“Ahlaksızlıkla” suçlanarak işten atılan Agrobay Sera işçileri direnişte 98. günü doldurdular. Ardından Bergama kamuoyunun hiç beklemediği bir şey daha yaşandı. 98 gün dolmasına rağmen hala hesaplarına tazminatlarının yatmaması bardağı taşıran son damla oldu. Direnişteki kadınlardan beşi, Bergama’nın tam ortasında, çatısı yüksek bir binaya çıktılar. Yürekleri adeta ağza getiren beş kadın; Behice, Şirin, Şehriban, Naime ve Ayten. Neler hissediyorlardı. Onları çatıya çıkaran öfke neydi? Bu konuda Ayten ve Şirinle konuştuk. Anlattıkları başka bir gerçeklikti. Bütün gün daha parlak görünsün diye uğraşıp didindikleri organik sebzeler hoş bir algı yaratıyordu. Kırmızı domateslerin arkasındaki görünüm ise öyle “şirin” değildi. Fidelerin, böcek ilaçlarının, gübrelerin arasında didinip eve ekmek götüren bu kadınlar, seradaki emeğin zorlu yönüne dikkat çekiyorlar.
“Bize verilen değer sıfır”
“Genel olarak toprağa ekimin başlangıcından itibaren domateslere bebek gibi bakmak zorundayız” cümlesiyle söze başlıyor Ayten. Patronun elde edeceği kârın gerçek hesabı, mahsulün ne kadar parlak, göz alıcı kırmızı ve kusursuz görünümüyle ilgili. Emekçilerin bunun için harcadıkları güç inanılmaz. “Çok büyük bir sera burası, 600 dolayında işçi çalışıyor. Dış memleketlere domatesleri euro, dolar üzerinden satıyorlar. En iyisini, kalitelisini yapmazsa almazlar. Hepsini biz üretiyoruz, mükemmel olmaları emeklerimize bağlı. Ama bize verdikleri değer sıfır” yorumuyla buradaki mevcut durumu özetliyor. Seralar boyunca ziraat mühendisleri çevrelerinde dolaşıp, en küçük bir eksiklikte hakaretler yağdırıyor. Ayten Yavuz erkek mühendislerden Orhan Giyim’in işçi kadınları aşağılayan tavırlarına örnekler veriyor: “İş hatası mı yaptık? Olur ya bir eksiklik. İşle ilgili hata da olur, domatesin birinde, ikisinde çarık çürük de görülebilir. Böyle bir durumda bize ‘Benim beş yaşındaki oğlum bile sizden daha akıllı’ diyor örneğin. En küçük bir şikayetimizde parmaklarını uzatır. ‘Aha kapı orada, çıkın gidin’ der. Amirler, şefler ayrı sorun yaşatır. Tuvalete günde bir kereden fazla gitmemize izin vermezler. ‘Neden’ diye sorunca, ‘Emir yüksek yerden’ ifadesiyle dalga geçerler.”
Moral olarak yıpratmak
Agrobay Sera’da yaşatılanların çoğu inciten, rahatsız eden vakalar. Başka nelerle karşılaştıklarını öğrenmek istediğimizde paylaşıyor Ayten: “2021 yılında bölümümüzün amiri sera kapısının önünde bir sigara izmariti görmüş. Arkadaşlarımıza birer birer, ‘sen mi içtin’ diye sordu. Biz içmiyorduk zaten, ‘hayır’ dedik. İkna olmadı. Hepimiz tek tek, ‘O izmarit bana ait değil. Ben içmiyorum, kime ait olduğunu da bilmiyorum’ şeklinde bir savunma dilekçesini yazıp insan kaynaklarına verdik. Manevi olarak, moral anlamında yıpranmamız için ellerine geçen fırsatları kaçırmadılar hiç. Agrobay’daki bazı ziraat mühendislerinin hakaret etmediği gün yok. Dakika başı, ‘geri zekalılar’ hakaretini savuruyorlar! Bir şeyi beğenmediklerinde, ‘yediğiniz kaba sı.yorsun’ şeklinde seviyeyi en alt noktalara taşıyorlar.”
İşe gelirken traktörün römorkundan asfalta düşüyorlar!
