Bundan sekiz yıl önceydi… Kastaş Kauçuk Fabrikası’nda çok fazla sorun yaşanıyordu. Özellikle kadın işçiler açısından sıkıntılıydı iş ortamı. Üretimi hızlandırmak için daha fazla çaba harcarlarken cinsiyetçiliğe ve zorbalığa da maruz kalıyorlardı. Bantlarda görevli ustabaşı, her an kadınları gözetleyerek onları taciz ediyordu. Kimi zaman bulunduğu yerden kadınlara doğru garip laflar savuruyor, kimi zaman da yanına yaklaştığı işçinin yanağından “makas” alıyordu; bu, cinsel tacizdi. Bazen de hedef aldığı işçinin önüne çiçek bırakıyordu.
İzmir Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan fabrikada hemen her gün cinsel tacizin bir başka şekline maruz kalıyordu kadınlar. Ustabaşı Mehmet Uygun’un “Zayıfla, sana bikini alayım” gibi söylemleri de vardı! Zaman geçtikçe bu tür davranışlara yenileri ekleniyor, fabrika giderek daha yaşanılmaz hale geliyordu. Her vardiya, aşağılayıcı saldırılar, cinsel taciz ve mobbingle noktalanıyordu. Bu gibi durumlarda kadınların işlerini bırakma şansı da yoktu.
Taciz değil şefkat!
Sızdırmazlık ürünleri üreten fabrikada, ustabaşı tacizinin yanı sıra maaşlarda keyfi kesintiler de vardı. Öte yandan, kadınlar erkeklerden daha düşük ücret alıyordu. Çare olarak sendika çatısı altında örgütlenmeyi düşündüler. Başı iki kadın, Kardelen Yoğungan ve Sonay Tezcan çekiyordu. Cinsel tacize karşı da zaten en çok onların sesi çıkıyordu.
Fabrikada sessizlik bitti, bir karşı çıkış başladı. Örgütlenme çalışmaları için harekete geçtiler. İşçileri bu haksızlığa karşı çıkmaya çağırıyorlardı. Kadınların soyunma dolaplarına bildiriler koyuyorlar, onları maruz kaldıkları bütün bu aşağılayıcı hareketlere karşı tepki vermeye davet ediyorlardı.
İlk olarak Petrol-İş Sendikası’na üye oldular. Ama şefler ve müdürler bu duruma tahammül edemediler. Kardelen ve Sonay’ı 2016 yılının Mart ayında işten çıkardılar. Onlar da bu tutum karşısında direniş kararı alıp fabrika önünde beklemeye başladılar. Yasal haklar noktasında da boş durmadılar, hakaret ve işe iade davası açtılar. Ne var ki davalar patron lehine sonuçlandı. Karşıyaka Adliyesi’nde görülen davada yapılan savunmada, ustabaşının bu davranışının taciz olmadığı, sadece “şefkat içerdiği” söyleniyordu! Mahkeme, işte bu savunmayı haklı buldu.
Buna rağmen iki kadın, hak gaspları, cinsel taciz ve mobbinge karşı başlattıkları eyleme devam ettiler. Amaçları, Kastaş’taki çirkin, onur kırıcı olayları kamuoyunda gündeme getirmekti. Ve bu eylem 70 gün sürdü. Yasal çerçevede bir girişimde daha bulundular ve davayı Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) taşıdılar.
Aradan 8 yıl geçtikten sonra geçtiğimiz günlerde Resmi Gazete’de karar yayımlandı. AYM, işyerinde bildiri dağıtan ve ajitasyon faaliyeti yürüten iki kadın işçinin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine dair bir karar verdi. Kararda, “Başvurucuların şikâyetlerinin bir bütün olarak sendika hakkı ışığında ifade özgürlüğü yönünden incelenmesinin uygun olacağı sonucuna varılmıştır” deniyordu.
AYM’nin ihlal kararının gerekçelerinden biri de şöyle ifade ediliyordu:
“Öte yandan bu ifadelerin esas amacının kadın işçileri, suç teşkil etmese bile cinsiyetleri yüzünden özellikle amirleri tarafından uygunsuz davranışlara maruz kalmamak adına örgütlenmeye ikna etmek olduğu göz önüne alındığında kamuya yararlı olduğu açıktır… Mahkemeler değerlendirmelerini yaparken özellikle amir pozisyondaki personel tarafından kadınlara yapılan ayrımcı uygulamaların ve uygunsuz davranışların onların hayatı üzerindeki toplumsal hassasiyetler ve sosyokültürel unsurlar sebebiyle bireysel olarak haklarını arama konusunda karşılaştıkları zorlukları gözden kaçırmamalıdır.”
