“Kadın dayanışmasıyla ayakta kalıyorum”

Sendikal faaliyetleri nedeniyle KHK’yle ihraç edilen öğretmen Hüda Yıldırım, yedi yıldır işsizliğe, itibarsızlaştırmaya karşı mücadele ediyor. Hatay'da zar zor kurabildiği yaşam, depremle birlikte yeniden alt üst olmuş. “Benim için her yönüyle zor olan koşullar, şimdi daha da ağırlaştı. Bu yüzden kadınların dayanışması çok kıymetli" diyor.
Paylaş:
Mürüvet Yılmaz
Mürüvet Yılmaz
dramahewi@gmail.com

“Deprem öncesinde kendimize göre bir düzen kurmuştum. Deprem olunca her şey alt üst oldu.  Anne olarak çocuğumun ihtiyaçlarını gideremediğimde, o saatlerce aç kaldığında yaşadığım çaresizlik… Anlatmak çok zor…”

15 Temmuz’daki darbe girişiminin ardından OHAL kapsamında çıkarılan kararnameyle işinden edilen yüz binlerce kamu emekçisinden birinin, Hüda Yıldırım’ın sözleri bunlar. Eğitim Sen’li Hüda, dokuz yıllık edebiyat öğretmeniydi ihraç edildiğinde. KESK’in o dönem her cumartesi “Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) iptal edilsin, ihraç edilen emekçiler işlerine geri dönsün” şiarıyla İstanbul’un Kadıköy, Bakırköy ve Kartal ilçelerinde düzenlediği eylemlerde hep görebilirdiniz onu. Meslektaşlarıyla birlikte öğrencilerine, çok sevdiği mesleğine dönmek için yetmiş hafta boyunca direndi. İşsizliğe, itibarsızlaştırmaya karşı mücadelesi hâlâ sürüyor. Yedi yıldır verdiği bu mücadele zaten yeterince zorluyken bir de üstüne deprem… Zar zor kurduğu hayatının depremle birlikte yeniden alt üst olduğunu söylüyor. Yaralarını dayanışmayla sarmaya çalışıyor.

Hüda Yıldırım ile KHK ile ihraç edilme süreci, yetmiş hafta süren direnişi ve deprem üzerine konuştuk.

İhraç nedeni sendikal faaliyet

2016 yılındaki darbe girişiminden sonra kamu emekçileri farklı farklı gerekçelerle ihraç edildiler. Senin ihraç edilme gerekçen neydi?

Sendikal çalışmalar! Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde öğretmenlik yapıyordum. Aynı zamanda Eğitim Sen Bismil Temsilciliği’nin kadın sekreteriydim. Sendikal çalışma yürütüyordum. O sıra Diyarbakır’da çalışan öğretmenlere yönelik soruşturma başlatıldığını duyduk. Bu soruşturmanın daha sonra geniş, kapsamlı bir hukuksuzluğa, kamudan kendilerinden olmayanı ayıklamaya dönüşeceğini tahmin etmemiştik.

Kamuoyunun Ahmet Davutoğlu genelgesi diye bildiği 17 Şubat 2016 tarihli genelge kamuda çalışanları hedef alıyordu. Kamuda çalışan, kendileri gibi düşünmeyen, yaşamayan herkesin ‘terörle iktisatlı’ diye gerekli yerlere bildirilmesini istiyordu. 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek bu genelgeyi KHK’ya dönüştürdüler. Daha önce açılan soruşturma, davaya ve toplu dosyaya dönüştü. Sonrasında 68 öğretmen, bir gece telefonlarına gelen iletiyle öğretmenlik mesleğinden ihraç edildiler.

Soruşturmanın davaya dönüştüğünü söyledin. Dava devam ediyor mu, sonuçlandı mı? 

Dava sonuçlandı. Bizi ihraç etmek için uydurdukları tüm gerekçelerin hepsi kendi mahkemelerinde, OHAL mahkemelerinde reddedildi. Kendi yarattıkları iddiaların, suçların gerçek olmadığını, uydurma olduğunu kendi elleriyle açıklamak zorunda kaldılar. Bizi akladılar. Hepimiz o dosyadan beraat ettik. Başından beri hukuksuzluk ve çok ciddi bir haksızlık vardı. Beraat ettikten sonra da bu hukuksuzluklar, haksızlıklar devam etti. Hakkında soruşturma açılan öğretmenlerin mesleklerine geri dönmesi gerekiyordu. Çünkü iddia edilen her şeyin uydurma olduğu mahkeme tarafından ortaya konmuş, mahkeme beraat kararı vermişti. Ama ben de dâhil birçok arkadaş işine geri dönemedi.

