Kuzey Ülkesi’nde olan bitenler

Türkiye’de  “Tek Başına” adıyla gösterilen Niki Caro’nun  North Country filmi, işyerinde toplu cinsel taciz davası açıp kazanan ilk kadın maden işçilerinden Lois Jenson’un gerçek öyküsü üzerine kurulur. Filmdeki ismiyle Josey’in neredeyse tek başına verdiği bu mücadele,  ifşanın önemini de gösteriyor.
Paylaş:
H. Sevim Işık Bäro
H. Sevim Işık Bäro
sevimisis@gmail.com
H. Sevim Işık Bäro

Türkiye’de  “Tek Başına” adıyla gösterilen Niki Caro’nun  North Country filmi, işyerinde toplu cinsel taciz davası açıp kazanan ilk kadın maden işçilerinden Lois Jenson’un gerçek öyküsü üzerine kurulur. Filmdeki ismiyle Josey’in neredeyse tek başına verdiği bu mücadele,  ifşanın önemini de gösterir.

Ülke taciz ve ifşa gündemiyle bir kez daha sarsılırken, kadınlar, pandemiye falan bakmadan bir kez daha sokaklarda bağırmak zorunda kalıyorken, sosyal medya bir kez daha aynı konuyla çalkalanırken, ‘kadının beyanının esas’ olduğunu gösteren bir filmden bahsedeceğim sizlere bu hafta: Yönetmenliğini Niki Caro’nun hakkıyla yaptığı, Charlize Theron’un başrolünü, Frances McDormand, Sissy Spacek, Michelle Monaghan ve nice güçlü başarılı kadın oyuncunun yan rolleri üstlendiği, 2005 ABD yapımı “North Country”. Türkiye’de “Tek Başına” adıyla gösterilen film, iş yerinde toplu cinsel taciz davası açan ve kazanan, ABD’nin ilk kadın maden işçilerinden Lois Jenson’un gerçek öyküsü üstüne kurulur.

Yönetmen Niki Caro, bunu öyle güzel işler, seyirciyi öyküsünün içine öyle güzel alır ki, oyuncular öyle hakkını vererek oynarlar ki, bu filmi soluksuz izlemek işten değildir. Film boyunca sinirden küplere binmek, hıçkıra hıçkara ağlamak, Josey’in (Lois Jenson’u bu isimle görürüz filmde) azmine ve her şeyden önemlisi doğup büyüdüğü kasabanın kaderciliğine rağmen giriştiği mücadeleye hayran olmak ve sonunda derin ama kırık bir oh çekmek de benim için işten olmamıştı.

Dayakçı kocayı terk eder

Filmin orijinal adı “North Country”yi (Kuzey Ülkesi) daha çok severim, kendimce. Çünkü bu film aynı zamanda “kaderine boyun eğen” ya da “kader”i kendileriyle ve içinde bulundukları durumla yüzleşmemek için bahane eden bir kasabanın öyküsüdür; ABD’nin kuzey eyaletlerinden Minnesota’nın Eveleth adlı küçük maden kasabasının. Pek çok kuzey kasabası gibi, bu kasabada da yaşam çok kolay değildir. Biraz olsun (!) iyi yaşayabilmek sağlıksız ve güvensiz çalışma koşulları sunan ama görece daha iyi ücret ödeyen madende çalışmaktan geçer. Biraz “kadercilik” (!), biraz da “seni besleyen eli ısırma” öğretisiyle, maden şirketini zengin eden bu kasaba halkı, kendi haklarını almak için mücadele etmekten çekinir. Bir sendikaları vardır ama çok zayıf adımlar atar o sendika. Ta ki Josey, içinde doğup büyüdüğü bu kadercilik ve haddini bilme (!) mantığına rağmen, baş kaldırana ve hakkını arayana kadar.

