Kuruyan pınar, kesilen ağaçlar, Cennet’in çığlığı…

Cennet, Yörük kökenli bir kadın… Aydın Çine’ye bağlı Topçam köyünde yaşıyor. Bir yandan günlük işlere koştururken diğer yandan kuruyan pınar, kesilen fıstık ağaçları için acı çekiyor. Çok sevdiği köyünü maden talanından kurtarmak için mücadele eden Cennet, çığlığı artık duyulsun istiyor.
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

Cennet Coşkun, çocukluğundan, ailesinden, çamlar içindeki köyünden söz ediyor. Bir bilgelik seziliyor konuşmasında… Köydeki yaşamı, inekleri, koyunları, tarla boyunca toprağı kaplayan henüz yeni ekilmiş buğdayları, mısırları da sohbetimize konu oluyor.

Bütün bunlarla da sınırlı değil Cennet’in hayatı. Dağlarda yetişen şifalı bitkileri, çam ağaçlarından toplanan kozalakları da unutmamak gerek. Erken saatlerde kalkıp inekler sağılacak, 8’de gelecek süt tüccarına teslim edilecek. Tarlada dipleri çapalandıktan sonra sulanacak onlarca sebze de sırada. Sadece fiziksel değil, duygusal olarak da güçlü bir görüntü sergiliyor.

Çobanlıktan toprak işçiliğine kadar elinin değdiği daha onlarca uğraşı var. Hayvanları için çayırlık arazilerden ot biçilecek, dağdan kışlık odun kesilecek, hafta sonu gelecek kızları için peynir mayalanacak. İnekleri ve koyunları otlatmak da rutin işlerden. “Ben koyunları götürüyorum otluk alana, eşim de ineklerin peşinden gidiyor” diyor.

Cennet’in çatısına düşen kayalar

Cennet, Yörük kökenli… Aydın’ın Çine ilçesinin Topçam köyü burası. Dedeleri, nineleri, hatta onların da dedeleri ve nineleri hep bu köyde hayat geçirmiş. Bu kırsalda yoksulluk da var acı da. Fakat her şey tepetaklak olsa bile köy halkının onlarca işin içinde acıyı yaşamaya fırsat bulması pek mümkün görünmüyor.

Peki, her şey o döngü içinde sürüp gidiyor mu? Hayır! Maden arayan şirketlerden birinin bu köyün yakınına iş sahası açmasıyla gerçekten her şey tepetaklak oluyor! Üstelik Madran Dağı’ndan akan kaynak suyunun çıktığı yerde kazı yapıyorlar.

Adı üzerinde, dağ köylerinde bir dağa sırtını yaslar evler. Topçam’a o muhteşem Madran Dağı adeta kol kanat germiş. Köylünün içme ve yemeklerde kullandığı doğal su dağdan geliyor. Ne var ki son haberler iyi değil. Bu su, bölgedeki maden arama faaliyeti nedeniyle kurumak üzere.

Kuvars olarak bilinen bir değerli taşı barındırıyor bu dağ. Çalışmayı yapan şirket, kuvarsa ulaşmak için dinamitle sürekli kayaları patlatıyor. Dinamitlenen yerden fırlayan kayalar Cennet’in evinin damına düşüyor, otlattığı koyunlarına çarpıp yaralıyor!

Platformla tanıştı, çevreci oldu

Cennet, doğa talanına karşı yapılan tüm eylemlere katılmaya çalışıyor.

Topçam Köyü’nde, Eysim Madencilik tarafından işletilen Kuvars Maden Ocağı’nda yapılan kaya patlatmaları değildi tabii ki tek sorun. Doğaya verilen büyük zararlar söz konusuydu. Burada ve çevre köylerde yaşayanların hayatı çok olumsuz etkileniyordu. Zaten pınarlarından akan su, söz ettiğimiz gibi kurumak üzereydi.

Cennet, köyünün bağlı olduğu Çine ilçesine gitti. Burada “Çine Yaşam Platformu” (ÇİYAP) adıyla bilinen bir çevre örgütü vardı. Gidip buldu bu insanları. Tanışma sonrasında sıkı bir çevreci olmuştu. ÇİYAP, çevre eylemlerine ne zaman çağırsa koşarak gitti. En önde yürüdü, “Madeni istemiyoruz” diye slogan attı. Eşiyle beraber bütün maden protesto gösterilerinde yer aldı.

