“Kalemlerimiz eğilmeyecek, gerçekleri yazmaya devam edeceğiz”

Kadın gazeteciler, polis/devlet şiddeti ve baskıların son dönemde çok arttığına dikkat çekiyor. İşlerini yapmalarının engellendiğini söylüyorlar. “Polis tarafından sürekli şiddete, tacize, cinsiyetçi hakaret ve küfürlere maruz bırakılıyoruz. Biz nerede, hangi şartlarda olursa olsun gazetecilik yapmaya devam edeceğiz. Kalemlerimiz eğilmeyecek” diyorlar.
Paylaş:
Yadigar Aygün
Yadigar Aygün
yadigaraygun93@gmail.com

Sınır Tanımayan Gazeteciler’in (RSF) hazırladığı 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke içerisinde 149’uncu sırada yer alıyor. Dicle Fırat Gazeteciler Derneği’nin (DFG) “2022 Ekim Ayı Gazetecilere Yönelik Hak İhlalleri” raporuna göre, Türkiye’de 88 gazeteci tutuklu bulunuyor. Cezaevinde olmayan çok sayıda gazeteci ise yaptıkları haberler nedeniyle haklarında açılan davalarla boğuşuyor. Tüm itirazlara rağmen çıkarılan Sansür Yasası ile bu davaların ve gazeteciler üzerindeki baskının daha da artacağı açık. Haber yapmanın, gerçekleri yazmanın bedeli giderek ağırlaşıyor.

Diğer yandan alanda haber takibi yapan gazetecilere yönelik polis şiddetinin dozu da giderek artıyor. Kadın gazeteciler sıklıkla bu şiddetin hedefi oluyor. Darbediliyor, ters kelepçeyle gözaltına alınıyor; cinsiyetçi küfür ve hakaretlere, tacize maruz bırakılıyorlar. 

İstanbul Kadıköy’de 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde polis, bir kadın gazetecinin göğüslerini sıkarak cinsel saldırıda bulundu. ETHA muhabiri Elif Bayburt ise eylül ayı başında, İstanbul Kartal’da haber takibi yaparken polis tarafından darbedilerek ters kelepçeyle gözaltına alındı.

Yine Kadıköy’de Evrensel muhabiri Eylem Nazlıer, yaklaşık iki hafta önce haber takibi sırasında polis şiddetine maruz bırakıldı. Nazlıer’in boğazını sıkan polis, telefonuna da el koydu. Hemen ardından gazeteci Zeynep Kuray, Çağlayan Adliyesi önünde sert şekilde darbedildi ve ters kelepçeyle gözaltına alındı. Polisin Kuray’ın bileğini kırmaya çalıştığı öğrenildi.

Öte yandan Diyarbakır’da haziran ayında Mezopotamya Ajansı ile kadın haber ajansı Jin News’ta çalışan 4’ü kadın 16 Kürt gazeteci, evleri basılarak gözaltına alındı ve tutuklandı. Geçen ay da aynı ajansların emekçilerine yönelik operasyon düzenlendi, 5’i kadın 9 gazeteci daha tutuklandı.

Bunlar, son dönemde kadın gazetecilerin yaşadığı polis ve devlet şiddeti vakalarından yalnızca birkaçı. Kadın gazetecilerle giderek dozu artan bu şiddeti ve baskıları konuştuk.

“Polisler için, sahada çalışan özgür basın emekçisi bir kadın olmanız, her türlü kötü muameleye, işkenceye, tacize, tehdit ve hakarete layık olduğunuz anlamına geliyor.”

