Zuhal Esra Bilir
Dr. Merve Kütük-Kuriş ile “moda tutkunu genç mütedeyyin kadınları” konuştuk. Kuriş, bu kadınların moda sektöründen eğlenceye, annelikten sosyal yardıma kadar geniş bir etkinlik alanında, “İslami neoliberalizmin ideal kadın öznesi” olarak öne çıktığını vurguluyor
Taylan Acar ve Şemsa Acar’ın derlediği, Müge Gürsoy Sökmen’in yayıma hazırladığı ‘Emek, Beden, Aile/Türkiye’de Kadınlık Halleri’ adlı kitap, okurlarıyla buluştu. Feminist Sosyolog Ferhunde Özbey anısına hazırlanan kitap, 9 Mart 2018’de Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nün düzenlediği ‘Birinci Ferhunde Özbay Anma Konferansı: Aile, Evlilik ve Kadın İstihdamı’ başlıklı konferansta yapılan sunumların yeniden kaleme alınarak bir araya getirildiği 8 makaleden oluşuyor. Bu makalelerden biri, “Zamanın Müteşebbis Ruhunun Peşinde Anne ve Eş Olmak: Moda Tutkunu Genç Mütedeyyin Kadınların İş ve Aile Hayatı Deneyimleri” başlığını taşıyor. Makalenin yazarı Dr. Merve Kütük-Kuriş ile konuştuk.
Tektip ‘başörtülü kadın’ imajı çözülüyor
Çalışmanızda, görüştüğünüz kadınları tanımlayan, belirleyen ve kısıtlayan birçok ideal tipten bahsediyorsunuz. İdeal Müslüman Kadın, İdeal Kadın, Neoliberalizmin İdeal Girişimci Öznesi, gibi… Ve tüm bu tanımları eleştirel bir biçimde tartışıyorsunuz. Peki, sizin tanımlamanızla “Moda tutkunu genç mütedeyyin kadınlar” kimlerdir? Ve yaptıkları işi bedensel ve mekânsal performansları ve söylemleri bağlamında nasıl tanımlıyorsunuz?
“Moda tutkunu genç mütedeyyin kadınlar” veya İngilizcede “Muslim fashionistas” olarak adlandırdığım görüşmecilerimi tanımlamak için onları ortaklaştıran temel unsurlardan bahsetmek faydalı olacaktır. Öncelikle görüşmecilerim hem ana akım moda endüstrisi hem de İslami ve/veya muhafazakâr moda sektörü olarak anılan alanların sunduğu ürünlerin kendi ihtiyaç ve beğenilerini karşılamadığını ifade etmeye başladılar. Ana akım moda endüstrisini kendi dini hassasiyetleri ile uyumlu ürün çeşitliliği sunmamakla eleştirirlerken, İslami moda sektörünü ise Müslüman kadını tek tip bir ideal kadın görüntüsüne mahkûm etmekle eleştirdiler.
Nedir bu tek tip ideal Müslüman kadın görüntüsü? Kendi ifadeleriyle, gençlerin yaşlarını yansıtan daha enerjik, sportif ve rahat giyinme ihtiyaçlarını görmezden gelen ve onları pardösü ve/veya döpiyesli bir giyim formuna yönlendiren bir idea tip. Bu yönüyle görüşmecilerimin eleştirileri, büyük oranda İslami moda alanında üretim gücünü elinde bulunduran erkek tekstil firması sahiplerine. Bu noktada önemli husus ise şu: Aslında 1990’lar itibarıyla İslami hareketin yükselişine paralel olarak gelişen İslami moda sektörünün çizdiği başörtülü şehirli kadın imajı eleştiriye tabi tutuluyor. Bu eleştirilerin 2010 ilk çeyreğinde ortaya çıktığını göz önünde bulundurduğumuzda 1990’lardan bugüne ekonomik, siyasal ve sosyal değişimin izlerini sürmek de önem kazanıyor. Şöyle ki 20 yıla yaklaşan AKP iktidarı boyunca gerçekleşen dönüşüm, homojenmişçesine tektipleştirilen “başörtülü kadın” kategorisinde çözülmelere yol açtı. Şehirli mütedeyyin kadınlar arasında sınıf, eğitim, kuşak, dini yorumlama vb. farklılaşmaların billurlaştığını görüyoruz. Dolayısıyla mütedeyyin kadına sunulan ideal kadın imajını çeşitlendirme çabası, bu değişim sürecinin bir yansıması.
