Kadına yönelik şiddetle mücadelede bütünlüklü bir yaklaşım olmazsa olmaz

Mor Çatı toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan erkek şiddetinin kadınlar üzerindeki etkisini ortaya koyan araştırma sonuçlarını paylaştı. Biz de Kadın İşçi olarak Dissensus Araştırma’dan Prof. Dr. Nükhet Sirman ile yaptıkları araştırma üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.
Paylaş:
Zuhal Esra Bilir
Zuhal Esra Bilir
zuhalesra@gmail.com
Zuhal Esra Bilir  zuhalesra@gmail.com

Mor Çatı toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan erkek şiddetinin kadınlar üzerindeki etkisini ortaya koyan araştırma sonuçlarını paylaştı. Biz de Kadın İşçi olarak Dissensus Araştırma’dan Prof. Dr. Nükhet Sirman ile yaptıkları araştırma üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

16.09.2021 tarihinde Mor Çatı ve Dissensus Araştırma tarafından yürütülen “Kadına Yönelik Şiddet: Kadınların Deneyimleri, Kurumlar ve Mecralar” araştırmasının sonuçları kamuoyu ile paylaşıldı.

Mor Çatı’dan Ebrar Nefes, kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesi ve mücadelesine dair en kapsamlı yol haritasını çizen İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çekilmesi sürecini ele aldı. İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik erkek şiddetinin ve ev içi şiddetin önlenmesi için yapılacakları dört ana başlıkta toplar; kadına yönelik şiddetin önlenmesi için sistemler geliştirmek; gerekli kurum ve yapıları oluşturarak kadınları şiddetten korumak; şiddetin faillerine yönelik kovuşturma ve sovuşturma süreçlerini yürütüp gerekli cezalandırmaları sağlamak; kurumlar arası koordinasyonu sağlayarak ilgili politikaları geliştirmek. Sözleşmenin eksikliği bu konularda mücadeleyi sürdürmeyi gerektiriyor.

Kadına yönelik erkek şiddeti ile mücadele için gerekli politikaları geliştirmenin ve uygulamanın ilk basamağı ise kuşkusuz ki bu alanda araştırma yapmak, veri toplamak, elde edilen bilgiyi kamuoyu ile paylaşmaktır. Mor Çatı bu araştırma ile toplumsal cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan erkek şiddetinin kadınlar üzerindeki etkisini ortaya koyuyor.  Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele IV. Ulusal Eylem Planı’nda (2021-2025) geniş kapsamlı bir araştırma planından bahsedilmediğine dikkat çeken Nefes, ilgili Kamu Kurumlarına yaptıkları bilgi edinme başvurularının da veri yokluğundan kaynaklı cevapsız kaldığını vurguladı. “Araştırma ile elde edilen veriler çok önemli, ihtiyaç duyulan bilgiye ulaşılmış oldu.”

Sadece sayılarla temsil etmenin ötesine geçmek

Araştırma ile hedeflenen şiddete uğrayan kadınları sadece sayılarla temsil etmenin ötesine geçmek kadınların deneyimlerinin biricikliğini de feminist sosyal çalışma ilkeleri doğrultusunda göstermek olmuş. Feminist sosyal çalışma ilkelerinden kasıt, kadınlarla kurulan dayanışmada edinilen deneyimlerden oluşan verileri sadece veri olarak görmemektir. Nefes, kadınlara sorulanlar, alınan notlar, ayrıntılı derinlemesine görüşmeler, Mor Çatı’nın kadınlarla kurulan dayanışmasının bir parçası olarak gördüğünü belirtti. Yapılan bu araştırmanın da sadece veri üretmek, yayın yapmak değil dayanışmayı devam ettirmek amacıyla yapıldığını vurguladı. Böylece bu dayanışma, maruz kalınan şiddetin ne olduğunu, şiddet uygulayan erkeklerle ilişkilerinin özellik ve dinamiklerini, kadınların planlarını, ihtiyaç ve taleplerini, yargılamadan dinleme yöntemi ile yapılan derinlemesine görüşmeler sayesinde ortaya koyuyor.

Alışılagelmiş değerlendirmelerin değişim noktası ‘eşik’

Mor Çatı’nın sunuş yazısında da vurguladığı üzere, Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili ciddi bir veri eksikliği sorunu yaşıyorken bir yandan da bize kadınların deneyimlerini doğrudan aktaran nitel araştırmalar da çok kısıtlı. Siz kendi çalışmanızı, feminist yöntemle kadınların biricik deneyimleri üzerinden farklılaşma ve ortaklıkların kavramsallaşması bakımından metodolojik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yaptığımız araştırma kadınların yaşadıkları olayları nasıl değerlendirdiklerini anlamak üzerine bir araştırma. Kadınlar yaşadıklarını nasıl değerlendiriyorlar, bu değerlendirme deneyim sonucu değişiyor mu, hangi noktada değişmeye başlıyor gibi sorularla işe koyulduk. Çünkü kadınların davranışlarının değişmesinin ancak alışılagelmiş değerlendirmelerin değişmesiyle mümkün olduğunu biliyoruz. Alışılagelmiş değerlendirmeler, kadına yönelik şiddet konusunda son derece ataerkil, kadın deneyimini yok sayan ve şiddeti ya görmezden gelmeye ya da açıklamaya yönelik değerlendirmelerden oluşuyor.  “Kocandır sever de döver de..” gibi.  Bu bağlamda birkaç kavram da geliştirdik. Bu değerlendirme değişim noktasına eşik adını verdik ve kadınları bu eşiğe getiren durumları anlamaya çalıştık.

