Karabük’teki Gabon, Fransa’daki Dina…

Karabük'te öldürülen Gabonlu üniversite öğrencisi Dina için geçenlerde Fransa'da da eylem yapıldı. Peki bu genç kadının yolu, bir zamanlar işçi hareketiyle ünlü Karabük'e nasıl düştü? Fransa'da yıllar önce öldürülen Maid'le hikâyeleri nasıl kesişti? Adalet yerini bulacak mı?
Paylaş:

Karabük Yeşilköy yakınlarında seyir halindeki bir trenin makinisti, 26 Mart günü öğle saatlerinde Filyos Çayı’nda bir ceset fark etti. Ceset, Karabük Üniversitesi Teknoloji Fakültesi Enerji Sistemleri Mühendisliği bölümü hazırlık sınıfı öğrencisi Gabon uyruklu Jeannah Danys Dinabongho Ibouanga’ya aitti. Artık hepimizin bildiği gibi 18 yaşındaki Dina’ya.

Karabük Cumhuriyet Savcılığı, yapılan ön otopside Dina’nın bedeninde cinsel saldırı, kesici-delici alet ya da ateşli silah yaralanması tespit edilmediğini, ölüm sebebinin suda boğulma olarak belirlendiğini açıkladı. Daha sonraki günlerde Dina’nın, yaşadığı binanın dışında yalınayak sokakta koştuğu, bir otomobilin peşinde olduğu görüntüler ortaya çıktı. Buna karşılık Afrika merkezli afroplanete.com sitesi, 27 Mart’ta Gabonlu öğrencinin tecavüze uğramış ve öldürülmüş olarak bulunduğunu yazıyordu. Yazılanların hiç de temelsiz olmadığı, Dina’nın taciz ve ölüm tehditleri aldığını annesine bildirdiği, telefonuna cinsel taciz mesajları gönderildiği kısa sürede ortaya çıktı. Dina’nın ölümüyle ilgili gözaltına alınanlardan biri (üç kez gözaltına alınıp bırakılmıştı) 10 Nisan’da tutuklandı.

Haber çıktığı andan itibaren bir ilişkiler ağının varlığı akla gelmiştir kuşkusuz. Bu ilişkiler ağı hangimizin yabancısıdır ki? Küçük illere, bir mahalleye, dar bir çevreye dışardan giden, hatta büyük kentte tek başına yaşayan her kadın bilir ki emlakçısından, ev sahibinden başlayarak günlük hayatınızdaki her detaya hâkim olmak isteyen bir musallat, gözetim ve denetim ağı kurulur üzerinizde.(1). Karabük’te, bu artık “insafsız şehir”de (2) de ev sahibinden öğretmenine, postanede çalışandan esnafına, uzatmalı öğrencilere dek -her biri Dina’dan daha güçlü- çok fazla şüpheli olmalıdır soruşturulması gereken! Bu neredeyse çocuk yaştaki, gencecik kadının öldürülmesine ortak olmuş birden çok el…

Bir zamanlar Karabük’te

Karabük, 90’lı yıllarda işçi hareketiyle anılan kentlerinden biriydi. 12 Eylül döneminin ağır ücret ve sosyal hak kayıplarına karşı yapılan 89 Bahar Eylemleri’nde greve gitmiş, Karabük ve İskenderun’da çalışan 20 bin demir-çelik işçisi, tarihlerinde ilk defa çıktıkları grevi 137 gün sürdürerek iyi bir toplu sözleşmeye -Özçelik-İş Sendikası’na göre yüzde 359 zamla- imza atmışlardı. 1994’te Tansu Çiller’in başbakanlığındaki DYP-SHP hükümetinin aldığı 5 Nisan kararları arasında, zarar ettiği söylenen Karabük Demir-Çelik Fabrikaları’nın (KDÇ) özelleştirilmesi de (özelleştirilemediği takdirde kapatılması) vardı. Sadece fabrikanın değil, bütün bir ilin ölümü anlamına gelen karara karşı bütün kent harekete geçti.

