Nuran Gülenç
İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanının çerçevesi, içeriği erkek işçi üzerinden tanımlandı hep. Bu alanın kadın işçi sağlığı ve toplumsal cinsiyet rollerini hesaba katan bir noktadan yeniden düzenlenmesine ihtiyaç var. En önemli görev ise sendikalara düşüyor.
Patriyarkal kapitalizmde yaşamın tüm kurgusu sermayenin ve erkeklerin çıkarı üzerinden yapılıyor. Süregiden bu ortaklık kadını tüm alanlarda ikincilleştiriyor ve erkek egemenliğini pekiştiriyor. Kadınlar tarih boyunca hak ettiğini almak için erkeklere ve düzene karşı mücadele ediyor.
Bu sistem kadınların sağlığını da tehdit ediyor. Kamusal alanda var olmak için mücadele eden kadınlar, gelir getiren bir işe girip ekonomik özgürlüğünü kazanmak isteyince, bu sefer ev içi işler, hane halkının ihtiyaçlarının giderilmesi doğrultusunda yapılan işleri de sırtlanmak zorunda kalıyor. Bu da onlar için, her gün yapılan ücretsiz fazla mesai anlamına geliyor.
Nüfusun yarısı olan kadınlar, işçi sınıfının parçası, işyerlerinde işçi, sendikalarda ise üyeler ama kadınların yaşadıkları eşitsizliklere, uğradıkları ayrımcılık, maruz kaldıkları şiddet ve cinsel tacize, çözüm üretmeye gelince görünmez oluyorlar. Referansı erkek olan emek politikalardan paylarına ne düşüyorsa onu alıyorlar. Ama biz altını bir kez daha çizelim, kadınların üzerindeki bu çifte mesai yükü, gözden kaçırılmayacak kadar ciddi. Kadın sağlığı üzerinde hem fiziksel, hem fizyolojik hem de psikolojik sonuçları var.
Erkek ölçü olunca…
Kadın işçilerin sorunlarının çözümü için feminist politikalara ihtiyaç var. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanı da böyle bir alan. Alanı düzenleyen bir yasa (6331 Sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunun) ve yönetmelikler var. Yasa ve yönetmeliklere bir göz atarsanız, kadının analık haline ilişkin düzenlemelerin dışında pek bir şey olmadığını görürsünüz.
Mevzuata bakılırsa, kadın işçi evine gittiğinde ayaklarını kanepeye uzatıyor, elinde kumandası, yemeği, kahvesi ayağına geliyor. Çocuklar yedirilmiş, içirilmiş, ödevleri yaptırılmış, ortalık toplanmış, alışveriş yapılmış, ev ile ilgili tüm organizasyonlar yapılmış, çamaşır, bulaşık onlar eve gelinceye kadar yıkanmış… Kadın işçi de tüm vaktini ertesi gün işe dinlenmiş bir biçimde gidebilmek için harcıyor. Ruhuna iyi gelecek, besleyecek aktivitelerle, kendini tazeliyor. Düşüncesi bile güzel!
Ama böyle bir hayat yok. Kadınlar işte harcadıkları mesainin en az yarısını evde hane halkının ihtiyaçlarını karşılamak için harcıyor. Bu süre evdeki insan sayısı arttıkça artıyor. Dinlenemiyorlar. Zihnen ve bedenen daha çok yoruluyorlar. Bu da kadın işçileri daha fazla hasta ediyor, iş kazası riski ile daha fazla karşı karşıyalar. Kas iskelet sistemi rahatsızlıkları erkeklere göre kadınlar arasında daha yaygın. Psikososyal risklerden daha fazla etkileniyorlar. Şiddet, cinsel taciz, psikolojik şiddet kadınları tehdit ediyor. Duygusal emek en çok kadın işçinin derdi. Ama bu başlıkların hiç birini işyerlerinde işçi sağlığı ve iş güvenliğinin temeli sayılan “Risk Değerlendirmesi” dokümanlarında görmek mümkün değil. Yani işyerlerinde sağlık ve güvenlik alanı cinsiyeti, toplumsal cinsiyeti tümüyle devre dışı bırakıyor. Başka bir ifadeyle erkek işçi merkezli bir sağlık güvenlik politikası mevcut.
BİSAM’dan Kadın İşçi Sağlığı Raporu
Bir süredir yürüttüğü toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarını sendikal politikalarına yansıtmaya çalışan Birleşik Metal-İş Sendikası’nın Sınıf Araştırmaları Merkezi (BİSAM) 2020 yılının son ayında örgütlü olduğu elektrik elektronik alanında faaliyet gösteren, bir işyerinde yaptığı vaka analiz çalışmasını “Toplumsal Cinsiyet Rollerinin Kadın İşçiler Üzerindeki Etkileri” başlığı ile rapor halinde yayınladı. Sendikal alandan gelen bu yeni çalışma, kadın işçilerin çifte mesailerinin sağlıklarını nasıl tehdit ettiğini açıkça gözler önüne seriyor. Rapor, kadın işçi sağlığının üzerinde çalışılması, politikalar üretilmesi gereken bir alan olduğunu verilerle de gösteriyor. Araştırmada öne çıkan veriler;
Evli olan kadın işçilerin üçte ikisi işlerin planlanmasına tek başına karar veriyor, kadın işçilerin tamamı iş günlerinde evde yemek temizlik çocuk bakımı ev toplama bulaşık, çamaşır, ütü gibi ev işlerinden en az birini yaptığını ifade ediyor. Kadın işçilerin yarısı ev içi yüklerin paylaşılmadığını söylüyor. Ev içi yüklerin paylaşıldığını söyleyenler toplamın yarısı iken, evli olanlarda bu oran dörtte bire gerilemektedir. Kadınların çoğu anne ve kayınvalide desteği alıyor. Yani başka kadınlarla yüklerini paylaşıyorlar. Altı saatin altında uyku uyuyan kadın işçilerin sağlıkları daha kötü. Kadın işçilerin üçte ikisi kas iskelet sorunu yaşıyor. Bunu nörolojik sorunlar izliyor. Kadın işçiler yüzde 78 boyun, yüzde 76’sı bel, yüzde 61,5’i sırt ve yüzde 69’u baş ağrısı yaşıyor. Fazla mesai yapan kadın işçilerde kas iskelet hastalığı oranı yüzde 38 iken yapmayanlarda yüzde 14’tür. Evli olanlarda kas iskelet hastalığı yaşayanların oranı yüzde 39, evli olmayanlarda yüzde 14’tür.
Toplumsal cinsiyet rolleri ve işyerinin çalışma koşulları kadın işçilerin sağlığını olumsuz etkiliyor. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanının kadın işçi sağlığını, toplumsal cinsiyet rollerini hesaba katan bir noktadan yeniden düzenlenmesine ihtiyaç var. Bu konuda en önemli görev sendikalara düşüyor. Bunun için İSG kurullarında kadın temsilinin sağlanması, risk değerlendirmelerinde toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin gözetilmesi ve değerlendirmelere katılması, sendikal kadroların dönüşmesi, eşitlikçi bir sendikal kültürün oluşması, toplu sözleşmelerin araç olarak kullanılması gerekiyor.
Sendikaların bir yandan işyerlerinde çalışma koşullarının kadınların sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerini ortadan kaldıracak toplumsal cinsiyet temelli politikaları hayata geçirirken, diğer yandan da kadınları özel alanda güçlendirebilecek, ev ve bakım işlerinin yükünü hafifletecek, bütüncül bir politika üzerinde düşünmeleri gerekiyor.