1900’lerin başında Osmanlı’da “düşük ücretler, ödenmeyen maaşlar, hayat pahalılığı, makinelerin işçileri işinden etmesi gibi birçok nedenle birçok grev ve mücadelenin olduğunu”, “yapılan grevlerin çoğunun gıda, tütün ve dokuma gibi kadın emeğinin yoğun olarak kullanıldığı sektörlerde yaşandığını” anlatıyor Sezen Yılmaz. Kadınların tarihini yazmaktan bahsederken bu alanda daha az çalışılan bir konu olarak kadın emeğine odaklanıyor araştırmalarında. “Birinci Dünya Savaşı Dönemi’nde Kadınların Ücretli Çalışma Hayatına Katılımı: Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa Ülkelerinin Karşılaştırılması” başlıklı yüksek lisans tezinde odağı ücretli kadın emeğine çeviriyor.
Feminist araştırmacı Sezen Yılmaz ile tezden yola çıkarak savaş döneminde hem Avrupa’da hem de Osmanlı’da ücretli-ücretsiz kadın emeğini, kadınların çalıştığı sektörleri, sendikalaşmayı, grev ve direnişleri konuştuk.
Araştırma sürecini merak ediyorum. Feminist tarih yazımı iğneyle kuyu kazmak gibi ne yazık ki. Ki sen daha da zor bir alanın, ücretli kadın emeğinin peşine düşüyorsun. Ne gibi zorluklarla karşılaştın arşivlerde ve araştırman sırasında?
Evet aslında dediğin gibi, feminist tarihi yazmak iğne ile kuyu kazmak gibi. Ama kazılacak kuyu da iğne de çok olunca, şahsi hissiyatım, bu sürecin heyecanı oluyor. Hâkim tarih anlatısında, arşiv belgelerinde kadınlara bakılmamış uzun zaman. Bakılsa da ya saraydaki kadınlar incelenmiş ya da erkeklerle ilişkileri üzerinden tanımlanarak yer bulmuş kadınlar. Kaynaklar sınırlı evet, arşiv belgelerini okumak da zorlu bir süreç dilden dolayı. Kadınlar çok az yer alıyor tarih anlatılarında ama sanırım feminist bir şekilde yaklaşınca o iğneler büyüyor ve daha kolay kazılıyor kuyular 🙂 ama bunu yapmak için kuyu kazmak zorunda mıyız, o tartışılmalı 🙂
Araştırma sürecinde ikincil kaynaklara bakınca alternatif kaynaklar da olsa hepsindeki işçi tanımı belirli bir kalıba sahip görünüyordu: Fabrikada çalışan erkek işçi. İşçi hareketleri, sınıf siyaseti vb. hepsi erkekler üzerinden anlatılıyor/du. Kadın emeğiyle ilgili toplu bir çalışma bulmak zor oluyor. İkincil kaynak açısından böyle bir zorluk vardı. Arşiv kaynaklarında da kadınlara ilişkin belgeler veya belgelerdeki kadınları bulmak, bu bulguları bir çerçeveye oturtmak da zorlu.
Öte yandan çalışmada belki de en sallantıda olan kısım seks işçiliği kısmıydı. Bunun bir işçilik olarak kabul edilmesi tartışmasını geçtim, “toplumsal ahlaki” bir noktadan tezde yer alıp almayacağı, kabul edilip edilmeyeceği belli değildi. Mezun olabilmem için seks işçilerini çıkarmamın daha iyi olabileceği yönünde söylenenleri pek dinlemeyince bir şekilde yazıldı bu çalışma. Kadınlar, işçiler, seks işçileri bu tarihin önemli bir parçası, bunu görmezden gelmek odadaki fili görmemek demek. Neyse ki buna direnip bu öznelere ses veren feministler, kadın çalışmacılar var.
Aile işçiliğinde karşılıksız emek
Deneyimlerin ve gözlemlerin ışığında emek tarihi çalışmalarında ücretli-ücretsiz kadın emeği ne yana düşer?