90’lı yıllarda birden fazla direnişte kendisini gösteren bu birleşimden 24 Nisan 1994’de büyük bir miting doğdu. Çocuklar okula gönderilmedi, esnaf kepenklerini kapattı, şehre giriş çıkışlar durduruldu. Kapatılmaya karşı 30 kişilik bir şehir meclisi kuruldu. Bu adımla birlikte aynı zamanda işçi hareketinin sadece dış değil, iç sınırları da görüldü. Şehir meclisi yalnızca işçileri değil, yerel esnafı ve patronları da kapsıyordu -işçi sınıfı, küçük ve orta burjuvazi bileşkesi!

Özçelik-İş, KDÇ’nin kapatılmasına karşı işletmeye kent adına talip oldu. KDÇ, 1 lira gibi sembolik bir fiyatla kent bileşenlerine devredildi. Sendika Başkanı Metin Türker, fabrikayı kapanmaktan kurtardıklarını, bunun bir özelleştirme olmadığını, Karabük’ün işçisi ve halkı ile birlikte fabrikasına sahip çıktığını söyledi. Çalışmaya devam edecek olan fabrika artık “Karabüklülerin”di!

Kapitalizm altında “hepimizin” olan hiçbir şey yoktur! Ancak çalışabildiği sürece yaşayabilen işçi sınıfı bunu bilir; fakat eğer çalışmaya devam edebilecekse bu demagojiye sıkça boyun eğer. Fabrikanın işlemeye devam etmesi, birçok ülkede artan sanayisizleşme ile birlikte en gerici, faşist düşüncelere yol verebiliyor. KDÇ’de de böylece işçi ücretleri ve çalışma koşulları aynı temaya başvurularak bastırıldı. İşletme üretim patlaması yaptı. İşçi sayısı azaltıldı. Halen 5 bin işçinin çalıştığı KDÇ, demiryolu rayı ve ağır profilde “tek milli marka” olmakla tanınıyor. Yılda 3,5 milyon ton üretim yapıyor ve Türkiye’nin en büyük sanayi kuruluşları sıralamasında 23’üncü sırada yer alıyor. Karabük işçi hareketi ise 90’lardaki kırılmadan itibaren silikleşmiş durumda.

Karabük’ten Gabon’a

2007’de açılan Karabük Üniversitesi ile birlikte kente yeni bir gelir kaynağı sağlandı. 132 bin olan kent merkez nüfusunun yarısından fazlası öğrencilerden oluşuyor. Öğrencilerin dörtte biri yabancı ve 5 bin öğrenci de Afrika ülkelerinden. Orta-ileri gelişmişlikteki Türkiye kapitalizminin Afrika’ya on yıllar önce attığı ağ ve vantuzları yoluyla Çad, Tanzanya, Sudan, Senegal’in yanı sıra Gabon’dan gelen öğrenciler de var. Karabük Üniversitesi Rektörü, sık sık Afrika’ya gidip öğrenci anlaşmaları yapıyor -tıpkı futbolcu ajansları gibi!

2011 yılında 135 ülkenin katıldığı yarışmalarda Ahmet Kaya’nın “Kafama sıkar giderim” parçasını söyleyen çocuğu kim hatırlamaz! Afrika da bu “yumuşak güç” vantuzlarının ürünü türkofonlar için düzenlenen Türkçe Olimpiyatları’na en fazla katılan kıtalardandı. Zeki kız çocuğu Dina’nın önünde Türkiye’de yükseköğretim yolu o zamanlar açılmıştı demek.

Buradan, Afrika kıtasında kadim sömürgeci, bağımlılık ilişkilerine sahip Fransa’ya geçelim.

Maud için yapılan sessiz yürüyüşten… (Fotoğraf: leparisien.fr)

“Ayın 12’sinin Gecesi”

“Ayın 12’sinin Gecesi” César Film Festivali’nde ödüller kazanan bir filmin adı (yönetmen Dominik Moll). Film, 2013’teki gerçek bir olayın polis cephesinden anlatıldığı kitaba dayanıyor. Ödül törenini yayımlayan paralı televizyon kanalı, mart ayına denk geldiğinden, filmi hemen törenin arkasından ücretsiz olarak gösterime soktu.