Nasıl mı? Josey’in eşi onu döver,  bu onun eşinden yediği ilk dayak değildir. Çünkü film, pes etmeyen bu kadının çocuklarını, pılısını pırtısını toplayıp ana ocağına sığınması ile başlar. Annesi, Josey’in sağlığı için endişelenirken babasının ona ilk sorusu “Seni başka biriyle mi yakaladı da dövdü” olur. Bu soru dayak yiyen bir erkeğe sorulmuş mudur, çok merak ediyorum. Ama eminim ev içinde şiddet gören çok kadın, bu ve benzeri, kabahati (!) mağdurda arayan soruyla yüzleşmek zorunda kalmıştır. Sıkça kendimize sorduğumuz panel ve tartışmalarda gündem olan “Neden kadının başına gelen her kötü olayda cinselliği bu kadar konu edilir” sorusunu film daha başından sordurur.

Josey, bağımsız olmak kendi parasını kazanmak ister, o baba ile nasıl istemesin değil mi? O soruyu soran insan, aslında “senin sağlığının da mutluluğun da umurumda değil” demiş olmaz mı? Bu soruyu duyan, kendisinden başka bir dayanağı olabileceğine inanabilir mi? Bu gerçeklerle yüzleşen Josey, arkadaşı Glory’nin yol göstermesi ile madene işçi olarak girer. Babası bundan da hoşlanmaz, madencilik “kadın işi” değildir (!) Üstüne dayakçı kocası onunla barışmaya kalktığında annesinin “Hala senin kocan o” demesiyle, ana ocağını da terk eder ve çocuklarıyla Glory ve eşinin evine sığınır. “Kocamdır, hem sever hem döver” mantığını da, dayaktan öldürülmeyi de reddetmiş olur böylece. Başında bir erkek (!) olmadan da gayet iyi olunabileceğini filmin pek çok sahnesinde tekrar tekrar görür seyirci.

Madenin tacizci erkekleri

Madendeki ilk iş gününde, şef, Josey ve işe yeni başlayan kadın işçilere işlerinin nasıl yürüdüğünü anlatırken açıkça “sizi (kadınları) burada istemiyoruz ama yasa bu” der. Kadınlar yine de dalgalarını geçerek, şakalaşarak iş başı yaparlar. Ve daha ilk iş gününde tacizler başlar. Sözlü ve fiziksel taciz gün geçtikçe artar. Josey, ne kendisinin ne de kadın meslektaşlarının bu sorunu tek başına çözemeyeceğini görür ve şefine bildirir. Şefi, kadın gibi sızlanacaksan burada işin yoka, getirir. Çoktan içiniz daraldı değil mi? Hatta sizler de sinirden küplere biniyorsunuz. Sürprizi bozacağım ama bu daha başlangıç. Daha çok küplere bineceğiz bu filmi izledikçe ama bir o kadar da Josey’i, Glory’yi tebrik edeceğiz. Hadi Josey’i anladık ama Glory’yi neden tebrik ediyoruz diyorsanız: Glory sendikada işçilerin sorunlarını, “kadın olduğu için” kendisine konan her türlü engele rağmen gündem yapabilen tek kişidir. Glory’nin sendikanın gündemine sokmaya çalıştığı sağlıksız koşullar yüzünden aslında yalnızca kadın işçiler değil bütün işçiler türlü türlü sıkıntılar çeker. Ama bu sorunları bir kadın gündeme taşıdığında…

Bu arada tacizler, fiziksel ve psikolojik cinsel şiddet gün geçtikçe artar. Kadın soyunma odasının duvarlarının insan dışkısı ile kaplanması, kilitli dolaplarındaki giysilerin üstünde sperm bulunması, bir kadın işçi açık arazideki portatif tuvaletteyken, birkaç erkek işçi tarafından tuvaletin devrilmesi ve o kadının gün boyunca kullanılmış tuvalette biriken her şeyle (!) kaplanması gibi uç noktalara varır. Josey bunlara dayanamaz. Kendilerine gelmeleri için erkek işçilerle konuşur. Çok acıdır o sahne. Çünkü orada da çalışan bütün erkekler tacizci değildir. Tacizci, mobbingci adamlar Josey’e şaka yaptıklarını ve eğer bu şakaları anlamıyorsa, bunun onun sorunu olduğunu söylerler. Josey orada insanlıklarını unutmamış, iyi yürekli meslektaşlarına bakar, seslenir hatta. Başlarını eğerler. Olanların şaka boyutunda olmadığını bile bile ses etmezler…

