Deniz Bilgiç/Necla Akgökçe
Zengin yoksul her kadın kürtaja başvurabilir. Ama bir ülkede güvenilir, erişilebilir, ücretsiz kürtaj hizmeti verilmiyorsa bundan en çok yoksul kadınlar etkilenir. Siyasi iktidar yaptığı kürtaj ve Uludere benzetmesi ile kimlerin yaşamının değerli olduğunu, kimlerin ölüme atılabileceğini gösterdi. Böylece fetüs sahneye girdi. Her yönüyle kürtaj…
Türkiye’de kürtaj 1983 yılından beri yasal bir hak; ancak AKP hükümetinin neoliberal ve muhafazakâr politikaları sonucunda kadınlar fiili bir yasakla karşı karşıya. Bugün devlet hastanelerinin çoğu kürtaj yapmayı reddediyor. Öte yandan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Her kürtaj bir Uludere’dir” sözü hâlâ hafızalarda. Peki, bu sözün ardından neler değişti? Dahası kürtaj ne zaman özel alanın kuytularından çıkıp devlet politikalarının konusu haline geldi? Kadınların bedenleri üzerindeki denetimlerinin karşısına “fetüsün yaşam hakkı”nın çıkarılmasının anlamı neydi? Feministler bu zorlu konuyu nasıl tartıştılar?
İletişim Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Kürtaj-AKP ve Biyopolitika” adlı kitap, işe bu soruların yanıtını arıyor. Tarihsel bir perspektiften kürtaj politikalarını ele alan kitap, Türkiye’de kürtaj üzerine yapılmış en kapsamlı akademik çalışmalardan biri. Kitabın yazarı Sedef Erkmen’le konuştuk.
KÜRTAJ TAM DA KEŞİSİM NOKTASINDA
-Sizi kürtaj konusunu incelemeye iten nedenler nelerdi?
Ankara Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında doktora yaparken tez çalışmasında kürtaj meselesine odaklanmaya karar verdim. Bunun birbiriyle bağlantılı iki sebebi vardı; ilki bir kadın olarak, yaşadığım dönemde bedenimi ve hayatımı düzenleyen ve denetleyen iktidar pratiklerini anlamlandırmaktı. İkincisi ise böyle bir iktidar ilişkileri ağı içinde buna karşı bir feminist olarak nasıl karşı çıkılabileceğine dair fikirler geliştirmekti.
İlk sebep -AKP’nin, politikalarında ve söylemlerinde hayatı ve hayata ilişkin süreçleri bu denli merkezine almasını görmemle birlikte- beni AKP döneminde toplumsal cinsiyet üzerinde işleyen biyopolitik stratejileri incelemeye götürdü. Biyopolitikanın toplumsal cinsiyet rejimi ile bağlantısında birçok mesele tezimin konusunu oluşturabilirdi; ancak kürtaj bana göre yaşam, ölüm, beden, nüfus ve cinsellik düzenlemeleri ile bağlantılarının kadın bedeni ve yaşamı üzerinde işleyen iktidar tekniklerini sorunsallaştırmak açısından, tüm bunlarla kesişimsel bir konumda olması anlamında özel bir öneme sahip. AKP’nin toplumsal cinsiyet rejimini, hayatla kurduğu ilişkiyi anlamak için kürtajın seçilmesi, AKP’nin özellikle 3’üncü döneminden sonraki politikalarında kürtajın edindiği özel önemle de ilgili. 2012’de patlak veren tartışmaları yakından izledim, bir feminist olarak hem bu politikaları analiz etmek hem de bunlara karşı politik argümanlar üretmek için kürtajı seçtim diyebilirim.
-Kitabın giriş bölümünde biyopolitikayı çok özet olarak “politikanın hayatla uğraşmasıdır” diye tanımlamışsınız. Politik partiler de politikalarının konusunun insan hayatı olduğunu vurgular, kürtajın bu bağlamda ayırt edici yanı nedir?
Politikanın hayatla kurduğu ilişkisellikte kürtaj, önceki sorunuzda da bahsettiğim gibi çok kesişimsel bir konumda. Biyoiktidar için kürtaj, hem nüfus politikalarını yönetmek, hem kadın bedenini ve hayatını denetlemek ve yönetmek, cinselliği düzenlemek, yaşamlar ve ölümler hakkında karar verici olmak için kullanılan bir tekniğe dönüşmesi bağlamında özel bir öneme sahip.
-Peki, kürtajı nasıl tanımlarsınız? Kadınlar arası farklılıklara, yoksulluğa zenginliğe göre bu tanım değişir mi?
