Maraş’ın Pazarcık ilçesinde, gece ateş yakıp etrafında toplanmış kadınların muhabbetine ortak oluyoruz bu kez çadır kentte. Oldukça kalabalık bir grup alevlerin dansını seyrederken çekirdek çitleyen kadınların yanında yöresinde koşturan çocukların sesiyle ortam epey şenlikli sayılır. Müsaade isteyip oturmamızla birlikte başlıyorlar neler yaşadıklarını anlatmaya.
“Pazarcık’a kimse gelmedi abla” diyerek ilk sözü alan Zekiye’ye mahallenin muhtarı diyorlar. Nerede ne olmuş, nasıl olmuş, her şeyden haberi varmış çünkü. Bununla gurur duyuyor tabii. Ancak ne sorarsak soralım, ilk günlerde yaşadıklarına dönüyor sürekli. Bir de çadır kentin aşağısında çıkan kavgaları anlatıyor:
“Bizim buralar sakin. Bugün aşağıda kavga çıktı. Bir adamla küçük bir kız dövüştüler, polis ayırdı. Kız yemek dağıtıyor, ‘Sıraya girin’ demiş. Esmer uzun boylu bir adam çok sert bağırmış kıza. Keşke bu tür şeyler olmasa. Hayat normale dönse. Ama olmuyor işte.”
Gece tuvalete gitmiyoruz
Ayfer ise çadır yaşamının zorluklarını dile getiriyor daha çok. Yetkililere defalarca tuvalet, banyo ve hijyen konusunda şikâyetlerde bulunmasına rağmen dikkate alınmadıklarını anlatıyor sitemle. Kadınların gece yatmadan önce tuvalete gidip sabaha kadar beklediklerini, gece korktukları için bir daha gidemediklerini…
Kısıtlı olanaklarla normalleştirmeye çalıştıkları bir gününü özetliyor devamında:
“Havalar soğuk olunca çadır da soğuk; ama şimdi havalar sıcak diye içeride durulmuyor. Burada tüp var, ocak var. Yemek yapıyoruz. İlk yardımlar geldiğinde aldık bunları. Tüpler bitince artık kendi paramızla aldık. Küçük tüp 70 lira. Doğalgaz kullanıyorduk öncesinde. O yüzden öncesinde tüp ne kadardı, bilmiyoruz. Bize ne derlerse o kadardır. 15-20 günde bitiyor küçük tüp. Suları ketılda kaynatıyoruz. O yüzden uzun gidiyor. Çoğu zaman da dağıtım yerlerinden alıyoruz yemekleri. Arada bir yapıyoruz. Ağır bir yemek oldu mu dışarda ateş yakıyor, idare ediyoruz. Alıştık artık.”
Çadırda hiç boş kalmıyoruz
Konteynerlerin bir an önce getirilmesini, artık idare edecek güçlerinin kalmadığını söyleyen kadınlara, eşlerinin şakayla karışık “Kadınlar çadıra geçti, iş yapmaktan kurtuldu” dediklerini hatırlatınca tansiyon biraz yükseliyor. Kalan eşyalarını çıkarıp depolara, yakın köylere gönderdiklerini söyleyen Selvi, “Çadırda hiç boş olmuyoruz. Onu kaldır, oraya koy… Ne bir düzen tutturabiliyorsun ne de iş bitiyor. Bir elbise arıyorsun, hepsini karıştırıyorsun. Bir kap arıyorsun, hepsini karıştırıyorsun. İnsan çadırda daha çok yoruluyor” diyor.
Deprem öncesinde ücretli bir işte çalışmadıklarını söyleyen kadınlardan bazıları evlenmeden önce dışarıda çalışmış. Kimi sağlık sorunu yaşadığı için kimi de çocuklarıyla ilgilenebilmek için vazgeçmek zorunda kalmış. Artık işe girmek isteyenler olsa da “İş nerede?” diyerek konuşuyorlar kendi aralarında.
Ev olmayınca işe gitmenin de zor olacağını belirten kadınlar, çocuklarının eğitim hayatıyla ilgili kaygıları da paylaşıyorlar. Pandemi nedeniyle iki yıl okula gidemeyen çocukların bir de deprem sürecinde gidememiş olmalarıyla eğitim hayatlarının bittiğini düşünüyorlar. Özgül, sözü alarak okulla ilgili sorunlarını ve çözüm önerilerini sıralıyor:
“İlk günler okul gibi bir çadır vardı. Çocuklarla konuşuyorlardı, sinema izletiyorlardı. Psikologlar filan geldi. En fazla 15 gün sürdü. Şu anda yok. Gönüllü bir öğretmenimiz var burada. O, çocuklara eğlenceli bir şeyler yaptırıyor, onlarla sohbet ediyor. Başka yapılan bir şey yok. Keşke en azından bir okul ortamı yapılsa. Sınıflara ayırsalar mesela. En azından çocuklar gördükleri dersleri unutmasalar. Çocuklar nereye gidecek, okullar açılacak mı, ders ortamları nasıl olacak, öğretmenler getirilecek mi? Önümüz bomboş çocuklarla ilgili. Kitapları, defterleri, hepsi enkazın altında kaldı. Şu anda çocukların yaptığı hiçbir şey yok. Normalde çocuğumuzu bakkala bile zor gönderirken şimdi ekmek kuyruğu, su kuyruğu, tüp kuyruğunda görüyoruz. Kemal Sunal filmindeki gibi olduk.”