Hiçbir çabası sonuç getirmeyince kadın işçileri örgütler ki burası da acıdır. Hepsinin aklında “rahatımızı bozma!”, “kazancımızı kaybetmemize neden mi olmak istiyorsun”lar vardır. Josey onları ikna eder ve şirketin sahibi ile görüşür.  Aldığı yanıt patron dilinde “ya bu deveyi güdeceksin, ya bu diyardan gideceksin” olur. Umurunda değildir orada insanların hangi koşullarda çalıştığı. Düşünmez bile; “işveren”in orada bu tacizci, mobbingçilere karşı söyleyeceği tek bir söz, bütün bu kâbusu bitirmeye yetecektir. Çalışanın başka meslektaşlarını temsil etmesi onun için çok daha tehlikeleridir.  Josey de eğer orada çalışmaya devam etmek istiyorsa kimsenin sözcülüğünü yapmaya kalkışmamalıdır…

Kasabanın namussuzluğu

Çalışmak zorundadır Josey, hayatında ilk kez elde ettiği bağımsızlığını kaybetmek istemez. Çocuklarına iyi yiyecekler, iyi bir gelecek sağlamak ister. Diğer kadınlar da çalışmak zorundadır. Patronun tavrı diğer kadın işçileri sindirir. Kazançlarını kaybetme korkusu ağır basar. Glory ise hastadır ki madendeki kötü çalışma koşulları hastalığının hızlı seyretmesine yol açmıştır (!) ve artık işe gidemiyordur. Josey iş yerinde de yalnızlığa mahkûm edilir. Lisedeki eski erkek arkadaşı da olan meslektaşı tecavüze yeltenince işten ayrılır ve dava açar.

Maden şirketinin avukatı bir kadındır!!! Harika taktik değil mi? Başta iş vereni sorgulasa da, ne yazık ki şirketin savunmasını Josey’in namusu (!) üstüne kurar: Tacize uğrayan tek kadının Josey olduğunu, bunun nedeninin de Josey’in geçmişi ve davranışları olduğunu ve hatta ortada bir tacizin olmadığı üstüne kuruludur bu başarılı savunma (!) Ve patron diğer işçileri Josey’e karşı kullanır. Kürsüye çağırılan herkes gayet mutludur o madende! Gerçekten bu davada Josey’in namusu sorgulanır? Hayır efendim, sorgulanan ve açığa çıkan o kasabanın namussuzluğudur.

Dava sürerken Josey’in annesi, yaşananlara artık dayanamaz ve isyan eder. Filmin başından beri iyi anne ve eş görevlerini(!) kusursuz (!) yerine getiren bu kadın eşiyle sonunda tartışır. Öyle bağırıp çağırmaz, esip gürlemez. Kızının maruz kaldığı haksızlıklara sesini çıkarmayan eşine bir şekilde ‘neden’ der. Babanın yanıtı “bize utanç getirdi” olur. O sakin sessiz, iyi anne, iyi eş gerçeği söyler. Der ki “Bir çocuk doğurdu, banka soymadı” ve evi terk eder. Bu da babasının en sonunda (!) yaklaşımını değiştirmesine neden olur.

Josey’nin değil, kasabanın namussuzluğu;
Josey’nin iki çocuğu vardır, ilk çocuğunun babası bilinmemektedir. Çünkü, Josey henüz lisede öğrenciyken öğretmeninin tecavüzüne uğramış ve hamile kalmıştır. Film bize bunu açıkça söylemez ama o kasabada tecavüze uğrayanın suçlanacağını (!!!) çok iyi bildiği için, Josey tecavüze uğradığını söyleyememiştir kimselere. Dava sürerken o utanmaz tecavüzcü gelir bir de, dava salonunda ön sıralardan birine yayılarak oturur. Bu kasabanın işleyişi bunu yapabilme cesaretini vermiştir ona. O kasabanın insanlarının, kabullenişleri, sessiz kalmaları, önce mağduru suçlamaları, bir tecavüzcü için cennet olsa gerek. Nasılsa kimse mağduru desteklemeyecek!