Toplumda darbeden dolayı çok ciddi korku vardı. Bize, ihraç edilen emekçilere karşı mesafeliydiler. Bu korku ortamını değiştirmek, kendimizi anlatmak için mücadele ettik, sokağa çıktık. Yetmiş hafta, her cumartesi Bakırköy, Kadıköy, Kartal meydanlarındaydık. O alanlarda direnerek anlatmak istediğimiz şey, KHK ile işten atmaların haksızlığı, hukuksuzluğuydu.

“Maalesef siyasi kararla kamudan çıkarıldığımız için dönüşümüz de siyasi kararla olacak. Mahkemelerden bir şey beklemiyoruz.”

Yedi yıldır günübirlik işler yapıyorum

O dönem Bakırköy, Kartal, Kadıköy, direnişin sembolü haline gelen yerlerdi. Alanda olmak, yaratılmak istenen korku ortamının panzehiri gibiydi. Her cumartesi yapılan “İşimize geri döneceğiz” eylemleri; toplumun, siyasilerin bakış açısını nasıl etkiledi?

Kendimizi anlattığımızı düşünüyorum. Yani, yetmiş haftalık bir direniş. Hepimiz işimize geri dönemedik. Kısmen de olsa alanlarda direnmenin göreve dönüşlerde etkisi oldu. Kamuoyunun algısında ciddi bir değişim oldu. Haklı olduğumuzu anlayıp, bizi sahiplenmeye başladılar. Sonrasında siyasi partiler, avukatlar sahiplenmeye başladı. Mutabakat metinlerinde KHK’lardan söz eder oldular. OHAL Komisyonu diye bir komisyon oluşturdular. Bu komisyonun işimize dönüşümüzü kolaylaştıran değil zorlaştıran, süreci uzatan bir işlevi vardı. Hukuksuzluk bu komisyon aracılığıyla devam etti. Başvurulara zamanında cevap vermediler, böylece hem ekonomik hem psikolojik şiddet uyguladılar. Bana iki kez ret verdiler.

İdari mahkemeye başvurdum. İdari mahkeme de 2022 Ekim ayında ret kararı verdi. Şimdi dava 13. Bölge İdari Mahkemesi’nde. Kararı bekliyorum, dosyam orada. Maalesef siyasi kararla kamudan çıkarıldığımız için dönüşümüz de siyasi kararla olacak. Mahkemelerden bir şey beklemiyoruz.

Zorlu bir süreç. Hâlâ da zor. Yedi yıldır günübirlik, kısa dönemli işler yaparak yaşadım. Bu işlerden aldığım ücret, bir de Eğitim Sen’in sunduğu dayanışmayla yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Hakkımızı alacağımız günü bekliyoruz. Yıllardır işsizliğe, itibarsızlaştırmaya karşı mücadele ediyoruz. Hem topluma hem yakın çevremize karşı onurumuzu korumaya çalışırken bir de deprem vurdu.

Dört gün sokakta kaldık

Deprem sırasında İskenderun’da mıydın?

Evet. İlk başta hemen kent dışına çıkamadık. Dört gün sokakta kaldık. İlk üç gün kimse yoktu. Sadece mahalle sakinleri, yıkılan binalardaki insanları kurtarmaya çalışıyorlardı. Komşuların birbirini kurtarma çalışması vardı. Eşim bir bizim yanımıza geliyor, bizi kontrol ediyor, sonra enkazın olduğu alana gidiyordu. Arama-kurtarma çalışmalarına katılıyordu.

Korkunç bir yağış, soğuk vardı. Ateşin başında ısınmaya çalışıyorduk. Depremin dördüncü günü bulunduğumuz yere, evimize yakın olduğu için kaldığımız belediye garajına ilk yardım tırı geldi.

Gelen yardım aracı, Ankara Haymanalılar Derneği’nin yardım tırıydı. Bize ulaşan ilk yardım halkın, gönüllülerin yardımıydı. İlk üç dört gün devlet yoktu. Sonrasında gönüllü birlikler geldi. Daha sonra AFAD gelmiş. Kritik günlerde, yani o ilk üç günde kimse yoktu.  O süreçte arama kurtarma ekiplerinin olmayışı büyük can kayıplarına neden oldu. Benim ailemden can kaybının olmayışı ise tamamen tesadüftü. Annem il dışında, abimin yanındaydı. Ama çok yakınımızı, dostumuzu, akrabamızı kaybettik.

Yardım tırları gelene kadar kentten çıkmanın koşulları yoktu. Tırlar gelmeye başlayınca, kentte yaşayanlar, o araçlarla kentten çıkmaya başladılar.

İskenderun’dan boş dönen yardım araçlarıyla mı çıktınız?

Nevşehir’e yerleşmiş KHK’lı bir arkadaşım vardı. Deprem bölgesine gelen arkadaşlarına bizi almalarını söylemiş. Yardım getiren arkadaşlar geri dönerken biz de onlarla Nevşehir’e gittik. Nevşehir ara durak gibi oldu. Ankara daha iyi olabilir düşüncesiyle oraya geçtik. Baktık orada da yapamıyoruz.