Ancak özellikle şerh düşmek istiyorum. Her ne kadar burada bir çeşitlenmeden bahsediyor olsam da moda teorisinde sıklıkla tartışılan demokratikleşme ve bireyselleşme argümanlarına da mesafeli yaklaşıyorum. Zira moda tutkunu genç mütedeyyin kadınların büyük bir kısmının, kapitalist marketin işleme mekanizmaları ile uyumlu ve neoliberal, kendine yeten birey inşasını teşvik ettiğini söyleyebiliriz. Görüşmecilerimin bedensel ve mekânsal pratiklerine odaklandığımızda burjuva sınıfına has pratiklerin yeniden üretildiğini görüyoruz.
’10 parmağında 10 marifet’ kadın modeli
Bu pratikleri biraz açabilir misiniz?
Belki şöyle birkaç örnek ile açmak faydalı olabilir: Görüşmecilerim sadece moda alanında değil, İslami piyasa veya helal market olarak adlandırılan alanda da aktif olan özneler. Kanaat önderi veya yaşam tarzı uzmanı gibi roller edindiklerini söyleyebiliriz. Bu sağlıklı beslenme, güzellik, eğlence ve seyahat gibi alanları kapsadığı kadar, makalede bahsettiğim annelik pratiklerini ve hatta yardım ve hayırseverlik alanlarını da kapsamakta.
Tüm bu bedensel ve mekânsal pratikleri beraber değerlendirdiğimde ise şu argümanın altını çiziyorum: Moda tutkunu genç mütedeyyin kadınlar, AKP’nin İslami neoliberalizm politikalarının kadınlara yüklediği sorumlulukları yerine getiren, adeta “10 parmağında 10 marifet” kadınlar gibi hareket etmeye çalışan özneler. Biraz daha açarsak, bu özneler, girişimci özneler olarak istihdam ve tüketime dayalı ekonomik büyüme modeline katkıda bulunuyorlar. Bunu yaparken ise evlilik veya annelik kararını ertelemek yerine, makalede detaylı anlattığım gibi, “çok yorucu” da olsa iş ve aile sorumluluklarını beraber ilerletmeye gayret ediyorlar.
Ve bir diğer önemli konu, neoliberalizmin sosyal refah devleti sorumluluk alanından çekilerek bu alanı bireylere devretmesi ve İslami yardımlaşma kültürünün Türkiye örneğinde bu alanda “başarıyla” ikame edilmesi. Görüşmecilerim çeşitli kuruluşların yardım faaliyetlerine aktif katılım göstererek hem kendileri yardımda bulunuyor hem de İslami yardımlaşma modelini refah devletinin yerine geçen bir örnek model olarak dolaşıma sokuyorlar. Dolayısıyla moda sektöründen eğlenceye, annelikten sosyal yardıma geniş bir etkinlik alanında İslami neoliberalizmin ideal kadın öznesi olarak öne çıktıklarını iddia ediyorum.
Girişimcilik gül bahçesi vaat etmiyor
Sizin de çalışmanızda vurguladığınız gibi, uzun zamandır devletin kadın istihdamını artırmaya yönelik bize sunduğu formül kadın girişimciliğinin artırılması. Ancak bu gerçekliği olmayan bir çözüm önerisi. Bu durum kısa zamanda İslami moda sektörüne yön verecek kadar güçlenen moda tutkunu mütedeyyin kadınlar için de geçerli mi?
İslami moda sektöründe genç girişimci kadınlar son 10 yılın olgusu ve oluşum evresinden bugüne ben de süreci takip ediyorum. Ve girişimciliğin “gül bahçesi vaad etmediği”ni söyleyebilirim. Evet, görüşmecilerim çok hızlı bir ekonomik büyüme elde ettiler. Ancak sektörde var olan bir boşluğu fark eden ve sektöre ilk adım atanlar daha şanslıydı. Ayrıca makalede de belirtiyorum, bu ilk adım atan öznelerin ekonomik ve/veya sosyal kapitalleri vardı. Sonrasında sektör fark edilip yeni girişimci adayları da şanslarını denemek istediklerinde aynı hızlı büyümeyi bulamadıklarını ve zorlandıklarını görüyoruz. Burada hem sosyal ve ekonomik sermaye eksikliği bir kısıt olabiliyor hem de sektöre ilk girenler gibi bir takım profesyonel olmayan adımlar tolere edilemiyor. Baştan belli bir iş planı ile, sektör analizi yapılarak sektörde başarılı olabiliyorsunuz.
