“Depremden sonra hayat iyice pahalandı. Yemek tamam, yemeği de pahalandırdılar ama daha çok kâr hırsı var Malatya’da. Bütün firmalar ‘daha çok kâra geçeyim’ istiyor. Para hırsı gözlerini bürüdü. Mesela eskiden üç temizlikçi çalışıyorsa bir işyerinde, şimdi onu bire düşürdüler. Oysa işyeri aynı kapasite ama ‘Deprem sonrası iş azaldı. O yüzden bu kadar insana gerek yok’ diyorlar.”
Ağırlıkla kadınların istihdam edildiği Malatya’da Ayla ile deprem sonrası çalışma yaşamının nasıl zorlaştırıldığını konuşurken anlatıyor bunları. Yaşanılan her krizi, kendileri açısından fırsata dönüştüren sermayenin, depremi de bir fırsata dönüştürme çabasına şahit olan Ayla, kimya mühendisi. Deprem öncesinde de patriarkal düzenin kadın işçi ve emekçiler üzerindeki baskılarını hem yaşamış hem de şahit olduğu birçok örnek görmüş.
“İlk mezun oldum. Malatya’da çalıştım. Tamamen insan sömürüsü. Orada lazer bölümünde dediler, ‘burada makineleri bilgisayarda kontrol et. İşçilerin başında dur. Sonra yavaş yavaş her bölümü gez.’ Tabii ben başladım ama her gün mesai, her gün mesai. O zaman bekarım, sıkıntı değil. Ama sekizde çıkıyorsun. Sabahtan akşama kadar ayaktasın. Sadece yemek molasında oturabiliyorsun. Yemek yiyorsun. Yemek de iğrenç. Kimse yiyemiyordu. İki ayda altı kilo verdim. İşten çıkınca saat dokuzda evdeyim. Bir de mesela işçi mesai parası alıyor. Sen beyaz yakasın, alamazsın. ‘Sen’ diyor, ‘makinenin başında mı çalışıyorsun ki mesai parası istiyorsun?’ O zaman beni niye burada tutuyorsun, mesaiye zorla bırakıyorsun? Asgari ücretten yüz lira fazla veriyorlar. Bununla yetinmemi istiyorlar. 2017’den bahsediyorum.”
Mühendislerin işe başlarken en büyük sorununun kendilerinden iş tecrübesi istenmesi olduğunu söyleyen Ayla, yeni mezun çalıştırıldıklarında da ücretlerinin verilmediğini ama köle gibi çalıştırıldıklarını anlatıyor.
“Mutfakta çalışan kadını umursamıyorlardı”
Malatya’da ilk başladığı yerdeki bu sorunların ardından işten ayrılan Ayla, bu kez Bursa’da çalışmaya başlıyor. 15-20 kişilik olduğunu söylediği işyerinde koşulların daha iyi olduğunu anlatan Ayla, bunun nedeninin de Bursa’da fabrika çok olduğu için mühendisin çalışma alanının daha geniş olması ve patronların bunu bildiği için yanında çalışan mühendisi kaybetmek istememesi olduğunu söylüyor. Evlendikten sonra eşinin işi nedeniyle İnegöl’e yerleşmek zorunda kalan Ayla, bu işyerinden ayrılıp daha yakındaki bir gıda fabrikasında işe giriyor.
“Oradaki problem de şu. Patronun mühendisten aşırı derecede beklentisi var. O zaman asgari ücret 1.500 lira civarındaydı. 1.700 lira maaş alıyordum. Ama en azından diyorsun ki bir farkım var. Evde oturmaktan iyidir. Ama sabah yedide başlıyorum, akşam yedide işten çıkıyorum. Çok fazla çalışıyorduk. Eve geliyorum, eşim diyor ki ‘evde hiç yemek yok. Aldığımız para yemek sepetine gidiyor. Her gün dışardan yemek söylüyoruz.’ Birbirimizi görememeye başladık biz. Halin de olmuyor, zaten akşama kadar ayaktasın, 43 firmaya biz yemek veriyorduk. Patron bir hafta sonra gelmiş, diyor ki, ‘Modica Mobilya’ya iki tane eksik yemek gitmiş. Niye başında durmadın?’ Ya üç bin dört yüz kişiye yemek gidiyor. Ben nasıl hepsinin başında durup sayayım? Ya da diyor ki -sayılar her gün değişiyor bu arada- ‘firmada bugün beş kişi izinli, beş kişi eksik gönder.’ Yani ne kadar yemek düşürürse o kadar kâr. O gün yemeğin hesabını yüz kere yapıyorlar. Ekmek sayıyorlardı. Acıma yok hiç bunlarda.”
