Öyle ya bıçak sırtı bir konu asgari ücret artık. Ne iktidar ne işçi ‘temsilcileri’ yüzde kaç oranında zam yapılacağını söyleyebiliyor ne de net konuşabiliyor. Aslında pazarlıkların çoktan bittiğini geçmiş yıllardan çok iyi biliyoruz. Sendikalar, kendi TİS süreçlerini zora sokmayacak, iktidar da patronları huzursuz etmeyecek teklifleri sunmuştur en başından. Birbirine yakın tekliflerin ortalamasını, işçilere açıklamakta tereddüt ettikleri o kadar belli ki surat ifadelerinden…
Gözü kulağı komisyonun yapacağı açıklamada olan işçiler ne bekliyor bu yıl asgari ücretten? Kadın işçiler açlık sınırının altında kalan asgari ücretle yaşamaya çalışırken nelerden vazgeçmek zorunda kalıyor? Bu gibi soruları bu kez depremden en fazla etkilenen illerden biri olan Malatya’da, konteyner kentte yaşayan kadın işçilere sorduk. Ev kirası ödeyemeyeceği için de konteyner kentte yaşamaya mecbur bırakılan kadınlar, insanca yaşayacak ücretler istiyorlar.
Hayriye 50 yaşında, iki çocuk annesi. 9 yıldır çocuklarına tek başına bakıyor. Geçimini sosyal yardımlaşma derneklerinden karşılıyormuş bir süre öncesine kadar. Babasından kalan emekli maaşı ile idare etmeye çalışıyormuş. Babasından kalan maaş dediğimiz de çok bir şey değil hani. Üçe bölündüğü için ona kalan bin beş yüz liraymış.
Kaşıkla verip kepçeyle alıyorlar
6 Şubat depremini Malatya’da yaşayan Hayriye, yaşadığı konteyner kentin çamaşırhanesinde TYP ile işbaşı yapmış birkaç ay önce. Artık düzenli bir maaşı var. Şimdilik. “Depremden önce babadan kalma bir evde, engelli kız kardeşimin aldığı maaş ile geçinmeye çalışıyorduk. Depremde evimiz yıkıldı. Şimdi 21 metrekarelik bir konteynere yerleştirildik. Burada İŞKUR’un düzenlediği TYP ile çamaşırhane bölümünde asgari ücretle çalışmaya başladım. Sağlık sorunlarımdan ötürü işe gidemedim. Dolayısıyla maaşımdan kesintiler oldu. Bugün yetmeyen asgari ücretin yarın da yetmeyeceğini biliyorum. Asgari ücret ne kadar olursa olsun yetmeyecek zaten. Kaşıkla verdiğini kepçeyle almaya çalışan bir düzen var.”
Asgari ücret ne kadar olmalı sorusuna bir rakam vermek istemeyen Hayriye, bu hayat pahalılığında paranın önemi olmadığını düşünüyor. Yine de 20 bin liranın altında olmaması gerektiğini dile getirirken yaşadığı maddi zorlukları anlatıyor: “Depremden sonra kirasını ödeyebileceğim ev bulamadım. Kerpiçten yapılma harabeye bile 8 bin lira kira isteniyor. Deprem öncesinde odunluk, kömürlük ya da kümes olarak kullanılan yerlerdi buralar. Konteynerde kalmama rağmen asgari ücretle geçinemiyorum. Çocuklarıma yetemiyorum. Çocuklar okula gidiyor. Ben onların çantasına ne beslenme koyabiliyorum ne de kantinden bir simit alacak para verebiliyorum. Hastalıkların, yoklukların, fukaralığın içinden geldim. Öyle öleceğimi biliyorum. Çocuklarım da benimle aynı kaderi yaşıyor. Bir anne için bu çok zor.”
Hayriye kendisi için değil ama ailesi için, çocukları için daha güzel bir gelecek özlemi duyuyor. Malatya’da boşanmış bir kadın olarak ayakta kalmaya çalışırken önceliği iki çocuğu olmuş. Şimdi düzenli bir maaşı olsa da altı ay sonra TYP bittiğinde ne yapacağını soruyor kendi kendine. Kendin için ne istiyorsun sorusunu “Herkesten üstün olmak değil, herkes ile eşit olmak” diyerek cevaplıyor sadece.
Yediğimizi içtiğimizi sayıyoruz
Tekstil işçisi Feride beş çocuk annesi bir kadın. Henüz 35 yaşında. Binlerce depremzede gibi o da ailesi ile birlikte konteyner kentte yaşıyor. Eşinin düzenli bir işi yok. Günü birlik işlerde çalışıyor daha çok. Evi geçindiren ücret, Feride’nin aldığı asgari ücret. Geçinmekte zorlanıyor musun diye sorduğumuzda neden geçinemediğini anlatıyor Feride: “Aylık gelirimiz 15-20 bin lira arası değişiyor. Ancak beş çocuk okutuyorum abla ben. Biri üniversite, ikisi lise, ikisi ilkokul öğrencisi. Günlük harçlıkları, yol parası, kitap/kırtasiye parası… Neredeyse her ay 10 bin lira oluyor masrafları. Böyle olunca yediğimiz içtiğimizi sayarak tüketiyoruz mecburen. Kendi ihtiyaçlarım mı? Benim için çok lüks şeyler. Depremden önce kendi evimiz vardı. Yine beş çocuk okutuyorduk yine de bu kadar zorlandığımızı hatırlamam. O zamanlar her şey bu kadar pahalı değildi abla. Geçen haberlerde gördüm. Dünyanın en pahalı benzinini kullanıyormuşuz. Cep telefonu, bilgisayar gibi şeyler de en pahalı bizdeymiş.”