Diğer yandan büyük sermaye sahiplerinin -hem İslami moda firmaları hem de ana akım büyük firmalar- alanı fark ederek domine etme refleksi var. Dolayısıyla ufak sermayelerle, ufak atölyelerle çalışan kadın girişimcilerin fiyat ve kalitede büyük firmalarla rekabeti zorlaşmaya başladı. Bu sebeple firmasını kapatan birkaç görüşmecim oldu; ancak henüz büyük bir trend diyemem. Hızlı tüketime dayalı girişimcilik modelinin ideal istihdam yöntemi olmadığını ve uzun vadeli sürdürebilirlik konusunda engeller bulunduğunu belirtmekte fayda var.
İslami referanslarda çifte standart
Kadınların iş ve iş dışı yaşamı uyumlu hale getirememesinin en temel nedeni ev içi emeğin, çocuk\yaşlı\engelli bakımının kadının sorumluluğunda, kadının ev içindeki ücretsiz emeği ile karşılanmasını bekleyen yaklaşım. Kamusal bakım hizmetlerinin eksikliği, muhafazakâr ve neoliberal sosyal politika anlayışı ile alt-orta sınıf kadınların yaşadığı ayrımcılık daha da derinleşiyor. Ancak sizin çalışmanız da gösteriyor ki ayrıcalıklı konumlardaki kadınlar için de durum hiç iç açıcı değil. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Ben görüşmecilerimle 2013 yılında tanıştığımda henüz çok gençtiler. Pek çoğu bekârdı veya yeni evliydi. Bugün neredeyse hepsi çocuk sahibi oldular. İkinci çocuğu olan da pek çok görüşmecim var. Araştırmanın ilk yıllarında annelik, ev/iş dengesi üzerine sohbet ettiğimizde, “Ne var canım, home office çalışmak mümkün” veya “İşyerinde bir oda hazırlarım” gibi çözümler getiriliyordu. Nitekim öyle de oldu. Ancak bu formüllerin nasıl büyük fedakârlık ve yorgunluk getirdiğine de bizatihi şahit oldum. Bu yönüyle uzun vadeli bir çalışma yürütmenin faydası oldu. Bakım hizmetleri konusunda (bakıcı hizmetinden faydalanmak gibi), evet, avantajlı konumdalar. Ancak müthiş bir bedensel ve zihinsel yorgunluktan yine de bahsetmek zorundayız. Veya mağazalaşmak yerine online satışı tercih ettikleri için annesi ile aynı şehre veya annesine yakın muhite taşınan görüşmecilerim oldu. Bu yönüyle esnekliğe izin veren bir iş alanı. Öte yandan bazı örneklerde kadının asli görevi çocuğun eğitimi olarak görüldüğü için ve özellikle kadının çalışması bir ekonomik gereksinimden kaynaklı değilse, eşler ile zorlu müzakereler yapıldığını görüyoruz. Çocuk bakımı dışında ev içi iş bölümüne gelindiğinde ise genelde dışardan yardım alındığını görüyoruz. Burada eşlerle çok ciddi bir problem yaşanmıyor.
Ama ilginç olan bir başka husus şu: Kadının asli görevi ev içi hizmetlerle sınırlandırılırken ve burada geleneksel İslami yorumlara referans verilirken, benzeri bir İslami referans kazanılan paranın yönetimi ile ilgili pek yapılmıyor. Biliyorsunuz, geleneksel İslam yorumunda kadının geliri kendine aittir. Peki bunun gerçek hayata yansıması ne diye baktığımda, örneğin, bazı erkekler kendi işini bırakarak daha kârlı gördüğü eşlerinin firmalarını büyütmeye yönelik karar alıyor. Bir nevi aile şirketlerine dönüşüyor bu markalar. Bu noktada erkek kadın arası bir ortaklaşma, şirket içi bir iş bölümü görüyoruz. Ancak aynı iş bölümünün ev içi emeğin bölüşümüne yansımasını göremiyoruz. Veya kadınların, gelirlerini geleneksel İslami yorumlamayı takip ederek kendilerine has kıldıklarını görmüyoruz. Ev içi iş bölümünde ortaklaşmaya dayalı daha eşitlikçi bir durumun söz konusu olduğu örnek 1-2’yi geçmiyor diyebilirim.
