‘Kadın tek başına denize çıkmaz, yakışmaz’ dediler!

Gülhanım Kalafat 36 yıldır balıkçılık yapıyor. Balıkçılığın ‘sabır işi’ olduğunu söyleyen Kalafat, “Bu akşam olmadı’ diye yarın akşam durmayız” diyor. Eşinin vefatından sonra balıkçılığa devam eden Gülhanım Kalafat, çevresinde bazı kişilerin kendisini, “Kadın tek başına denize çıkmaz, yakışmaz” diye eleştirdiğini söylüyor.
Paylaş:
Gülay Fırat
Gülay Fırat
glyfirat@gmail.com

Gülhanım Kalafat, İstanbul’un Beykoz ilçesinde küçük bir balıkçı köyü olan Poyrazköy’de yaşıyor. Onun için “deniz emekçisi” demek yanlış olmaz, zira 36 yıldır ekmeğini denizden çıkarıyor.

Türkiye’de her geçen gün daha fazla kadın, erkek işi olarak görülen mesleklerde çalışıyor. 52 yaşındaki Gülhanım Kalafat da onlardan biri. Sosyal medya platformu youtube için ‘İstanbul’u ve sakinlerini keşfetmek’ çerçevesinde yaptığım çekimlerde karşılaştım onunla. Gülhanım Kalafat, ne istediğini bilen, hayata dört elle sarılmış, çalışkan ve güçlü kadınlardan. Ancak o da bugünlere kolay gelmemiş… Ve aslında hâlâ bir var olma savaşı veriyor! Zira eşinin ölümünden sonra balıkçılığa devam etmesinin çevresi tarafından ayıplandığını, yadırgandığını söylüyor…

En baştan başlarsak, aslen Zonguldaklı olan Gülhanım Kalafat, iki yaşında öksüz kalmış. Üvey annesiyle yaşadığı sıkıntılar yüzünden kendi tabiriyle ‘hüzünlü bir çocukluk geçirmiş.’ Bu yüzden olsa gerek erken yaşta İstanbul’a ‘gelin gelmiş. Gülhanım Kalafat’ın balıkçılık serüveni de böylelikle kaptan eşi sayesinde başlamış.

Balıkçılık sabır işi

Balıkçılığın insana sabretmeyi öğrettiğini söyleyen Gülhanım Kalafat yılların tecrübesiyle, “Bu akşam olmadı diye yarın akşam durmayız” diye anlatmaya başlıyor. Tekneyle denize ilk açıldığında yaşadığı o heyecanı şöyle anlatıyor, “Eşimle ilk kez denize açılıp balığa çıktığımızda inanılmaz heyecanlıydım. Tekneyle gezdik, gezdik… Ancak, ağ atmadık. Ben de iyice sabırsızlandım, artık balık görmek istiyordum. Teknede bir hareket olsun da bir an evvel denize ağ atıp balık yakalayalım istiyordum. Ama eşim bir türlü ağları denize atmıyordu, saatlerce bekledik. Sonunda dayanamadım onun beni bezdirmek için böyle beklediğini sanıp ‘Ne zaman denize ağ atacaksın, niye hâlâ ağ atmadık? Yoksa beni bezdirmek için mi bekliyorsun?’ diye sordum. O zaman eşim bana, ‘sabredeceksin, balıkçılık sabır işidir’ dedi. Gerçekten de öyle. Bizde volicilik diye bir şey var, yani balığı görünce denize ağ atılır. İşte o gün hem sabretmeyi, hem de voliciliği öğrenmiş oldum.”