Kürtajın tanımı zenginliğe yoksulluğa göre değişmez bence; çünkü her kadın için karşılaşabilecekleri, başvurmak zorunda kalabilecekleri, yaşamsal bir zorunluluğa karşılık gelebilecek bir şey kürtaj. Ancak kürtaj hizmetini almak açısından böyle bir ayrım yapabiliriz. Eğer bir ülkede güvenilir, erişilebilir, ücretsiz bir kürtaj hizmeti verilmiyorsa, bu bir gerçek ki bundan en çok yoksul kadınlar etkilenir. Özel hastanelere veya muayenehanelere parası yetmeyen yoksul kadınlar, merdiven altı yerlere ya da evde geleneksel yöntemlere başvurarak hayatlarını tehlikeye atıyorlar. Bu anlamda bir farklılık var elbette; ama kadınları kürtaja iten sebepler sadece sınıfsal değil, dolayısıyla kürtajı tanımladığımızda sadece maddi sebepleri sayarsak pek çok kadının deneyimini yok saymış oluruz.
KADINLAR HAMİLELİK SÜRECİNDEN SİLİNDİ
-Kürtaj politikalarında fetüsün statüsü, sağlığı, hakları ne zaman ve nasıl gündeme geldi? Bu konudaki fetişleştirme hakkında ne düşünüyorsunuz?
Fetüs kavramı modern bir oluşumdur diyebiliriz. 1950’lere kadar fetüs diye bir şeyden bahsedilmiyordu. Ancak bu tarihten sonra doğmamış olanın da sağlığı iktidarın alanına girdi; çünkü yeni doğan gibi fetüsün de önemli bir istatistik olduğu, bebek ölümlerinin azaltılması için anne karnından itibaren sürece müdahale edilmesi gerektiği öne sürüldü. Bu durum hamileliğin kendisinin riskli bir süreç olduğu fikrini ortaya çıkardı. Doğum öncesi bakım ön plana çıktı, günümüzde her hamile kadının sıklıkla kontrollerini yaptırdığı, sürekli tıbbi denetimin altında tutulduğu uygulamalar bu şekilde yaygın hale geldi. Bu durumla kadınların bedenleri ve hayatları başka bir denetime daha girdi; hamileyken yapılması ve yapılmaması gerekenler. Dolayısıyla hamilelik sürecinden kadınların silindiği, kadınlara sadece belli sorumlulukların verildiği bir sürece girildi, doktorlar fetüslerin doktoru oldu, kadınlar ise hamilelik boyunca mümkün olan en sağlıklı şekilde fetüsün gelişimini sağlamak için uğraşan tedirgin, endişeli birer rahim haline getirildiler.
OSMANLI’DAN GÜNÜMÜZE KÜRTAJ BİYOPOLİTİKASI
-Geç Osmanlı döneminde kürtaja, düşüklere yönelik çıkarılan fermanlarda, aslında dini saiklerle değil de demografik kaygılarla hareket edildiğini yazmışsınız kitabınızda, bunu biraz açıklar mısınız?
Kürtajın bir iktidar tekniği olarak tarihsel seyrini 19. yüzyıldan başlatabiliriz. Ancak 19. yüzyıldan bu yana bir takım süreklilikleri ve kopuşları da görmek gerekiyor. Geç Osmanlı döneminde kürtaj demografik saiklere dayanıyordu ve hedefine Müslüman nüfusu almıştı. Fermanların yazılmasının ardındaki sebep demografik endişelerdi. Müslüman nüfus artırılmak isteniyordu ve bunun için hem nüfusu artıran hem de azaltan sebeplere ilişkin raporlar hazırlanmıştı. Kürtaj bu sebeplerden biriydi.
Dini söylemler var olsa da, Osmanlı’da Hanefi mezhebinin yaklaşımı önemli bir yer tutuyordu ve Hanefi mezhebine göre kürtaj 120 güne kadar mekruh, yani yapılması hoş görünmeyen ama yasak da olmayan olarak kabul ediliyordu. 120 güne kadar olmasının sebebi ise bu tarihe kadar ruhun üflenmediğine inanılmasıdır. O güne kadar devletin ilgi alanında olmayan kürtaj, bir anda dini saiklerle ön plana çıkmadı; nüfusun devletin ilgi alanına girmesiyle, onu etkileyen bir unsur olarak kürtaj önem kazandı. Henüz fetüs üzerinden bir söylem de geliştirilmemişti, mesele bunun devlet için uygunsuz bir davranış olmasıydı; çünkü azalmasından korkulan Müslüman nüfusu etkiliyordu.
-Cumhuriyet döneminde nasıl bir değişim yaşandı?