Bireyselden toplu davaya

Tüm bunlara rağmen Josey’nin çabası ve hakkını alabilmek için açtığı davası bu kasabanın kaderini de değiştirecektir. O davada, o kasaba halkı sonunda kendilerileri ve yaptıkları ile yüzleşecektir, isteseler de istemeseler de. Hastalığı çok ilerlediği için artık konuşamayan Glory ise Josey ile birlikte davacı olduğunu açıklayan ilk kişi olacaktır.

Lois Jenson’un gerçek öyküsü… Film, dava bireysel davadan toplu davaya dönüştüğünde biter. Gerçek hayatta bu dava 14 yıl sürer ve davacılar kazanır. O maden şirketi oldukça yüklü bir tazminat ödemek zorunda kalır. Güncel ABD dizi ve filmlerinde gördüğümüz, şirketlerin cinsel şiddeti önleme çabalarının bir kaynağı da bu ve benzeri davalardır.

Neymiş efendim, “Kadının beyanı esastır.”

Bu filmi severim, filmi her izlediğimde yaşananlar benim kalbimi parça parça etse de soluksuz izlerim. Çünkü bu film hakkıyla yönetilmiştir. Öyküsünün önüne geçebilecek ufacık bir teknik dahi kullanılmamıştır. Filmin amacı bu öyküyü aktarırken sorgulatmaktır. Olayları kronolojik sırasıyla görmeyiz örneğin, filmin başlarında çoktan mahkemeden kesintiler gösterir film bize ve bu mahkeme sahnelerini yaşananlarla öyle güzel bağlar ki… Oyunculukları da yalın ve süsten uzaktır. Bir de film, öyküsünün barındırdığı tüm acıya rağmen umut doludur.

“Kadınİşçi” web sitesinin kurucuları bana, sitenin kültür sanat sayfasını hazırlamak ve bu sayfada düzenli olarak yazı yazmak için vaktimin olup olmadığını sorduklarında, onore olmuş ve “gerekirse bir gün az uyurum ama yazarım” demiştim.  Sayfada önce filmlerde karşımıza çıkan kadın karakterler üstünden film değerlendirmeleri, sonrasında diğer kadın-işçi-sanat olaylarının değerlendirmeleri, haberleri, röportajları vb. yer alacaktı. Hazırladığım ilk film listesinin başında yer alıyordu “North Country”.  Ama Açıkçası üçüncü yazımın konusu olarak planlamamıştım. Yazımın başında değindiğim ‘şimdi yazma nedenlerim’i, yazıyı bitirirken biraz açmak istiyorum;

Tıpkı Josey gibi ifşa

Konu cinsel şiddet ise, ifşa edenler yalnız bırakılmak riskini alıp tıpkı bu filmde Josey’in geçtiği, maruz kaldığı taciz, tecavüz kadar ağır olan ikinci bir süreçten geçer. Kendi “namusunun” (!) üstündeki giysinin, rujunun-pantolonun renginin (!), saçının dalgasının (!), daha önce kimle flört ettiğinin (!), nerede nasıl gülümsediğinin (!) ve daha pek çok (!)’lerin, başka bir deyişle KENDİSİNDEN BAŞKA HİÇ KİMSEYİ İLGİLENDİRMEYEN BİRÇOK YAŞANMIŞLIĞININ,  tekrar tekrar pişirilip önüne konabileceğinin farkındadır. Bu önüne koymaların ona, taciz- tecavüz kadar ağır, ikincil travmalar yaratabileceğinin de… Buna rağmen ifşa ederler! Tıpkı Josey gibi, ifşa aşamasına gelene kadar pek çoğu başka bir sürü yöntemi denemiş ve sonuç alamamıştır. Yani bu konuda yalan söylemek çok ama çok zordur. Bu yüzden “Kadının beyanı esastır” diyoruz.