Bu tepkiselliğin nedeni de yine son yaşadıklarıydı. 7 ay önce bahçesinde günlük işleri ile uğraşırken bir patlama sesi duydu. Bahçe yönüne kurşunlar sıkılmıştı. Olayın ardından Çine ve Aydın’daki çevreciler büyük bir dayanışma gösterdi. Bu kişi tespit edildi, hakkında dava da açıldı ama ceza almadı. Bir sonuç elde edilemememişti!

‘Kaçarak’ evlilik

Tabii ki doğayı koruma adına atan bir kalbi vardı. Ve yılmamıştı. Günlük işlerine devam etti. Hayvanlarını besledi, daha da yeşillensin diye tarlasını suladı, bakımını yaptı.

Karakız, Sarı Ayşe, Ceylan, Kınalı… İneklerine verdiği isimler, sıralıyor. Öğleden sonra eşi inekleri otlatıyor, Cennet de koyunlara çobanlık yapıyor.

Eşiyle nasıl tanıştığını soruyoruz. Zaten anne tarafından bir akrabalık varmış. 17 yaşındaymış o zamanlar. Konuşmaya başlamışlar ama ailesi duyunca kızmış: “Zaten babam yoktu. Ben çok küçükken vefat etmiş. Anacığım ve kardeşlerimle yine bu köyde yaşıyorduk. Annem tepki gösterdi. Biz de ne yapacağımızı şaşırdık ama kararımızı verdik. Çıktığım yavuklum ile kaçtık. Anneme ‘Zeytin ezmeye gidiyorum’ dedim, evden öyle çıktım! Benim evlenmem böyle oldu.”

‘Saatlerce zeytin çiğnerdik’

Merak ediyoruz, “zeytini ezmek” nasıl bir iş? Çok gerilere, 16-17 yaşlarına kadar gidip yanıtlıyor:

“Bizim o zamanlar çok zeytin ağacımız vardı. Olgunlaştığında çuvallara koyar, değirmene götürürdük.  ‘Olgun olamayanı’ bizim için yeşil renkli halidir. Yeşilken kaplara koyar, 90 gün kadar bekleriz. Bu süre geçince zeytin mor ya da siyaha dönmeye başlar. Bu dönemde kaplardan alıp çuvallara doldururuz ve değirmene götürürüz. Ama burası diğerleri gibi un öğütülen yer değil. Zeytinyağı çıkarmak için yapılan bir ‘değirmen’ bu.

O yıllarda önce iyice ezip sonra da çuvallara doldurduğumuz zeytinlerle buraya gelirdik. Bu işi gençler de büyükler de yapardı. Sıcak su dökülürdü üzerine önce. Kavak ağacından yapılmış bir teknenin içine çuval konulur, ayakla çiğnenirdi bu ıslatılmış çuval. Yağ ve su, ‘dağar’ denilen toprak bir kabın içine akardı. Zeytinin kara suyu toprak kapta alta çökerdi, yağ ise üstte kalırdı. Üstte kalan yağı alarak şişelere koyardık. Ama çok çiğnerdik yağ çıksın diye.”

İşte o gün de akşama kadar zeytin çiğnemiş Cennet. Çıkan yağları damacanalara doldurmuş her zamanki gibi. Ama akşam eve gitmemiş, sevdiğiyle “kaçmış.”

‘Bin yıllık çamımızı devirdiler’

Topçamlı Cennet ilkokul mezunu. 50 yaşında, üç kızı var. İki kızını üniversiteye gitmesi için teşvik etmiş.  Kızlar okullarını bitirmiş ama bir süre sonra evlenmişler. Üçüncü ve en küçük kızı ise yüksek öğrenimine başka bir şehirde devam ediyor.