Hırsızlıkla suçlandıkları zamanlar olur ve buna çok içerlermiş işçiler. Çaldıkları söylenen şey de tek bir domates! Ayten diyor ki; “Henüz dalındayken ve daha hasat edilmemiş salkım domatesin bir eksiği varsa, ‘kim aldı’ diye bağırıyorlardı. Onları bizim aldığımızı söylüyor, hırsızlıkla suçluyorlardı.” O domates tanesinin kendiliğinden yere düşebileceği akıllarına gelmiyor muydu peki? Bu soru karşısında suskun. Yanıtı yok çünkü. Eksik domates salkımı, mobbing uygulamak, ezmek aşağılamak için sadece bir bahane. Bir başka anektod daha var paylaştığı. Ben dinlerken şaşkınlıktan da öte bir duygu yaşadım. Yıllar önce tarım emekçisi olarak bölgedeki tarlalarda ekim ve hasat yapmış. Bir traktörün arkasına bağlı römork üzerinde, ilkel bir yolla işe gidiyormuş kadınlar. İçinde oturdukları kasanın çevresindeki kapıların, ana caddenin tam ortasında bazen aniden açıldığını söylüyor Ayten. Arkadaşlarıyla birlikte caddeye, sağa sola savrulup düştüklerini öğrenince, tarım emekçilerinin yolculuklarının ne kadar tehlikeli olduğunu ve yüksek can riski taşıdığını anlıyorum. “Kaç kez öyle aniden kasa kapakları açıldı, biz işçiler yerlere saçıldık! Sonra hemen kalkıp, toparlanarak yine kasaya çıkıyorduk. Elimiz, kolumuz, dizimiz acıya acıya. Ama alışıktık bu düşmelere. Şikayet edip ses de çıkarmıyorduk. Çünkü o römork olmasa, ekmek kapımız o işe gidemezdik!”
Altı yaşında ve işçi
Çocukluğuna dair sorduğumuzda da anlatmaya başlıyor. Mardin’de doğmuş. Annesi evlendiğinde 13, babası ise 15 yaşındaymış! “Bizim oralarda hayvancılıkla geçinilir. Erkek çocuk erken evlendirilir. Çünkü ineğe, koyuna bakacak biri her zaman lazımdır. Gelin gelecek, hayvanı yemleyecek, sütünü sağacak.” Babası askerlik yaptığı sırada bir çatışmada yaşamını yitirmiş. Anlatmayı sürdürüyor: “Ben o zaman üç yaşındaymışım. Annem beni ve dört kardeşimi alıp, Bergama’ya dayımın yanına gelmek zorunda kalmış. Kendisine verilen bir göz odaya yerleşmiş küçücük evlatlarıyla. Okul çağım gelince hafta içi okula gittim, hafta sonu tarlalarda sebze topladım.” Ayten’in kız kardeşleri Kader, Sevim ve Sultan da aynı kaderi paylaşmışlar. Çocuk işçi olarak hayata başlamışlar. Daha pek çok yaşanmışlıklar aktarıyor beş-altı yaş döneminden. Küçük bir çocuğun dayanabileceklerinin çok ötesinde…
Garip cezalar verilmiş
Küçükken başına gelenlerin devamı gibi Agrobay’da yaşatılanlar. Konu yine oraya geliyor. İşten atılmalarının gerçek nedeni elbette ki Tarım-Sen’e katılmaktı. 19 Ağustos 2023’te sendikaya üye oldular. 23 Ağustos’ta “ahlaksızlıka” suçlanarak işten çıkarıldılar. Ve buna direnişle karşılık verdi kadınlar. Bir yandan eylem yaparken diğer yandan işyeri yönetimiyle görüşme talebinde bulundular. Haber yollayıp “Bizimle görüşün, taleplerimiz var, dinleyin” dediler, yanıt gelmedi. Madem muhatap olunmuyor, “yolu keseceğiz” dediler. 9 Eylül’de seranın giriş yolunu kapattılar. Karakol yüzü görmedi Ayten 39 yaşına kadar. Gözaltına da daha önce hiç alınmamıştı, hepsini yaşadı. Sera yolunu kapatınca jandarma bütün kadınları gözaltına aldı. Mahkemeye çıkarılan kadınlara birtakım cezalar verildi. Kadın işçilerden birine seraya 500 metreden fazla yaklaşmama cezası verildi. Yaklaşma yasağına yönelik bir yorum yapmıyor. Ama yurtdışına çıkış yasağı vermeleri garip gelmiş. Diyor ki; “Sanki büyük bir suç işledim de yurtdışına kaçacağım gibi uygulamalar bunlar. Bizim üç şehir öteye gidecek paramız yok, bunlar yurtdışı diyor!” Eylemleri sırasında da benzer gariplikler olmuş. Dinliyoruz Ayten’den: “Yaşadığım yer olan Ovacık köyü muhtarı Mehmet Uslu eylem yerimize geldi. ‘Teröristler varmış aranızda, dikkatli olun’ dedi. Hayatlarında ilk kez eylem yapan bizlere ‘içinize şu kişiler karışmış’ uyarısını yapıyorlar. Haliyle çok öfkelendik.”
