On yıl önce 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da 301 maden işçisi büyük bir iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Soma’da işçiler mezarları başında anıldılar. Ana muhalefet partisi lideri katliam dolayısıyla yapılan yürüyüşe katıldı. Biliyorsunuz, Soma davası sorumlular hak ettikleri cezayı almadan son buldu. Aileler üzgün, “Çocuklarımızı kaybettik, adalet olmayan ülkede adalet aradık” diyorlar.
Davanın bu şekilde sonlanması, gelecekte işlenecek iş cinayetlerine karşı patronlara bir nevi açık çek verilmesi anlamına geliyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirlerine filan gerek yok, işgücü maliyetini artırmayın, üretim ne pahasına olursa olsun üretim, alın size teşvik bildiğiniz gibi devam edin, deniyor.
Cezalar bazı durumlarda caydırıcı olabilir ama işçi sağlığı iş güvenliği açısından asıl yapılması gerekenler, insanların sabah gittikleri işlerden akşamları sağ salim dönmesini sağlamaktır. Bu konuda sorumluluk devlete ve işverenlere aittir. İnsanlar kask takmadıkları, kaygan zeminde nasıl yürüyeceklerini bilmedikleri için değil, ülkedeki ve dünyadaki patronlar işçileri ucuzun da ucuzu çalıştırmak istediği, devletler de patronların kârlarının bekçileri oldukları ve onlara karşı geliştirilen hiçbir örgütlü yapı ve karşı çıkış olmadığı için ölüyorlar.
Maalesef sendikalı sendikasız her türlü işyerinde ölümlü kazalarla karşı karşıya kalıyor işçiler. Ve büyük işçi konfederasyonlarında bile yalnızca işçi sağlığı ile uğraşan departmanlar yok. İşçi sağlığı iş güvenliği meseleleri belli günlerde yapılan sempozyumlarla ya da beş on yılda bir hazırlanan raporlarla geçiştiriliyor. Oysa her sektörde, her fabrikada her başlayan gün kaza ve risklere gebe.
Her şey gösteri konusu
Devletten, hükümetlerden hayır yok, bunu herkes biliyor. 4-10 Mayıs tarihleri arası devletin İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası’ydı. 38.’si düzenlenen bu hafta için Çalışma Bakanlığı başta olmak üzere ilgili bakanlıklar ve kurumlar açıklamalar yaparak bu konuda ne kadar da ileride olduğumuzu belirttiler. Vedat Işıkhan “100 bin işçide ölümlü iş kazası oranı yüzde 50 azaldı.” derken, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın bir temsilcisi de bilgisayar başında simülasyon yoluyla işçilerin canları pahasına üç kuruş ekmek için her gün indikleri madenlerde iş sağlığı ve iş güvenliği teftişi yapıyordu. Yerin altında olmadığı için kameralara gülücüklü pozlar veriyorlardı. Her şey gösteri, her şey simülasyon…
Memlekette bu tür resmi günler; yönetici zevatın söz söyleme, kendilerini gösterme vesilesi de olduğundan ilgili hiçbir “il müdürlüğü” olayı atlamamıştı. Bunun 23 Nisan ya da Kurban Bayramı gibi kutlanılacak bir gün olduğunu sanan Kocaeli İl Sağlık Müdürlüğü mesela Türkiye’deki işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları arasında en önemlilerinin diyabet ve obezite olduğuna karar vererek programlarını ona göre yapacaklarını bildiriyorlardı. İskeleleri sağlamlaştırıp, koruyucu ekipman verecekleri yerde inşaat işçilerini diyete alacaklar herhalde… İnsan söyleyecek laf bulamıyor.
Simülasyon gözlükleri olmuş bitmiş olanları, gerçekleri keşke tersine çevirebilseydi. Türkiye işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından en riskli ülkelerden biri. İş cinayetlerinde her zaman hangi kategoride olursa olsun en önlerde yer alıyor, tanımlı meslek hastalıkları sayısı da bir elin parmaklarını geçmiyor… Cinayetler yüzde 50 azaldı, filan bunların hepsi boş laf…
O karanlık dere
Ama her dönemde gerçeğin takipçileri vardır, resmi olmayan not tutucular, tarihsel gerçekliğe ışık tutanlar… Soma katliamının 10. yılında hazırlanan Karanlıkdere belgeseli hafızamızı tazeleyerek katliama kayıt düşüyor. Sonunu işçi sınıfının ve mücadele edenlerin azmi ve kararlığına bağlamışlar. Film boyunca çok ağır duygular yaşasanız da bir umut da yeşerebiliyor kalplerinizde. Filmin tanıtımında “İşçi sınıfının kâr amacıyla sistematik olarak katledildiği madencilik sektörü nasıl işliyor? Gerçekte yaşanılan, dosyada anlatılanla nasıl karşılaştırılır? Soma Katliamı’nın 10. yılında, davayı halka anlatıyoruz, bizimle madene inin!” deniliyor. Filmde maden ocağı dehlizlerinde, krokiler üzerinde dolaşarak görüyorsunuz gerçekleri, tak tak kafanıza işliyor. 15 Ağustos 2016 bilirkişi raporundan hareketle hazırlanan belgeselin yapımında ve çekiminde avukatlar yer almışlar. Hukukun da şiiri olabileceği, senaryo yazıcılarının edebiyat merakından ziyade, durduğu yeri bilmekle, rüzgara göre yön değiştirmemekle ilgili bir şey sanıyorum. İşçi sınıfını sevmenin gerçek biçimi karşısında, hafıza tazelerken hatırladıkları nedeniyle de duygulanmadan da edemiyor insan. Belgesel işçi ailelerine ve Soma avukatları Can Atalay ve Selçuk Kozağaçlı’ya adanmış. Filmin yönetmeni Avukat Derviş Emre Aydın, senaryo da Melike Polat ve Selçuk Kozağaçlı tarafından yazılmış. İzleyin mutlaka!