Erken Cumhuriyet döneminde pronatalist (doğum yanlısı) politikaların devam ettiğini ve Türk milleti vurgusunun geldiğini görüyoruz. Kürtaj ırkın bütünlüğüne yönelik bir suç olarak kodlanmıştı. 60’lardan sonra antinatalist politikaların yürütülmesi ve kürtajın yasallaştırılması sürecinde de bu sefer bu alanın devletin gözetim ve denetimine tekrar sokulması amaçlanmıştır. Çünkü kürtaj yasak olmasına rağmen yapılıyordu ve bunun yargıya taşınma oranı çok düşüktü. Devlet antinatalist bir politika yürütürken bu alandaki denetimini tekrar sağlamak için 1983 yılında kürtajı yasallaştırdı.
AKP MAKBUL BİR KADINLIK YARATTI
-Bugüne gelirsek… AKP’nin kürtaj konusundaki biyopolitikasının özgün olduğunu söylüyorsunuz, nedir bu politikanın özellikleri ve süreç içindeki farklılıkları?
AKP döneminin kürtaj biyopolitikasındaki ayrıt edici özelliğini incelerken, AKP’nin kadın ve aile politikaları inceleyerek bu alanlardaki uygulama ve söylemlerin kürtaj politikalarını konumlandırmak için gerekli bir zemin oluşturacağına inandım. AKP’nin ilk döneminden sonra daha çok yoğunlaştığı aileci politikalarıyla, demografik ve ekonomik endişeleriyle, kurmak istediği toplumun doğrultusunda makbul bir kadınlık yaratılmıştır. Kadın giyinmesini, konuşmasını, sokakta gülmemesini bilen, devletin bakım işlerini üstlenen, aileye kapatılan ancak ucuz işgücü sağlaması bakımından neoliberal politikalar doğrultusunda esnek çalışma koşullarıyla ekonomiye katkı yapan, en az üç çocuk doğuran, anneliği kutsayan, Sünni Müslüman bir Türk kadını olmalıydı. Sınırları çizilen bu kadınlığın dışında kalanlar için ölüm risklerinin çoğalması, AKP’nin hayatla kurduğu ilişkiyi gösteriyordu. Pronatalist politikaları özellikle ikinci döneminden sonra benimseyen AKP için 3 çocuk söylemiyle başlayan süreçte öne çıkan, ‘genç nüfus’ ve ‘Türk milleti’ vurgusuyla ekonomik ve milliyetçi saiklerdi.
-Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Her Kürtaj bir Uludere’dir” sözü, bir kırılma noktası mıydı? Bu sözün altında yatan argüman nedir sizce?
Bu söz, tam olarak iktidarın yaşamdan ne anladığıdır. Kimlerin yaşamının değerli olduğunu, kimlerin yaşamına sessiz kalınabileceğini ya da kimlerin ölüme atılabileceğini gösteren bir argümandır. ‘Kimin yaşayacağına biz karar veririz’ demektir.
2012’de ‘Uludere ve cinayet’ benzetmesiyle kürtaj biyopolitikasının bir diğer ayırt edici özelliği olan fetüs sahneye girmiştir. AKP fetüsün yaşam hakkını öne çıkaran argümanlar üretmiştir. 2012’den sonraki süreçte sosyal politikalarla desteklenen çok çocukluluk, yaşlı nüfusun bakım sorunlarının öne çıkarılışı, anneliğin kutsallığını öne çıkaran söylemler, doğum kontrol yöntemlerine erişimin kısıtlanması ve bunun bir ihanet olarak gösterilmesi, kadın ve fetüsün karşı karşıya getirilişi, artması istenen nüfusun Müslüman Türk nüfus olması ile cinsiyetçi, neoliberal, muhafazakâr ve milliyetçi tüm tonları içeren bir politikaya geçilmiştir.
ULAŞILABİLİR KÜRTAJ HİZMETİ YOKSA
ÜREME SAĞLIĞINDAN SÖZ EDİLEMEZ
-Kürtajın üreme sağlığına ilişkin bir sorun olarak değerlendirilmesinin kadınlar üzerindeki etkileri neler?
Dünya genelinde aile planlaması yerine üreme sağlığı kavramına geçildi; çünkü daha kapsamlı bir kavram olduğunu biliyoruz. Ancak Türkiye’de üreme sağlığı sadece üreme üzerine odaklanmaktadır; bunun içinde olan kürtaj, aile planlaması gibi gereksinimler, dediğiniz gibi birer sorun olarak görülmeye ve bu hizmetler sunulmamaya çalışılıyor. Bu hizmetleri alamayan kadınlar için seçenekler de ya zorunlu üreme ya yüksek ücretler vererek özel hastanelere yönelme ya geleneksel ya da merdiven altı yöntemlere başvurmaktır. Üreme sağlığı dediğimiz şey güvenli, ücretsiz, ulaşılabilir kürtaj hizmetine de ulaşmaktır, bunun yokluğu durumunda sağlıktan değil, ölüme atmaktan bahsedebiliriz.
