‘Kadro ve güvenceli iş, bizim için vazgeçilmez’

Ataşehir Belediyesi’nde emeklilik dayatmasıyla işten atılan taşeron işçiler 9 gündür direnişte. Bu işçilerden Gönül, söz konusu dayatmanın ilk hedefinin kadınlar olduğunu söylüyor. TABİB üyeleri Helin ve Naze de kadrolu ve güvenceli çalışmanın kadınlar için yaşamsal önemine dikkat çekiyor.
belediye işçisi kadınlar:
Paylaş:

İstanbul Ataşehir Belediyesi’ne bağlı taşeron şirket Ataper, geçen haftalarda altısı kadın üçü erkek, dokuz belediye işçisini arayarak emekliliklerinin geldiğini ve bu yüzden de gelip imza vererek işten çıkmaları gerektiğini söyledi. İşçiler şaşkındı, çünkü kamuda “zorla emeklilik” yasaklanmıştı, bu yüzden bir süre daha çalışabileceklerini düşünüyorlardı.

Aramalar sıklaştı. Kimi işçiler (özellikle kadınlar), eğer kabul etmez ve direnişe geçmeyi düşünürlerse belediyede bulunan yakınlarıyla tehdit edildi. İşçilerin bir kısmı istemeyerek bu durumu kabullense de birkaç işçi sürecin başından itibaren yetkili sendika olan Genel-İş ile irtibat halinde olarak emeklilik dayatmasını kabul etmedi.

26 Eylül günü yine taşeron tarafından aranıp “İş akdinizi feshediyoruz” dendiğinde tekrar sendikayı arayan işçiler, “Sizi Kod 8 ile çıkarabiliyorlar” diyen sendikadan destek bulamayınca haklarını aramaya karar verdiler. 2 Ekim’den itibaren belediye önünde direnişe başladılar.

Gönül Gültekin

‘Sürekli arayıp rahatsız ettiler’

Belediye önünde konuştuğumuz işçilerden Gönül Gültekin, belediyede 10 yıldır destek elemanı olarak çalışıyor. Uzun zamandır “çok işçi alımı olduğu ve bu yüzden de toplu işten çıkarmaların olacağı” baskısıyla çalıştıklarını ve ilk hedefin kendileri olduğunu söylüyor.

“Belediyenin Ataper şirketinden primimin dolduğu söylenip, imza vererek emekliye ayrılmam istenince buna itiraz ettim. ‘İmza atmayacağım’ dedim. Bir hafta boyunca sürekli arayıp rahatsız ettiler. Psikolojik olarak zor duruma düştüm. Kendimi bir türlü işe veremiyordum. Eve gidiyorum ama kendimi sürekli bir boşluğa düşmüş gibi hissediyorum. Çünkü o güne dek, ben zorunluluk emeklilik kalktı diye böyle bir kaygı duymuyordum. Gönül rahatlığıyla çalışırım düşüncesi vardı bende” diye anlatıyor Gönül.

Peki “çalışmayı çok sevdiği için” mi çalışmaya devam etmek istiyor?

“Ben 7 bin 500 lira maaşla ne yaparım? Eşim de emekli, ben de emekli olacağım. İkimizin maaşıyla, bu hayat pahalılığında ne yapabiliriz? Tabii ki ben de emekli olup şöyle güzel tatillere gitmeyi isterim. İstediğim yerleri gezmek, evimde rahat oturmak isterim. Çalışma meraklısı değiliz. Ama bu ekonomik koşullarda, çalışmaya devam etmezsek nasıl yaşayacağız!”