İş cinayetlerinin kaydını tutanlardan biri de İSİG meclisi. Aylık bültenlerine bakanlar, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında nerede olduğumuzu rakamlarla göreceklerdir. İSİG verileri AKP’nin 22 yıllık iktidarı döneminde 32 bin 984 işçinin yaşamını yitirdiğini gösteriyor. 2023 ve 2024 yılının ilk üç ayı verileri de eklendiğinde sayı 33 bini aşıyormuş… Ne savaş ne salgın. Bu insanlar evlerine ekmek parası götürmek, ay sonuna kadar idare edebilmek -artık bu da çok zor- için işçi sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin sıfıra yakın olduğu, hiçbir koruyucu önlemin alınmadığı madenlere, havuzlara iniyorlar; derme çatma iskelelere ve 16. katlardaki pencerelere çıkıp tıkış tıkış eski minibüslerle tarlalara giderken ölüyorlar…
Siz hâlâ “Bizim iktidarımız döneminde… Türkiye Yüzyılı’nda İşçi Sağlığı…” filan deyin. Sizin iktidarınız döneminde Soma’da Türkiye’nin en büyük iş cinayetinde 301 işçi yaşamını yitirdi. Ondan 6 ay sonra 28 Ekim 2014 tarihinde bu kez Ermenek’te 18 işçi cinayete kurban gitti. Dün bir işçi göçük altında kaldı…
İşçi sağlığı ve iş güvenliği kampanyaları yapmak…
Ders alınmadı filan demeyeceğim. Çünkü meselenin onlar da “kask taksaydı” meselesi olmadığını, maden ocaklarındaki özelleştirmelerin, taşeronlaştırmanın, rödovans sisteminin uluslararası kapitalizmin (emperyalizmin) dayattığı “ne pahasına olursa olsun, maliyeti düşürme ve üretimi kesintisiz sürdürme” kâr maksimizasyonunu gerçekleştirmede yattığını dünya alem biliyor artık… Somalı işçinin ücretleri patronlara maliyet olmasın diye düşürülecek, onlara soğuma odaları çok görülecek ki ExxoMobil, Shell, TotalEnergies’in patronları ile aklı evvel CEO’ları Wall Street akşamlarında kadeh tokuşturabilsinler. Mücadele… Bunun yolu yordamı belli.
Ama bugünden yapılacaklar da var. Doğru düzgün bir işçi sağlığı ve iş güvenliği politikası; tüm olup biteni, tüm ilişkileri takip edip sektörler ve fabrikalar özelinde ciddi bir plan program yapmayı gerekli kılıyor. Bu konuda en büyük görev sendikalara düşüyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği meselelerini, hükümetin kurullarına ve bu kurullarla ortak çalışmalara kilitlememek lazım… Yapılacak çok şey var. Mesela sendikaların kendilerine özgü işçi sağlığı ve iş güvenliği komisyonları, takip mekanizmaları olmalıdır.
Bu komisyonların toplumsal cinsiyet verileri tutabilecek, kadın ve LGBTİ+’ların sorunları üzerinden de politika üretebilecek yapıda olmaları, toplanan bilgi ve verilerin tabip odaları ile birlikte değerlendirilip çözüm odaklı çalışmaları şart. Siz hiç işçi sağlığı ve güvenliği konusunda ortak kampanya yürüten sendikalara rastladınız mı? Ben rastlamadım.
Abuk subuk pek çok yere gidiyor işçi aidatları, işçi sağlığını merkeze alan çalışmalara neden kaynak ayrılmasın? Çalışmanın iyice esnekleştirilip güvencesizleştirildiği günümüz koşullarında işçi sağlığı ve güvenliği sendikaların temel meselesi olmalıdır.
Bize gelince feministler olarak gücümüz ölçüsünde bir şeyler yapıyoruz. Yeterli mi değil, biliyoruz… Sosyalistlere ise söyleyecek sözüm yok!
Fotoğraflar: Bianet, Artı Gerçek, İSİG