Bütün tacizlerin uykuları kaçsın, sizler ne zaman ifşa edileceksiniz diye!
Uykularınız kaçmalı, çünkü ifşa etme gücünü bulanları, bu filmde olduğu gibi, son aşamaya gelene kadar yalnız bırakmıyoruz artık, bırakmayacağız da. Birkaçımızı korkutup yıpratıp tükettiğinizde diğeri tıpkı son nefeslerini bu dayanışmaya ve mücadeleye harcamaya karar veren Glory gibi onunla birlik olmaya koşuyor, koşacak da. Josey ve Glory’lerden aldıkları güç ve ilhamla aynı haksızlıklara maruz bırakılan diğerleri de bu birliğe katılacak.

Bu bir “me too” modası değil, can acıtıcı, tüketici bir mücadele!

Tıpkı Josey, Glory ve bu filmdeki diğer kadınların yaptığı gibi, bizler de seçmediğimiz cinsiyetlerimize hak görülebilen (!!!); ayrımcılığı, aşağılanmayı, fiziksel ya da psikolojik şiddeti, tacizi, tecavüzü ve türlü cinsel şiddeti kabul etmiyoruz. Tıpkı Josey gibi, daha bizler doğmadan bize biçilen çağ dışı toplumsal cinsiyet rolleri ile mücadele ediyoruz, üstelik oldukça uzun bir süredir sürüyor bu mücadele! Zorlu ve yorucu evet ama yılmadık, yılmayacağız da!

Başka açı yok

Son bir çift sözüm de, bu konuda tarafsızlığını koruyamaya çalışanlara ya da gözden kaçan bir noktası olup olmadığını sorgulayanlara;
Aranızdan birkaçını tanıyorum, bu tanışlarımın da iyi niyetli insanlar olduğunu düşünüyorum. Sevgili iyi niyetli tanışlarım, lütfen hatırlayın, bu konuda söz söyleme hakkı tacize- tecavüze maruz kalanlarındır. Bizler bu yüzden de “Kadının beyanı esastır” diyoruz. Tıpkı bu filmin ve anlattığı gerçek hikâyenin kanıtladığı gibi. Daha çok kadınlar bu tip şiddete maruz kaldığı için bizler de çoklukla ‘kadının’ diyoruz ama bunu derken tacize- tecavüze uğrayan başta translar olmak üzere LGBTIQ+ları, çocukları, yetişkin erkekleri unuttuğumuz yanılgısı doğmasın!
Eğer amacınız bizleri daha da kızdırmak, yıpratmak değilse (ki tanışlarımın böyle bir niyeti olduğunu hayal bile edemem), lütfen başka bakış açıları ile bu konuya yaklaşmaya çalışmayın. Bizlerin söylediklerini, söylediğimiz gibi almaya başladığınızda, aklımıza, mantık ve sorgulama yeteneklerimize duyduğunuz saygıyı göstermeniz de kolaylaşacak.

Lütfen artık tavır almak için mahkeme kararlarını beklemeyin! Bu kadar zorlu bir sürece girmeye cesaret edene inanmak, bırakın inanmayı onu dinlemek sizlere ne kaybettirir?

Artık lütfen, “yazarın yaptıkları, kişiliği, politik görüşü vb. ile yapıtları arasındaki bağı nasıl değerlendirmeli” vb. yazılarınızı bu konuyla bağdaştırmayın.  Bunların birbirinden ayrıştırılması gerekip gerekmediğini sordurmayın bize. Bu filmde Josey’e tecavüz eden öğretmenin tecavüzcülüğü, öğretmenliğini nasıl etkiliyorsa, yazarın tacizciliği, tecavüzcülüğü de eserlerini öyle etkiler!

Paylaş:

Benzer İçerikler

Meliha Yıldız sekiz yaşından itibaren sekiz yıl babasının tecavüzüne uğramış bir kadın. Kutsal Tecrit isimli kitabında maruz kaldığı ensesti ve güçlenme hikayesini anlatıyor. Hüzün ve acı dolu olsa da bir o kadar da umut verici kapanmayan yaraları tedavi etmek, acıları sağaltmak için bize çıkış yolunu işaret ediyor.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!