‘İşimize engel oluyorlar’

Etkin Haber Ajansı (ETHA) muhabiri Elif Bayburt, alanda haber takip eden gazetecilere yönelik polis şiddetinin çok arttığına vurgu yapıyor. Bayburt, kendi yaşadığı şiddeti ise şöyle anlatıyor:

Elif Bayburt

“3 Eylül’de tutsak yakınlarının eyleminde gözaltına alınmamdan bu yana onlarca gazeteci daha aynı şiddet ve tehditlerle gözaltına alındı. Sahada çalışan gazeteciler olarak çoğu zaman alandaki polis şiddetine, işimizin yapılmasının engellenmesine itiraz etmemiz, gözaltına alınmamızın bir gerekçesi haline getirilmeye çalışılıyor. Benim gözaltına alınmam da bundan farklı olmadı, polisin bizi fiziki güç kullanarak uzaklaştırmaya çalışmasına itiraz etmemle, ters kelepçeyle, işkence edilerek, hakaret ve tehditlerle gözaltına alınmam bir oldu. Gözaltı süreci boyunca fiziki şiddet devam etmese de, tehdit ve hakaretler devam etti.”

‘Gazetecileri düşman olarak görüyorlar’

Sahada çalışan kadın gazetecilerin cinsiyetçi küfür ve hakaretlere, aşağılamalara maruz bırakıldığına da dikkat çeken Bayburt, şöyle devam ediyor:

“Sahada gazetecilere dönük baskı ve şiddetin arttığı bugün herkes tarafından görülen bir gerçek. Ölüm tehdidinden her türlü küfür ve hakarete, fiziksel şiddetten işimizi yapmamızın engellenmesine kadar her türlü saldırı biçimi, iktidarın krizinin derinleşmesiyle de birlikte artmış durumda. Bence en can alıcı olan durum, polisin sizi bir gazeteci olarak görmüyor oluşu. Çünkü gazeteciliğe dönük özünde devletçi, sahte bir ‘tarafsızlık’ fikri var.

Özellikle özgür basın emekçilerine, Kürt ve sosyalist gazetecilere dönük bu küçümseme, kadın olduğunuzda katlanıyor. Polis, kendini devletin bir uzantısı, sizi ise devletin yaptıklarını ortaya seren bir ‘düşman’ olarak görüyor. Bu saflaşma, iktidarın her türlü kesime dönük saldırı ve baskılarının artmasıyla bizler açısından giderek belirleyici bir hale geldi. Polisler için, sahada çalışan özgür basın emekçisi bir kadın olmanız, her türlü kötü muameleye, işkenceye, tacize, tehdit ve hakarete layık olduğunuz anlamına geliyor.”

‘İşkencenin belgelenmesi istenmiyor’

Bayburt, gelinen noktada sahada görüntü, fotoğraf çekimi ve haber takibinin çok zorlaştığını belirtiyor. Bayburt’a göre, gazetecilere yönelik polis şiddetindeki artışın nedenlerinden biri de bu. Polis, eylemcilere uyguladığı işkencenin belgelenmesini, kayıt altına alınmasını, kamuoyuna yansımasını istemiyor. Ama polisin istemediği tek şey bu değil:

“Polisin gazetecilerin görüntü almasını engellemekteki tek amacı, işkencenin belgelenmemesi değil bence. Esasen iktidarın saldırıları, her türlü ezilen kesime dönük düşmanlık politikaları karşısında giderek daha fazla sokağa dökülen, direnen, pes etmeyen bir kitle hareketi var. Sizin o kitle hareketini kayıt altına alıp yayarak, başka insanları da ‘cüretlendirmeniz’ de istenmiyor bir yandan.

Gazetecilere dönük engellemenin bu kadar artması, işkencenin boyutunun da ne kadar arttığının bir göstergesi. Diğer yandan işkenceye rağmen direnmeye devam eden ezilenlerin sesinin çıkmaması da iktidarın kendi bekasını sürdürebilmesi için bir o kadar elzem. Burjuva medyası her şeyin fazlasıyla yolunda olduğunu iddia ededursun, sokaklardaki çıplak gerçekliği, halkın öfkesini ve isyanını kaydeden gazeteciler de baskı ve şiddetle bu gerçekliği yansıtmaktan uzaklaştırılmak isteniyor.”