Emek tarihinde kadınların ücretli emeğiyle ilgili çalışmalar arttı son yıllarda. Bazı çalışmalar sektör bazında olurken derli toplu araştırmalar, tezler de çoğaldı. Koca bir tarih anlatısını düşününce çok küçük bir paya sahip olsa da ücretsiz kadın emeğine kıyasla daha bir yeri var ücretli alanın. Osmanlı’da ücretsiz/karşılıksız kadın emeğiyle ilgili yazın neredeyse yok gibi. Olan ufak bir kısım da çok parça parça. Böyle bakınca ücretli kadın emeği minnak bir şansa sahip gibi görünüyor 🙂
Kaynak açısından karşılıksız/ücretsiz emek konusunda ikincil kaynaklarda bazen bir paragraflık bir şey buluyorsun, bazen bir veriden kadını çıkarmaya çalışıyorsun (ki arşiv için bu durum daha yaygın ve ücretli emek için de geçerli). Aile işçiliğinde örneğin, kadın emeğinin yoğun olduğunu tahmin edebiliyoruz ama bunu ölçemiyoruz. Zaten karşılıksız emek sınırları belli olmayan, ölçülmesi zor bir süreçle işliyor, tarihsel bir süreçte bunu ölçmeye çalışmak bambaşka bir macera. Bazı çalışmalarda ücretsiz işçilik yapan kadınlardan bahsedilse de bu çok az yer kaplıyor ve neredeyse hepsi, bu yoğun emek sürecinde karşılıksız emeğin neden daha çok kadınların üzerinde olduğunu sorarak incelemiyor. Bütünlüklü bir çalışma da yok.
Alternatif tarih bir şekilde emek tarihinin öznelerini öne çıkardı, çıkarıyor; işçileri, köleleri, kadınları. Ama hâlâ cinsiyetçi bakıştan kurtulmuş değil.
Osmanlı’da kadınlar hangi işkollarında çalışıyor?
Osmanlı’da kadınlar aslında tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin hepsinde var. Tütüncülükte, dokumacılıkta, sağlık sektöründe, gıdada, aşçılık, temizlik vs. gibi ev içi hizmetlerde, güvenlik, eğitim alanında, finans sektöründe, terzilikte, seks işçiliğinde ve memuriyete kadar her alanda kadınları görmek mümkün. Hele ki tarım ve tekstil, kadınların yoğunluklu olduğu geleneksel alanlar. Kadınlar hem ev içinde hem atölyelerde hem de fabrikalarda tekstil ve tütünde çalışıyor.
Tekstilde de dokumacılıktan iplik eğirmeye, halı dokumacılığından ipek dokumacılığına geniş bir iş yelpazesi var. 18-19’uncu yüzyıllarda Sivas’ta, İzmir’de, Amasya, Diyarbakır, Trabzon gibi birçok yerde binlerce tezgâh ve bu tezgâhlarda çalışan binlerce kadın var. Mesela 19’uncu yüzyıl sonunda Sivas’ta 2 bin tezgâh olduğu belirtiliyor. Aydın’da yaklaşık 4 bin tezgâhta 11 bin kadının çalıştığı söyleniyor. Tezgâhlar dışında örneğin Bursa İpek Fabrikası, Bakırköy Bez Fabrikası, Feshane gibi fabrikalarda istihdam ediliyorlar. Oriental Carpet (Şark Halı Şirketi) adlı fabrikada, 1913 yılında 15 bin 271 kadın ve çocuk işçi var. 1870’lerde Makedonya’da kurulan ilk tekstil fabrikasında çalışanların yüzde 80’inden fazlası kadınlar ve kız çocuklarından oluşuyor. Fabrikalarda çalışan kadınlar genel olarak Ermeni ve Rum kadınlar ama Müslüman kadınların çalıştığı da biliniyor. 1860’larda Bursa’da çalışan kadınların yüzde 95’i Rum ve Ermeni.
Kadın ücretleri erkek ücretlerinin yarısı
Çalışma koşulları nasıl?