Eşitlikçi rol paylaşımına müthiş bir direnç var
Yani görüştüğünüz kadınlar ne kadar başarılı ve eşlerini ikna edecek kadar çok para kazanıyor olsalar da ev içi rollerin dağılımında kırılma görmek çok zor. Kadınlar çatlakları arıyor ama bir yandan da ayrımcılığı yaratan toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretiyorlar. Siz bu çelişkiyi ‘kontrollü doğaçlama’ kavramı ile açıklıyorsunuz. Bu kavramı biraz açar mısınız?
Kontrollü doğaçlama benim Oxford’dan hocam Lois McNay’in Bourdieu okumasından ödünç aldığım bir kavramsallaştırma. Toplumsal cinsiyet rollerinde değişim ve daha eşitlikçi rol paylaşımına geçişin zorluğunu anlatabilmek için kullandığım bir analitik çerçeve. Her eleştirel duruşun, her karşı çıkışın, bir başka deyişle her “resistance/direniş” olarak tanımladığınız durumun büyük sosyal değişimler getiremeyeceğini söyleyen, bu yönüyle de Foucaldian bakışa eleştiri getiren bir çerçeve. Bu benim için şöyle anlamlı. Çalışan bir kadın da olsanız, ev içi iş bölümündeki değişime müthiş bir direnç var. Kadının kamusal alana eğitim ve istihdam ile çıkışı, uzun bir sürecin sonucunda bugün görece yol kat etmiş olsa da -ki istihdam hâlâ büyük bir sorun-, bu alanlardaki değişim ev içinde eşitlikçi paylaşım getiremiyor. Bir alandaki değişim bir diğerini tetikleyecek hızlı bir reaksiyona sebebiyet veremiyor.
Direnç büyük ve kadınlar için “nefes alma” alanları, ancak bu direnç gördükleri alanda ufak manevralar yapabilmekten ibaret olabiliyor. Görüşmecilerim “kendi bildiklerini okumak” istiyor; ancak bu çoğunlukla, dikkatle üzerine düşünülen kontrollü manevralarla gerçekleşebiliyor. Eşiniz sizi boşanmak ile tehdit ettiğinde işi bırakmıyorsunuz; ama evde tüm yükün en ideal biçimde organize olduğunu garanti ediyor ve işinizin de aile bütçesine hatırı sayılır bir katkıda bulunduğunu gösteriyorsunuz, örneğin.
İslami feminizmden tedirgin oluyorlar
Kadınların özgüvensizliği benim de üzerinde çok düşündüğüm bir konu, ergenlikle birlikte özgüven kaybı ve utanç gibi kadınlığa dair kolektif duygulardan söz etmemiz mümkün. Moda tutkunu mütedeyyin kadınların bunu başörtüsü takma üzerinden bir toplumsal kabul eksikliği olarak yaşadıklarını ele alıyorsunuz. Aynı zamanda mütedeyyin erkek egemenliğine karşı da verilen bir mücadele var tabii. Sizce bu kolektif duygular üzerinden ortaklaşan bir kadın mücadelesinden bahsetmek hâlâ mümkün mü?
Bugün örgütlü kadın mücadelesinde ideolojik farklılıkların aşıldığını ve bir ortaklaşmaya gidildiğini görebiliyoruz. Özellikle tek tek problem alanları, yani mesele bazında ortaklaşmalar… EŞİK Platformu ve İstanbul Sözleşmesi gibi yakın örnekler verilebilir. Havle’nin çalışmalarından bahsedilebilir. Bu oluşumlar çok değerli ve bu yönüyle kadın hareketi çok ivme kaydetti. Ancak kendi görüşmecilerim arasında böyle güçlü bir duygudaşlık var mı diye soruyorsanız, olumlu yanıt vermem zor. Yaşadıkları zorlu gündelik hayat deneyimlerini, ev/iş arasında nasıl yorgun düştüklerini örneğin, elbette anlatıyorlar. Ancak geleneksel İslami söylemin kadına yüklediği rolleri kabulleniş de bir o kadar yüksek. Bu hâkim söyleme karşı eleştirel olarak gelişen İslami feminizm gibi alanlara dair bir merak yok örneğin. Bu literatüre karşı daha çok tedirginlik duyulduğunu söyleyebilirim. Bilmemenin verdiği bir tedirginlik var ve bilmeye dair bir çabadan bahsetmek zor. Kadın hareketinin bugünkü geldiği noktaya dair de yakın ilgiden söz etmek pek mümkün değil. Tüm görüşmecilerim arasında 3-4 kişiden belki bahsedebilirim, geleneksel İslam yorumlarının gerçek hayat ile kopukluğunu deneyimledikleri için buradan bir arayışa giren ve kendini kadın hareketine yakın hisseden. Onun dışında “İslam kadına haklarını vermiştir” gibi ezber bir cümleden öteye geçiş pek yok diyebilirim.