Görüldüğü üzere Yüksek Mahkeme, verdiği kararla işyerlerinde kadınlara yönelik cinsel taciz, sataşma ve mobbinge karşı mücadelenin de yolunu açıyordu. Kararın öncesi ve sonrasını, kadın işçiler için önemini Sonay Tezcan’la konuştuk.
Polisler bizi götürürken tacizci ustabaşı kahkahalarla gülüyordu
Kazanılan bir dava var. Hem aylar süren bir eylem hem de uzun soluklu bir hukuk savaşımı yürüttünüz. Sürece ilişkin sormak istiyorum: Kastaş’ta neler yaşanıyordu söz konusu dönemde?
Kastaş Kauçuk’ta özellikle kadın işçiler üzerinde yoğun bir üretim baskısı vardı. Bu baskı; mobbing, aşağılama ve tacizle birleşince insanlık onurunu zedeleyen bir duruma varıyordu. Bununla birlikte yaşamın her alanında olduğu gibi eşitsizlik vardı; aynı işi yapmamıza rağmen biz kadınlar, erkek işçilerden daha düşük ücret alıyorduk. Kreş olmadığı için çocuklu kadınlar ya işi bırakmak zorunda kalıyor ya da özel kreşlere yüksek ücretler ödüyordu. Veya annelerini çocuklara bakmaları için yanlarına alıp evleri birleştiriyorlardı. Bu sorunlar halen Kastaş’ta da kadınların çalıştığı tüm işyerlerinde de biraz azı biraz çoğu ama bir şekilde yaşanmaya devam ediyor. Bütün bu sorunlara karşı örgütlenme çalışması yaptık o dönem fabrikada, bir komite kurduk ve adım attık.
Cinsel tacizi ve şimdiye dek işyerinde dile gelmeyen birçok noktayı ifşa edince yöneticiler nasıl bir tutum aldılar?
Biz o dönem Kastaş Komitesi olarak kadınları örgütlemek için yaşanan sorunları tartışıyorduk. Fabrikadaki cinsel tacizleri, haksızlıkları anlatan bir bildiri yazıp kadınların dolaplarına attık. Bunlardan hemen haberdar oldular ve tahammül edemediler. Kadınları taciz eden müdür işten çıkarılmamızın hemen öncesinde öfkeyle beni tutup bir makinenin üzerine fırlattı, işçi arkadaşlarımın tutması sayesinde yaralanmadım. Bunun üzerine müdüre bu yaptığının hesabını soracağımı söylediğimde panikledi, silahlı adamlar çağırdı fabrika önüne. Onların kurduğu onur kırıcı-aşağılık düzene boyun eğdiğin, onları zenginleştirdiğin sürece senden değerlisi yoktur. Ne zaman onların düzenine karşı geldik, o zaman her yol ve yöntemle karşımıza çıktılar. En sonunda da işten attılar. Biz çıkarılmamızı protesto edip eyleme geçtik. Fabrika önünde bir eylem çadırı kurduk, ona da müdahale edildi. Polis “Kaldırımı işgal ediyorsunuz” diye destekçilerimizle birlikte bize saldırdı. Gözaltına alındık, gözaltı arabasına bindirilirken tacizci ustabaşı karşımıza geçmiş kahkahalarla gülüyordu. Sonra öğrendik ki ertesi gün fabrika denetlenecekmiş ve Kastaş kapitalisti bizim orada görünmemizi istememiş.
Çoğu kadın eve dönmek istemediği için susuyor
Kadınlar ne tür saldırılarla karşılaşıyordu fabrikada?
Ustabaşı, kadınları bakışlarıyla rahatsız ediyordu, her an gözetliyordu. Bunun dışında el hareketi de yapıyor, kadın işçilerin yanağından makas alıyordu, masasına çiçek bırakıyordu, “Zayıfla, sana bikini alayım” vs. söylemleri vardı. “Ben seni sürekli mesaiye bırakıyorum, hangi ara hamile kalıyorsun?” gibi söylemlerle sözlü tacizde bulunuyordu. “Evde de mi böyle çalışıyorsunuz, kocalarınız bir şey demiyor mu size?” gibi şeyler söylüyordu. İşçilerin hemen hepsi rahatsızdı bu durumdan. Ama bir ikisi de normalleştirmişti. Hatta bir işçi bu sorun karşısında bana, “Sonuçta amir o, bağırsa da öyle yapsa da dediğini yapmak gerekir” demişti.