“Kollarımdan çekiştirmeye başladılar. O sırada kadın polis, telefonuma ve basın kartıma el koydu. Bir taraftan da boğazımı sıktı. Gazeteciyim dememe rağmen gözaltı yapmaya çalıştı. O sırada amiri konumundaki bir polise, ‘Bu gazeteci görüntü çekiyor’ dedi; gazeteci ne yapar, onu bile bilemiyordu.”

‘Bu gazeteci görüntü çekiyor’

Evrensel muhabiri Eylem Nazlıer de gazetecilere yönelik baskı, sansür ve polis şiddetinin arttığını söylüyor. Nazlıer, bir eylemde kendisini hedef alan polis şiddetini şu sözlerle anlatıyor:

Polis, Eylem Nazlıer’in boynunu sıktı.

“Geçtiğimiz haftalarda Türk Tabipleri Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı ve tutuklanan gazeteciler için Kadıköy Süreyya Operası önünde basın açıklamaları gerçekleştirilmek istendi. İlk başta Kadınlar Birlikte Güçlü’nün eylemi vardı. Yasak kararını tebliğ eden polislere kadınlar, eylem alanına çağrı yaptıklarını, gelecek kadınlar olduğunu söyledi. Ama bir anda kadınlar çembere alındı. Ve basın alandan darbedilerek uzaklaştırıldı.  Hiçbir şekilde görüntü çekmemize izin vermediler. Yaka paça alandan çıkarıldık.”

Bu nedenle kadınların nasıl gözaltına alındığını görüntüleyemediğini belirten Nazlıer, “Sadece kadınların çığlıklarını duyabildim. Çekim yapabileceğim nereye gittiysem polis tarafından engellendim. Güvenli alan dedikleri, görüntü çekemeyeceğim bir alana sürüklendim” diyor.

Feministlerin ardından İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri’nin de eylem yaptığını anlatan Nazlıer, bu eylemde yaşadıklarını ise şöyle aktarıyor:

“Kadınlar gözaltına alındıktan sonra Süreyya Operası’nın önü açıldı. Eylem için kitle yavaş yavaş toplanmaya başladı. Slogan atılmaya başlandığı anda polis müdahalesi başladı ve ben arada kaldım. Apartman boşluğuna geçerek görüntü çekmeye başladım. Kitle çembere alındı. Darbedilerek gözaltına alındılar. Ben de o çemberin içinde kaldım.

Beni biraz geç fark ettiler. Fark ettiklerinde de erkek bir polis, amiri konumundaki polise beni göstererek bir şey söyledi. Aralarına bir kadın polisi de alarak bana doğru yöneldiler. Çok sert bir müdahaleye maruz kaldım. Kollarımda çekiştirmeye başladılar. O sırada kadın polis, telefonumu ve basın kartıma el koydu. Bir taraftan da boğazımı sıktı. Gazeteciyim dememe rağmen gözaltı yapmaya çalıştı. Düşmanca bir tavır içindeydi. O sırada amiri konumundaki bir polise, ‘Bu gazeteci görüntü çekiyor’ dedi; gazeteci ne yapar, onu bile bilemiyordu.

Alandan çıkarılana kadar telefonunun ve basın kartının geri verilmediğini söyleyen Nazlıer, “Polis boğazıma yapıştığında el izi kalmıştı. Darp raporumu aldım. Gazetenin avukatı aracılığıyla suç duyurusunda bulundum” diye konuşuyor.