Binalar da kiralar da çok yüksekti

Ankara’daki yaşam koşulları nasıldı?

Koca koca binalar, bize hiç iyi gelmedi. Öyle bir psikoloji ki, sürekli aynı şeyi, depremde yaşadığımız duyguyu, bulunduğun yere uyarlıyorsun. Her an deprem olacakmış gibi geliyor. İnsan o an yüksek binalardan nasıl dışarı çıkarım diye düşünmeye başlıyor. Ankara deprem riski düşük bir kent. Ama yine de düşünüyorsun. Binalar neden bu kadar yüksek, daha farklı yapılamaz mıydı diye sorguluyorsun.

Aslında daha farklı, yatay binalar inşa edilebilir. İstense yapılabilir. İnsanlar bu kadar dar alanlarda yaşamamalı. Ankara’da hem binalar yüksek hem de kiralar. Parası uygun olan yerler ya oturulamayacak kadar kötü ya da girişin altı. Kiralar 5 bin liradan başlıyor. Bu koşullar bize hiç iyi gelmeyecekti. Çıktık.

Nereye?

Kars’a. Kars deprem açısından daha güvenlikli bir yer. Bir şey olsa kurtulma şansımız yüksek. En önemlisi biliyoruz ki oturduğumuz bina sağlam. Ayrıca metropollere göre hem küçük hem ekonomik. Kiralar daha uygun. Metropollerdeki kiraların yarısı kadar. Hatta daha az. Buradaki koşullar ekonomik olarak dayanma gücümüzü iki katına çıkarabiliyor. Uzun süre burada kalabilir miyiz? Biraz zor. Metropollerdeki gibi iş alanları yok. İstanbul’dayken birçok iş yaptım. Bazen dergi sattım, editörlük yaptım, ders verdim. Beş yıl İstanbul’da kalmamın nedeni iş bulma koşullarıydı. Yaşamak için gerekli koşulları oluşturamazsak tekrar İskenderun’a dönebiliriz. Bilemiyorum. İnan ki ben geleceğimi göremiyorum. Günübirlik yaşıyoruz.

Bir yere ait olma duygumu yitirdim

Tekrar İskenderun’a dönebileceğinizi söylüyorsun.  Daha kolay iş bulabilme olanakları olan kentler yerine İskenderun’a, depremi yaşamış bir kente neden dönmek istiyorsun?

Buralarda koşullar uygun olmazsa geri dönebiliriz. Belki aynı acıyı yaşayanlar olarak birbirine, yaşama tutunma isteği. Tam bilmiyorum. İlk dönüş kararı almamda da yine koşullar etkili olmuştu.

Zaten İstanbul ihracıyım. Dediğin gibi burada iş bulma olanakları diğer kentlere göre fazla.  O yüzden 2021‘in Ağustos ayına kadar İstanbul’da yaşadım. Ama İstanbul aynı zamanda metropol! Öyle bir an geldi ki, metropolün keşmekeşliğini kaldırabilecek gücüm kalmadı. Hamileydim. Tüm bunlar beni, bizi daha küçük, daha kontrollü bir kente gitmeye itti. Hataylı olmamdan dolayı, bildiğim bir yer, toplumsal olarak da daha rahat olduğu için İskenderun’u tercih ettim. Bir buçuk yıldır İskenderun’daydım. Bu bir buçuk yılın son bir yılı kendi evimde yaşıyordum. Daha önce, hamileliğim boyunca annemin yanında kaldım. Kızımın doğumuyla birlikte kendi evimize geçtik. Ben, kendi evimde anca bir yıl ya oturdum ya oturamadım. 6 Şubat gecesi oturduğumuz mütevazı ev yıkıldı.

Deprem oldu. Depremle birlikte eşim de ben de işsiz kaldık. Bir yere aidat olma duygumu yitirdim. Deprem anında donduk kaldık. Deprem sürecinde sadece yaşamı sürdürmeye çalışıyorduk. Oradan çıkınca nasıl bir felaket yaşadığımızı anlayabildim. Zaman geçtikçe yaşadığımızın ne olduğunu fark ediyorduk. Biraz düzen oluşturunca ne yaşadığımızı, acımızı, duygularımızı fark etmeye başladık. Burası bize iyi gelmez, kalacak koşullarımız oluşmaz ise yine bildiğimiz yere, İskenderun’a dönebiliriz. Belirsiz bir durum.