Avukat kızım beni savunmaya geldi
Çocukken hayali hep savcı olmakmış. İlkokuldan sonra okutulmaması içinde bir ukde olarak kaldığı için iki kızını da üniversiteye göndermiş. Parası yetmemiş, evini satıp öyle okutmuş. Büyük kızını hukuk eğitimi için yüreklendirmiş. Küçük kızı ise öğretmen olmayı seçmiş ve eğitimini bu yönde tamamlamış. Duygularını paylaşıyor Ayten: “Kızım hukuku kazanınca içim huzurla doldu. Ben savcı olamamıştım ama O’nun bu mesleğe girebilecek olması beni o kadar sevindirmişti ki.” Bir anekdot daha aktarıyor: “Bizi gözetim altına almışlardı son eylemimizde. Karakola götürüldük. Sonra ‘ziyaretçin var’ dediler. Gittim avukat kızım gelmiş. Beni savunacak avukatın kızım olması, gözaltına alındığımı öğrenir öğrenmez koşa koşa karakola gelmesi, hemen dilekçeler yazması. Bunu düşündükçe içim nasıl iyi oldu, nasıl bir gurur yaşadım anlatamam.” Bu arada içindeki ukdeyi öylece bırakmak niyetinde değil. Açıköğretim programına başvurmuş ve ortaöğretim bölümüne kaydolmuş 2021’de. Şu an öğrenci. Ardından liseyi de üniversiteyi de okuyacak!
“Hepinizin kökünü kazıyacağım!”
Direnişçi işçilerden Şirin Yıldırım ise Bergama’nın Arpaseki köyünde yaşıyor. Çocukluğu tütün işçiliği yaparak geçmiş. Köyde bütün kadınlar ve çocuklar tütün ekme ve toplama işlemini yaparlarmış. Evlendiği ilk yıl eşinin ikamet ettiği ilçede, Tire’de yaşamış. Önce gıda sektöründe sonra da bir plastik fabrikasında çalışmış. Ardından Agrobay’a geçmiş. İlk cümlesi şu oluyor Agrobay için: “Ben dokuz yıl Nazi kampındaydım!” O’nun da anlattıklarından ortaya çıkıyor ki bu işyerinde işçiye davranma şekli ezme, yok etme üzerine kurulu. Anlatmaya devam ediyor: “Serada huzurlu bir ekim, dikim yapmak imkansızdı bizim için. Hep azar hep azar. Üretim müdürü ‘hepinizin kökünü kazıyacağım’ derdi. İş günümüz ağlayarak geçerdi.” Öyle olaylar yaşamış ki. İşyerinde düşmüş, ayağı kırılmış. İnanmamışlar, kırık halde çalışmasını istemişler. “Gidip Dikili Devlet Hastanesi’nden rapor almasaydım yine inanmayacaklardı” diyor. Hastaneye gitmesi de “tembihli” olmuş. “Sakın işyerinde düştüğünü söyleme” demişler. Bu kadar ağır şartlarda çalışırken başka neler geldi başına? Şunları söylüyor: “Büyük bir şirket, maaşları da düzenli ödeniyordur diye kimse düşünmesin. Üç ay maaş alamadığımız zamanlar oldu. Bayramları tam yaşatmazlardı. 4 günlük Kurban Bayramı tatilinin ikinci gününde telefon gelirdi. ‘Yarın işe geleceksiniz’ derlerdi.”