Diğer yandan yemek yapılan ve dağıtılan mutfaklarda çalışan kadınların nasıl koşullarda çalışmak zorunda bırakıldığını anlatıyor Ayla: “‘Oradaki bulaşıkçılara işi olmayanlar yardımcı olsun. Daha kaliteli kimyasallar kullanın’ diyordum. Çünkü sürekli çamaşır suyunun içindeler. Bunun için havalandırma yapın, diyordum. Asla kabul edilmedi. Kadınlar üç-dört günde bir zehirleniyordu o çamaşır suyunun içinde. Tamam hijyen gerçekten önemli yemek yapılan yerlerde. Ama o kadınları mağdur ediyorlardı. Bir havalandırma yapmak ya da kaliteli bir kimyasal kullanmak bu kadar zor mu? Bir lira daha fazla ver litresine. Doğru düzgün eldiven vermiyorlardı. Kaliteli eldivenler alalım, diyordum. Almıyorlardı. Maskeyle o kimyasalların önüne geçemezsin. Seni zehirler. Sabah öğle akşam çamaşır suyuyla dezenfeksiyon var orada. Yoksa sineğin de pisliğin de önünü alamazsın. Çok üzülüyordum ve onların haklarını savunduğum için o işyerinde hiçbir zaman sevilmedim. Kadınları hiç umursamıyorlardı.” Yapılan yemekleri, firmaların ücretine göre seçmesine rağmen birçok yerde erkek işçilerin yemeği beğenmediği durumda yemekle ilgilenen kadın işçiden hesap sorduğunu anlatıyor Ayla. Bir defasında böyle bir tartışma sırasında işçilere “gidip bu konuyu müdürünüzle görüşmeniz gerekli. Verilen fiyata göre yemekler yapılıyor” dediği için patronu tarafından uyarılmış. “Ben öyle demişim diye adam beni sıkıştırıyor, diyor ki; ‘sen böyle konuşmamalıydın, orta yolu bulacak şekilde konuşmalıydın, neden fiyat konusuna girdin?’ Ben firmayı savunacakmışım, yemekler iyi, yemekler çok güzel, siz neden beğenmiyorsunuz, diyecekmişim. ‘Kandır bir şekilde, olay bozulmasın’ diyorlardı. Sevilmedim o yüzden. Yani dürüstlüğümle sevilmedim.”
Hamile kalınca bunu bahane ederek işten ayrıldığını söyleyen Ayla, depremden iki sene evvel Malatya’ya dönmüş. Malatya’da çalıştığı bir işyerinden ayrılma gerekçesini şu şekilde anlatıyor: “Asgari ücret sekiz bin beş yüz lira olmuştu. ‘Ben bu parayı veremem kimseye’ dedi patron. Ben de o zaman yedi bin liraya çalışıyorum. Bana dedi ki, ‘sana dedi dokuz vereyim. Kabul et.’ Benim bakıcım ayda 5-6 bin lira para istiyor. Ben nasıl kazanacağım, dedim? ‘Ben bu parayı size ödeyemem’ dedi. Kabul eden oldu, işten ayrılan oldu. Kurumsal olan firmaların dışında genelde hepsinin yaptığı bir şey bu. Hepsi diyor ki ‘Biz size bu parayı veremeyiz. Biz sizin hesabınıza asgari ücreti yatıracağız, siz bize elden geri vereceksiniz.’”
“Kadınlar mecburiyetten iş yükü ve düşük ücreti kabul ediyor”
Depremden sonra başvurduğu işte de benzer koşullar (düşük ücret, 12 saat çalışma) dayatıldığını söyleyen Ayla, “Bu şartlarda çalışmak gayet de eşekliktir dedim. Tekstildeki bir işçi benim altımda oturan komşum, mesela on yedi bin lira maaş alıyor, ilkokul mezunu. Benim yüksek lisansım var. Sen hiçbir mühendisi bu parayla çalıştıramazsın. Geçim çok zor. Şu an kreşlerin ücreti yedi bin lira. Ben sadece kreşe mi çalışayım?” diyor.