“Her gün yattığımda şunu düşünüyorum: Sabah acaba neye uyanacağım? Bir gün depreme, bir gün ihraçlara, bir gün sele, bir gün patlayan bombalara…”

Seçimler kapıda. 14 Mayıs sonrası her şey daha iyi olabilir…

Herkes seçimlere bel bağlamış. Ben çok iyimser bir tablo göremiyorum. Çözülmesi gereken o kadar çok sorun var ki!  Depremden sonrası bu ülkede uzun vadeli plan yapılamayacağını düşünüyorum. Günübirlik ve şansa yaşamdayız, günübirlik ve şansa sağlığımız yerinde ya da moralimiz düzgün. O kadar çok değişken var ki; toplumsal, ekonomik… Ben her gün yattığımda şunu düşünüyorum: Sabah acaba neye uyanacağız? Bir gün depreme, bir gün ihraçlara, bir gün sele, bir gün patlayan bombalara…

Tüm bu süreçte kadın olmak…

Eşitsizliği her alanda yaşıyoruz. Okul kazanıyorsunuz, toplumsal destek daha az oluyor. Tabii maddi destek de… Orta sınıf bir ailede emekçi bir kadının kızıyım. Yaşamım boyunca ekonomik sıkıntıların, kız çocuğu olmanın ağırlığını hep omuzlarımda hissetim. Çok zor koşullarda üniversiteyi okudum. Çok zor koşullarda KPSS’yi kazandım. Sonra o kadar uğraşarak edindiğim meslek birden elimden alındı.

İhraç olunca iş bulmak çok daha zor. Toplumun mesleklere bakış açısında cinsiyetçilik var. O bakış açısı duvar gibi insanın önüne çıkıyor. Ben bu toplumda bir erkek gibi istediğim alanda çalışma yürütemem. Erkek çok rahat benzincide çalışabiliyor. Belki bir kadın da çalışır. İşveren kadını tercih eder mi? Belirsiz. Ücret konusunda da bir erkeğe göre dezavantajlı konumdayız.

Deprem öncesinde kendimize göre, iyi bir düzen kurmuştum. Deprem olunca her şey alt üst oldu. Anne olarak çok zorlandım. Anne olarak, çocuğumun ihtiyaçları gideremediğimde, saatlerce aç kaldığında yaşadığım çaresizlik… Anlatmak çok zor…  Can telaşıyla dışarı çıkarken biberonu almamışız, çocuğa mama verebileceğim bir şey yok. Çocuğumun ihtiyaçlarını gideremediğim, yetersiz kaldığım için vicdan azabı duydum. Üstünü başını değiştiremediğim için çok acı çektim.

İhraç bir kadın, eğitim emekçisi olarak her yönüyle zor olan koşullar, depremle birlikte daha da ağırlaştı. Barınma koşulları hâlâ yok. O ağır koşulların altında ezildim. Kadın olarak muayyen günlerin için gerekli ihtiyaçlarını karşılayamıyorsun. Sürekli göç halindesin. Çok soğuk yedim. Dışardaydım. İlk başlarda ayaklarımız çıplaktı. Sonrasında çorap bulduk da giydik. Yollardaydım, yollardaydık. 30 saat yollarda kaldım.

Tüm bu süreçlerde kadınların dayanışması, KESK’lilerin, KHK direnişçilerinin ve diğer kadınların dayanışması çok kıymetli. Toplumsal dayanışmayla ayakta kalıyorum, kalıyoruz.

Fotoğraflar: Hüda Yıldırım

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kınıklı domates üreticileri geçtiğimiz günlerde domatesteki düşük alım fiyatlarını protesto için eylem yaptı. Domates üreticisi Selma ile sorunlarını konuştuk. Önceleri tütün ekiyorlarmış. Devlet tütünü bitirdikten sonra domatese yönelmişler. Bu yıl ondan da geçim yok, “Fiyatı çok düşük, domatı ne alan var ne satan” diyor.
Her kadının yaşamı, bir mücadele hikayesidir aynı zamanda. 14 yaşından beri kayısı fabrikasında hep sigortasız çalışan Emine’nin de öyle. Malatya’da hayatın “akışına” karşı çıkıp dayakçı kocadan boşandı. Çocuklarıyla birlikte konteyner kentte kendine yeni bir hayat inşa ediyor.
Güvenceli ve düzenli işlerin rafa kalktığı deprem bölgelerinde, kadınlar, geçinebilmek için tehlikeli işler yapmak zorunda kalıyor. Ağır hasarlı binalara girerek eşya ve demir toplamak da bu işlerden biri.
“İlk defa aldığım asgari ücretin içinden ulaşım ve yemek masrafını çıkarınca geriye ne kadar kaldığını, masraflarımı nasıl en aza indirip kalandan birikim yapabileceğimi hesaplıyorum. Her güne “bu iş bitince ne olacak” diye düşünmeden başlamak istiyorum… Yeniden, tek başıma ama yalnız kalmadan, umutlarımı yitirmeden devam etmeye çalışıyorum işte.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!