Çalışma koşullarının aslında bazı açılardan günümüzden çok farkı yok. Erkeklere göre daha düşük ücretler, cinsiyetlendirilmiş iş bölümü, kadının çalışmasına yönelik yaklaşım… Bu anlamda bir süreklilik var. Ücretlerle ilgili örneğin 1907’de, Adana’da iplik eğirme işinde 12 saatin çalışma karşılığı 5 kuruş. Burada ustabaşılar 15-20 kuruş alıyor, ustabaşılar muhtemelen erkek. Quataert’in çalışmalarında da birçok kaynakta da gördüğüm, kadınlar erkeklerin ücretlerinin yarısını veya bazı yerlerde üçte birini alıyor. Çalışma saatleri oldukça uzun; 15 saat veya daha fazla. Bu tarımda, özellikle tütünde de böyle. Selanik, Kavala, tütün işinin yoğun olduğu yerler. 19’uncu yüzyıl sonunda Kavala’da tütün tasnif ve paketleme işinde çalışanların yarısı kadınken 1891’de Selanik Reji Fabrikası’nda çalışanların üçte biri kadın ve Quataert’e göre yine ücretler erkeklerden düşük.
Tütünde bir de kadın emeği ve toplumsal cinsiyet açısından Cibali Tütün Fabrikası’nın önemli bir yeri var. Vasıflı-vasıfsız iş ayrımında vasıfsız denilen işler hep kadınların burada. Teknoloji de yine erkeğin kullanımında. Burada emek yoğun ve hassas denilen işler, hassasiyet, dikkat ve sabırla özdeşleştirilen kadınlar tarafından yapılıyor. Sigara imalatında çalışan kadınlar günde 3 bin sigara üretiyor. Sayı inanılmaz yüksek, düşününce. Yani mesai saatlerinin uzun olduğuna da işaret ediyor bu. Çalışma koşulları ağır; ham madde tütün olduğu için bu, birçok rahatsızlığa davetiye demek bir yandan.
Sağlık sektöründe ise Nuran Yıldırım’a göre, kadınların hekimlik yaptığı ilk zamanlar 15’inci yüzyıl. O dönemde Saray’da, ilaç bilgisi sınırlı olsa da deneyimi yüksek kadınlar ve Harem sakinlerini tedavi için hekim, ebe kadınlar var. 1830’larla birlikte ebe kadınların sayısı artıyor. Aynı dönemlerde yabancı kadın hekimlerin, ebelerin sayısı da artıyor. Başta kadınların hekimlik yapması istenmese de özellikle kadın hastalıklarında kadına ihtiyaç olabileceği düşüncesiyle kadın doktorlara ruhsat verildiği görülüyor. 1910’larda da üst sınıf kadınların da katıldığı hasta bakıcılık kursları açılıyor.
Ev içinde de kadınlar aşçılık, mürebbiyelik, temizlikçilik vs. gibi birçok faaliyet üzerinden istihdam ediliyor. Terzilik de ev içi hizmetlerde olduğu gibi kadınların doğrudan başka bir kadını istihdam ettiği bir alan. Yayın organları ve cemaatlerin de teşvik ettiği bir faaliyet.
Diğer yandan bence en ilginç kesim bohçacılar. Hem çeşitli ürünler satıyorlar hem tefecilik yaptıkları söyleniyor hem de birçok hanede bu, kadınlar için sosyalleşmenin de bir aracı. Ve bazı açılardan özgürlük alanları daha geniş. Birçok yeri gezip birçok eve girebilmek, girdikleri evlerle iletişim halinde olmak, haber almak, sosyalleşmek açısından bir anlamda özgürlük alanları var aslında. Tefecilik dedikleri de faizle borç vermek (seyyar bankacılık diyebilir miyiz :D). İstanbul’da başta Rum ve Museviler bu işi yaparken 19’uncu yüzyılda Lehli, Hırvat ve Çingene asıllı kadınların bu işi yaptığı ifade ediliyor.
Bankalarda ücretler daha yüksek
Dönem itibarıyla kadınlar memuriyete de girebiliyorlar artık, değil mi?
