“Kaynak yok değil ama kaynakları kendilerine kullanıyorlar”

İktidar “kaynak yok” diyor emekliye, iktidar ortağı “her şeyi devletten beklemeyin, ek iş yapın.” Emekli olmasına rağmen yıllardır tekstilde çalışan Elif ise “Ahlaksızlık bu. Ahlaksızlıkların en büyüğü. Hem bizi açlığa, sefalete mahkûm ediyorlar. Hem de emeğimizle, aklımızla dalga geçiyorlar” diyor.
Paylaş:

Henüz liseli olduğum yıllardı. Mersin’in merkez caddelerinde sendikaların çağrısıyla defalarca eylemler, mitingler yaptık. “Israrla yolda” yürüdüğümüz bir eylemde polis dayağı da yedik.

“Sağlık haktır, satılamaz” diyorduk, “IMF defol, bu memleket bizim!” (Ama en güzeli AKP İl Binası önündeki sloganımızdı: “İşte burası, IMF yuvası!” Hey gidinin gidisi…)

Çünkü sağlık hizmeti ve sigorta sistemi büyük bir şirkete dönüştürülmek isteniyordu. 5510 sayılı SSGSS Kanunu ile AKP, “yapısal reformlar” yapmak istiyordu. Yaptı da.

Bunları anlatırken amacım anıları yad etmek değil elbette. Bugünlerde emekliler ve sefalet düzeyinde olan maaşları sıkça gündem olurken bunun nedeninin, iktidarın dediği gibi “kaynak yetersizliği” olmadığını hatırlatmak…

2006-2008 yılları arasında gündeme getirilen ve yapılan bu yapısal değişiklikler içerisinde en önemli saldırı emeklilere dönüktü. Bu kanun kapsamında yapılan düzenlemelerle emekli aylıkları belirlenirken dikkate alınan güncelleme katsayısı yüzde 100’den yüzde 30’a, aylık bağlama oranları (ABO) yüzde 27 ve üzeri miktarlarda düşürüldü. Emekli maaşlarının alt sınırı da yüzde 35-40’lara geriletildi.

Yani bugüne öyle dünden gelinmedi. Cehenneme varan yolun “iyi niyet” taşları 2006 yılında örülmeye başlandı.

O yüzden de mesele, “Hayat pahalılığı ve enflasyonla mücadelemizde milletimizin yardımını bekliyoruz” diyen Cumhurbaşkanı R.T. Erdoğan’ın dediği gibi “teknik” bir mesele değil. Aksine iktidarın, sermayenin neoliberal politikalarına verdiği yapısal bir cevap söz konusu yaşananlar.

“11 yaşımdan beri çalışıyorum”

Emeklilere dönük iktidarın bu sefalet politikasının bir karşılığının yerel seçimlerde verildiği sıkça tartışılan bir konu oldu. Bu konuyu, seneler önce emekli olmasına rağmen hala çalışmak zorunda olan tekstil işçisi Elif Çelik ile konuştuk.

Elif, yıllar önce emekli oldu. Ama ne fayda! Bu sefalet ücreti ile geçinemediği ve yetiştirmek zorunda olduğu bir çocuğu olduğu için tekstilde çalışmaya devam ediyor.

11 yaşımdan beri çalışıyorum” diyor Elif. 1986’da İstanbul’a gelmiş ve yoğunlukla tekstil sektöründe çalışmış. “Dokuma, iplik, dikimhane, imalat… Her kademede çalıştım. Çalışmaya da devam ediyorum.

Tekstil sektörü ağırlıklı çalışan Elif’e, çalıştığı işlerin ne kadar güvenceli olduğunu ve buralarda sigortalı çalışıp çalışamadığını sorduğumuzda bu konuda sektörü özetleyen bir cevap veriyor: “Tekstil işinde sigortalı ve güvenceli çalışılmıyor. Özellikle fason çalışan atölyelerde iş güvenliği ya da sigortalı çalışma yok denecek kadar azdır.

Atölyelerin çok yoğun bir sömürü alanı olduğunu söyleyen Elif, çocuk işçiliği konusuna da dikkat çekiyor: “Çocuk işçiliği çok yoğun ve sömürü, söz konusu çocuklar olunca çok daha fazla artıyor. Çok çocuk çalışan gördüm, ben de çocuk işçiydim.

Atölyeler hakkında konuşurken ister istemez söz işyerinde tacize, baskıya, mobbinge de geliyor: “Günde 11 saat çalışıyoruz. 11 saat! Çocuklar ayrı kadınlar ayrı baskı görüyor. Her türlü hakaret var kadınlara, taciz var, baskı var. Psikolojik şiddet mi? Sürekli. Mesai de sürekli var. Aldığımız para da asgari ücretin bir tık üstü.

“Yaşamak için çalışmak zorundayım”

Elif, 45 yaşında emekli oluyor ve yaşı 50’nin üzerinde olmasına rağmen çalışmaya devam ediyor. “Çalışıyorum çünkü her şey çok pahalı ve yaşamak için çalışmak zorundayım.

Bu ülkede emekli olmayı şöyle tanımlıyor: “Emeklilik açlıkla terbiye edilmek gibi…

Yıllarca çalışıp vergi verdik, sigorta parası ödedik ama emekli olunca bir baktık bunun bir anlamı yokmuş. Emeklilikte yoksullukla bile değil, açlıkla terbiye edilmek varmış.