Ne gibi olay ve durumların eşik oluşturduğunu anladıktan sonra, kadınların bu noktadan sonra ne yaptıklarını, harekete geçmek için hangi yolların kendilerine açık olduğunu, ne gibi ilişki, kurum ve yaklaşımların kendilerine destek, ne gibi ilişki, kurum ve yaklaşımların kendilerine köstek oluşturduğunu tespit ettik. Bu yolla kadınların içinde bulundukları bütünlüklü toplumsal yapıyı şiddet analizinin içine sokmaya çalıştık. Kadınların yaşadığı şiddetin ve bu şiddetin uzun süre devam edebilmesinin gündelik, yapısal ve ideolojik temellerini görmeye ve göstermeye çalıştık.  Buradan gördüğümüz de toplumsal normların bu şiddetin oluşması ve sürmesi açısından ne kadar önemli bir rol oynadığı. Normatif olduğu ölçüde de kadınlar bu şiddette boyun eğme durumunda kalıyorlar.

Şiddeti normal kabul etmeme

Çalışmada var olan şiddet kategorilerinin (fiziksel, psikolojik, ekonomik şiddet gibi) kadınların yaşadığı mağduriyeti tamamıyla kapsamaya yetmeyebileceğini vurguluyorsunuz. Okuduğumuz deneyimler de bize bu kategorilerin iç içe geçmişliğini, bizim öngördüğümüz sınırların ötesinde olabileceğini gösteriyor. Patriarkanın erkeklerin çıkarını gözeterek oluşturduğu toplumsal normların içerisinde, toplumun normal ve aşırı bulduğu şiddeti ayırt etmek, aslında görünmez kılınan şiddeti anlamak, kadınlar için nasıl mümkün oluyor?

İşte biz de eşik kavramıyla bunu anlamaya çalıştık.  Araştırmada şiddet görmeyen kadın yoktu.  Ama birçoğu karşılaştıkları şiddeti “çok yoğun değildi” ya da “sinirliyken” diyerek normal kabul ediyorlardı. Ancak belli bir noktadan sonra yaşadıkları kabul edilemez hale geliyordu.  Kadınların böyle bir eşiğe gelmelerinin erkeklerin erkeklik normlarını ihlal eden başka bir davranışı ile mümkün hale geldiğini gördük. Başka kadınlarla ilişki kurmak gizli olduğu müddetçe belki kabul edilebilirken, alenen yapılması, başka kadının eve getirilmesi kadınları bu eşiğe getirebiliyor. Erkek eğer aldatma ile beraber kadının emeğine de el koyuyorsa kadın çok daha hızlı bir biçimde isyan etme noktasına geliyor. Kadının emeğiyle alınmış bir evin öteki kadına verilmesi, satılıp parasının harcanması gibi durumlarda ataerkil toplumsal norm da aşınmış oluyor ve kadın daha çabuk durumu kabul etmeme noktasına geliyor. Bir üçüncü durumda da erkeğin çocuklara eziyet etmesi. Bu da başka bir normu, babalık normunu ihlal anlamına geliyor. Bazen de çocuklar büyüyüp yaşanılan şiddete anneleriyle birlikte isyan ediyorlar, şiddetten kurtulması için ona destek oluyorlar.

Ekonomik özerkliğe sahip olmamak

Ekonomik şiddet başlığını ayrı ele almak istiyorum. Araştırmada da ekonomik şiddeti oldukça çeşitlendirilmiş şiddet kategorisi olarak görüyoruz. Kadınların ev içindeki karşılıksız emeği, hem ev içindeki ekonomik ve psikolojik şiddetin görünür hale gelmesinin hem de kadınların işgücüne katılımının böylece ekonomik kaynaklara sahip olmasının önündeki en büyük engellerden biri oluyor. Patriarkal toplumsal normların en etkili işlediği alan olarak kadınların ekonomik özerkliğe sahip olamayışını “eşiğe gelme” kavramsallaştırmanız açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu çok karışık bir konu.  Konuştuğumuz kadınların birçoğu kendi emeği ile geçinebilecek olan kadınlardı. Temizlik işine giden, öğretmen ya da hemşire olan kadınların büyük bir bölümü ideolojik diyebileceğimiz nedenlerle kazandıklarını kocalarına veriyorlardı. “Evliliğin gereği budur,” ya da “karı koca arasında paranın lafı olmaz” gibi evliliğe ve birlikteliğe ideolojik dediğimiz yaklaşımlar bunu mümkün kılıyor. Bir örnekte koca kadının kredi kartına bu şekilde el koyuyor. Bazen de erkek düzenli geliri olan karısını borçlandırıyor, aile şerefi adına kadına da bu borçları ödemek düşüyor. Düzenli işi olmayan kadınların birçoğu da ek iş yaparak aile gelirine katkıda bulunmaya çalışıyorlar: evden takı yapmak, ya da ufak tefek ticaret işine atılmak gibi. Ekonomik özerkliğe sahip olmamak şiddetten kurtulma açısından büyük bir engel tabii. Ama biz şunu gördük: kadınlar çok yaratıcı. Bir şekilde geçinmenin yolunu buluyorlar. Sosyal yardım kurumlarına başvurmaktan kendi işini kurmaya kadar giden bir yelpazeden söz ediyoruz. Yani harekete geçme konusunda çevresinden destek buldu mu kadınlar ekonomik özgürlüklerini kazanmak için çabalıyor ve başarabiliyorlar.

