Kadın Örgütlerinin ve Feministlerin Gündemi: Kadın Emeği, Direnişler ve Yoksulluk

8 Mart’a doğru giderken kadın emeği ve kadın işçilerin durumu ile ilgili kadın örgütleri, feministler ne düşünüyor; son dönemde yaşanan grev, direnişleri nasıl değerlendiriyor ve politika önerileri neler, sorularının peşine düştük. Yazı dizisi olmasını umduğumuz bu ilk metinde Kırkyama Kadın Dayanışması’ndan Fatma İnce ve bağımsız feminist Sezen Yılmaz’ın konuya dair görüşlerine yer veriyoruz.
Paylaş:
Sare Öztürk
Sare Öztürk
ozturksare48@gmail.com
Sare Öztürk ozturksare48@gmail.com

8 Mart’a doğru giderken kadın emeği ve kadın işçilerin durumu ile ilgili kadın örgütleri, feministler ne düşünüyor; son dönemde yaşanan grev, direnişleri nasıl değerlendiriyor ve politika önerileri neler, sorularının peşine düştük. Yazı dizisi olmasını umduğumuz bu ilk metinde Kırkyama Kadın Dayanışması’ndan Fatma İnce ve bağımsız feminist Sezen Yılmaz’ın konuya dair görüşlerine yer veriyoruz.

Ekonomi politikalarındaki belirsizlik, enflasyondaki yükseliş, döviz kurundaki ani yükseliş çarşıya, pazara zam olarak yansıdı. Zaten düşük olan ücretler ceplere giremeden eridi gitti. Krizin çöküşe doğru ilerlediği şu günlerde kadınlar da bundan fazlasıyla nasibini aldı, almaya da devam ediyor! Patriyarka ve kapitalizm kıskacında kadınlar sermayenin çıkarları doğrultusunda ya düşük ücrete çalıştırılıyor ya da kadın emeği görmezden gelinerek değersizleştiriliyor. Bunlarla beraber kadınların gündemi de kötü çalışma koşulları, düşük ücret, güvencesizlik, işsizlik, yetememe ve geçinememe… Tüm bunlarla paralel olarak yaşadığımız ekonomik kriz, işçi grev ve direnişleriyle birlikte kadın emeği tartışması kadın örgütlerinin, feministlerin gündeminde son dönemde daha fazla yer almaya başladı. 8 Mart’a doğru giderken kadın emeği ve kadın işçilerin durumu ile ilgili kadın örgütleri, feministler ne düşünüyor; son dönemde yaşanan grev, direnişleri nasıl değerlendiriyor ve politika önerileri neler, sorularının peşine düştük. Yazı dizisi olmasını umduğumuz bu ilk metinde Kırkyama Kadın Dayanışması’ndan Fatma İnce ve bağımsız feminist Sezen Yılmaz’ın konuya dair görüşlerine yer veriyoruz.

Kırkyama Kadın Dayanışması’ndan Fatma İnce içinden geçtiğimiz dönemi ekonomik, siyasal ve toplumsal boyutları olan buhran, büyük bir kriz olarak nitelendiriyor. Yoksulluğun herkes için katlanılmaz olduğunu, kadınlar açısından ise daha derinden yaşandığını belirtiyor. Bugün AKP’nin de uygulayıcısı olduğu neoliberal politikalar ile sermayenin birikim modeli oluşturduğu ve bu modelde kadın emeğine iki kritik işlev yüklendiğini vurgulayarak şunları ekliyor: “Kadınlar ücretli iş piyasasında esnek üretim süreçlerine uygun emek gücü olarak konumlandırıldı. Ama ev işlerini ve bakım işlerini sürdürmesi beklendi. Çünkü sosyal güvenlik ve sağlık hizmetleri eskiye oranla daha fazla metalaştığı için artan bakım işlerini kadınların ücretsiz olarak karşılaması gerekmekteydi. Bu süreç kadınların hem ev içindeki ve hem emek piyasasındaki yüklerini artırdı.”