Bütün evlatlarına doğa sevgisini aşılamış. İçindeki tabiat tutkusunu her fırsatta dile getiriyor. Maden şirketi yer açmak için çam ağaçlarını keserken “ciğerinden bir şeylerin koptuğunu” söylüyor ve sesindeki belirgin bir acı tonla şu cümleleri kuruyor:

“Bizim burada asırlık ağaçlarımız var. Maden şirketi bu ağaçları kesiyor. Onlar bizim çocuğumuz gibi… Köyün doğasını yok edecekler bunlar tamamen. Bir çam ağacını eğer şimdi fide olarak ekersek 20 senede anca yetişip kozalak veriyor. Bizim acımız büyük. Madencilerin kestiği fıstık ağaçlarımızın bazıları 500 yıllıktı. En fenası bin yıllık çamımızı devirdiler, inanın bana.”

Şifalı ot topluyor

Topçam’da kayalık bir dağın kenarında, yerden bazı bitkileri koparan kadınlar görülüyor. Yerel halk, şifalı bitki konusunda uzun bir geçmişe sahip. Köylü kadınlar bazı günler erkenden kalkıp, ormandan şifalı otların bulunduğu alanlara doğru yol alıyor. Bunların arasında Cennet de var. Bitkiler hakkında geniş bilgiye sahip. Annesinden, ninesinden öğrendiği gibi… “Bu işi yapmayan köylü kadın yok aslında” diyor. Bütün köylünün çevresindeki, ormanlardaki yabani şifali bitkileri tanıdığını anlatıyor. Söz ettiği ve az da olsa bir kazanç sağlamak için topladığı çiçekli bitki ise “Kantaron.” Bu otu kuruttuktan sonra köye gelen aktar tüccarlara veriyor. Diyor ki; “Ne yapalım; o ottan aldığımız, koyunun besi yemine gidiyor.”

Keçilere ne oldu?

Kadınlar yaşam alanları için mücadelede kararlı.

Öyle güzel bir soru soruyor ki: “Su, madenden daha değerli değil mi? Yaşam kaynağı, o olmazsa ölürüz.  Peki neden bizim Kavak Çayı’mızı kurutan maden şirketine ceza vermediler? Bir maden, su kadar değerli olabilir mi?” Maden çıkarılan yerlerde artık ot bitmediğini söylüyor.

Hem Topçam’da hem de komşu köylerde keçi besleyen de çok. Bu keçiler madenciler gelmeden önce Madran Dağı’nda otlatılırmış. 50 ayrı çoban, sürülerini doyurmak için bu bölgeye gelirmiş. “Şimdilerde 11 çoban kaldı sürülerini buraya getiren. Keçilerin çoğu kesildi” sözleri köylünün geldiği, daha doğrusu getirildiği noktayı çok net anlatıyor.

Köyde iki ayrı kamp oluşturulmuş. Belli ki bir “senaryo” bu yapılan. Maden şirketi sondajda çalışacak işçilerin bazılarını köyün yerlisinden seçmiş. Bu durumda, madenciler çevre katliamı yaptıkları için eleştirildiğinde, “İnsanların ekmeği ile mi oynuyorsun?” argümanıyla yanıt verenler olabiliyor.

Bu çığlığı duyun

Cennet o kadar seviyor ki köyünü… İnsanından çiçeğine, yaprağından taşına kadar her şeyden sevgiyle söz ediyor. Doğayı duymak, koklamak ve en önemlisi korumak isteyen bu Yörük köylüsü kadının çığlığı bu. Şimdi bu çığlığı duymanın, dayanışmayla büyütmenin zamanı…

Paylaş:

Benzer İçerikler

Vaminon lazca istemiyorum anlamına geliyor. Arhavi’de derelerini ve ağaçlarını korumak için Cengiz Holding’e karşı mücadele eden insanlar, Vaminon platformu çevresinde toplandılar. Platformdan Nazlı anlatıyor: “Geleceğimiz, suyumuz yok edilirken, topraklarımız zehirlenirken oturup seyredemezdik. Çok sevdiğimiz doğamızı madene kurban etmek etmek istiyorlar. Haklarımızı, doğal zenginliğimizi korumak için susmayacağız”.
Dağdan kopan kayaların sadece damlarına değil kafalarına düşme riski vardı. Pınarlar yok olmuş, tüm evleri dinamit tozları kaplamıştı. Her gün korkuyla çocuklarını sokaktan çekip içeri alanların öfkesi büyümüştü. Emine de bu kadınlardan biri.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!