İştah kabartıcı tezgâhlar, boş cüzdanlar

Öyle halktan kopuk, ışıklarla parlatılmış salonlarda, zengin beylerle buluşup ne açlığı ya, bizde açlık yok demekle olmuyor. İnin bakalım mahalle pazarlarına, ne görecekseniz. Gerçi halkın içine de çıkamıyorlar ya artık. İşte bu umut verici.
Paylaş:
Gülfer Akkaya
Gülfer Akkaya
akkayagulfer@gmail.com
Gülfer Akkaya  akkayagulfer@gmail.com

Öyle halktan kopuk, ışıklarla parlatılmış salonlarda, zengin beylerle buluşup ne açlığı ya, bizde açlık yok demekle olmuyor. İnin bakalım mahalle pazarlarına, ne görecekseniz. Gerçi halkın içine de çıkamıyorlar ya artık. İşte bu umut verici.

Mahalle pazarları ülkenin ekonomik durumunun dolaysız olarak göründüğü yerler. Yan yana uzanan tezgâhlar, meyve sebzelerin arasına sıkıştırılmış etiketler, gezgin satıcılar…

Biraz dikkatliyseniz o hafta hangi gıda ürününde fiyat düşmüş, hangisinde artmış fark edebilirsiniz. Haftanın zam şampiyonunu ya da şampiyonlarını haber bültenlerinde dinlemeden pazardan öğrenebilirsiniz.

“Limon, sulu limon. Dört tanesi 10 lira.”

Dört tane limon yarım kiloya yakın. Demek bu hafta limon zamlanmış.

Mahalle pazarımız sadece ekonomik olarak ülkenin içinde olduğu durumu göstermiyor. Göçmenlerin yoğun olarak yaşadığı bir bölge burası. Savaş ve yoksulluk nedeniyle uzun yıllardan beri göçüp gelmiş insanlar bir arada yaşıyoruz. Herkes yoksul. Özellikle siyahlar günlük kazanıp günlük harcıyorlar.

Farklı ırklardan (siyah-sarı-beyaz) insanların yan yana olduğu, farklı milletlerden, farklı coğrafyalardan insanın buluştuğu küçük bir dünya mahalle pazarımız.

Değişim programları nedeniyle farklı ülkelerden gelen öğrenciler, işçiler, işsizler, sosyal güvenceliler, hiçbir güvencesi olmayanlar…

Öyle çok dil konuşuluyor ki pazarda… Herkes yanındaki ile kendi dilinde sohbet ediyor. Tezgâh başına gelip sipariş verirken Türkçe konuşabilenler Türkçe’ye geçiyor, bilmeyenlerse ne alacaklarını da, kaç kilo alacaklarını da parmakları ile gösteriyorlar.

Pazar kadınlar ve erkekler için haftalık sosyal aktivite alanı aynı zamanda. Beyoğlu’nda İstiklal Caddesi’nde boylu boyunca tur atar gibi defalarca o baştan bu başa dolananlar var. Elbette bunlar erkekler. Genç ve orta yaş erkekler.

Pazar kadınlar için de gezip tozma yeri elbette. Alışverişe değil, oraya buraya bakmaya gelen, gözüne kestirdiği pazarcının dikkatini çekmek için tezgâhının önünde birden çok kez geçen kadınlar mı dersin… Daha büyük yaşlarda kadınların aniden yükselen şuh kahkahaları mı? Gün içinde birkaç kez pazara gelenler mi dersin…

Hiç durmayan pazarcı çığlıkları mı… Ebeveynlerin ellerine yapışan ya da onlardan koparak serbestçe koşturan, yürüyen çocuklar mı?

Yaşlılar en çok etkileniyor bu kakafoniden. Az duyan kulaklar gürültü nedeniyle iyice duyamaz oluyor.

Okuma yazması olmayanlar için işler daha zor. Etiketleri okuyamıyorlar çünkü. Ama zaten etiketlerin üzerine son yıllarda kilo fiyatı yazmak yerine bir tür hile diyebileceğimiz yarım kilo fiyatı yazdıklarından okur yazar olanlar da zaten kilo fiyatını okuyamamış oluyorlar.

Aynı tezgâhın başında yan yana ürün seçtiğimiz diğer kişi bir kilo havucu tarttırdıktan sonra parasını uzattı. Pazarcı paraya bakıp kadına “Abla kilosu 12 lira” dedi. “ Altı lira yazıyor etikette” diye cevap verdi kadın. “Yarım kilosu o. Etikette yazıyor yarım diye.” Kadınla beraber bakıyoruz. Etikette kocaman duran 6 rakamının üstünde kargacık burgacık “y. kilo” yazısını fark ediyoruz.