EN ÇOK YOKSUL KADINLAR ETKİLENİYOR
-Peki, neoliberal sağlık politikaları ile muhafazakârlığın artması ve kürtaj yasakları arasında nasıl bir bağlantı var? Kürtaj yasaklarından işçi kadınlar nasıl etkileniyorlar, bizde ve dünyada?
Türkiye’de ve dünyada böyle bir hattın olduğu söylenebilir. Kürtajı sınırlandırma ya da yasaklama yönünde politikalar yürüten partilerin muhafazakâr, popülist, otoriter, sağ partiler olduğunu görüyoruz. Bu hem söylemsel düzeyde yapılan hem de neoliberal sağlık politikalarıyla birleşerek, sağlık hizmeti uygulamalarının da dışına itilerek uygulamada da etkiler doğuran bir politika. Özel olarak işçi kadınlar üzerinden bir çalışma yapmadım; ama daha önce de vurguladığım gibi bu durum en çok yoksul kadınları etkiliyor, özellikle yoksul kadınlar için ölüm risklerinin çok artırıldığını söyleyebiliriz.
-2012 yılında kürtajla ilgili önemli düzenlemeleri gündeme getiren Üreme Sağlığı Hizmetleri Kanun Tasarısı’nın taslağında, esnek çalışma modellerinin sağlanacağı şeklinde bir madde var. Esnek çalışmanın kürtaj taslağında bile ele alınmasının nedenleri nedir sizce?
Kürtaj politikalarının neoliberal ve muhafazakâr politikalarla ve cinsiyetçi referanslarla yürütüldüğünden bahsettik. Aileci retoriğin yükseldiğinden ve kadınlar için çizilmiş makbul kadınlıktan bahsettik. Esnek çalışmanın kanun taslağına konulması tam olarak bunu gösteriyor. Esnek çalışma formülü iktidar için, kadının hem ev işlerini yapması hem çocuk ve yaşlı bakım hizmetlerini yerine getirmesi hem de ekonomiye katkı yapması, sömürülebilmesi, ucuz işgücü olabilmesi için gereken tüm koşulları sağlar. Kadınlar böylece aile içindeki rollerini ve görevlerini yerine getirebilecekler, çocuklarına bakabilecekler, çoğunlukla güvencesiz, kayıt dışı işlerde çalışabilecekler ya da esnek çalışmayı sağlayan kadınsal işlere yönlendirilebilecekler, sınırları çizilmiş çerçevelerinde sömürülerek yaşatılacaklar.
İKTİDARIN HAYAT ANLAYIŞI İFŞA EDİLMELİYDİ
-Kitabınızın bir yerinde feministlerin AKP dönemi kürtaj tartışmalarına hazırlıksız yakalandığını yazıyorsunuz. “Bedenime dokunma, kürtaj hakkımızı tartıştırmıyoruz” vs pek çok söylemi sorunlu buluyorsunuz. Neden? Siz bu dönemde nasıl bir kürtaj yaklaşımını savunurdunuz ve ne tür politik eylemlilikleri doğru bulurdunuz?
Böyle biyopolitik bir meseleye yönelik söz üretmek için, iktidarın kuşattığı ve elinde tutmaya çalıştığı hayat ve hayat koşullarına yönelik bir politika geliştirmek gerekliydi. “Bedenime dokunma” argümanını, meseleyi sadece bedensel bir düzleme çekme tehlikesi taşıdığı için eleştirdim. Hak temelli argümanları ise kadını fetüsün yaşam hakkıyla karşı karşıya bırakacağı, bu sarmaldan kurtulmamız gerektiği için sorunlu buluyorum. Aynı zamanda kürtajı hak olarak savunduğumuz zaman o hakka ulaşmak bağlamında pek çok kadının deneyimini yok saymış oluyoruz. Şu an hâlâ kürtaj yasal, yani haksa bir hak ama pek çok kadın için ulaşılamaz durumda. Dolayısıyla bu hakların nasıl kullanılacağı konusunda devleti tayin etmiş oluyoruz ve tabii hak dediğimiz şey her zaman geri alınabilir. O dönemde Uludere argümanı üzerinden iktidarın hayat anlayışı ifşa edilmeliydi. Fetüsün yaşam hakkını savunduğunu söyleyen iktidarın kimlerin yaşamını değerli, kimlerinkini değersiz kıldığını söylemeliydik. Ve tabii en önemlisi, kimlerin hayat olarak algılandığından çok yaşam koşullarımızın ne olduğu tartışılmalıydı. Kürtaj kadınlar için neden bir realite, nasıl yaşam koşullarına sahibiz, bu gerçeklerin görülmesi ve yaşanabilir yaşam koşulları için mücadele edilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.