Evet. Memuriyetlere bakınca 20’nci yüzyıla gelindiğinde birçok alanda kadınların yayıldığı görülüyor. Başta sağlık ve eğitim olmak üzere posta, telgraf, telefon, maliye idarelerinde kadınlar çalışıyor. Maliyede çalışan kadınlarla erkekler arasında katı sınırlar var; çalışma mekânları ayrı ve iletişim sınırlı. Kadınların mesaisi erkeklerden daha geç bitiyor.
Telefon İdaresi’nde şöyle ilginç bir durum var, keyifli de: Buraya başvurusu, Fransızca ve Rumca bilmedikleri için kabul edilmeyen bir grup kadın, Kadınlar Dünyası dergisinin kamuoyunda yarattığı baskı sayesinde işe alınıyor (o zaman twitter olsa neler olurdu acaba :D). Sadece gayrimüslim değil, Müslüman kadınlar da çalışıyor bu kurumlarda.
Bankalarda kadınlar muhasebe, hukuki işler, emtia, kambiyo, menkul değerler, emekli sandığı gibi neredeyse tüm hizmetlerde; sekreterlik, kayıt tutma, tercüme, gişe hizmeti gibi geniş bir yelpazede çalışıyor. Osmanlı Bankası’nda diğer memuriyetlerin aksine, kadın ve erkek ücretleri arasında bir fark olmadığı söyleniyor. Dönemin atmosferine göre daha iyi ücretler verilen bankada, kadınların hastalık izinleri de ücretli ve işten çıkarılınca tazminat alan kadınlar var. Bunların dışında bazı memuriyetlerde öğle arası kısa molalar olurken, gece nöbeti veya tatil zamanlarında yapılan mesai karşılığında iki katı ücret alan kadınlar oluyor. İzin günleri, maaş zammı, emeklilik imkânı olanlar da bulunuyor. Bu açıdan tarım, tekstil gibi alanlarda çalışan işçi kadınlara göre bazı açılardan daha iyi şartları var gibi duruyor.
Kadınlarla ilişkilendirilen bir diğer meslek olan öğretmenlikte de sayı 1870’lerle birlikte artarken yönetim kademelerinde de kadınlar görülüyor; ancak karar alma gibi inisiyatif içeren birçok iş, erkek müdüre bırakılıyor ve ücretler arasında da erkeğin lehine farklılıklar oluyor. Erkek müdür 5 bin kuruş kazanırken kadın müdür(e) aylık bin 500 kuruş alıyor. Aynı şekilde öğretmenler arasında da cinsiyete dayalı ücret farklılıkları var.
Seks işçiliği konusunda neler söylemek istersiniz?
Seks işçiliği de bir diğer geçim kaynağı. Balkanlar ve Kafkaslar’dan göçen kadınlar, savaştan dolayı dul ve yetim kalanlar, hizmetçilik yaptığı evden kaçan veya kovulan kızlar vb. seks işçiliği de dahil farklı çözümlerle hayatta kalmaya çalışıyor. Umumhaneler (genelev) ve bu hanelerde çalışan seks işçileri, belirli düzenlemelere tabi. Ahlaken düşkün olarak görüldükleri için bu evlerin “namuslu” muhitlerde, cami yakınlarında açılması, seks işçisi kadınların yine “namuslu” mahallelerde yaşaması yasak. Bu toplumsal ve mekânsal soyutlamanın yanında canlarını tehlikeye atan olaylar da oluyor. Mesela bir arşiv belgesinde, Samatya’da seks işçiliği yapan bir kadının köyden gitmediği takdirde köyü yakacağını söyleyen bir adamdan bahsediliyor. Tüm bunlarla birlikte seks işçisi kadınların sayısı zamanla artıyor.
Çok uzun oldu ama gerçekten o kadar farklı alanlarda görüyoruz ki kadınları ve kadınlara yönelik cinsiyetçi, ahlakçı, ayrımcı bakışı; bir alanı diğerinden ayıramıyorum bahsederken. Genel olarak her alanda kadınlar var, yoksa da zamanla yer almaya başlıyor. Ücretler erkeklere göre çok düşük, katı ahlaki kurallar var, aileyi geçindiren kişi olarak görülmektense harçlık için çalıştıkları yaklaşımı mevcut. Sanki 2023’ten bahsediyor gibiyiz, böyle bir süreklilik var.