Depremden sonra günlerce sokakta soğukta kaldıklarını anlatan Feride, o günlerde yaşadığı açlığı unutamıyor. “Halen görmeye devam ediyoruz abla” diyerek depremde maddi açıdan yaşadıklarına dikkat çekiyor. “Arz talep dedikleri şeyin arasındaki uçurum nedir abla?” diyerek bize soruyor Feride. “Ekmek sırası bekleyen insanların soğuktan morarmış yüzüne bakarken kalbim acıyor” diyerek anlatmaya devam ediyor bir yandan. “Bunları düşündükçe ne için cezalandırılıyoruz diyorum. Anlamış değilim abla. Pahalılık, yokluk, fukaralık bunlar bize birileri tarafından verilen bir ceza sanki. Bizim suçumuz ne? İşte onun cevabını bilmiyorum abla. Aklım alsa vicdanım almıyor.”
Asgari ücretin ne kadar olması gerektiğine dair Feride de bir rakam vermiyor tıpkı Türk-İş Genel Başkan Yardımcısı gibi. Ama istediği belli. Hiçbir şeyi, gözünde kalmadan satın alabileceği bir ücret istiyor. Yani insanca yaşanacak bir ücret. Kendi diliyle, “Yediğin yemek verdiğin emeğe değmeli bir kez. Değmeli ki yaşadığını hatırlayabilesin. Yoksa kendi ülkemizde mülteci gibi yaşarız abla. Yaşamak dediğim nefes almak o kadar. Fazlası değil yanlış anlama. İnsanın maaşı yetmeli ki her istediğini alabilsin. İstediğini alabildiği zaman farklı şeylere gitmesin. Hırsızlık yapmasın. Hele ki bir kadın olarak daha ‘kötü’ şeyler yapmasın. Yokluğun, çaresizliğin insana yaptırmadığı bir şey yok ki abla. O yüzden asgari ücret, yetecek kadar olmalı abla” ifade ediyor Feride.
Çocuğa hırka, kazak alabilmek…
Yine aynı konteyner kentte yaşayan Selime de iki çocuk annesi. Çalıştığı tekstil fabrikasından birkaç ay önce işten çıkartılmış. Asgari ücretle çalıştığı işyerinden çıkarılınca işsizlik maaşı olarak 5.800 lira almaya başlamış. Asgari ücretin yetmediğini anlatanların yanında bu rakamı “konuşmaya bile gerek yok” diyerek özetliyor. “Bugün bu koşullarda doğal olarak geçinecek bir ücret değil. Kesinlikle bir ihtiyacını karşılamıyor. Yaşamını sağlıklı bir şekilde sürdürmek mümkün değil. Asgari ücretin de altında bir ücretle yaşayan biri olarak hangi ihtiyaçlarımdan feragat ediyorum biliyor musun? Önce giyimden ve sağlıktan. Sonra çocuğun beslenmesinden, mutfaktan kısıyorsun. Çünkü hiçbir şeyi tam olarak yapamıyorsun. Bir ay mutfağa bir şeyler alırsan hastalanmaman lazım. Bir ay ilaç almak zorunda kalırsan o ay çocuğa kazak ya da hırka almıyorsun” diyor Selime.
Konteyner kentte yaşayan kadınların hayat pahalılığıyla nasıl baş ettiğini anlatmak isteyen Selime, kira vermedikleri, elektrik ve su faturası ödemedikleri için “keyiflerinin yerinde” olduğunu söyleyenlere kızıyor biraz da. 21 metrekarelik alanda dört kişi yaşamanın daha masraflı olduğuna vurgu yapıyor. Ki bazı konteynerlerde yaşayan insan sayısı daha fazla. Ailede kaç kişi olduğuna bakılmaksızın hane başına bir konteyner verildiği için başka türlü de mağduriyetler yaşamaya devam ediyor insanlar.
Asgari ücretin en az 25 bin lira olması gerektiğini söyleyen Feride bir yandan da yüksek olmasının bir anlam ifade etmeyeceğini biliyor. “Çünkü zaten asgari ücrete daha fazla zam yapıldığında her şeye zam yapılıyor. O zaman zaten erimiş oluyor. Hiçbir şey ifade etmiyor belli bir yerden sonra. Şu anda bile karı-koca çalışıyorsa o eve 22-23 bin lira para giriyor. Yetiyor mu? Yetmiyor. Ama bizim kıstığımız kadar kısmıyorlar işte. Yine de kış geldi botumu aldım diyeni duymadım burada. Çocukların beslenmesine kıymalı börek koydum diyeni de duymadım. Yani genelde hep geçici yemekler, geçici beslenmeler. O yüzden asgari ücretin, insanların yaşamını gerçekten iyileştiren bir ücret olması lazım. Bence herkeste bıçak kemiğe dayandı. Herkes açlık sınırında. Daha aşağısı yoktur herhalde. O yüzden insanların sağlıklı beslenebileceği, ilaç almaktan korkmayacağı, kışın bot alabileceği, faturalarını dert etmeyeceği bir ücret olması şart.”
*Haberde yer alan kadınların gerçek isimleri kullanılmamıştır.
*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.