Bağımsız feminist Sezen Yılmaz ise; pandeminin derinleştirdiği krizi yüksek enflasyon, işsizlik gibi sorunlarla, ödenmesi mümkün olmayan kiralarla, ikiye üçe katlanan faturalarla, market fiyatlarıyla derinleşen yoksulluğu iliklerimize kadar hissettiğimiz bir dönemde olduğumuzu söylüyor. Pandemi, hayat pahalılığı ekonomik kriz kadınlar ve LGBTİ+’lar için farklı baskı biçimleri ve sömürü mekanizmaları anlamına geldiğinin altını çiziyor. Sezen, kadın emeğine daha fazla odaklanılması gerektiğini kendi deneyiminden yola çıkarak anlatıyor: “Artık geçinebilmek daha zor, temel ihtiyaçlara dahi ulaşmak daha zor. Ve bunları düşünmenin, ‘evi geçindirmeye’ çalışmanın yükü çoğunlukla yine bizim, kadınların omzunda. Doğalgaz faturaları yükseldikçe daha az yakmaya çalışıyoruz; temel gıda ve ürünlerin nerede daha ucuz olduğunun peşinde koşturuyoruz. Ücretli mesaimiz bitip eve geldiğimizde dinlenme ihtiyacımızı karşılayamıyoruz. Tam olarak hayatımızın ortasında hissediyoruz krizi de yoksulluğu da sömürüyü de seçeneksizleştirilmeyi de. Yani cidden kendimizden biliyoruz aslında. Bu nedenle feministler ve kadın örgütleri bir kez daha ücretli-ücretsiz emeğimize odaklanıyor diye düşünüyorum.”

Artan grevler, direnişler kadınların yükünün ağırlığının göstergesi

Sezen, feministlerin ücretli-ücretsiz emeğe ilişkin taleplerinin bir tarihselliğinin altını çizerek, bugün bu taleplerin hâlâ daha ne kadar hayati, geçerli ve taze olduğunu vurguluyor. Kadınların yoksulluğunu şu sözlerle ifade ediyor: “Ekonomik olarak değil sadece, zaman olarak da kadınlar daha çok yoksullaştı. Önce işyerinde, sonra evde hiç dinlenemiyoruz. İşyerinde ağır iş yükü, düşük ücretler, yetersiz zamlar, sömürü ile uğraşırken krizin evdeki etkisini azaltmak, tasarruf etmek için gece gündüz yine biz düşünmek zorunda kalıyoruz. Son dönemlerde artan grevler, direnişler, hak talepleri krizin hepimizin üzerindeki yükünün ne kadar ağır olduğunun göstergesi.”

Son süreçteki grev ve direnişlerde kadınların önemli bir yere sahip olduğunu söyleyen Sezen şunları belirtti: “Farplas’ta ilk makine kapatanların kadın olması, Migros direnişinde geçinemediğini, taleplerini dile getiren kadınların yükselen sesi, Alpin çorapta direnen ve kazanım sağlayan kadınlar… Ki aslında kadınların tekstil gibi en yoğun olarak çalıştığı sektörlerde mücadelelerin yoğun olduğunu görüyoruz.”

Cinsiyeti görmeyen bir sınıf hareketi kadın işçilerin haklarını gözetemez

Ekonomik krizin etkilerini daha ağır şekilde yaşayan kadınların grev ve direnişlerde de ön safhalarda olması tesadüf değil. Fatma İnce, kadınların ev içindeki karşılıksız emeklerinden kaynaklı iş piyasasında esnek, kayıtsız, güvencesiz, düşük işlerde çalıştığını, iş piyasasında daha fazla sömürüyle karşı karşıya kaldıklarını belirtiyor. İşyerindeki grev ve direnişlerde talepleri oluşturulurken cinsiyetçilikten kaçınmak gerektiğini vurgulayarak şu sözlerle devam ediyor: “Grev ve direnişlerde de en önde kadınları görüyoruz. Asgari ücret koşullarında bile kadınlar çalıştırılmak istenmiyor ya da erkeklerden daha az zam verilmek isteniyor kadın işçilere. Bu alanda sınıfın talepleri oluşturulurken emek piyasasının cinsiyetlendirilmiş halini asla gözden kaçırmamamız gerekiyor. Cinsiyet körü bir sınıf hareketi kadın işçilerin haklarını gözetemez, taleplerini savunamaz.”

Sezen ise, sendikaları ve meslek örgütlerini erkek egemen tutumları nedeniyle eleştiriyor ve bunun tarihsel bir sorun olduğunu vurguluyor. Sendikalardaki cinsiyetçi yapıyı şu sözlerle dile getiriyor: “Erkek egemenliğinden, patriyarkadan muaf olmayan sendikalarda, kadınların sadece kadın oldukları için gördükleri ayrımcılık, eşitsizlik veya yaşadıkları sömürü dile getirilse de taleplerde erkek işçininki kadar değerli görülmüyor. Erkek sendikacıların ve işçilerin kafasındaki işçi tanımının erkek üzerinden şekillenmesi, kadınların ücretlerinin hâlâ ek gelir, cep harçlığı gibi, işinin de vasıfsız olarak görülmesi, erkeklerin kadın işçileri kendi alanlarına, haklarına karşı bir tehdit olarak kabul etmesi gibi patriyarkal bir tutum var. Kadınları sınıfı bölen bir tehdit olarak mı görüyorlar acaba sendikacı/sendikalı erkekler, bir de böyle düşünmek lazım. Sorun çok daha yerleşik, çok daha kökten bir mesele. Patriyarkal ilişkilere dayalı, ondan güç alan bir mesele.” Bunlara ek olarak bazı sendikalarda – Birleşik Metal-İş gibi – feministlerin olduğunu, sendikalardaki kadın çalışmalarının feminist hareket açısından güçlendirici olduğunu ifade ediyor. Ancak sendika ve örgütlerdeki yerleşik erkek egemen siyasetin, daha kökten değişmesi gereken bir durum olduğunun altını çiziyor.