“Her şeyi de şiddet olarak görüyorsunuz!”

Araştırmanızda kadınların yaşadıklarını dayak olarak değil de daha yasal ve politik bir bağlamı olan şiddet kavramını kullanarak anlatmasının, yaşadıklarına kişiselin ve tekilliğin ötesinde kavramsal bir anlam kazandırdığını gösteriyorsunuz. Ayrıca, fiziksel şiddetin dışındaki şiddet türlerini de kapsamasının önemini vurguluyorsunuz.  Şiddetin bir çatı kavram olarak daha soyut bir hale gelerek, yaşanan çok çeşitli deneyimleri bazen de ne yaşandığını anlamanın ve adını koymanın (örneğin gaslighting, love bombing, ghosting gibi kavramları nasıl çevireceğimizi nasıl anlatacağımızı ve anlayacağımızı konuşuyoruz.) önünde engel de olabilme ihtimali de var mıdır?  Bu konuyu feminist bir araştırmacı olarak nasıl değerlendirirsiniz?

Bu kavramları Türkçe anlatmanın şart olduğunu düşünmüyorum. Psikolojik şiddet biçimleri bunlar ve kadınlar zaten psikolojik şiddetin ne olduğunu gayet iyi biliyorlar. Ayrıca bu tür şiddetin çevreleri tarafından kolay kolay görülemeyeceğini ve anlaşılamayacağını ama kadını çok derinden yaralayan bir şiddet biçimi olduğunu da biliyorlar. Şiddet kavramının kadınlar tarafından kullanılması ancak ataerkil toplum tarafından dışlanabilir ve küçümsenebilir.  Feministlere yöneltilen “Her şeyi de şiddet olarak görüyorsunuz!” eleştirisi bu sözü gündeme getiren şiddet mağduru kadına da yöneltilebiliyor gerçekten de. Ama bizim araştırmada gördüğümüz, kadınların bu sözü kullanmaları ile birlikte harekete geçme olasılıklarının arttığı.

İstanbul Sözleşmesi gibi bütünlüklü bir yaklaşım içeriliyor

Araştırmanız da gösteriyor ki şiddete uğrayan kadınlar için başka bir hayatı mümkün kılacak sistematik ve öngörülebilir süreçler ve çözümler maalesef yok. Uygulamalar keyfi, uygulayıcılar kadınlara karşı çoğu zaman ön yargılı ama tüm bunlara rağmen araştırmanızda kadınların yeni bir hayat kurma inatları çok umut verici. Bu durumu feminist mücadelemiz açısından nasıl yorumlarsınız?

Aslında kadınların yaratıcılığı, inatları ve sevecenlikleri de diyeceğim çok önemli noktalar ve gerçekten de umudun tükendiği yerde umut oluyor bunlar. Sevecenlikleri ve empati kurma becerileri kadın dayanışması için şart. Bunlar, kadın dayanışmasının hem temeli hem de bu duruşlar dayanışmanın mümkün olduğunu da gösteriyor.  Uygulama zor tabii. Ama orada da gedikler açılıyor. Özellikle İstanbul Sözleşmesinden çıkılması işleri daha da zora sokuyor.  Çünkü sözleşme bizim araştırmanın da gösterdiği gibi bütünlüklü bir yaklaşımdan yola çıkıyordu. Kadınları yaşadıkları tüm toplumsal ilişkilerin içine yerleştirip, yaşadıklarını yaşadıkları bağlamda ele almanın öneminin altını çiziyordu. Bunun yokluğunda 6284 sayılı koruma yasasının uygulanması için çalışmak gerekiyor. Bunun dışında kadın dayanışmasının oluşmasını mümkün kılacak yerel ölçekte önlemler alınmalı, mahalle bazında kadınların bir araya gelmelerini sağlamayacak mekânların oluşturulmasına çalışmalı.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Cinsiyet Eşitliği İnceleme Derneği’nin (CEİD) geçtiğimiz aylarda yayımladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Endeksi, Türkiye’de bir ilk. Endekse göre Türkiye, 36 OECD ülkesi içinde 35’inci sırada. CEİD Başkanı Gülay Toksöz, endeksin zirvesindeki ülkelerde kadınların siyasi temsilinin yüksek olduğuna dikkat çekiyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!