Malatya’da “genel olarak ve artık” kadınlara dönük tacizin çok fazla olduğunu söylüyor Ayla, sohbetin ilerleyen zamanlarında. “İşçisinden müdürüne, müdüründen mühendisine taciz olayı çok yoğun. Sanki kadını da satın almış gibi davranıyorlar. Bursa’da bunu yaşamadım ama burada çok yaşadım. Bekarken de yaşadım. Evliyken de yaşadım. Diyorlar ki, ‘Bugün çok güzel olmuşsunuz, siz güzelsiniz. Bir gün kahve içelim mi?’ Ben seninle bu işte çalışıyorsam, bu bana bu tür tekliflerle gelebileceğin anlamına gelmez. Ben senin arkadaşın değilim, dostun değilim. Bana gece yarısı mesaj atamazsın. Eğer bunlara yanıt vermiyorsan, diğer gün senin işten ayrılman için her şeyi yapıyorlar. ‘Sen bu işi beceremiyorsun. Çok fazla para istiyorsun’ diyorlar. İşten ayrılman için hemen her türlü zorluğu çıkarıyorlar. Satın alıyorlar bizi sanki. Kadınlar da kocam duymasın diye çırpınıyor. İki kişiye yapıldığını gördüm. Birinin ağlayarak, diğer kadının da üzerine çok fazla iş yükü yüklenerek istifa ettirildiğine şahit oldum. Böyle bir zihniyet var mı ya? Bu insanlık değil. Bu kadınlar senin cinsel objen değil. Senin iş yerinde çalışıyor diye bunu ona yapamazsın.”
Deprem sonrası işyerlerinin daha fazla kar hırsı ile işten çıkarmalara gittiğini, eskiden üç işçinin yaptığı işi bir işçiye yıkmaya çalıştığını anlatan Ayla, birçok kadının mecburiyetten bu iş yükünü ve düşük ücretleri kabul ettiğini söylüyor.
“Depremden en çok kadın etkileniyor”
Ayla gibi Betül de Malatya’da kadın işçilerin yaşadığı en önemli sorunlardan birinin tacizler olduğunu söylüyor. “Rahat bırakmıyorlar kadınları. Kadınların yaşadığı sorunlardan biri de çok az ücret alıyorlar. Kurumsal olan yer mecburiyetten veriyor ama bütün küçük firmalar asgari ücrete insanları sıkıştırıyorlar. ‘Asgari ücret zaten ya 11.400 TL, daha ne istiyorsunuz?’ diyorlar. Bir de şunu öğrenmişler. ‘Biz sizin sigortanızı yatırıyoruz 3-4 bin lira. Bedava mı senin maliyetin bana’ diyor. Ya böyle bir saçmalık var mı? Babanın hayrına mı yapıyorsun? Sanki anormal olan sigortalı olmak.”
“Ben üniversitenin karşısında üniversiteye bağlı Teknopark’ta bulunan Kolay Soft firmasında, e-fatura sisteminde takım lideri olarak çalıştım. Orası Gelir İdaresi’ne bağlı. Yeni açılmıştı ben oraya başladığımda. İyi çalışan bir ekiptik. Asgari ücretin bin lira üzerine çalışıyorduk. O dönem Malatya için iyi bir ücretti. Bizi kaybetmemek için birçok talebimizi yerine getiriyorlardı. 8-6 şeklinde çalışıyorduk. Ama ben takım lideriydim diye daha erken gidip daha geç çıkıyordum. Çocuğu da kreşe vermiştik. Eşim de vardiyalı çalıştığı için bir süre sonra çocuğu kreşten alma sıkıntımız olmaya başladı. Ben de işten çıkmak zorunda kaldım” diyen Betül deprem sonrası Malatya’da çalışabileceği çok işyeri kalmadığını söylüyor. Türk Telekom’un altyapı hizmetlerinin olduğunu ama buranın da taşeron şirket olduğu için çalışma şartlarının ağır olduğunu anlatıyor.