“Sessizce ağlardık“
Arkadaşı Ayten gibi o da müdür ve mühendis hakaretlerinden nasibini almış. Yaptıkları işe illa bir ‘kulp takıldığını’ söylüyor: “Ya domatesin rengini beğenmezlerdi ya da budadığımız bitkide eksik bir uygulama bulurlardı. Müdüre göre her işimizde bir ‘hata’ vardı illaki. Tek bir amaca sahiptiler sanki. ‘Ne yapsak da bu işçiyi azarlasak, moral bırakmasak’ modundaydılar. Üretim müdürü, ‘Nerede salak varsa benim başıma toplanmış’ derdi. Ses çıkaramazdık. Sadece sessizce ağlardık. Kadın arkadaşlarla kendi aramızda konuşurduk. ‘Ah şu yoksulluğun gözü kör olsun. Burada çalışmak zorundayız’ derdik.” Asgari ücrete zam gelince 3-4 ay boyunca müdür aşağılarmış. “Bu zammı aldınız ama hak ettiniz mi sanki. Neden o kadar yavaş çalışıyorsunuz, zam aldınız diye mi” şeklinde o kadar çok cümle duyuyorlarmış ki gün içinde artık bıkıyorlarmış. Şirin buna karşılık aralarındaki konuşmayı aktarıyor: “Bize bir sürü kötü laf etmek için zammı dahi kullanıyordu müdür. Biz de kendi aramızda şöyle konuşuyorduk: ‘Keşke zam falan olmasaydı. Zammı bahane edip bugün kim bilir neler söyleyecek.’ Yani siz hiç zam geldi diye üzülen işçi görmemişsinizdir. Ama biz üzülüyorduk!”
“9 yıl Nazi kampındaydım!”
Seranın yan duvarlarında aşırı sıcaklarda mutlaka açılıp içeri hava girmesini sağlayacak bölümleri varmış. Burayı açmanın, havalandırmayı yapmanın bir erkek işçinin görevi olduğunu söylüyor. Ama o işçi bunu unutunca domatesler etkilenmiş, bozulmuş. Suçu kadın işçilere atmışlar. Şirin şunları söylüyor: “Müdür yine ağır sözler söyledi. İyice ileri gitti, ‘kökünüzü kazıyacağım’ dedi. O günümüz de ağlamayla geçti. Hepimiz hem budama yapıyor hem de gözümüzden yaşlar boşanarak çalışıyorduk. Hayatımızda kimseden duymadığımız aşağılanmayla, ezen davranışlarla burada karşılaşıyorduk.” İş yerinde erkek işçilere, mühendislere çok iyi davranıldığını söylüyor Şirin. Bütün kadın emekçilerin “Buradaki erkeklere daha çok önem veriliyor” fikrine sahip olduğunu söylüyor. Bütün anlattıklarını alt alta toplayınca “9 yıl Nazi kampındaydım” sözünün anlamını daha iyi anlıyoruz.
“Şu kollar altın bilezik görmedi ama kelepçe gördü”
İşten atılalı üç ay oldu. Başka bir geliri de yok. Nasıl geçiniyor. Şirin’in “Nasıl geçinelim ki?” sözleri çıkıyor ağzından. Ardından ekliyor: “Karın doyurmak bir yana artık kış geldi, ev soğuk. Allah’tan odunumu, kömürümü kardeşim verdi.” Her gün işe gider gibi eylem yerine gidiyor. 100 gün oldu. Agrobay Direnişi O’na bu sürede neler öğretti? “Önce şunu söylemek isterim. Biz hemen direniş başlattık. O kadar doluyduk ki 10 yıl boyunca. İçimizde böyle bir şey varmış ki 10 yıl yutmuşuz. Çok şey öğrendik. Böyle bir hak eyleminde olay yerine gelen jandarmalar ve emniyet kesinlikle patronun yanında yer alır. Bunu bilmiyorduk, anlamış olduk. ‘İşyerine 500 metre yaklaşmama’ cezası da aldım bu arada. Ama kimse vazgeçiremez bizi. Şunu da özellikle anlatmak istiyorum. Ben hem hayatımda ilk defa gözaltına alındım. Hem de ilk defa koluma kelepçe takıldı. Adliyeye beni bu şekilde götürürlerken bileklerimi uzattım. ‘Şu kollar altın bilezik görmedi şimdiye kadar, jandarmanın bileziğini bari görsün’ dedim. Adliye sonrası hepimiz serbest kaldık. Kar da olsa kış da bastırsa burada hakkımızı istemeye ve beklemeye devam edeceğiz. Onlar ki bize ‘ahlaksız’ diyerek Kod 46’dan işimize tazminatsız son verdiler. Açtığımız mahkemede her şey ortaya çıkacak. Hem bizzat işyeri önünden ayrılmayarak hem de kanuni yollarla ne gerekirse yapacağız.”
