kapital çevirisinden para mı alınır

“evet, kapital çevirisinden para alınır, hatta kapital çevirisine en adil, en hakkaniyetli ödemenin yapılması gerekir; kitabın hakkı başka nasıl verilebilir?”
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

geçtiğimiz haftalarda yayınevi emekçileri platformu, X’te bir kampanya yaparak sorunlarını paylaştı. #sendedurumnedir tagiyle yürütülen kampanyada  mobbinge uğrayan, günde on saat sigortasız çalıştırılan ama kiralarını ödemekte güçlük çeken editörler dertlerini paylaştı.

kitap üretimi sabır, titizlik gerektiren, meşakkatli bir iş. bunların bir kısmı, toplumsal kadın kimliğinin parçası olan özellikler. diğer yandan evde çalışmanın mümkün olduğu başka meslekler gibi, bu işler de kadınlar tarafından tercih ediliyor. çünkü bir yandan ev işlerini ve/veya çocuk bakımını yürütmek mümkün; en azından varsayım olarak. varsayım olarak diyorum çünkü özellikle çocuk bulunan bir evde çalışmak o kadar kolay bir iş değil.

kitap üretimi, özellikle akademik yayınlar için bilgi birikimi ve araştırma disiplini de gerektiriyor. yani kalifiye ama ucuza çalıştırılan bir işgücünden söz ediyoruz.

burada bir parantez açıp şunu hatırlatmakta fayda var. yüksek bilgi, incelikli bir bakış açısı ve titizlik gerektiren kitaplar genellikle en az satacak yani en düşük kârı sağlayacak olanlar. yani beş yüz adet satması bile düşük ihtimal olan bir akademik yayın ya da pek tanınmayan bir felsefecinin kitabını hazırlamak, telif veya çeviri bir çoksatarı yayına hazırlamaktan çok daha fazla çaba, dikkat ve emek gerektiriyor.

bir de şöyle dertler var; özellikle akademik kariyer planlayan üniversite öğrencilerinin, cv’lerine eklemek üzere, çok çok ucuza çeviri yaptıkları oluyor. böylece, editörler çeviri yaptıkları dili bilen ama türkçeye hakim olmayan çevirmenlerin çıkarttıkları metinlerle boğuşmak zorunda kalıyor. bazen öyle metinlerin basıldığını da görüyoruz.

hesap kitap yaparsak

türkiye’de okuma alışkanlığının olmadığından, bunun kitap satışlarının düşük olmasının en önemli sebebi olduğundan çok sık yakınılıyor ama başka faktörler de var. türkçe, türkiye dışında okunan bir dil değil, bu da satışı sınırlıyor. özellikle seka’nın kapanmasından sonra ortaya çıkan kağıtta ithalata dolayısıyla dövize bağımlılık, giderleri artırıyor. kitaptan gazeteye, kağıda basılan her şeyin temel ihtiyaç olduğunu, o yüzden kağıt üretiminin kamunun görevleri arasında bulunduğunu hatırlatarak devam edeyim.

kitap dağıtımcıları kitabin bedelinin yüzde 50’sini alıyor. yani sizin kitapçıdan aldığınız 200 liralık bir kitaptan dağıtımcı 100 lira kazanıyor. ama bütün bunlara rağmen kitap fiyatları özellikle avrupa ve abd’ye oranla çok ucuz. örneğin paul coelho’nun simyacı adlı kitabının ingilizcesi internette 10 $ civarında satılırken aynı kitabın türkçe versiyonu 90 liraya bulunabiliyor; yani üçte birinden bile daha ucuz! evet, alım gücü de öyle ama bu üretim giderlerini çok değiştirmiyor.

bütün bu engellere rağmen, çok büyük olmayan sermayelerle yayıncılık yapmaya başlamış ve bugün ufak çapta bir servetin sahibi olan insanlar var. bunların arasında çalışkan, yetenekli, öngörülü, yaratıcı olanlar da vardır tabii ama ağırlıklı olarak ucuz emek çalıştırarak yapıyorlar bunu.

peki neden?