‘Suç işlediklerinin farkındalar’

Daha önce de birçok kez polis şiddetine maruz kaldığını dile getiren Nazlıer, şiddet faili polislere yönelik cezasızlığa da dikkat çekiyor:

“Geçen senelerde, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde emniyet müdür yardımcısının bir kadın eylemciye ‘orospu’ dediğine şahit olmuş, bu görüntüyü yakalamıştım. Bunu çektiğimi gören emniyet amiri bana yöneldi. Telefonumu ele geçirmeye çalıştı. O sırada gazeteciler bulunduğum alana gelince telefonumu alamadılar. Bu görüntüyü paylaştım ve ‘Herhangi bir işlem yapılacak mı?’ diye sordum. Bir iki ay sonra google taraması yaptım, acaba ne oldu emniyet müdür yardımcısına diye. Bir baktım, terfi etmiş. Birinci sınıf emniyet müdürü olmuş. İşte bundan güç alıyor kolluk güçleri. Biliyorlar hiçbir şey yapılmadığını ve bu onlara güç veriyor.

Aslında eylemcilere işkence yaparak suç işlediklerinin farkındalar. Kamuoyu görmesin, duymasın diye ilk bizi engelliyorlar. Ben ilk defa şiddete maruz kalmadım. Daha önce de çok yaşadım ama bu şiddet son günlerde iyice artmış durumda.”

‘Gazetecilik yapmaya devam edeceğiz’

Gazetecilerin görevinin gerçekleri açığa çıkarmak olduğunu vurgulayan Eylem Nazlıer, artan baskılar karşısında ne olursa olsun gazetecilik yapamaya devam edeceğini belirtiyor. Nazlıer, “Biz halkın haber alma hakkını savunacağız, halka gerçekleri ulaştıracağız. Bedeli ne olursa olsun, gerçekleri görünür kılmaya devam edeceğiz. Biz gerçekler karanlıkta kalmasın diye varız. Ezilenden, işçiden, emekçiden yanayız. Kalemlerimiz onlardan yana. Bir adım geri atmayacağız. Çünkü katledilen, hapiste olan gazetecilere sözümüz var, kalemlerimiz eğilmeyecek” diyor.

‘Kürt basını özellikle hedef seçiliyor’

Reyhan Hacıoğlu

Yeni Yaşam gazetesi editörü Reyhan Hacıoğlu, MA ve Jin News’a yönelik operasyonlarda Diyarbakır’da 16, Ankara’da ise 9 Kürt gazetecinin tutuklandığına dikkat çekiyor. Özellikle Kürt basının hedef seçildiğini belirten Hacıoğlu, şunları söylüyor:

“Son 5 ay gibi kısa bir sürede dahi toplamda 26 arkadaşımız tutuklandı. Büroları basıldı, teknik malzemelerine el konuldu. Elbette tesadüf değil bu saldırılar, Savaş şiddetlendikçe saldırılar da arttı bizlere. Çünkü o coğrafyada yıllardır insanlık suçları işleniyor. Ve Kürt basını bu suçları teşhir eden bir noktada duruyor. Van’da helikopterden atılan iki yurttaşı oradaki basın sayesinde duyduk. Yine Musa Orhan adlı askerin ölümüne yol açtığı İpek Er’den Kürt basını sayesinde haberdar olduk. Bunun gibi binlerce olay sayabilirim. İşte bunları yazan çizenlerin başında Kürt basını geliyor. Evet, hedef miyiz; hem de her dönem. Nedenleri çok basit, çünkü hakikat korkutur.

“Sansür yasasının hemen ardından Kürt gazetecilerin işkence ile alınması, sahada Eylem Nazlıer, Zeynep Kuray’ın saldırıya uğraması tesadüf değil. Devamı gelecektir, bu ön gösterimdi aslında hepimiz için. Demek ki daha çok yan yana gelmek lazım

‘Yazdıklarımız biziz’

Hacıoğlu, 13 Ekim’de Meclis’te kabul edilen ve kamuoyunda ‘Sansür Yasası’ olarak bilinen Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun nedeniyle gazetecilerin işlerini yapmasının daha da zorlaşacağı görüşünde:

“Bizler bunca hak ihlalinin haberini yapmaktan mutlu değiliz, kendi adıma bir gün daha güzel haberler yapacağıma inanmak istiyorum. Ama sabah gündemine bakıyorsun; cezaevinde işkence, sokak ortasında kadın katliamı, işten atılan emekçiler, evleri basılan muhalifler diye liste uzuyor… İnanın, bunlar duygusal olarak da çok ağır haberler. Panzerin ezdiği çocuklar, sokak ortasında bekletilen Taybet ana…

Ve aslında Kürt gazeteciler olarak bizler her haberin parçasıyız. Her ölen bir yakınımız, bir tanıdığımız, bir dostumuz ya da arkadaşımız. Hakikat bir cephe ise evet, biz tam olarak bu cephenin üyesiyiz. Çünkü yazdıklarımız biziz. Sansür yasasının hemen ardından Kürt gazetecilerin işkence ile alınması, sahada Eylem Nazlıer, Zeynep Kuray’ın saldırıya uğraması tesadüf değil. Devamı gelecektir, bu ön gösterimdi aslında hepimiz için. Demek ki daha çok yan yana gelmek lazım. Bugün Deniz ve Berivan’a baş eğdirmeye çalışanları yarın evimizde bulabiliriz.”

Kadın gazetecilere çıplak arama

Gazeteci Reyhan Hacıoğlu, Ankara merkezli operasyonla gözaltına alınarak tutuklanan Mezopotamya Ajansı ve Jinnews çalışanı kadın gazetecilere çıplak arama yapılmasının, kadın bedenine yönelik saldırı olduğunu vurguluyor. Cezaevlerinde kadın gazetecilerin yaşadıklarına dikkat çeken Hacıoğlu, sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Kadınlar bu iktidarın korkulu rüyası. Çok uzun yıllara yayılan bir saldırı söz konusu. Kadınların İstanbul Sözleşmesi, eşbaşkanlık gibi birçok kazanımı, peyderpey saldırıların hedefi oldu. Kadın bedeni, kadın iradesi, kadın gücü saldırı altında, hem de korkunç bir saldırı bu. Susuz bırakmak, çıplak aramaya maruz bırakmak başka ülkede kıyamet kopacak şeyler ama biz her gün bunları yaşıyoruz. Cezaevinde siyasi tutuklular esir alınmış durumda, 16 ay boyunca cezaevinde kaldığımda bunu hissettim. Her şey onların elinde; örneğin bir kere mi çıktın revire, ölsen dahi o ay bir daha çıkamazsın. Ya da mektuplarına el konuluyor, kışın gelip üstüne oturduğun minderi alıyorlar vb…

2016’da Özgür Gündem basıldığında işkence ile gözaltına alınan gazetecilerden biriydim.  Çevik kuvvet otobüsünde 7 saat ters kelepçe ile işkence yapıldığında ne korkunç sözler söylendi! Cinsiyetçi küfürler, hakaretler, neler neler… Utanmaları da yok, kadınlı erkekli çevik kuvvet bize bu dille saldırdı. Ve birkaç kadın arkadaşım tacize uğradı. Sonrasında zaten bunu dile getirdik. Son gözaltılara bile baktığında kadınlara uygulanan şiddetin boyutu görülüyor. Nitekim Garibe Gezer, cezaevinde tecavüze maruz bırakılmış bir tutsak. Kadın bedeni araçsallaştırılmaya çalışılıyor. Bu noktada kadın örgütlerinin çıplak aramaya ya da diğer saldırılara karşı daha çok ses çıkarması, bu yaşananları daha fazla gündeme getirmesi gerekiyor.”

Manşet fotoğrafı: Emre Orman

Paylaş:

Benzer İçerikler

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde Taksim’de polisin ağır şiddetine, işkencesine maruz bırakılan kadınlar, “Susmayacağız, bu şiddetin normalleşmesine izin vermeyeceğiz” diyor. Kadınlar yarın (30 Kasım) ilk suç duyurusunu yapacak.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!