Feminist politika önerileri

İşyerlerindeki grev ve direnişlere dair kadınların seslerinin ve taleplerinin duyurulmasının önemli olduğunu belirten Sezen, dayanışma ile hem içeride hem de dışarıda kadınların sesinin daha güçlü duyulacağını düşünüyor. “İronik bir şekilde Migros ve Farplas’ın “kadını güçlendirme, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlama” üzerinden reklam yaparken kendi işyerlerindeki kadın işçilere yaklaşımlarının tam tersi ayrımcı ve düşmanca” olduğunu, bu durumun teşhir edilmesinin önemli olduğunu söylüyor. Feminist politikanın yolunun kadın dayanışmasından geçtiğini savunuyor. Kadının değer olarak görülmeyen eviçi, bakım emeğinin aslında kamuya nasıl karşılıksız olarak “kamu hizmeti” sunduğunu ifade etmekten ve bütçenin yeniden dağılımından tutun da bakımın kamusallaşmasına kadar güçlü talepler dile getirmekten vazgeçmememiz gerektiğini düşünüyor.

.

Öncelikli olarak kadınların karşılıksız emeğin görünür olması gerekiyor. Fatma, ücretli-ücretsiz emek konusuna bütünsel bakan feminist politikayı savunduğunu dile getiriyor. Önerilerini ise şu şekilde sıralıyor: “İşyerlerindeki cinsel tacize karşı etkin önlemlerin alınması, eşit işe eşit ücret hakkının savunulması, kreş olanağı için etkin mücadele verilmesi, bebeklerin bakımında zorunlu babalık izninin hayata geçirilmesi, regl izninin olması konusunda sendikalar ve meslek örgütleri etkin olmalı. Yoksulluktan kurtuluşumuz için ücretli-ücretsiz emeğimiz üzerindeki sömürü koşullarını sona erdirecek politikaları savunmamız ve hayata geçirmemiz gerekiyor.”

Farplas işçileriyle dayanışma çağrısı

Sezen son olarak bir çağrıda bulunuyor Farplas işçileriyle dayanışmaya çağırıyor: “Direnişlerdeki kadın işçilerle dayanışmak, temas etmek, onların sözünü büyütmek çok önemli. Sadece sermayenin sömürüsüyle değil, bir yandan da patriyarkanın sömürüsüyle, erkek egemen sendika veya meslek örgütleriyle de mücadele ediyorlar. Burada ‘Yoksulluğa Feminist İsyan’ grubunun 22 Şubat’ta Farplas direnişindeki işçilerle buluşacağını da duyurayım. Söylemek istediğim çok şey var ama ‘Yoksulluğa Feminist İsyan!’ metninden alıntılayarak şöyle bitirmek istiyorum: heteropatriyarkal, kapitalist sistemin ‘fabrika ayarlarına dönmesi’ değil; yıkılması gerek.”

Paylaş:

Benzer İçerikler

70 gündür fabrika önünde direnen Polonez işçileri kadın örgütlerini ve feministleri dayanışmaya çağırıyor. Bu çağrıyı ilettiğimiz ve iletimize cevap veren kadın örgütleri “boykot ve dayanışma eylemleri yapalım” fikrinde ortaklaşıyor. O halde gelin Polonez’de kadın işçilerin taleplerini yaygınlaştırıp, seslerine ses katalım…
Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
CarrefourSA Esenyurt depo direnişinin ikinci gününde kadın işçiler Gülşah, Emel, Perizade ve Esra ile konuştuk. Esra “Bugün onlara olanın bize de olacağını biliyoruz,” Gülşah “İçeride can güvenliğimiz yok” Emel “Bir beyaz yakalı bir kadın çalışanı taciz edebilir mi?” Perizade ise “Biz illallah ettik buradan, sesimizi duymaları gerekiyor” diyor.
Bizlerin bütçesine daha ‘uygun’ market raflarında sıkça gördüğümüz, işlenmiş et ürünleri markası olan Polonez, bir süredir işçi ve sendika düşmanlığıyla anılıyor. Fazla mesai dayatmasıyla ev yüzü görmeden çalışan kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesini tanımayan Polonez’de kadınlar, düşük ücretlerle ağır işlerde hakarete maruz kalarak çalışıyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!