Kendimizi Yazmamız Üzerine

“Tüm zorlukları, kötü şeyleri ve hoşa gitmeyen şeyleri itiraf etmekten korkuyorum. Kendimi açık etmekten korkuyorum. Bana acınmasından. Gücendirmekten. Bana bağırılmasından. Rahatsız edici bir kadın olmaktan. Ve yeterince rahatsızlık vermemekten. Korkuyorum. Ama yine de yapıyorum.”
Paylaş:
Feryal Saygılıgil
Feryal Saygılıgil
s.feryal@gmail.com
Feryal Saygılıgil   s.feryal@gmail.com

Tüm zorlukları, kötü şeyleri ve hoşa gitmeyen şeyleri itiraf etmekten korkuyorum. Kendimi açık etmekten korkuyorum. Bana acınmasından. Gücendirmekten. Bana bağırılmasından. Rahatsız edici bir kadın olmaktan. Ve yeterince rahatsızlık vermemekten. Korkuyorum. Ama yine de yapıyorum.”

Kendimiz üzerine yazmak kendimizi ele vermek, tamlığımızı değil; eksikliğimizi göstermek, kendimizi lime lime etmek; uğraşmak anlamına gelir. İnsan dünyayı anlamak için öncelikle kendisiyle yüzleşerek işe başlamalı elbette. Ancak bu uğraşının ilk koşulu samimiyet olsa gerek. Kendimize karşı samimiyet. Bu da sanırım bu dünyada tek ve en özel olmadığımızı, tesadüfen bu gezegen üzerinde diğer canlılar gibi yer aldığımızı kavramakla ilgilidir. Bu kavrayışı oluşturmak da aşama aşama kendi içine dönmek ve de gerçekten samimiysek içine kapanmak değil genişlemek anlamını taşır.

Tıpkı Andrea Dworkin dediği gibi: “Paramparça edilmemiş, fırtınalara göğüs germemiş, tel tel dağılmamış, büyük dikişler ve çirkin yara izleriyle, pek nahoş bir halde kendini tekrar bir araya getirmemiş insanlara tahammülüm yok. Ancak böyle olurlarsa bir parıltı görürüm. Ama dışı pırıl pırıl olan şu tipler, şu kıç sallayanlar, doğrusu onlardan hiç hoşlanmam. Hem de hiç” (Berger, Portreler, çev.: Beril Eyüboğlu, Metis Yayınları, 2018, s.167).

Hayatımızı kurtaran hikayeler

Le Guin gölgemizle barışmamız neden barışmamız gerektiğini şöyle açıklamakta: “Jung’un kendisi de söylemiştir: ‘Herkes bir gölgeye sahiptir, bu gölge bireyin bilinçli yaşamında ne az içeriliyorsa o kadar kara ve yoğun olur’. Başka bir deyişle, gölgenize ne kadar az bakarsanız, o kadar güçlenir, sonunda bir tehlikeye, kaldırılamaz bir ağırlığa, ruhunuzun içindeki bir tehdide dönüşür. Bilince kabul edilmeyen gölge dışarı, ötekilere yansıtılır. Benim bir kusurum yok, sorun onlar. Ben canavar değilim, diğerleri canavar. Tüm yabancılar kötüdür, tüm komünistler kötüdür, tüm kapitalistler kötüdür. …”(Kadınlar, Rüyalar, Ejderhalar, çev.: Müge Gürsoy Sökmen, Bülent Somay, Meltem Ahıska, Deniz Erksan, Nurdan Gürbilek, Seda Tural, Metis Yayınları, 1999, s.35).

Rebecca Solnit’in dediği gibi “Hikâyeler hayatımızı kurtarır. Ve hikâyeler hayatınızdır. Hikâyemiz neyse oyuz biz, hem bir zindan olabilir bu hikâyeler hem de zindanın kapısını zorlayıp açan levyeler; kendimizi kurtarmak ya da kendimizi ve başkalarını kapana kıstırmak için hikâyeler kurarız, bu hikâyeler bizi ayağa kaldırır ya da kendi sınır ve korkularımızın taş duvarlarına çarpıp parçalar. Özgürleşmek bir yanıyla hep bir hikâye anlatma sürecidir: Hikâyeleri bozma, sessizlikleri kırma, yeni hikâyeler yazma. Özgür insan kendi hikâyesini kendi anlatır. Kıymet gören insan, yaşadığı toplumda hikayesine yer olan insandır” (Tüm Soruların Anası, çev.: Elif Ersavcı, Siren Yayınları, 2022, s, 25).

University Collage Dublin’de Modern Drama profesörü olan İrlandalı akademisyen Emilie Pine’ın Kendime Notlar (çev.: Begüm Kovulmaz, 2021, Domingo Yayınları), isimli kitabı da bir kadının özgürleşme hikayesi kanımca. Pine, kadın olma/oluş deneyiminin politik olduğunu göstererek hikâyesini anlatıyor. Gölgesini cesaretle bizimle paylaşıyor. Kitap altı bölümden oluşuyor: Ölçüsüzlük Üzerine Notlar, Bebek Yıllarından, ‘Konuşmak/Konuşmamak, Kanamak ve Başka Suçlar, Hakkımda Bazı Şeyler, Bunlar Sınavda Çıkmayacak.