Şimdi ne olacak?
Az hasarlı evlerde oturanlara konteyner verilmeyeceğinin açıklanması, kiracı depremzedelere kira yardımı çıkmaması; su, tuvalet, banyo ve hijyen sorunu, çocukların travmaları-okul sorunları, artan iş yükü vb. derken kadınlar kendileri adına bir şey istemediklerini dillendiriyorlar. “Kimse gelip bize ‘Ne yapacaksınız, ne düşünüyorsunuz?’ diye sormuyor” diyen Selvi’ye Suna, “Zaten bize söylediler, ‘İlk günler geçti, sizin şimdi zor günleriniz başlıyor’ diye. Şimdi ne olacak? Kimsenin bizim için düşündüğü bir şey yok. Devlet de yok da… Dışarıya gidip kafasını dağıtan oldu. Ben kendi adıma hiçbir yere gitmedim. Psikolojik olarak da sağlıklı düşünemiyoruz artık” şeklinde eşlik ediyor. Her çadırda en az beş kişi kalırken kendilerine ayıracak zamanlarının olmadığını söylüyor üstüne. Kadınların böylesi bir süreçte istese de bunu yapamayacağını belirtiyorlar.
Gece yarısına kadar sohbet ettiğimiz kadınlardan, 6 Şubat’tan sonra kendilerinde fark ettikleri bir değişim olup olmadığını öğrenmek istedik. Bu süreci atlatmak için psikolojik desteğe ihtiyaç duyduklarını söyleyen kadınlar, bu konuda ulaşabilecekleri bir olanağın olmamasından şikâyetçiler. Kadın ve çocuklara yönelik çalışmaların başlatılması gerektiğini dile getiriyorlar. Son sözü kendilerine bırakalım.
Acımızı yaşayamadık
Suna: Kendi adıma ilk bir hafta sürekli ağlıyordum ben. O yardımlar geldiğinde ağlayarak sıraya girdim, aldım. Ama ondan sonra sanki biz böyle donduk. Ağlayamadık. Kendi adıma çaresiz hissediyorum. Sanki hiçbir şey yapamayız artık. Bir şey olmaz, ilerleyemeyiz. Normal hayatımda da biraz kaygılı bir insanım zaten. İyi giden de hiçbir şey yok. İnsanlar acısını yaşayamadı. Kabullendik artık bir nevi.
Selvi: Boş ormanlık bir yere gideceksin. Sessiz sakin. Çocuk sesi de olmayacak. Ondan sonra hiçbir şey düşünmeyeceksin. Kadınlar için diyorum sadece. Gözünü kapatacaksın, uzanacaksın çimlere, hayal kuracaksın. Beynini boşaltacaksın. O şekilde belki düşünme kapasitemi yeniden oluşturabilirim. Bu depremden sonra düşünce kabiliyetini kaybediyorsun.
Duygularını da kaybediyorsun. Bir Türk filmi seyrederken bile duygulanır ağlardık. Etrafımızda akrabalarımız, insanlarımız vefat etti. Hastanelik oldu. Evleri yıkıldı. Kendime ait üç katlı evim vardı. Ne heveslerle dayadım döşedim. Çok şükür çocuklarım kurtuldu. İsterse 10 tane ev gitsin, umurumda bile değil. Ama hislerini kaybediyorsun. Akraban hayatını kaybetmiş. Normal bir zaman olsa mesela, başka bir şeyden vefat etse parçalarsın kendini, yas tutarsın. Ama bu deprem insanların hislerini tamamen kaybettirdi. ‘Yaa öyle mi, Allah rahmet eylesin’ diyorsun. Ne gözyaşın geliyor ne acıyabiliyorsun, hiçbir şey düşünemiyorsun onla alakalı. Hiçbir şekilde tepki gösteremiyorsun. Bu psikolojik bir şey galiba.
Hayat şartları zorlaşınca…
Özgül: Acaba diyorum, hayat mücadelesi mi insanları soğuttu? Bunu da düşünmüyor değilim. Ev gitti, çocuklarıma nasıl bakabilirim, onları nasıl ısıtabilirim, nasıl doyurabilirim? Daha rahat bir yer nasıl bulabilirim, nerede uyutabilirim? Bunları düşünerekten sanki insanların diğer acısını unutuyorsun gibi. Bunlarla uğraşmaktan onu bir kenara koyuyormuşsun gibi geliyor. O his mi acaba insanlara bunu yok ettirdi? Çünkü hayat şartları zorlaşınca diğerini kaybediyorsun. O da olabilir.
*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Deprem bölgesinde ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin analizi ve politika önerileri’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.
Fotoğraflar: Bahar Gök