Ve çatı eylemi
“Çatıya çıktınız beş kadın, herkes çok ürktü. Gerçekten atlayacak mıydınız?” Beş işçi de büyük bir öfkeyle çıkmışlar oraya. Ne yapacakları belli olmayan bir ruh halindeymişler. Şirin, özellikle aralarındaki kadınlardan birinin adını geçiriyor. “Hepimizin aklından o an her şey geçiyordu. Fakat en çok da Şehriban Abla’nın gözü karaydı. Atlayacaktı, ayaklarını uzattı. Ama polisler geldi, setten çektiler O’nu.” Kendisi ne durumdaydı? “Zaten iyi değildik, öfke içindeydik ama polisler gelince daha fena olduk. Ben sinir krizi geçirdim, kendimi yerlere attım. Ayten bayıldı. Sonra hepimizi karakola götürdüler. Sekiz saat orada tutulduk. İfadelerimizden sonra serbest bıraktılar.”
Avukat Cansu Saygıner; “Feshin tek sebebi sendikal”
Avukat Cansu Saygıner Tarım-Sen’in avukatlarından biri. Süreci hukukçu Saygıner’le de konuşuyoruz. Bölgenin emekçi kadınlarının geçim sıkıntısını ve endişesini yoğun yaşadıklarına dikkat çekiyor. Önemli noktaları paylaşıyor: “Agrobay işçilerinin eylemleri yasal. Anayasa’nın 90. Maddesi’nden doğan ve Yargıtay kararlarıyla da kabul edilen toplu eylem haklarını kullanıyorlar ve sorunlarını dile getiriyorlar. İlk defa tüm yılların birikimini haykırabiliyorlar” diyor. Patronun, telaşla işçileri çıkartmasının hesaplı kitaplı olduğunu vurguluyor avukat. Diyor ki: “Sendikalaşmanın önüne geçmek istediler çünkü işyerinde son 1 ayda sendikaya üye olan işçi sayısı hızla artmıştı. Akabinde de sendikanın yetki almasını engelleme amaçlı iş akitleri sonlandırıldı. İşverenin niyeti çok açık. Yıllarca işyerinde çalışmış ve hiçbir sorun çıkartmamış bu kadınlar bir anda sendikaya üye olmalarıyla birlikte işten atılıyorlar. Böyle bir tesadüf mümkün müdür? Ancak sendikal sebebi inkâr eden bir işveren var karşımızda. Elbette ki sendikal sebepli fesih iddiasını inkar edecek. ‘Sendikal hakların kullanılmasını engellemek’ suçu ceza kanunumuzda düzenlenmiş.”
“İşveren işçileri terörize ediyor”
İşçileri “terörist” gibi göstermek için patron her şeyi deniyor. Eylem sürecinde gözaltına alındılar. Mahkemeye bile kelepçeyle getirildiler. Peki Agrobay eylemcilerinin terörize edilmeleri çok tepki topladı mı? Avukat Cansu Saygıner: “Sadece bu da değil” diyor ve ekliyor. ‘İhracata engel olunmak isteniyor. Bu Türkiye’ye yapılmış bir saldırıdır’ tarzı söylemlerde de bulunuyor patron işçiler hakkında. Kendisi bir yayın kanalına yaklaşık 50 dakikalık bir röportaj verdi.” Böyle bir algının yaratılması adına patronun siyasi bağlantılarını da kullandığına inanıyor. Buna dair şu yorumu yapıyor: “Bir işçi eylemine 100 kadar jandarmanın gelip, kin ve öfkeyle sert müdahale yapması, basın mensuplarından avukatlara kadar göz altılarda bulunması kabul edilebilir bir durum değil bana göre. Jandarmaya verilen talimatta belli ki farklı bir içerik lanse edilmiş.”
“Yasal bir hak mücadelesini saptırıyorlar”
Şirketin, işçilerin haklılığını örtbas etmek, onları bastırmak için eylemi manipüle ettiğini, olumlu algının yıkılması adına elinden geleni yaptığını vurguluyor Tarım-Sen Avukatı Saygıner. Bu yöndeki açıklamaları dikkat çekici. Şöyle ifade ediyor Saygıner: “Amaçları farklı. ‘Avrupa’nın en büyük serasında neler neler oluyormuş’, dedirtmek istemiyorlar. İşçilere yaşatılanların iftira olduğuna insanları inandırma çabasındalar. Diyorlar ki, ‘yapılan eyleme şu kişiler geldi. Şöyle kötüler.’ Ben de soruyorum; bu kadın işçiler, eylemlerini desteklemeye gelen insanlara GBT mi yapsınlar? Bu kadınların öyle bir yetkisi ve gücü mü vardır? Kim kimdir neyin nesidir bakabilirler mi? Birçok partiden, birçok dernekten, platformlardan bu kadınları desteklemeye gelenler oldu. ‘Sen gelme, sen şusun’ deme gibi bir durumları mı var bu işçilerin? İşveren işçileri kötülemek için elinden geleni yapsa da birçok siyasiyi arkasına alabildiği söylense de kadın işçiler korkusuz ve cesur.”