Paris bölgesinin uzak bir banliyösünde yaşayan ve bir lokantada garsonluk yapan 21 yaşındaki Maud, komşusunun evindeki partiye katıldıktan sonra saat 2.30’da yakındaki evine gitmek üzere çıktı. Bir saat sonra devriye atan polisler, Maud’un yakılmış cesedini yol üzerinde buldular. Sokak kan ve benzin izleriyle doluydu. Otopsi sonucunda genç kadının hayattayken yakıldığı ortaya çıktı. Maud, oturanların “şehrin en sakin yeri” dediği, bahçeli evlerden oluşan kendi mahallesinde öldürülmüştü.

Film bu soruşturma üzerinedir. Soruşturma sürerken Maud’un aşk hayatını öğreniriz. Flörtleri arasında kıskançlık cinayeti işleyebilecek, psikiyatrik sorunları olan tipler de vardır. Fakat dinlenen 11 şüpheliden hiçbir sonuç çıkmaz. İfadesi alınan erkekler Maud’la ilişkilerini kabul eder; ama kısa süreli olduğunu söyler ve ölümü konusunda tam bir umursamazlık sergilerler. Hatta Türkçedekiyle aynı kelimeyi kullanarak Maud’un “kendisinin arandığını” bile söylerler. Aradan 10 yıl geçtikten sonra bir kadın hâkim dosyayı yeniden açar. Fakat soruşturmadaki bir iki yeni bulgu yine sonuç vermez.

Ödül töreninde oyunculardan biri, her yıl 800 cinayet soruşturması açıldığını ve bunların yaklaşık yüzde 20’sinin çözülmeden kaldığını söyledi. Maud’un öldürülmesi de böyledir. Ama filmde de yargılandığını gördüğümüz, muhtemel katili/katilleri değil, Maud’un kendisidir. Aynı yerde çalıştıkları bir kadın arkadaşı, polise şunu ifade eder:

“Yatmış mı, yatmamış mı? İyi de ne değiştirir ki bu? Suçlu olan o değil ki!”

Polis, “Kimse böyle demiyor” diye yanıtlar. Ama Maud’un arkadaşı devam eder:

“Demiyor. Ama siz onun herkesle yattığını söylüyorsunuz. ‘Acaba bundan mıdır?’ diye soruyorsunuz bana. Ben de cevap veriyorum. Niye öldürüldüğünü mü bilmek istiyorsunuz? Kız olduğu için…”

**

Haberi okuduğumda semt duvarlarına yapıştırılan “Siyah kadınları cinsel obje olarak görmekten vazgeçin” yazıları aklıma gelmişti. 7 Nisan günü Fransa’daki Gabonlular, Türkiye’nin Fransa Büyükelçiliği önünde Dina’nın öldürülmesini ve katillerin bulunmamasına karşı adalet eylemi yaptılar.

DİPNOTLAR:

(1) Birçoğumuzun aşina olduğu bu yaşantılar, bir doktora tezine de konu oldu. (Bkz. Ceren Lordoğlu, İstanbul’da Bekâr Kadın Olmak, İletişim Yayınları, 2018)

(2) “İnsafsız Şehir” filmi, İkinci Dünya Savaşı sonrası Amerikan askerlerinin işgalindeki bir Alman kasabasında nehirde yüzerken tecavüze uğrayan genç bir kadının hikâyesini anlatır (yönetmen Gottfried Reinhard). Amerikan askerleri yakalanıp yargılanırlar. Ölüm cezası ile karşı karşıya bulunan askerlerin avukatı, genç kadının yaşamını birkaç didikler, ifadesindeki birkaç çelişkiyi kullanır, kasaba halkının ona sırt çevirmesine yol açar. Onu mahkemede yıkıma uğratır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Ezgi Deler; geçtiğimiz günlerde kocası tarafından katledildi. Mahalle esnafı her yeri morluklar içinde olan Ezgi’nin alışverişte kendisi için de mutlaka çekirdek aldığını anlatıyor. Ona bu kadarcık keyif bile çok görüldü. Kıskançlık nedeniyle cinayet, deniliyor. Avukat Diren Cevahir Şen’e göre ise bu, en klasik katil erkek ezberi, kadınlar boyun eğmedikleri için öldürülüyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!