Kim Hye-Jin’in İthaki Yayınları’ndan çıkan Kızım Hakkında Her Şey (Çev.: Sevda Kul, Ocak 2023), kadınlardan söz eden, kadınların ilişkisi üzerine bir kitap. Anne-kız ilişkisi, yaşlılık, bakım emeği, ücretli emek, lezbiyen olmak hakkında düşündürücü bir edebi metin.
Kitabın yazarı 1983 doğumlu Koreli bir yazar. Kızım Hakkında Her Şey ile Shin Dong-yup Edebiyat Ödülü’nü almış. Kitabın arka kapak yazısından öğrendiğimiz kadarıyla yazar, sadece feminizmle değil, aynı zamanda kuşakların ve çağın sorunlarıyla, özellikle de iş ve barınma konularıyla da ilgileniyor.
Romandaki esas karakter olan annenin kızı, partnerinin ona seslendiği adıyla Green ve partneri Rain, barınma sorunu yaşamaktadır. Cinsel yönelimini ve kimliğini erken yaşta fark eden Green, Afrika’da gönüllü bir faaliyetten döndükten sonra annesinin onayını beklemeden hatta karşı gelmesine rağmen evden ayrılır. “Anlamsız dosyalar ve kitaplarla dolu ağır çantalar sırtlayıp gün boyu oradan oraya koşturan bir öğretim görevlisi”, “kendisini ilgilendirmeyen işlere burnunu sokan, görmezden gelmeyi bilmeyen” bir aktivist olmayı tercih eder. Patriyarkal sistem tarafından püskürtülen, kıyıda kalmaya mahkûm birisidir artık. “Normal” bir evlilik yapmış, bir bakımevinde çalışmak zorunda olan yaşlı annesine bakabilecek durumda değildir ve bu “lezbiyen kız”, annesinin gözünde “işe yaramazın teki”dir.
Asıl mesele, annesi bu durumu nasıl kabullenecektir ya da kabullenebilecek midir? Böyle bir durumla başa çıkabilecek midir? Anne, “düzgün ve normal” bir yaşam sürmeyi, sıradan bir aile olmayı reddeden kızının bugününün ve geleceğinin bulunmadığını düşünmekte ve bundan dolayı onun geleceğiyle ilgili endişe duymaktadır.
Yazar, kitabının Sonsöz’ünde yazma sürecinde bir insanın başkalarını anlamasının imkânsızlığı üzerine düşündüğünden söz eder. Kitabın kurgusu da bunu düşündürüyor. Birbiriyle temasta bulunan kadınların birbirini anlaması, önemsemesi vurgulanıyor.
‘Sonsuza kadar genç mi kalacağız?’
Romanda, adını bilmediğimiz “anne”nin çalıştığı bakımevinde bakımıyla ilgilendiği Jen, gençliğinde Amerika’da okumuş; Koreli çocukların evlat edinilmesiyle, göçmen işçilerin haklarıyla ilgili çalışmalar yapmıştır. Ancak şimdi bir yıldır yanına kimsenin uğramadığı bir demans hastasıdır.
Jen’i demansı ilerleyince artık umut kesilen ölümcül hastaların bulunduğu bölüme almak isterler, “anne” bu duruma karşı çıkar: “Buraya ilk yerleştiği zamanlar ziyaretine gelen onca insanın, bizden bu kadına iyi bakmamızı rica ettiklerini hatırlar. Aklı yerindeyken sana ne güzel şeyler söylerlerdi. Şimdiyse onu bir çöp gibi dışarı atıyorlar. Sence yaşlandığımızda bize farklı mı davranılacak? Bizim de bir gün böyle yatağa bağlanmayacağımızın garantisi var mı? Sonsuza kadar genç mi kalacağız?” (s.97). Anne, tüm bunları söylerken aklından geçen kişinin kendisi ya da daha da ileri giderek kızının olduğunu itiraf eder.
Romanın sonunda “anne”, Jen’in gözden çıkarılmasına dayanamaz ve onu evine alır. Evinde Jen’e bakarken en büyük yardımcısı ve destekçisi Rain olur.
Kitap aileyi yeniden sorgulamamıza, yaşlanmayı düşünmemize vesile oluyor.
Yaşlanma, doğumdan ölüme kadar devam eden dinamik bir süreç. Kitap yaşlılığın politik bir durum olduğunun altını çiziyor. Gençliğin bir norm olarak kabul edildiği günümüzde yaşlanmanın statü kaybı olduğu, yapılan ayrımcılık Jen üzerinden çarpıcı bir şekilde anlatılıyor.
Yaşçılık ve toplumsal rollerimiz, kimliklerimiz, ilişkilerimiz üzerine düşünmemiz için önemli bir metin.
Aldığımız her nefesin bizi biyolojik olarak yaşlandırdığını, bunun her canlı için normal bir süreç olduğunu unutmayalım. Ancak, yarınımızı bizden sonrakilere bırakırken de umudumuzu kaybetmeyelim!