Büyük balıklar yakaladık

Dört oğlu, iki gelini ve üç torunu olan Gülhanım Kalafat, mesleğini çok sevdiğini belirterek “balıkçı olmak anlatılmaz yaşanır” diye konuşuyor. Balık avlamak için en iyi zamanın gece olduğunu söyleyen Kalafat, “Balığa çıkmanın farklı saatleri vardır. Ama balığın ortaya çıkma saati genelde gecedir. Daha kolay oltaya gelirler. Biz eşimle, boğaza da çıktık. Farklı büyüklükte balıklar yakaladım elbet. Mesela, palamudun büyüğüne torik deriz, onu da yakaladık. Zindandelen denilen balıklardan da… Balıkçılıkta avlanacağınız yer uzaktaysa, akşamüstü 16.00 gibi balığa çıkılır, akşam ağlar atılır. Birkaç saat beklenir. Eğer gittiğiniz yerde başka tekneler varsa, onların ağlarını toplaması beklenir. Bazen de sabah 03.00’te balığa çıkılır. Ben evlenmeden önce balıkçılık yapmıyordum. Evlenip İstanbul’a gelince bu meslekle tanıştım. Eşim balıkçılığı çok seviyordu. Aslında kaptandı ama ek iş olarak birlikte denize çıkıp kıyı balıkçılığı da yapıyorduk. Bana da bu işi o sevdirdi, her zaman birlikteydik. Kaptanlık yaptığı teknelere bile beni de yanında götürürdü. O zaman kendimize ait 14 metrelik büyük bir teknemiz vardı, onu sonra sattık. 9,5 metre olan yenisini ise ailecek yaptık” diye konuşuyor.

Küçük yerde yaşamak zor

Türkiye ve dünyada hızla artan doğal hayata dönüş hevesini anımsayıp İstanbul’un stresinden uzakta, güzeller güzeli balıkçı köyü Poyrazköy’de yaşamanın nasıl bir şey olduğunu soruduğumda, Kalafat’tan beklemediğim bir yanıt alıyorum. Küçük ve doğal şartların hakim olduğu köyde yaşamanın çok da özenilecek bir şey olmadığını yaşadığı “imkansızlıkları” sıralayarak bakın nasıl anlatıyor,

“Burası güzel ama sosyal hayatı yok. Ulaşım sıkıntılı, alışveriş için Beykoz’a gitmek zorundayız. Belediye otobüsü bozulursa ve eğer araban da yoksa, tüm planların bozuluyor. Köyümüzde market bile yok, çok istedim, uğraştım olmadı. Market olmayınca her şey değişiyor, çünkü bakkal bazen yetersiz kalıyor. Eczane yok, sağlık ocağı vardı ama sonradan lojmana çevrildi. Yani doktora görünmek ya da ilaç yazdırmak için de yine Beykoz’a gitmek gerek. Yıllar yılı bunları çok önemsemedim aslında taa ki, iki sene öncesine kadar. İki yıl önce balıktan eve döndüğümüzde eşim kalp krizi geçirdi, ambulans bize ulaşana kadar eşimin hayatı bitmişti.”

Eleştirenler oldu

Çok sık olmasa da balıkçılığa devam eden Kalafat, sırf işini yaptığı için çevresinden can sıkan eleştiriler almaktan rahatsız. Ömrünün neredeyse yarısını balıkçılık yaparak geçiren Kalafat, “Eşim hayatta olmadığı için biz de eskisi kadar sık balığa çıkmıyoruz, aslında babaları yok diye çocuklar da pek istemiyor. Zaten kaptan oğullarımın biri İtalya’da, biri İzmir’de, diğeri Bodrum’da. En küçük oğlum ise üniversitede denizcilik okuyor. Yine de fırsat buldukça oğlumla ve diğer akrabalarımla balığa çıkıyorum. Eşimin vefatından sonra balıkçılığı sürdürdüğümde çevremden eleştirenler oldu. ‘Kadın tek başına denize çıkmaz, yakışmaz’ diye ayıplayanlar oldu. Bu iş tarladaki işe benzemez. Teknenin büyüklüğüne göre içinde belli personel sayısı olması gerekir. Ben bazen oğullarımla, bazen başka bir balıkçı akrabamla balık avına çıkıyorum. Bunun sırf kadınım diye eleştirilmesi beni üzdü ama yolumdan çeviremedi. Sonuçta bu benim mesleğim, işim. Gerekli evraklarımı, belgelerimi de aldım. Tekneyle istersek her şeyi yapabiliriz. Balıkçı olmak çok da güzel, her kadına tavsiye ederim” diye konuşuyor.