Kadınların cinsel taciz karşısında neden sessiz kaldığı, çok yönlü yanıtları olan bir soru. Mesela işyerinde yaşadığı tacizi kolay kolay eşiyle paylaşamıyor. Hem toplumdaki cinsiyetçi algının cinsel tacizde bile kadında suç arayan bakışından kaynaklı, hem de böylesi bir durumda eşlerinin işten ayrılma yönünde baskı yapabileceği düşüncesi var. Dört duvara kapatılan; ev işleri, çocuk ve yaşlı bakımının üzerine yüklendiği kadınlar, ilk kez sosyal ortam edindiği işyerlerini bırakıp tekrar o bunaltıcı ev hapsine girmek istemiyorlar. Fakat şu da var ki, tacize karşı mücadele edilmeyen bir ortamda sessizlik, tacizin varlığını reddetme biçimine bürünüyor!
Ustabaşıların uygunsuz bir şekilde dokunması, “yanaktan makas” gibi tavırlar gerçekten inanılmaz. Onun dışında keyfi ücret kesintileri var. Bütün bunlara karşı Petrol-İş Sendikası’na üye olmak istemişsiniz. Çalışmalar nasıl ilerledi?
Aslında ilk başta üyelik çalışması yapmadık doğrudan. Çünkü üyelikten önce fabrikada örgütlülük oluşturmak istedik. Örgütlenmeyi tamamladıktan sonra üyelikleri başlatmak gibi bir planımız vardı. O nedenle sendikalaşma konuşmaları, bilinci ilerletecek toplantı ve etkinlikler gerçekleştirdik. İşçi arkadaşların evlerine gittik. “Demir Çeneli Melekler” filminin gösterimlerini yaptık. Filmin üzerine tartışıp neler yapabileceğimizi konuştuk. Temelde emekçi kadınların mücadelesini ilerletmekti amacımız. Ve nihayetinde baskı, sömürü, cinsel taciz ve eşitsizliğe karşı bir işyeri komitesi kurduk. Düzenli şekilde toplanıp işyerindeki küçük büyük tüm sorunları konuştuk. Kimi sorunlara müdahale ettik, kimi sorunları insanlara nasıl anlatacağımızı belirledik. En nihayetinde atılmamızdan bir hafta önce bildiri hazırladık. Kadınların soyunma dolaplarına attık.
Sendikaya üye olduklarını öğrendiklerinde işçilere nasıl davrandılar?
Çok yoğun baskılar vardı. Zaten bizden önce de sendikal çalışma olmuş ama sonuç vermemiş. Bağımsız sendikaya üye olan işçi arkadaşlarımız vardı. Ancak bu sendikal çalışmayı çok açık yürüttüler ve sendikaya üye olan dört işçi kadın, ciddi baskı ve mobbing yaşadı. Bölümleri değiştirildi, İnsan Kaynakları odasına çağırdılar ve üzerlerine kapı kilitlenerek tehdit edildiler. İstifa etmeleri yönünde baskı yapıldı. Özellikle erkeklerin çalıştığı bölüme verdiler kadınları ki rahatsız hissetsinler kendilerini. Molalarını ayrı kullandırdılar ki diğer kadınlarla yan yana gelemesinler. Bu yalıtmaya karşı biz o kadınları yalnız bırakmadık, onlarla iletişime geçmeye çalıştık. Bizden daha önce işten çıkarıldı onlar. Sonrasında da biz çıkarıldık. Direnişe geçince bizim yanımızda durdu o arkadaşlar, hep iletişimde olduk.
Sendikacı ‘Yaptığınız terbiyesizlik’ dedi
Petrol-İş Sendikası kadın çalışmaları ile bilinen bir sendikaydı, kadın olarak yaşadıklarınızı anlattınız mı? O dönem üyesiniz çünkü… Olayları öğrenince sendikanın tutumu ne oldu?
Üyesi olduğumuz Petrol-İş İzmir Şubesi’nde o dönem 30 yıldır yönetiminde olan bir sendika bürokratı vardı karşımızda. Sendikayla iletişimimiz, işten atılana kadar olmadı. İşten atılıp direnişe geçtiğimizde şubeye gidip destek istedik. O süreçte Petrol-İş İzmir Şube Başkanı Gani Gündoğdu idi. Geldiğimizde çok gerildi. “Benim sizin gibi binlerce işçim var, yaptığınız terbiyesizlik” gibi sözler sarf etti. “Ah kadın olmasaydınız ben size yapacağımı bilirdim” diye tehdit etti.