Depremden önce çağrı merkezlerinde de çalışan Betül, bu sektörde yoğun bir mobbing, çok satış yapma baskısı olduğunu, “çalışanların kolaylıkla harcandığını” ve çalışanın kaderinin müdürlerin, takım liderlerinin iki dudağı arasında olduğunu anlatıyor. İşten çıkarmaların çok sık yaşanmasına rağmen işçilerin tazminatlarını almalarının neredeyse imkânsız olduğunu söyleyen Betül, “Orada üç şeyden tazminat alırsın koşulsuz ve şartsız. Üniversiteyi kazanıp gidersen, evlenirsen, askere gidersen. O zaman tazminat alırsın. Ben evlenerek almıştım. Onun haricinde vermemek için her pisliği yapıyorlar.” diyor.
Depremden sonra Malatya’da hayatın çok pahalandığını ancak hala özellikle hizmet sektöründe kayıt dışı birçok işçi alımı olup buralarda insanların 4-5 bin lira gibi ücretlere çalıştırıldığına şahit olmuş Betül. “Benim alt komşum işte. Kreşte çalışıyor. Otuz-kırk kişiye yemek yapıyor. Beş bin liraya çalışıyor kadın orada. Görünürde asgari ücretle çalışıyor ama paranın bir kısmını geri veriyor. Sabah altı buçukta yürüyerek gidiyor işe, üç buçuk kilometrelik yolu var.”
Deprem sonrası hem fiziksel hem de cinsel şiddet ve baskının, buna paralel de boşanmaların arttığını söyleyen Betül, “Aslında depremden en çok kadın etkileniyor. Erkek değil. Erkekler depremin verdiği zararın hırsını eşinden çıkarmaya çalışıyor. Kadın cinayetleri duyuyoruz sık sık. Boşanmaların artması da bunlardan. Şiddet var. Ekonomik sıkıntı var. Para mutluluk getirmiyor ama parasızlık mutsuzluk getiriyor. Ev kirasını ödeyemiyorsun, eve bir şey alamıyorsun. Yani geçimsizlik, parasızlıktan aslında. Kadınlar şimdi daha cesaretlendi. Eskiden daha korkuyorlardı ya da toplum baskısı oluyordu. İşte el alem ne der? Aman çocuklar yetim kalmasın. Şimdi kadın diyor ki senin yaptığını ben de yaparım. Ben de para kazanırım diyor. Şimdi kadınlar daha çok sorgulamaya başladı. Bir de şeyi de fark ettiler. O huzursuzluğun içinde çocuklar da perişan oluyor.”
“Hiçbir yasa bizden yana işlemiyor”
Neredeyse 20-25 iş değişikliği yapan Zeynep ile sohbetimizde, ilk olarak bu kadar sık iş değişikliğinin nedenini soruyoruz kendisine. “Çünkü haklarımız verilmiyor. Sigortamız düzgün yatmıyor. İş şartları çok ağır olduğu halde ücretlerimiz çok düşük veriliyor. Mesai ücretleri çok düşük oluyor. Bir sürü yerde sürekli maaşlarımız işte mesai ücretlerimiz sürekli kesintiye uğruyordu. Bu iş yerlerinde hani eğer ki düzelmezse çıkacağımı zaten belirtiyorum. Düzelmediği için de işlerden çıkıyorum. Ben işlerimi her şekilde yürütüyorum. Çalıştığım birçok iş yerinde kendi kararımla çıkıyorum. Bugüne kadar kimse beni işimi yapmıyorum diye işten çıkarmadı. Sırf şartlar düzeltilmediği için çıktım. Güya devletin kanunları çerçevesinde çalıştırılıyoruz ama hiçbir yasa bizden yana maalesef işlemiyor. Hep patrondan yana çalışıyor yasalar.”
O kadar haklı ki Zeynep. Bu denli mücadele etmesine rağmen 19 yıl boyunca bilfiil çalışmasının karşılığında 1.420 iş günü sigortası yatmış. Eğer bu denli ilkelerini belirlemese, muhtemelen bu kadar sigortası bile olmayacaktı. İlk iş tecrübesinin 21 yaşında bir kırtasiyede olduğunu söylese de aslında öncesinde köyde aile içerisinde ücretsiz işçilik yapıyormuş. “Tarlada koyundur, kuzudur, bu şekilde çalışıyorduk.”