‘Balıkçının iğnesi boş olmaz’

Öğrendiğime göre balık ağları balıkçılar tarafından evlerinde ya da teknede örülmüyor, çünkü çok zor ve meşakkatli bir iş. Fabrikadan hazır alınıyor ama olası bir ihtiyaç halinde bu ağların tamiratını balıkçılar kendileri yapıyor. Gülhanım Kalafat eskisi kadar sık balığa çıkmasa da ‘avcının iğnesi boş olmaz’ diyerek, boş vakitlerinde evde balık ağlarının iğnelerini sarıyor. Örgü şiş ve tığlarından farklı şekillerdeki balıkçı iğnelerine iplerini saran Kalafat, bu işin ne kadar önemli olduğunu anlatıyor. Kalafat, “Balıkçının iğnesi her zaman dolu olmalı. Balıktayken bazen ağı yunus koparıyor, bazen üstünden gemi geçiyor, bazen de ağın söküğü çıkıyor, onları düzeltmek gerekiyor. İşte avda hemen müdahale edebilmek için, her teknede mutlaka balık iğneleri hazır olur. Her zaman iple sarılı durur. Kullanılan ağ ipinin kalınlığına göre mekikleri doldururuz. Doldurmaktan kastım, ip sarmak. Avda yırtılan veya hasar gören ağların hemen tamir edebilmek için. Ben de boştaki iğneleri, hazırlıyorum. Balık ağları genelde evde örülmez, fabrikadan alınır. Sadece yırtıklar kullanırken oluşan delikler dikilir. Ağın tamiri sırasında hata yapmamak için yine ağ gözlerine göre, farklı ölçülerde kürdana benzeyen çöpler kullanılır. Ava çıkmayanlar ağları tamir eder, her balıkçı ağ örmeyi bilir, tamirini yapar.”

Hapis gibi odadan çıkmıyorlardı!

İki büyük oğlu kaptan olduktan sonra küçük oğullarının pek çok zamane genci gibi bilgisayar başından kalkmadıklarını söyleyen Kalafat, onlar için epeyce endişelendiğini anlatıyor. Sorumlu bir anne olarak çocuklarını bilgisayar başından kaldırıp gerçek dünyaya adapte etmek isteyen Kalafat, onların ilgisini başka yöne çekmeye çalışmış. Onları denizciliğe yönlendirmiş, şöyle anlatıyor;

“Birkaç yıl önceydi, henüz eşim hayattaydı. Şimdi 23 ve 18 yaşlarında olan küçük oğullarım, o zamanlarda odalarında hapis hayatı gibi yaşıyorlardı. Bilgisayar başından kalkmıyorlar, nerdeyse odalarından çıkmıyorlardı. Sosyal hayatları yoktu. En büyük oğlum bir gün bana, ‘Anne, bizim geleceğimizi kurtardın ama kardeşlerim ne olacak? Baksana bizi bile görmüyorlar, hiç dışarı çıkmıyorlar’ dedi. Bu sözler beni hem üzdü, hem de telaşlandırdı. Eşimle bu konuyu konuştum, ‘Ne yapalım’ diye oturduk, düşündük taşındık. Arabam vardı, onu sattık. Parasıyla daha 9,5 metrelik ufak yeni bir tekne yaptırdık; küçük oğullarımı karşıma alıp yeni teknenin boya ve diğer kalan işlerini birlikte yapmayı önerdim. Hoşlarına gitti, kabul ettiler. Böylece hem onları evden bilgisayar başından kurtardık, hem de o tekneyi hep birlikte boyadık. Bu sayede küçük oğullarım da kurtuldu. Teknemize eşimin lakabı olan ‘bıyık’ adını verdik. Eşime bu lakabı babası erken yaşta bıyıkları çıktığı için takmış. Ailecek balığa çıktığımız bu tekne bizi birbirimize kenetledi. Zaten bizden başka bir şey çıkmıyor hep kaptan! Onlara iyi bir hayat sağladığım için mutluyum.”