Kadın mücadelesi ile beraber sınıfsal farklılıkların bilincinde adım atmakla ilgili olarak bir hassasiyetten söz etmek de güç. Sadece bir görüşmecim var, etik moda/ethical fashion dediğimiz alanda iş yapıyor. Tüm üretim sürecinde, kumaşın temininden atölyede çalışan kadınların durumlarına ve fiyatlandırmaya kadar özel bir politika izliyor. Ancak bu gibi girişimlerin yaygınlaştığını göremiyoruz. Benzer misyonlarla başlamış birkaç girişimin hızla market kurallarına uyumlandığını gözlemledim. Dolayısıyla “hangi kadınlar ile duygudaşlık” diye sorguladığımızda, bu metaları üreten kadınların çalışma koşullarına dair de piyasanın dikte ettiği koşullara teslim olunduğunu görüyoruz.
İlk girişimciler avantajlıydı
Moda tutkunu genç mütedeyyin kadınlar, sektörü sarsmalarına; en büyük firmaların strateji değiştirmesini, kendileriyle ortaklık kurmak zorunda kalmasını sağlayacak kadar başarılı olmalarına rağmen, anlatılarında başarılarını hep bir tesadüf, mucize, denk geliş seklinde aktardıklarını görüyoruz. Siz bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Esasında durumu şu şekilde detaylandırmak faydalı olacak: Hakikaten 2010’ların ilk çeyreğinde İslami moda alanında böyle bir boşluk var diyerek iş kuran ilk girişimciler için edinilen başarı bir sektör analizine dayanmıyor. Baya baya bazı örneklerde cep harçlıkları ile bu işe girdiklerini ve sosyal medyanın marketing alanındaki gücünü deneye yanıla fark ettiklerini görüyoruz. Ama elbette tekrar altını çiziyorum, tüm bu ilk girişimciler ekonomik ve/veya sosyal kapitale sahip kişiler. Ailede var olan bir ticari deneyim; ekonomi, finans veya moda tasarımı gibi bölümlerden mezuniyet gibi artılar var. Sosyal medyanın bugün reklam sektöründeki payı o gün tahayyül edilemeyecek bir şeydi ve bu açıdan tesadüf olarak nitelediklerini söyleyebilirim. Ancak başarılı küçük veya orta ölçekli firma sahibi babaların kızları oldukları da bir gerçek. Yani böyle örnekler görüşmecilerimin 3’te 2’sini oluşturuyor. Babaların büyük maddi veya manevi desteğinden söz etmiyorum; ama bir bilgi birikimi ve sosyal sermaye olarak risk alma tecrübesinin hafızasından bahsedilebilir.
Öte yandan sektörde iş yapmak isteyen çok da yeni kadın var. Ve yeni kişiler için rekabet çok daha zor. İlk girişimcilerin imtiyazlı dönemi çok hızla geçti. Piyasada rekabet için iyi reklam stratejisi gibi mevzuları önceden iyi bir planlama ile düzenlemeniz başarı için elzem. Pek tabii ilk girişimciler için de devamlılık ve sürdürebilirlik önemli; ancak ilkler için müşterileri ile kurdukları bir duygusal bağ var ve eksikleri giderme noktasında sektörü iyi bildikleri için onların manevra kabiliyetleri yüksek. Yeniler için ise özellikle ufak bütçelerle ayakta kalmak güç. Zira sosyal medya reklam bütçelerinde “cömert” davranamıyorsanız, örneğin influencer’lar ile etkin bir tanıtım faaliyeti izleyemiyorsanız, markanızın bilinirliğini kurgulamak güç. Burada marketin kurallarını acı acı gösterdiğini söyleyebilirim.
‘İçerden’ kabul edilmem sahaya girişimi kolaylaştırdı
Bir de yöntem ve etik bakımından bir soru sormak istiyorum: Aslında çalışmanızda yer alan görüşmeciler kamusal görünürlükleri olan, binlerce takipçiye sahip kadınlar ve anladığım kadarıyla bu çalışmada da isimlerinin gizlenmemesini ve başarı öykülerinin paylaşılmasını talep etmişler. Ancak siz görüşmeci mahremiyetini korumanın önemini vurguluyorsunuz ve kişilerin ve markaların isimlerini anonim tutuyorsunuz. Bu noktada sosyal bilimlerde araştırmacının etik sorumlulukları anlamında neler söylersiniz?