Dershane, özel okul gibi yerlerde çalışan Zeynep, “Eğitim dönemi 9 ay kadar ama bizi 10-11 ay çalıştırıyorlar. Buna rağmen senede 5 ay sigortamız yatırılmıyor, sadece 5 ay yatırılıyordu. Veyahut da bugün yarın yatıracağız, diyorlar. Bir bakıyorsunuz sigorta bir türlü başlamamış, aylar ayları kovalıyor. Mesela ben sigortamı gerçekten yaptırıncaya kadar birçok idareciyle kavga etmiştim.” diyerek burada emeğinin nasıl hiç edildiğini anlatıyor. Malatya’da sigortasız çalıştırma oranlarının yüksek olduğunu, sigorta yatırmanın kimi zaman yevmiye belirlemede pazarlık konusu yapıldığını da söylüyor Zeynep. “Mesela ev veya merdivene temizliğine giden kadınların hayatta hiçbir şekilde sigortaları yatmıyor. Kadının kendisi yatırıyor. Bir arkadaşım vardı mesela, o da 42 yaşlarında. 18 yaşından itibaren ev temizliğine gitmeye başlamış. Eşi alkol bağımlısı. Ondan kurtarılabildiği kadarı ayırıp sigortasını yatırmış. Ondan sonra bulduğu işte, özel okulda ve fabrikada çalıştı. Oradaki günleriyle beraber sigortasını tamamladı ve o şekilde emekli oldu.”
Deprem sonrası çalışamamak…
Deprem sonrası Malatya’da kadınların tükenmişlik sendromu yaşadıklarını konuşuyor. Zeynep de benzer düşünüyor. “Hepsi mutsuz. Eşleriyle mutsuz, çocuklarıyla mutsuz. Bugün çoğu çocuk sokakta. Argo konuşan, kavga eden, bıçaklı saldırıya, şuna buna giren bir sürü çocuk var. Gençler var. Malatya zıvanadan çıkmış. Yani bugün emniyete sorduğun zaman dahi emniyet diyor ki hani bizim yapacağımız bir şey yok diyor. Aileler sahip çıksın ama demiyorlar ki örneğin aileler nasıl geçindirecek o evi? O anne-baba çocuğunun geleceği için çalışırken bir yandan çocuğunu kaybediyor ama elinden bir şey gelmiyor. Anne baba mecburiyetten çalışmak zorunda. Kimse geçinemiyor. Evi geçindirenler de genelde kadınlar.” “Malatya’da kadın olmak zor” diyor Zeynep. “Çalışsan bir dert çalışmasan bir dert. Buranın koşulları çok zor. Ki bu deprem sonrası mesela kira fiyatlarının artışı, doğalgaz, elektrik, su faturalarının artışı… Bunlar bir asgari ücretle mümkün değil ödenmez. Düşünün ki 10 bin lira ev kirası. Geçinmek gerçekten çok zor.”
Diğer yandan Zeynep de Betül de Ayla da deprem sonrası çalışmamayı tercih ediyorlar. “Çok kâr hırsı var Malatya’da. Bütün firmalar ‘daha çok kâra geçeyim’ istiyor. Para hırsı gözlerini bürüdü” diyen Ayla, iş koşullarının kötüleşmesinin, deprem sonrasında çalışmasını engellediğinden bahsediyor. Zeynep ise “Ben de niye iş aramadım? Halen deprem olduğu için psikolojik anlamda çocuklarım iyi değildi. Kızım özellikle korkuyordu. Evde yalnız kalmak istemiyor, bir yere gitmek istemiyordu. O yüzden çalışmak istemedim. Çünkü deprem bizi o kadar korkuttu ki, maddi şeyler en son sıraya geçti.” diyerek neden çalışamadığını anlatıyor.
* Kadınların isteği üzerine isimlerini değiştirdik.
Fotoğraflar: Bahar Gök
*Bu haber RLS ve Kadınİşçi işbirliği ile yapılan Depremden Etkilenen İllerde Kadın Emeği araştırması kapsamında yazılmıştır.