Avurtları çökmüş pazar arabaları

Kadın ne yapacağına karar veremiyor önce “Yarım kilo kime yetecek?” diyerek almaktan vazgeçiyor. Gidiyor.

Muhtemelen daha uygun fiyata havuç bulmak için pazarı baştan başa dolaşacak. Artık hemen herkes aynı davranışları sergiliyor.

Bu çok yüksek zamların öncesi müşterilerin pazarda daha ziyade ürünün kalitesine göre tercih ettiği tezgâhlar olurdu. Kiminden sebze, kiminden meyve satın alınırdı. Şimdi ucuz ürün neredeyse onu satın alıyor insanlar. Gıda kalitesi, sağlık gibi unsurları düşünerek alış veriş yapan insan sayı epey azaldı.

Başka bir tezgâhtayım, meyve alıyorum. Yaşlı bir kadın yanaşıyor, tezgâha dökülmüş al al parlayan çileğe bakıyor.

“Oğlum bu kaça?”

“Kilosu 25 lira anne.”

“Evladım geçen hafta 20 liraydı, bu hafta niye 25 oldu?”

“Geçen hafta geçeli çok oldu anne” diyor gülerek.

Ağzına kadar dolan hatta taşan pazar arabaları yok artık kadın ve erkeklerin ellerinde. Avurtları çökmüş halde sahiplerinin arkasında akıp gidiyor pazar arabaları. Kulakları tırmalayan gürültüyle.

Müşterisi azalan tezgâhların başında kahvaltı ürünleri satanlar geliyor. Zeytin ve peynir tezgâhları. Zeytinde çeşit fazla olduğu için alacaklar için daha fazla “alternatif” olabiliyor. Peynir tezgâhı böyle değil. Peynir çeşitleri o kadar çok değil. Olsa da peynir fiyatları zeytinden çok daha yüksek. Erzincan tulum peyniri var mı diye sordum, sormadığım halde satıcı önce fiyatını söyledi ve “Alacaksanız çıkarayım bidondan, almayacaksanız çıkarmayayım, pahalı olduğu için alınmıyor, bozuluyor sonra” dedi.

Bu kadar yüksek zamlar gelmeden önce tezgâha gidip neyi, kaç kilo alacaksak söylerdik, pazarcı da verir, parasını öderdik. Şimdi satıcıların davranışları da değişti. Pazarcılar iki tür yeni satış yöntemi uyguluyor.

İlki peynircinin yaptığı gibi. Fiyatı söylüyor önce, kararı müşteriye bırakıyor. Alacak mısın, ne kadar alacaksın?

Elbette böyle olacak, ya ne olacak ki diyorsanız ikinci satış yöntemine geçelim. Fiyatını etiket üzerinden gördüğünüz ürünü poşete koyup bir kilo diyorsunuz. Pazarcı tartıyor ve “Bir kilo üç yüz gram, şu kadar lira” diyerek tartının üzerindeki poşetin ağzını bağlayıp size doğru atıveriyor. “Bir kilo alacağım” diyorsunuz ama adam sizi duymuyor bile. Hele hele bu çok yüksek zamların yağdığı ilk aylarında bir ürünü yarım kilo istediğinizde “Biz yarım kilo satmıyoruz, en az bir kilo” diye ne kadar alacağınızı da belirliyorlardı.

Hiç abartısız söylüyorum. Öyle çok insan tezgâhlarda duran ürünlere bakıp geçiyor ki. Havyara bakıp gitmiyor insanlar, mahalle pazarının tezgahındaki meyve ve sebzelere bakıyor ama alamıyor.

Öyle halktan kopuk, ışıklarla parlatılmış salonlarda, zengin beylerle buluşup ne açlığı ya, bizde açlık yok demekle olmuyor. İnin bakalım mahalle pazarlarına, ne görecekseniz. Gerçi halkın içine de çıkamıyorlar ya artık. İşte bu umut verici.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Geçen hafta başı, 30 yaşındaki Damla Aydın’ın sokağına bir sürü adam doluştuğunda saat öğleni geçmişti. Bir karanlık el gelip, su saatini söktü. Bir diğeri elektriğin kablolarıyla oynayıp, evi karanlıkta bıraktı! Artık 3 küçük çocuğa yemek yapacak tek bir bardak su dahi yoktu evde. Bu genç kadına “dönüşüm”ün hediyesi, susuzluk ve karanlık olmuştu.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!