Bu üzerinde epey sancılarla düşündüğüm bir mevzu idi. Görüşmecilerim yaptığı işi, başarılarını gururla anlatan ve kamusal görünürlüğü olan kişiler. Ki bu kamusal görünürlük hali bireysel hayat hikâyelerini takipçileri ile paylaşımda tuttukları sürece de başarıyı devamlı kılıyor. Yani sektörde süreklilik için otobiyografik alan dediğim sosyal medya alanında hayatınızı paylaşıyorsunuz. Elbette tüm mecralar gibi sosyal medya mecrası da görüşmecilerimin düzenledikleri bir alan. Yani hangi mahrem bilgi ne ölçüde yer alacak… Ve her gün bu kararın yeniden gözden geçirildiğini görüyoruz. Bu yönüyle özellikle sektörün ilk oluşum günlerinde yerli ve yabancı basının büyük ilgisine karşı verdikleri pek çok röportajda ve sosyal medyada bir öznellik inşası var.
Benim ise görüşmecilerimle tanışma, özellikle “asli görüşmeciler” dediğim ve hâlâ görüşmeyi sürdürdüğüm görüşmecilerim ile iletişimimde şöyle bir dinamik vardı: Bir yanıyla başörtülü bir araştırmacı olarak “içerden” kabul edilmem sahaya girişimi kolaylaştırdı. Bir yanıyla “moda”ya zaafı yüksek olan biri olmam etkin rol oynadı. Daha az rezervli bir sohbet alanı kuruldu. Bu görüşmecilerimin ticaret ilişkilerinden aile ve romantik ilişkilerine detaylı bir deneyim alanını açmış oldu bana. Bu sebeple bu gündelik müzakerelerden anonim olarak bahsetmek bana daha güvenli bir tercih olarak göründü diyebilirim.
Çalışmanız etnografik bir çalışma, katılımcı gözlem ve siber etnografi yoluyla görüşmecilerle uzun zamanlar geçiriyorsunuz. Ayrıca derinlemesine görüşmeler yapıyorsunuz. Feminist metodolojide özdüşünümsellik (self-reflexivity), araştırmacının araştırmanın her adımında kendi pozisyonunu çelişkileriyle, çatışmalarıyla sorgulama halidir. Siz araştırma surecinde bu süreci nasıl yaşadınız? Bize biraz saha sürecinde kendinizi anlatır mısınız?
Belki birkaç örnek verebilirim. Moda tutkunu genç mütedeyyin kadınların faaliyetlerini, gündelik hayat pratiklerini çalışma kararı ile modaya ilgim olması arasında şüphesiz bir ilişki vardı. Ve görüşmeler yaptıkça, sektörün işleme sistemini gördükçe, nasıl acımasız ve sert kurallarla işlediğini ve başarıyı devam ettirmek için bunlarla uyumlanmanız gerektiğini gördükçe sarsıldım. Bahsettiğim gibi bir görüşmecim etik\sürdürülebilir moda yapıyor ve aslında piyasa bunun sürdürebilirliği için hiç yardım etmiyor. Etik moda dediğimiz şeyin adeta bir reklam malzemesine dönüştüğü örnekler de çok. Dolayısıyla saha araştırması beni, modaya olan ilgimi yönetilmeye muhtaç bir zaaf alanı olarak görme noktasında eğitti, eğitiyor diyebilirim.
Bir diğer önemli nokta, kadın hakları ve eşitlik prensibi ile ilgiliydi. Genel olarak sosyal politikalar alanı da diyebilirim. Görüşmecilerim gündelik hayatta ev/iş uyumunu yakalamak için onca koştururken “eşitlik” alanına dair sorgulamaya girecek pek de vakitleri kalmıyor gibiydi. Oysa yöneltilecek çok soru vardı: Evde eş ile eşit rol dağılımı; tekstil atölyelerindeki kadın çalışanlara ücret politikası; yardım faaliyetine katılırken yoksulluğun sistemik dinamiklerini gör(e)meme gibi… Bu temel sorun alanlarını sınıfsal ve dini aidiyetlerimizi paranteze alarak kadın duygudaşlığı merkezli görebilmenin imkânları üzerine düşündüm, düşünüyorum.