Feshane, İzmit tekstil fabrikalarında kadın sayısı artıyor
Birinci Dünya Savaşı kadın emeği ve kadınların çalışma deneyimleri açısından nasıl bir kırılma yarattı?
Kapsamı çok geniş olan bu savaş, sektörler üzerinde yıkıcı etkiye sahip olurken kadınların çalışma hayatına girişinde de bir dönüm noktası aslında. Osmanlı’da ihracat sekteye uğruyor, temel sektörlerde bozulmalar yaşanıyor, üretim geriliyor, fabrika sayıları azalıyor. Bunun yanında üretimin devam ettiği alanlarda, fabrikalarda da işgücü eksikliği ortaya çıkıyor; çünkü erkekler silah altına alınıyor. Bu boşluk da kadın ve çocuk işçilerle doldurulmaya çalışılıyor. Bir yandan ücretlerde düşüş gözlenirken bir yandan kadın istihdamında artış görülüyor. Bu istihdam yalnızca sayı olarak artmıyor, kapsam olarak da farklı sektörlerde kadınlar ortaya çıkıyor. Tekstil, tarım gibi temel sektörlerin yanında perakende ve hizmet sektöründe de kadınlar çalışmaya başlıyor.
Mesela kadınların ihtiyacına yönelik mağazalarda önceden erkek egemen bir profil görülürken 1914 sonrası buralarda bir değişim görülüyor, Yahudi ve Rum kadınların sayısı giderek artıyor. Müslüman kadınlara gelirsek, baktığım kaynaklara göre onlar ancak savaş sonrasında yer almaya başlıyor. Yalnızca mağazalarda da değil, kasiyerlik ve muhasebeci pozisyonlarında da 1920’lerle birlikte düşük ücretlerle kadın istihdamında artış görülüyor.
Feshane ve İzmit gibi tekstil fabrikalarında da 1916 sonrası kadın işçi sayısı artıyor. Çünkü bir yandan savaş dolayısıyla askeri ihtiyaçlar da artıyor aslında. Bursa’da savaş sonrasında ayakta kalmayı başarabilen iki ipek fabrikasında da kadın sayısı erkeklerden fazla. Bunların dışında öğretmen, müfettiş, müdür, telefon memuru, maliye memuru vb. pek çok kamu veya özel sektör kuruluşunda daha çok kadın, memur olarak çalışıyor, sayıları artıyor.
Ancak kriz anlarında kadınların düşük ücretle istihdam edilmesi dışında bir diğer eğilim de kriz sırasında veya bittiğinde önce kadınların işinden edilmesi, buna şimdi de çok tanık oluyoruz. Aynı şekilde I. Dünya Savaşı bittiğinde de böyle oluyor ve kadınlar kamu sektöründeki işlerinden çıkarılmaya başlanıyor. Basında kadınların disiplininden, istekli ve çalışkan oluşundan dem vurulsa da bu, kadınların işten çıkarılmasını engelleyemiyor. Öte yandan Ziraat Bankası, Osmanlı Bankası, Telefon Şirketi, Elektrik ve Tramvay Şirketi gibi kurumlarda 1920’lerde kadın çalışanlar hâlâ var. Adli Tıp Kurumu’nda (Tıbb-i Adli) 1919’da, çalışanların çoğunun kadın olduğundan bahsediliyor. Ayrıca kadınların çalışma hayatındaki varlığı savaş ile birlikte yayılıyor, sağlamlaşıyor ve geri dönülmez bir eğilimin başlangıcı oluyor. Kadınların çalışmasının meşruiyet kazanmasında önemli bir yapı taşı aslında, ücretli alanda var olmalarında çok büyük etkisi var bu savaşın.
Kadınların çalışma alanı ve işkolu açısından Avrupa ile Osmanlı arasındaki farklılık ve benzerlikler neler?