bu noktada aklımıza şu soru takılıyor: başka bir alanda daha iyi koşullarda çalışabilecek ve çok daha iyi para kazanabilecek bu insanlar neden bu sektörü tercih ediyor?

bu sorunun cevabı bence emeğine yabancılaşmaya direnme dinamiklerinde yatıyor. bu insanlar, ürettikleri ürüne/hizmete yabancılaşmak istemiyor; ilgilerini çeken, sevdikleri nesneler -örneğin kitap- üretmek, inandıkları işler yapmak istiyorlar. aynı şey başka meslekler örneğin gazetecilik için de geçerli.

oysa kapitalizmin geldiği noktada, bu tür bir bağımsızlık, yaratıcı işler yapan bireyler için dahi mümkün değil. bir edebiyatçı, bir plastik sanatçı ya da bir müzisyen, bir müzik grubu gibi biricik üretimler yapanlar bile, piyasanın taleplerinden, dayatmalarından bağımsız üretemiyor: oysa bu geçen yüzyılda, daha az para kazanmayı göze alarak kısmen mümkündü.

gönüllülük meselesi

bir şey daha var.

ben de birçok kişi gibi, çeşitli metinleri, herhangi bir ücret almaksızın gönüllü emeğimle çevirdim, çeviriyorum. ama bu metinlerden kimse para kazanmıyor yani benim emeğimle artık değer üretilmiyor. Kitaplarda durum farklı, karşılıksız dağıtılan kitap yok denecek kadar az. her kitapta artık değer üretiliyor. ama insanların sevdikleri kitapları ya da inandıkları davalara dair metinleri anadillerinde görme arzuları bence yayıncılık sektörü tarafından suiistimal ediliyor. 

yayınevi emekçileri, farklı alanlarda ve biçimlerde örgütlenebilir. platform ve dernekleşme önemli tabii ama bence hiçbir şey sendikanın yerini tutamaz. çünkü pazarlık, toplu sözleşme ve protokol imzalama şansı var. sadece sigortalı çalışanları kastetmiyorum, 2015 yılında, freelance çeviri sözleşmesiyle disk basın-iş’e üye olabilmiştim. geçen zamanda, çalışma bakanlığı’nda da değişen şeyler var ama kazanılmış haklarımızı kullanmak için de harekete geçebileceğimize inanıyorum.

ve başlıkta sorduğum soruya döneyim. evet, kapital çevirisinden para alınır, hatta kapital çevirisine en adil, en hakkaniyetli ödemenin yapılması gerekir; kitabın hakkı başka nasıl verilebilir?

* Ana görsel X’te @ozlemakcan isimli hesaptan alınmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Orta yaşı geçen birçok insanın geleceğiyle ilgili en önemli dileği başkalarının yardımına muhtaç olmadan yaşlanıp ölmek. bu dileğin gerçekleşmesinin önünde birçok engel var. bunların başında toplumsal yargılar geliyor. hükümetlerin, bütçeyi savunma sanayiine aktarmayı bırakıp yaşlı ve çocuk bakımına ayırmalarının zamanı gelmedi mi?”
“doğum izninin sadece kadınlara verilmesinin kadın istihdamını düşüreceği, kadınların evde yapılacak, düşük gelir getiren işlere mahkum olacağı ortada. doğum izni, ancak iki ebeveyn için de geçerli olduğunda teşvik edici olabilir.” ayşe düzkan düşen doğurganlık oranına bağlı olarak kadınların çalışma yaşamını düzenleme meselesini masaya yatırıyor.
Bir aşamada kimsenin sevmediği bir çift oldular, meğer birbirlerini de sevmez hale gelmişler. Ayşe dilimizin ucuna gelenleri, dile dökmediklerimizi yazmış.
“anneleri hapsetmekte beis görmeyen devlet cezaevi koşullarını onlara, çocuklara, genel olarak insana yakışır bir şekilde kurmuyor. bazen yetişkin mahpuslara yetecek kadar yatağın bile bulunmadığı koğuşlarda çocuklar anneleriyle birlikte yatıyor.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!