Kitap, aralarındaki bütün bağı koparıp attığını sandığı alkolik ve duygusal istismarcı babasının, ilerleyen yaşı nedeniyle yakalandığı hastalık üzerine Dublin’den Yunanistan’a giden ve kendini, babasının altını temizlerken bulan yazarın hastane deneyimleriyle başlıyor. Kız kardeşiyle birlikte çıktığı bu yolculuk onun açısından kendisiyle yüzleşme yolculuğu da bir anlamda. Pine, böyle bir sorumluluk almayı beklemese de buna kendini mecbur hissediyor. Zira ebeveynler söz konusuysa zorlamayla da olsa var olan duygusal bağların yok sayılmasının zorluğunu, hele söz konusu yetersiz hizmet veren hastanelere mecbur kalmış yaşlı biri olduğunda imkânsızlığını anlatıyor.

Kibarlık kolay hedef olmanın yolunu açıyor

Kitapta, yazarın otorite figürü olan babasıyla olan ilişkisiyle birlikte en çok yer ayırdığı diğer bir mesele de bebek sahibi olmak için yaşadığı deneyim. Pine bu deneyimi ancak menopoz döneminde yazabilmiş. Anlattıkları, henüz çocuk doğurma konusunda kesin bir karar verememiş pek çok kadının özdeşleşebileceği şekilde. Pine bu süreçte nasıl bir acı, endişe, hayal kırıklığı yaşadığını samimiyetle dile getiriyor. Yazar ayrıca ilk hamileliğinde bebeği ölü doğan kız kardeşiyle arasındaki çelişkiler barındıran ilişkiyi de paylaşıyor.

Pine bedensel olarak yaşadığı değişim/dönüşümlerden söz ederken ergen bir kız çocuğu olarak sert bir süreç yaşadığını, gelgitlerini, kimlik karmaşasını da içtenlikle bize aktarıyor. Yaşam anlatısının en ilgi çekici süreçlerinden biri de kadın olarak akademide yaşadığı ayrımcı deneyimler: “Kadınsanız, gençseniz ve birinin astıysanız kimse sizi dinlemek zorunda değildir” (s.194). Kadınların kamusal alanda tecavüzden bahsetmesinin zorluklarından bahsettiği bir konferansta, bölüm başkanı olan adamdan gelen “Görünümünüzle, haliniz tavrınızla ele aldığınız konuyu uzlaştırmakta zorlanıyorum. Yani görünümünüz… ‘cici’ sözcüğünü kullanmak istemiyorum ama…” şeklindeki yorumun, devamında gelecek tartışmanın tonunu belirlediğini; ciddiye alınacak biri olmadığını ortaya koyduğunu söylüyor (s.195). Bu deneyim tam da dünyanın birçok yerinde birçok farklı kadının yaşadığı “susturulma” deneyimidir. Solnit’in dediği gibi “susturmak yahut da duymayı reddetmek, başka insanların insanlığını ve bizimle karşılıklı bağını tanıyan toplumsal sözleşmenin ihlalidir” (s.44). Pine adama tepki göstermediği için büyük bir açık sözlülükle önce öfke, sonra utanç duyduğunu belirtiyor. Çoğu kadının damgalanmamak için yaptığı gibi. Yine Solnit’in vurguladığı “kibar” olmanın kadınlara öğretildiği gibi. Bu durum, kadınları kolay hedefler haline getirebilmektedir (s.55).

Pine’ın anlatısı bir iç dökme, kendisiyle yüzleşme, yaşadıklarını bizimle paylaşarak ortaklık kurma hikâyesi. Kitabın bitiş cümlesi şöyle: “Deniyorum. Ve korkuyorum. Kenara çekilmek, duygular, fazla çalışmak, depresyon ve duygusal çöküntü hakkında yazmaya korkuyorum. Çünkü incinebilir olduğumu itiraf etmenin beni güçlü değil, zayıf göstereceğine inanıyorum hala. Genç, sevimli ve güçsüz olduğumu doğrulamaktan korkuyorum. Tüm zorlukları, kötü şeyleri ve hoşa gitmeyen şeyleri itiraf etmekten korkuyorum. Kendimi açık etmekten korkuyorum. Bana acınmasından. Gücendirmekten. Bana bağırılmasından. Rahatsız edici bir kadın olmaktan. Ve yeterince rahatsızlık vermemekten. Korkuyorum. Ama yine de yapıyorum” (s.213).

Hangimiz korkmuyoruz. Ama yine de hikâyelerimizi anlatmaktan, birbirimizi dinlemekten, hikâyelerimizin birbirini nasıl tamamladığını görmekten, hikâyelerimizi çoğaltmaktan, kendi sesimizi bulmaktan vazgeçmeyelim.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Meliha Yıldız sekiz yaşından itibaren sekiz yıl babasının tecavüzüne uğramış bir kadın. Kutsal Tecrit isimli kitabında maruz kaldığı ensesti ve güçlenme hikayesini anlatıyor. Hüzün ve acı dolu olsa da bir o kadar da umut verici kapanmayan yaraları tedavi etmek, acıları sağaltmak için bize çıkış yolunu işaret ediyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!