Benzerlikleri düşünürsek Avrupa’da kadınlar, tekstil ve tarım gibi geleneksel alanlarda Osmanlı’da olduğu gibi yoğun şekilde yer alıyor ve sanayileşme sonrasında da istihdam edilmeye devam ediliyor. Bunun dışında fırınlarda, kasaplarda çalışan, garsonluk yapan kadınlar da görüyoruz. Osmanlı’da da Avrupa’da da çevirmen kadınlar var. O dönemde bu da kadın işi olarak görülüyor; çünkü evde “boş boş” otururken neden yapmasın (1-2 yıl öncesine kadar, çevirmen olduğum için hâlâ işsiz olduğumu düşünüp bana iş arayan yakınlarım vardı, onlara selam gönderiyorum buradan)? Seks işçiliği de aynı şekilde, Avrupa’da da Osmanlı’da da kadınların yer aldığı ücretli alanlardan birisi. Bu kadınlara yaklaşım da aynı şekilde iki taraf için de benzer; toplumsal dışlama, ahlak olarak düşkün görülme…
Memuriyetlerde çalışmak anlamında da hem Osmanlı’da hem de Avrupa’da kadınların varlığı artıyor bu alanlarda; savaşla birlikte, hatta ilk defa yer aldıkları memuriyetler de oluyor. Bu açıdan eğilim konusunda genel bir benzerlik var. Mesela Almanya ve Fransa’da 19’uncu yüzyıl sonlarından itibaren kadınlar telgraf idarelerinde istihdam ediliyor. Çalışma alanı olarak Avrupa’nın Osmanlı’dan farkı, kadınların savaşa ilişkin alanların bürokratik katmanlarında çalışmaları olabilir.
Farklılıklar demişken, aslında iki taraf arasındaki en önemli fark, savaş döneminde kadınların istihdama çekildiği alanlar. Avrupa ülkeleri kaynakların çoğunu savaş sanayisine aktarıyor, işgücü de dahil. Osmanlı pek çok alanda kadın istihdam ediyor evet, savaşla ilişkili sektörlerde de bunu teşvik etmeye çalışıyor ama bazı Avrupa ülkelerinde olduğu gibi bir savaş sanayisine sahip değil; sanayileşme, fabrikalaşma, teknolojik gelişme açısından büyük farklar var. O yüzden bu derin bir fark.
Mesela İngiltere’de teknik ressamlık, Fransa’da metalürjide yer alıyor kadınlar. Metalürji kadınlara kapalı bir alanken savaşla beraber bu alana girip savaş bitse dahi çalışmaya devam ediyor kadınlar, bu çok önemli bir durum. Makine, mühendislik, mühimmat gibi erkeklerin hâkim olduğu, erkeklikle özdeşleşen alanlara kadınlar giriyor ve buralarda yayılıyor.
Kadınlar sendikada örgütleniyor
Araştırmadaki çalışma hayatı bölümü kadınların makine kırma, eylem ve grev yapma gibi örnekler barındırıyor. Bunlardan bahseder misin, kadınlar hangi alanlarda ne tür eylemlerde ve hangi taleplerde bulundular?
1800 sonları ile 1900’lü yılların başlarına kadar işçi örgütlenmeleri ve grevler açısından önemli bir dönem yaşandı, kadınlar da bu mücadelelerde yer aldı. Osmanlı’da 1909–1912 yılları arasında 33 ve 1913–1918 yılları arasında 5 grev olduğu belirtiliyor.
1908 yılı grevler açısından önemli bir yıl Osmanlı’da; çok fazla grev oluyor. Düşük ücretler, ödenmeyen maaşlar, hayat pahalılığı, makinelerin işçileri işinden etmesi gibi birçok nedenle birçok grev ve mücadele… Yapılan grevlerin çoğu gıda, tütün ve dokuma gibi kadın emeğinin yoğun olarak kullanıldığı sektörlerde. Hem grevlerde hem gıda isyanlarında, işçi mücadelelerinde kadınlar var, bazılarında öncüler de.