Dokuz işçinin emeklilik dayatmasıyla işten çıkarılmasının doğrudan Ataşehir Belediye Başkanı Battal İlgezdi’nin kararı olduğunu vurgulayan Gönül, “Çünkü belediyeye çok işçi aldılar. ‘Doldur-boşalt’ yapacak. Bunun ilk adımını bizim üzerimizden denedi. ‘Bakalım duruşları ne olacak?’ diye deneme yapıyorlar. Çünkü bunun arkası gelecek. Arkadaşlarımızdan bazılarının yakınları da belediye çalışıyor, bu yüzden haklarını aramaktan çekindiler. Ama Hasan abi (Karaçay) ile ikimiz hakkımızın arkasındayız. ‘Böyle bir kanunsuzluk olamaz’ diyerek direnişe başladık” diyor.

“Emekli olunca gerçekten çok zor duruma düşeceğim. Benim psikolojimi bozan bu. Ben şimdi ne yapacağım? Bu durum beni çok yıpratıyor. Ama ben sonuna kadar haklarımın arkasındayım. Soğuk olsun, yağmur olsun fark etmez, direnişe devam edeceğim.”

Gönül

‘İşimi geri istiyorum’

Emeklilik dayatmasında çoğunlukta kadınların tercih edilmesinin, kadınların kazandığı paranın “eve ek gelir” olarak görülmesinden kaynaklandığını söyleyen Gönül, “Ama artık herkes biliyor, öyle dönemlerdeyiz ki tek maaşla ev zaten dönmez. Bizim kazancımız ek gelir olarak görülemez, biz evimizin geçimini sağlıyoruz” diye konuşuyor.

Gönül, emeklilik dayatmasının başladığı günden itibaren sendikayı bilgilendirmiş ama sendikanın bugün kendilerinin yanında durmayışına çok üzülmüş:

“Beni ilk aradıklarında sendika başkanını arayıp onunla görüştüm. ‘Yapamazlar’ dedi. ‘Yaparlarsa basını o belediyenin önüne yığarım’ dedi. Ancak 26 Eylül günü Kod 8’den çıkarıldığımızı söyleyince ‘Evet onu yapabilirler’ dedi. Yani bizi bu kez mahkeme kapılarına mahkûm ediyorlar ama sendika, buna bir şey yapamayacağını söylüyor.”

Gönül, biz sohbet etmeden önce sendikadan temsilcilerin gelip süreci konuşmak istediklerini de ekliyor sözlerine, bir toplantı yapacaklarını belirtiyor.

Emekliye ayrılmaya hem maddi hem de manevi olarak hazır olmadığını vurgulayan Gönül, son olarak şunları söylüyor:

“Hayat şartları o kadar zor ki… Dediğim gibi, geçmiş dönemde olmuş olsa bir nebze emekli aylığıyla idare edebilirdim. Ama şimdi bir kira olmuş 15-16 bin lira. Emekli olunca gerçekten çok zor duruma düşeceğim. Benim psikolojimi bozan bu. Ben şimdi ne yapacağım? Çünkü elimde bir kazancım vardı. O kazanç elimden gidecek. Bu durum tabii ki beni çok yıpratıyor. Ama ben sonuna kadar haklarımın arkasındayım. Soğuk olsun, yağmur olsun fark etmez, direnişe devam edeceğim. İşimi geri istiyorum.”

‘Taşeron, kadınları çalışma yaşamından uzaklaştırıyor

Güvencesiz çalışma elbette birçok sektörde işçilere dayatılan bir durum. Belediyeler de taşeron şirketlerle iştirak olarak ya da taşeron şirketler kurarak bu zincirin başını çeker durumdalar. Gönül ve diğer sekiz işçinin Ataşehir Belediyesi’nde yaşadığı bu hukuksuzluğun temelinde yatan pervasızlık buradan kaynaklanıyor. Bursa Nilüfer Belediyesi’nde çalışan ve Taşeron Belediye İşçileri Birliği (TABİB) üyesi olan Hêlin İlcek, kadınlar açısından bu durumun yarattığı ikilemi şöyle özetliyor:

“Belediyelerde taşeronluk sistemi, yoksulluk sınırı değil, açlık sınırının altında bir maaşla iş hayatınızda olmanız demek. Kadınlar nezdinde de zaten ortada bir tercih oluyor. Ya açlık sınırının altına bir paraya çalışacaksınız; evinizden en az 45 saat, en fazla 55 saat ayrı olmak koşuluyla… Ya da işten ayrılacaksınız. Çünkü bu kadar fazla ev hayatından, sosyal hayattan mahrum kalmak istemiyor çoğu insan ya da o insanın ailesi, eşi. Bunu sadece büyük şehirlerde yaşayanları kastederek söylemiyorum. Çünkü bu belediyede taşeron işçilik Türkiye’nin her yerinde olan bir sistem. Kadınlar daha zor bir ayrımdalar ve genelde işsiz kalmayı ve evde kalmayı tercih ediyorlar. O açıdan taşeron çalışma, kadınları çalışma yaşamından uzaklaştıran bir sistem.”

“En düşük maaşı alanlar temizlik personeli. Erkekler genelde kendilerini bir masabaşı işe atmanın derdinde oldukları için bu grubun ağırlıklı bölümünü kadınlar oluşturuyor. Ve bu grup, sürekli işten çıkarılma ve haklarını alamama tehdidiyle karşı karşıya.”

Hêlin

‘En düşük ücretli işler kadınların’

Taşeron çalışma, güvencesiz bir çalışma düzeni olmanın yanı sıra cinsiyetçi işbölümünün ve ücretlendirmenin de olduğu bir sistem. TABİB’in 30 Eylül günü İstanbul-Kartal’da norm kadro sözlerinin tutulması için yaptığı eylemde buna dair talepler de vardı. Eylem sonrası konuştuğumuz Hêlin’le bu konuda da sohbet ediyoruz, şunları kaydediyor:

“Bizim toplu sözleşmelerimiz ve genellikle belediyelerdeki iş ve unvan dağılımları gruplar halindedir. En yüksekten en düşüğe doğru bu gruplar oluşturulur ve bu gruplardan hangisine girdiğinizle maaşlarınız belli olur. Ama öyle ki bu gruplar arası maaşlarda uçurum var. Belli bir ihtiyaç gözetilerek gruplar oluşturulmuş. Onu anlayabiliyoruz; ama Türkiye’deki bütün belediyeleri düşündüğümüzde, buradaki seçimlerin keyfekeder yapıldığını da görüyoruz. Bu zaten başlı başına bir haksızlık.

Bu gruplar arasında en düşük maaşı alanlar temizlik personeli. Erkekler genelde temizlik işinde çalışmak istemedikleri ve kendilerini bir masabaşı işe atmanın derdinde oldukları için bu grubun ağırlıklı bölümünü kadınlar oluşturuyor. Ve bu grup aynı zamanda sürekli işten çıkarılma ve haklarını alamama tehdidiyle karşı karşıya. Burada çalışan kadınların çoğu, başka bir meslekleri olmayıp bu vasıfsız görülen iş grubuna dahil oldukları için bu korku, taşeron işçileri içerisinde en yoğun onlarda bulunuyor. Kadınlarda ‘Biz zaten erkeklerin rızkını yiyoruz, iş hayatında olarak. Zaten bir işimiz var. Ne kadar verirlerse amenna. Evde de yine temizlik, bulaşık işi bende. En azından burada bana para veriyorlar’ düşüncesi var. Çünkü bu grupta çalışan kadınlara bu gözle bakılıyor.

Devletin en yüksek kademesindeki insan bile çıkıp bu ülkede ‘Kadının yeri evidir’ açıklaması yapıyor. Şimdi bu anlayış yukarıdan aşağıya doğru bu şekilde sirayet ederken, zaten güvencesiz hale getirilen, uzun çalışma saatleri olan bir çalışma sisteminde erkekler tercih ediliyor. Çünkü ev geçindirmek zorundalar. Sanki bizim ev geçindirme gibi bir derdimiz yokmuş gibi… Böyle olunca, bir de üzerine güvencesiz işler gelince, kadınlar için çalışmak tercih dışı kalabiliyor. O yüzden kadro ve güvenceli iş, biz kadınlar için vazgeçilmez.”