Eylemimizden rahatsız olmuştu. Biz de sendikalarda ‘hakları için hiçbir şey yapmadığı işçilerin aidatlarıyla kurdukları bu saltanatı yıkacağımızı’ söyleyerek, tartışmalı biçimde şubeden ayrıldık. İşçilerin yaşadığı sorunlarla zerre ilgilenmeyen bu sendikacı, Genel Merkez yönetimini arayıp, “Bu kızlar şubenin önünde eylem yapacaklar” vs. diye panikle yardım istemiş! Dolayısıyla sendika bizim direnişimize destek olmadı. Bu da mücadeleden, kadın meselelerinden ne kadar uzak olduklarını gösterdi bir kez daha. Ancak Petrol-İş üyesi Tüpraş ve Petkim işçileri oldukça destek oldu ve bizimle hep dayanışma içindelerdi.
Size engel olan sadece amir, müdür, ustabaşı değil. Başkaları da var. İşçiler arasındalar ama sanırım patronun işçilerin içine “işçi gibi” yerleştirdiği kişiler. Öyle anlaşılıyor söylemlerinizden. “Yalaka” diyorsunuz onlara bildirinizde. Bu tanım da dava dosyasına taşınmış. Patron “hakaret unsuru” olarak belirtmiş mahkemede. Fakat AYM hâkimleri “sendikal retorikler” olduğuna karar veriyor…
Fabrikada o dönem dağıttığımız bildirimizde bu terim vardı. Arkadaşlarını üç kuruş için satmamalarını, patrona yaranmak için sınıfına zarar vermekten vazgeçmelerini istediğimiz ve “yalaka” dediğimiz kişilerden bahsediyorduk. Bu gibi terimlerin “sendikal örgütlenmede hakaret içermeyen retorik ifadeler olduğuna, örgütlenmenin pekiştirilmesi için yapıldığına” karar verildi AYM kararıyla. Yani işçi kadınların özgürleşmesinde, cinsel taciz ve baskılara karşı mücadelesinde onları daha cesaretli davranmaya yönlendiren bir karar çıkmış oldu. Bu karara göre, tıpkı bizim sekiz yıl önce dediğimiz gibi, cinsel tacizci amire, formene “tacizci”, işçi kardeşini kendi bireysel çıkarları için satana da “yalaka” denir! Bu düşüncemiz her zaman böyle.
Karar: ‘Tacize karşı çıkmak, işçiyi uyarmak kamu yararınadır!’
Patronun “kişilik haklarını zedeleyici” olarak nitelediği “tacizci” sıfatınız da kararda tanımlanmış! AYM şöyle yorumluyor: “Bu ifadelerin esas amacı, kadın işçileri, suç teşkil etmese bile cinsiyetleri yüzünden özellikle amirleri tarafından uygunsuz davranışlara maruz kalmamak adına örgütlenmeye ikna etmektir.” AYM kararında aynen bu şekilde yer alıyor. Bunu yorumlayabilir misiniz?
İş arkadaşım Kardelen ve ben haksız yere işten atıldık, direndik ve aynı zamanda mahkemeye başvurduk. Fabrika içerisinde dağıttığımız bildiride, işçileri istismar eden formen ve müdüre “tacizci” dediğimiz için suçlandık. Bu, hakaret olarak kabul edilerek talebimiz ilk mahkemede reddedildi. “İş huzurunu bozma” ile suçlandık. Sendikal çalışmamız ve haklılığımız bölge mahkemeleri tarafından kabul edilmedi. Ancak sınıf mücadelesinin deneyimine ve meşruluğuna inancımızla davamızı AYM’ye taşıdık. Aradan sekiz yıl geçtikten sonra Resmi Gazete’de karar lehimize yayımlandı.
Verilen bu karar, işçi kadınlar ve sınıf mücadelesi adına önem arz ediyor. Bölge mahkemelerinin aksine AYM, örgütlenme çalışmamızı haklı buldu. Hem işçileri mücadeleye çağırdığımız bildiride hem de işçi kadın arkadaşlarımızla karşılıklı konuşmalarımızda tacizi ifşa ettik. Yaşananları duruşma salonlarında dile getirdik, savunmamızı yaptık. AYM, işyerinde yaşanan taciz suçlamamızı, müdüre ve formene yönelik “tacizci” söylemimizi “işçileri uyarım” olarak değerlendirip, bu uyarımın “kamu yararına” olduğu yönünde karar verdi! İşçi kadınlar adına önemli bir kazanım tabii ki…
AYM’nin cinsel taciz davasındaki kararını kaydedin. Çünkü işverenlere önemli bir “mesaj” var. Mağdurların, fabrikalarda cinsel taciz ve ayrımcılıkla karşılaştıklarında, izleyecekleri strateji açısından da “emsal.” İşyerinde ayrımcılığa ve tacize tolerans gösterenlere ise bir uyarı…