Suskunlukları sendikayla bozuldu
Peki, işçilerin suskunlukları nasıl sona erdi. Özgüvenlerini ne sağladı? Bu değişimin sendikaya üye olmalarıyla son bulduğuna dikkat çekiyor Avukat Cansu Saygıner. “Bu suskunluklarını Tarım-Sen’le tanışmaları bozdu. Bir gün sendikanın yetki alacağına ve çalışma şartlarının iyileşeceğine inanıyorlar. Ancak umutlarına işveren tarafından darbe vurulmak isteniyor. İş akitleri sendikal sebeple sonlandırılıyor. Ancak bu kadınların canı yanmış, haklarının yıllarca yenilmesini artık hazmedecek durumda değiller. İçlerinde bastırdıkları, ezilmişliğin verdiği öfkeyi dindirmek kolay değil. Onca yıl, SGK’sız çalıştırmalara, farklı şirketlerden SGK girişleri yapılmasına, hakaretlere, mobbinge bu saatten sonra sessiz kalmaları mümkün değil. İş kazalarının üstünün örtülmesine, güvenliksiz servis araçlarına uzun süre ses çıkaramamış bu kadınlar. Yılların verdiği ezilmişliğin ve sömürünün yarattığı öfke var. Sendikayı arkalarına aldıklarını hissettikleri anda artık haykırabilir hale geliyorlar.”
Pankarta yönelik garip sorular!
Yüksek ve riskli bir binanın en üst katına çıkıp intihara teşebbüs etmeye kalkan kadın emekçileri buna iten nedenler neydi peki? Bu yanıt dikkat çekici. Şu açıklamayı yapıyor Saygıner: “Beş kadın işçi çatıya çıkmaya hep birlikte karar vermişler. Hepsinin derdi ortak. Geçim sıkıntısı, sorumlulukları, yaşananların hazmedilememesi… Hayatları boyunca adliye görmemiş insanlar gözaltılar yaşadılar, yerlerde sürüklendiler, hakaretlere maruz kaldılar. Süreç onlara ağır geldi ve yılların birikimini kustular. Hepsinin çocukları, bakmakla yükümlü oldukları insanlar var. Bu süreçte siyasilerle görüşmeler yaptılar, konsolosluklara gittiler, sonuç alamadılar. Şirketin siyasi partiler ile oldukça dengeli bir çıkar ilişkisi içerisinde olduğunu anladılar. Sanki tüm yollar bu çıkar ilişkileriyle kapatılmış. Kadınların elinden tutan, sesini duyan yok gibi. Son raddede anlık bir umutsuzluğa kapılıp çatıya çıkmışlar. Gerçekten de kendileriyle konuştuğumda, ciddi olduklarını gördüm. Beni oldukça sarstı. Haberi alır almaz apar topar Bergama’ya gittik. Çatıya çıkan işçiler emniyete götürüldüler ve astıkları ‘Agrobay hakkımızı ver’ yazılı pankarta dahi el konuldu. Sorguda, pankartı kimin yaptırdığı, kimin getirdiği, oraya nasıl geldikleri gibi olağandışı sorular yöneltiliyordu. Bir kez daha eylemlerinin terörize edilmesine ve üzerlerinde baskı oluşturulduğuna şahit olduk.”
Bu yol sabır ve dirayet istiyor
Kadınların 100 günlük direnişine dair düşüncesini de paylaşıyor Cansu Saygıner: “Benzer süreçleri yaşayan emekçi kadınları birleştiren, ortak paydada buluşturan bu direniş, kadınların kendini eşit ve özgür bir zeminde var edebilme arzusunun da bir sonucudur ve kıymetlidir. Sabır ve dirayet isteyen bu yolda 100 günü deviren emekçi kadınların cesur, haklı, onurlu mücadelesine biz de sendika ve avukatlar olarak omuz vermeye devam edeceğiz.”
Fotoğraflar: Ayten Yavuz ve Şirin Yıldırım