’da kömürlü termik santrale karşı direnen kadınlar direnişlerin önemli bir figürü haline geldi. İkizdere’de de kadınlar ön saflarda yer alıyor. İkizdere denildiğinde bir kadının elinde sopası ile tek başına jandarmaya karşı dimdik duruşu hafızalara kazındı. Kadınların direşin temsili olması bir tesadüf değil, bunun doğrudan patriyakal kapitalizmle ilişkili olduğunun altını çizmek gerekiyor. Kırsal bölgeler iş ya da eğitim kaynaklı göç vermekte ve dolayısıyla kırsal bölgeler giderek yaşlanmakta ve kadınlaşmaktadır. Bölgedeki tarım ve geçimlik üretimin önemli bir çoğunluğu ise kadınlar tarafından yapılır. Dolayısıyla, doğayı ve yaşam alanlarını yok eden bu projeler kadınların yaşamını erkeklerden farklı etkilemekte. Oldukça çarpıcı bir örnek olarak, İkizdere’de iş makinalarının 3-4 saatlik çalışması sonucu evlerin mutfaklarına gelen suyun rengi değişti[i]. Dolayısıyla kadınların hane içinde görünmeyen emekleri katlanarak artacak. Temiz suya erişimin sağlanması, bulaşıkların yıkanması, temizliğin yapılması ve yemek pişirilmesi için kadınlar temiz suya daha çok ihtiyaç duyacak ve bunu sağlamak için daha çok çaba sarf edecek olan yine kadınlar. Kadınların iş yükü artacak. Uzun vadede ise tüm doğanın ve yaşam alanlarının yok olacağını ön görmek güç değil. Zira iş makinalarının birkaç saatlik çalışması sonucu bu kadar ağırken, taş ocağının 75 yıl çalışması planlanmakta, tam 75 yıl!
Yırca’da yaşananlar ile İkizdere’de yaşananlar hemen hemen aynı. Yırca Köyü’nde ikinci termik santrale karşı zeytin ağaçlarını korumak için bir direniş verilmişti. Halihazırda bulunan kömürlü termik santralden çıkan kömür tozu köydeki geçimlik üretimin temelini oluşturan tütünün kalitesini düşürmüş, köylünün ekonomik anlamda zarara uğramasına neden olmuştu. Benzer şekilde İkizdere’de de taş ocağının çalışması bölgedeki tarımı doğrudan etkileyecek. Bölgenin önemli geçim kaynağı olan çay üretimi azalacak, taş ocağından çıkan toz çayın üzerini kaplayacak ve çayın kalitesi düşecek. Bu da hane halkını ve tarımda çalışan kadınları ekonomik olarak etkileyecek. Aynı zamanda inşaat için kullanılan su derelerden sağlanacağından, derelerin kuruyarak bahçeler sulanamaz hale geleceği şimdiden görünüyor. Zira, taş ocağı için inşaatın başlamasıyla bölgedeki dere bir günde kurudu.[ii]
İkizdereli kadınlar yaşamı savunuyor
Hindistan’da Chipko Hareketi olarak bilinen ormanların kesilmesine karşı kadınlar ağaçlara sarılmıştı. İkizdere’de de kadınlar doğayı korumak için ağaçlara sarıldı, ormanda nöbet tuttu. Taş ocağının yapılması halinde en iyi ihtimal olarak çizilen tabloya göre 32 bin ağacın kesilmesinden söz ediliyor. Karedeniz gibi ağaçların çok sık olduğu bölgede bu sayının daha da artacağını tahmin etmek zor değil. Direnişte yer alan Emine Tuncer[iii]: “Ben burada doğdum burada büyüdüm burada yaşıyorum. Bizim arazilerimiz orası. Mezarlıklarımız orda, çaylıklar orda, Çaykur tozlu çayı alacak mı?” sözleriyle tepkisini dile getiriyor. Başka bir direnişçi olan Funda Okyar ise şunları söylüyor: “Ben burada doğup büyüdüm. Bu ağaç benim çocukluğumda dalına salıncak kurup sallandığım. Annemin bu ağaca beni bağlayıp, tarlada çalıştığı ağaç. Bugün hala yaşayan ağaç. Bunu kesmek ne demek biliyor musunuz? Çocuğun canını almak demek!” İkizdere’de gece gündüz nöbet devam ediyor. Nöbetteki Nuran Tuncer dereler kurumasın, balıklar ölmesin diye sesleniyor: “Atadan kalan toprağımız, ormanımız. Vermeyeceğiz. Doğa aşkına çekilsinler, hayvanlar aşkına çekilsinler, böcekler aşkına çekilsinler!”
Direnişteki kadınların söylemleri şunu gösteriyor ki; kadınlar yaşama sahip çıkmak için mücadele veriyor. “Uçan kuşun, börtü böceğin hakkı burada yaşamak” derken doğaya, hayvana; “Çayım, toprağım, evim burada” derken de kendi yaşam alanlarına sahip çıkmaya çalışıyorlar. Taş ocağının yapılması durumunda dinamitlerin patlamasıyla çevredeki evler zarar görecek. Zamanla bölge yaşanmaz hâle gelecek ve başka sorunlara gebe olacak göç başlayacak. Tüm bunlarının önüne geçmek için İkizdere direnişe devam ediyor. İkizdereli kadınlar, seslerinin duyulması için direnişe desteğe çağırıyor. İkizdereli kadınlar yaşamı savunuyor. Ataerkiye ve kapitalizme karşı yerelde kendiliğinden örgütlenen bu mücadelenin yaşam mücadelesi olduğunu biliyoruz, hep birlikte kadınlar olarak haykırıyoruz: Yaşamak istiyoruz.
[i] Bakınız: https://twitter.com/YakupOkumusoglu/status/1386761677694197763
[ii] Kaynak: https://www.gazeteduvar.com.tr/iskencedere-vadisindeki-dere-bir-gunde-yok-oldu-haber-1521089
[iii] Kaynak: 30.04.2021 https://www.youtube.com/watch?v=CDnpLrNPho0
Ana Fotoğraf: Eren Dağıstanlı