Haklarını alamadıkları fabrika ve patronlara karşı greve gidiyorlar; fabrika ve depo yağmalarında, makine kırma eylemlerinde yer alıyorlar. Ücretli işçi kadınlar dışında bazı eylemlerde erkek işçilerin eşleri de yer alıyor. Çünkü aslında evin tüm işlerini karşılıksız olarak üstlenen, krizlerden ve hayat pahalılığından daha çok etkilenenler bu kadınlar. Örneğin 1908’de Sivas’ta 50 kadın, ekmeğin kalitesizliği ve pahalılığını protesto için vilayet konağı önüne gidiyor. Eyleme katılan kişi sayısı 500’ü buluyor ve un depoları yağmalanıyor, buğday ambarı dağıtılıyor. Belediye başkanının evi de yağmalanıyor ayrıca. Aynı dönemde Uşak’ta bir halı fabrikasında da kadın-erkek bir grup, makineleri tahrip ediyor. Bu eylemin başını kadınlar çekiyor.
Bursa ve Bilecik’te 1910 yılındaki grevlerde ise kadınlar, uzun çalışma saatlerinin azaltılmasını, ücretlerde artış ve öğle molası talep ediyor. Tsaropoulos adlı bir işlikte çalışan ceket işçileri de greve gidiyor ve 15 günün sonunda kazanım elde ediyor. Ardından 9 kadının da sendikada örgütlendiği belirtiliyor.
Sürekli Osmanlı’dan bahsettim ama Avrupa’da da durum bu yönde aslında, hatta kadın varlığı çok daha fazla. Gıda isyanları, grevler, köylü isyanları Osmanlı’dan daha yoğun. Depo yağmaları, dükkân basmalar, ücret artışı, izin talebiyle grevler ve birçok mücadele biçimi görülüyor.
Fransa, kadınların hak arama mücadelelerinde güçlü olduğu bir ülke. Mesela 1917 yılında Parisli terziler cumartesi izni için greve gidiyor. 1915-1916 arasında Paris’teki 25 grevin 18’i kadın grevi. Rusya’da da 1917 ile birlikte biraz daha farklı ve yoğun bir mücadele süreci oluyor. Avusturya–Macaristan gibi ülkelerde de gıda isyanlarında, grevlerde artış yaşanırken kadınlar da çeşitli biçimlerde yer alıyor bu eylemlerde.
Daha birçok örnek var aslında. Bunlar bile yetiyor ama bu mücadelelerde nasıl yer aldıklarını görmeye. İşverenlerin pasif, isyan etmez, her şeye razı olur diye gördükleri kadın işçiler, aslında isyanlarda, grevlerde, mücadelede.
Sendikalarda kadın düşmanlığı
İşçi hareketi, örgütlenme ve sendikalaşma deneyimleri açısından kadın işçiler hangi alanlarda ve bölgelerde yoğunlaşıyor, biraz bahsedebilir misin?
Osmanlı için bakarsak işçi hareketi ve örgütlenme açısından Selanik, Kavala gibi yerler daha yoğun. Bu bölgelerde tütün işi de çok hâkim ve yoğunlukla kadınlar çalışıyor buralarda. Öte yandan Şam, İstanbul gibi yerlerde de nispeten güçlü örgütlenmeler. Selanik’te sol örgütlenmelerin yoğun olduğu, 1912’ye gelindiğinde bilinci oturmuş, örgütlü işçi kuruluşları olduğu belirtiliyor. Şam ise Anadolu ve İstanbul’a göre daha disiplinli, sistemli görülüyor. Şam’da küçük atölyelerle ev içi imalat önemli yer kaplıyor. Bu alanların en önemli aktörleri de tabii ki kadınlar.
1900’lerin başında O Ergatis adlı bir yayın var, kadın işçilere ve yaşadıkları sorunlara yer veren sol bir gazete. Mesai saatleri konusunda greve gidip kazanım elde eden kadınların başarısının önemli olduğundan bahsederken sendikalarda “biraderleriyle” örgütlenmeleri gerektiğini yazıyor. Çeşitli eylemlerde yer alan kadınlar, sendikalarda o kadar yer bulmuyor muhtemelen. Kadınlarla ilgili doğrudan bir çalışmaya da denk gelmedim açıkçası. Ama Avrupa için biraz daha fazla bilgiye denk geldiğimi söyleyebilirim. Sendikal örgütlenmelerde kadınlara karşı büyük bir direnç var.