Devletin verdiği rakamlara göre bile açlık sınırı 20 bin TL’den fazla. Bize verilen ne; 10 bin TL! ha bir de bu parayı bile tam alamıyoruz. Hastalandın ve doktora mı gittin? Doktor ilaç verdi de onu mu aldın? Hepsi o 10 bin liradan kesiliyor. Elimize kuş gibi bir şey kalıyor.

Gezmeyi, eğlenmeyi, hobi edinmeyi bir kenara bırak; barınma, beslenme, sağlık hizmetinden faydalanma gibi temel ihtiyaçları bile bu parayla halledemiyoruz ki! Geçinemiyoruz ve çalışmak zorundayız!

“Aklımızla dalga geçiyorlar”

Durum böyle iken bir yandan iktidar “kaynak yok” açıklamaları yapıyor bir yandan da iktidar ortakları adeta emeklilerle dalga geçiyor. MHP Milletvekili Ramazan Kaşlı’nın “her şeyi devletten beklemeyin, ek iş yapın” şeklindeki “tavsiyesini” de konuşuyoruz Elif ile. “Sen zaten senelerdir bu ‘tavsiyeye’ uyuyorsun. Sence bu çözüm mü? Ve bunu önerenlere ne demek istersin?

Ahlaksızlık bu. Ahlaksızlıkların en büyüğü. Hem bizi açlığa, sefalete mahkûm ediyorlar. Hem de emeğimizle, aklımızla dalga geçiyorlar.” diyor Elif. Sonrasında bu “tavsiyeyi” veren milletvekili hakkında internette çıkan haberi hatırlatıyor.

Bu habere göre Ramazan Kaşlı, şirket ortağı olduğu ve aynı zamanda MHP Milletvekili olarak mecliste görev yaptığı sırada Kırşehir Belediyesi’nden 122 bin 472 TL, Kayseri Melikgazi Belediyesi’nden 120 bin 737 ve Nevşehir Belediyesi’nden de 17 bin 454 lira olmak üzere 260 bin 663 TL değerinde üç ayrı ihale almış. Şirket 2018 yılından bu yana çoğunluğu AKP’li Nevşehir Belediyesi’nden olmak üzere olmak üzere 11 kamu ihalesi kazanmış. Ha bir de bu ipek kravatlı zat; milletvekili seçildiğinden bu yana 10 ayda sadece 3 kez TBMM kürsüsüne çıkmış.

Fotoğraf: T24

“Gözümüzün feri sönmüştü”

Elif, bunları görüyor ve takip ediyor. Ancak MHP’li ihaleci vekilden daha çok Erdoğan’ın açıklamalarına öfkeli. Erdoğan’ın “En düşüğü 10 bin lira olan emekli maaşı, yeterli değil ancak ülkenin tüm yatırımlarını durdursak, eğitim veya sağlık harcamalarının tamamını buraya aktarsak, kamu görevlilerine maaş vermesek bile karşılayamıyoruz” açıklamasını duyduğunda bu hükümetten beklentisi olmamasına rağmen çok sinirlenmiş. 

Kaynak yok değil. Kendi şatafatlı hayatlarını bozmamak için tüm imkanları, kaynakları kendilerine kullanıyorlar. Emeklinin, emekçinin, yoksulun sorununu çözmek gibi bir dertleri yok zaten. Umurlarında değiliz. Aksine bizim yoksullaşmamız onların işine geliyor. Biz yoksullaştıkça, günlük yaşamı kurtarma derdine düştükçe… Onlara karşı çıkacak mecalimiz kalmıyor.

Yine de umutsuz değil Elif. Emekliye dönük bu politikalara emeklinin sandıkta bir cevap verdiğini düşünüyor. “Valla insanların gözünün feri sönmüştü. Ama bu seçimlerden sonra herkeste, hepimizde bir umut oluştu. ‘Bir şeyler değişebilir’ düşüncesi gelişti. Muhalefetin bunu iyi değerlendirmesi gerek. Ama hepsinden çok bizim yan yana olmamız, birlikte buna karşı çıkmamız lazım. Örgütlü olmamız lazım.

Ana Fotoğraf: T24

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kendi enflasyonumuzun takibi ve hesabını elden bırakmamamız gerektiğini hocalarımız yazmıştı.  İngiltere İstatistik Ofisi(ONS) bizimle aynı fikirdeymiş… Geçtiğimiz günlerde enflasyon ölçümünü haneleri, gelir, harcama, emeklilik durumu ve çocuk sayısına göre ayrıştırarak yapacağını açıkladı. Orada da, burada da enflasyonun yaşamımızı nasıl etkilediği gelirin nasıl paylaşıldığı ile ilişkili. Konu mühim, Emel- Şemsa’ya kulak veriyoruz.
Piyasadan satın aldığımız tüketime yönelik mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki ortalama artışa enflasyon oranı denir.  Kendi enflasyonumuz kavramıyla kastettiğimiz ise pahalılık nedeniyle satın alma gücümüzde farklı kayıplar yaşamamızdır. Yaşanan kayıplar herkes için aynı değil.  Kısaca TÜİK’in hesapladığı resmi enflasyon rakamı, enflasyonun herkesin yaşamında o rakam kadar kayıp yarattığı anlamına gelmiyor. 
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!