Sigortasız çalıştım

Denizi, balıkçılığı ve hayatı sevmeyi kaptan eşinden öğrendiğini belirten Kalafat, İzmir, Van, Antalya, Diyarbakır, Malatya, Rize, Zonguldak, Muğla gibi Türkiye’nin dört bir tarafını gezmiş, görmüş. Halen oğullarıyla birlikte yurt içi ve yurt dışı gezilerini sürdüren Kalafat’ın bugünkü tek pişmanlığı sigortasız çalışması. Uzun yıllar eşiyle birlikte çalışmasına rağmen emekli olamayan Kalafat, “Eşim, ‘benim emekliliğim sana yeter’ dedi. Bugünleri düşünmemiştik, yıllarca onunla birlikte çalıştım ama sigortam yapılmadı” diye konuşuyor.

Kitap yazıyor

Mesleğini sevince bu işin zor gelmediğini vurgulayan Kalafat, hayatı ve denizi çok sevdiğini söylüyor. Yıllarca denizde çalışınca haliyle iyi de yüzme bilen Kalafat’ın sevdiği bir diğer şey ise, yazmak! Bunca yoğunluk arasında hayatını kaleme alan Gülhanım Kalafat, “Hayatımı yazmaya başladım. Şiirlerim de var. Ben yaşamayı, yazmayı, kağıdı, kalemi çok seviyorum.  Yazmak güzel, boş zaman buldukça yaşadıklarımı, hislerimi yazıyorum. Hayatımız hep denizde geçti. Şimdi o güzel günleri anlatıyorum. 90 tane de şiirim var. Sponsor da buldum, yakında yayınlanacak” diyor.

Gülhanım Kalafat’ın şiirlerinden kısa bir bölüm…

“(…) Denizin dalgalarına bak,
Kat kat ufak ufak dalgalardan
Gözümü ve ruhumu aldı uzaklara
Sanki hayallerde miyim ki, bilemedim
Rüzgarların etkisine bir kapıldım
Esintilerin etkinliklerinden mi ki
Bilemedim, hafif hafif esen ki,
Sanki hayallerde miyim ki bilemedim,
Sonra karanlıklar düştü akşamlara,
Işıklar yansıdı denizlere mi ah
Gökyüzüne kapandı yıldızlar,
Sanki hayallerde miyim
ki bilemedim…”

Paylaş:

Benzer İçerikler

Nektarin işçisi Gülcan 32 yaşında ve 10 yaşından bu yana tarım işçisi olarak çalışıyor. Meyve toplamak için gece 03.00’da yollara düşüyor. Yevmiye usulü sigortasız, düşük ücretle her türlü riske açık bir iş bu. Hikayesini ondan dinliyoruz.
Hatay’da kadınlar, yaygın bir şekilde sigortasız çalıştırılıyor. Defne annesinin her gün 12 saat çalıştığını ama sigortası olmadığını söylüyor: “Kadınlar böyle çalışıyor daha çok. Erkeklerinki de problemli ama onlara sigorta yapılıyor” diyor.
Güvenceli ve düzenli işlerin rafa kalktığı deprem bölgelerinde, kadınlar, geçinebilmek için tehlikeli işler yapmak zorunda kalıyor. Ağır hasarlı binalara girerek eşya ve demir toplamak da bu işlerden biri.
Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olan 25 Kasım yaklaşırken mevsimlik tarım işçisi kadınların işyerinde ve evde yaşadığı şiddeti tarım işçisi kadınlardan dinledik. 25 yaşında, bir çocuk annesi olan Hediye çocuk işçi olarak başladığı çalışma yaşamında tarım işçisi kadınlara ve kız çocuklarına biçilen kaderi lanetleyerek anlattı.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!