Örneğin İngiltere’de özellikle mühimmat ve mühendislik gibi erkek egemen alanlardaki sendikalar, kadın düşmanı bir tavır sergiliyor. Aynı işi yapan kadınların sendikalara üye olması istenmiyor. Çünkü onlar vasıfsız işçi ve olmaları gereken yer ev; eş ve çocuklara bakmakla yükümlüler.
Sendikalaşan kadınlar da bu düşmanlıktan muzdarip. Mesela bir sendikada kadınlar üye olabilse de bir erkeğin oyunun 25 kadınınkine eşdeğer olduğu belirtilmiş. Her şeye rağmen sendikalarda kadın sayısı zamanla artmış. Workers’ Union (WU) (İşçi Sendikası) 1914’te 3 bin kadın üyeye sahipken 1918’de bu sayı 80 bini bulmuş. Rusya’da ise 1907 yılında kadın işçi grubu kuruluyor, tekstil işçileri sendikasının neredeyse tamamı da kadın. Ancak yine de kadınların sendikalardaki varlığı erkekler kadar yoğun olmuyor.
Mahallenin imamından namus belgesi
Köleliğin kaldırılması sonrası hizmetçi idarehanelerinin kurulmasından söz ediliyor araştırmada. Bu tarihsel süreçten bahseder misin, ev içi işleri kim ya da kimler yapıyordu?
Ev içi hizmetler başta köle emeğiyle sürdürülürken köleliğin kaldırılmasıyla bunun yerini ücretli ev işçisi kadınlar, “hizmetçiler” alıyor.
Tanzimat Fermanı sonrasında büyük konaklarda, hanelerde mürebbiye, temizlikçilik, aşçılık, çamaşırcılık gibi birçok farklı iş için kadınlar istihdam ediliyor. Bu işleri de diğer birçok alanda olduğu gibi çoğunlukla gayrimüslim kadınlar yapıyor. Bir de tütünde mevsimlik çalışan bazı kadınlar Yahudi, Yunan ve Müslüman hanelerde ek iş olarak hizmetçi ve çamaşırcı olarak çalışmış. Zamanla ev içi hizmetlerde istihdam edilen kadın sayısı çok artıyor, II. Meşrutiyet’e gelince neredeyse her hanede (üst veya orta sınıf hanelerde tabi) bu kadın işçiler görülüyor. Evde birini çalıştırmak prestij meselesi de bir yandan çünkü. Yoksul ve yalnız olan birçok kadın için bir geçim kaynağı haline geliyor ev içi çalışma.
1908 nüfus sayımına göre İstanbul’da hanelerde çalışan işçilerin yüzde 80’i kadın ve 30 yaşın altında. I. Meşrutiyet Dönemi’nde ve sonrasında Hizmetkaran İdarehanesi, Hizmetçi İdarehaneleri denilen kurumlar var ve hem hizmet talep edenden hem de işçiden komisyon alarak iş yapıyor. Bir taraftan da talep edilen hizmete göre işçi de yetiştiriyor. Bu kurumlarla ilgili ilginç olan kısım, bir müddet sonra, yapılan bir düzenleme ile muallim/e, hizmetçi, işçi, hademe vb. işler için adayların, ikamet ettikleri mahallenin hem imamından hem de muhtarından namuslu olduğuna dair belge almak zorunda olması.
Namuslu olmak denince bunun kadınlar için çok daha farklı bir anlamı var/olmalı. Bu belge zorunluluğu dışında hizmet almak isteyen taraf, çalışan kişiden memnun kalmazsa 15 gün içinde ücretsiz şekilde üç kere hizmetçi değiştirebiliyor. Aslında hizmet sunan kişi kiralanabilen bir meta gibi görülüyor burada. Burası da çarpıcı. Alınan komisyonlara bakınca da maaş yükseldikçe işçiden alınan komisyon, işverenden alınan komisyona göre daha yüksek olmuş.
Fotoğraflar: kadineki.com, uidder.org, kadinsavunmasi.org