Hêlin İlcek

‘Sendikalar aidat yağmalıyor’

Sendikalardan Gönül gibi Helin de memnun değil. Bu dönemde sendikaların taşeron işçilerin sorunlarına yoğunlaşması, kadın işçilerle ilgili ve kadın işçilerin sendikalarda varlığının güçlendirilmesi için politika üretmesi gerektiğini ama sendikal sistemin “aidat yağmalama”ya dönüştüğünü söylüyor:

“Sendikalar taşeron işçiler için diyorlar ki, ‘Bu insanlar zaten bize muhtaç.’ Çünkü ‘Biz olmadan, sözleşmelere imza atamazlar’ diye düşünüyorlar ve hakikaten öyle bu arada. Onlar olmadan çok daha rezil kepaze olurdu durum. Bu anlamda varlıkları çok değerli sendikaların. Ama sendikaların şu an geldiği nokta, taşeron işçilerden aidat yağmalamaktan ibaret. Çünkü biz işçiler olarak sayıca çok fazlayız ve sendikalara muhtacız. Neden bizim aidatlarımızı yağmalamasın ki!? Bunun başka ismi yok, üzgünüm.

Elbette çok iyi niyetli şube başkanları, çok iyi niyetli temsilciler var. Ama var olan sendika sistemi iyi olanı bünyesinde barındırmıyor. Böyle bir sistem kurulmuş. Evet, devrimci ya da hükümete yakın sendikalar var. Bu bir tercih, işçiler nezdinde. Ama günün sonunda sendikanın ismini örtün, bütün o bürokratik işleyiş aynı. Biz istiyoruz ki sendikalar asıl taşeron işçiler içerisinde aktif olsun. Taşeron işçilerin yanında olmalılar. Bugün açısından sendikaların varlık nedeni bu değil mi?”

“Kadrolu çalışmanın bir kadın için onurlu yaşam mücadelesi vermede etkin rolü olacağını düşünüyorum. Bu bizim hakkımız.”

Naze

‘Kadrolu iş bizim hakkımız’

Bir başka TABİB üyesi olan belediye işçisi Naze, “Taşeron olarak çalışmak sürekli risk altında olmak demektir” diyor. Bu tehdit ve baskı altında daha fazla çalışmaya zorlandıklarını, izin alamadıklarını söyleyen Naze, kadın olduğu için görev tanımında olmasa bile kendisine temizlik yapmanın dayatıldığını anlatıyor. Bu durumu teşhir ettiği için 10 gün disiplin cezası almış. Naze, güvenceli çalışmanın ve kadronun kendisi için anlamını şöyle dile getiriyor:

“Ben yalnız başına, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadınım. Çocuklarım var. Onlara karşı sorumluluklarım var. Başka geliri olmayan biri olarak kadrolu iş, yaşam standartlarımızın düzelmesi demektir. Kadrolu çalışmanın bir kadın için onurlu yaşam mücadelesi vermede etkin rolü olacağını düşünüyorum. Bu bizim hakkımız.”

Daha önce DİSK’te işçi temsilciliği de yapan Naze, sendikalara artık inancının kalmadığını vurguluyor son olarak. Çünkü sendikaların kadınlarla ilgili bir başlık açıp politika üretmediklerini söylüyor:

“Bizim belediyedeki sendika temsilciliğinde kadın arkadaş yok mesela. Neden yok, diye sordum. ‘Kadınlar gelmek istemiyor’ dediler bana. ‘Bana haber verseydiniz’ dedim. ‘Bilemedik’ dediler. Ya ben onca zaman işçi temsilciliği yaptım, onca yıldır işçi mücadelesi içerisinde yer alıyorum. ‘Bilemedik’ ne demek?”

Fotoğraflar: Rahime Karvar, Ataşehir İşçileri Direniyor Twitter Hesabı

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!