Mantarcı Semra’nın inanılmaz hikayesi

Mantar yetiştiriciliği hakkında bilgilendikten sonra işe girişiyor. Evinin tam bitişiğindeki gecekondudan bozma mekanı bu iş için düşünüyor Semra. Tırnaklarıyla kazıyarak başarıyor. “İstiridye” adı verilen mantar türünü yetiştirip, pazar yerlerine götürüyor. Sonra atık işçiliğine adım atıyor. Her defasında önüne engeller çıksa da hepsini aşıyor...
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com
Ayla Önder onderayla@gmail.com

Mantar yetiştiriciliği hakkında bilgilendikten sonra işe girişiyor. Evinin tam bitişiğindeki gecekondudan bozma mekanı bu iş için düşünüyor Semra. Tırnaklarıyla kazıyarak başarıyor. “İstiridye” adı verilen mantar türünü yetiştirip, pazar yerlerine götürüyor. Sonra atık işçiliğine adım atıyor. Her defasında önüne engeller çıksa da hepsini aşıyor…

O’nu tanıdığımda bir otobüs durağındaydım. İnsanların yüzlerinde maskelerle ve telaşla bekleştiği bir yerdi. Covid 19 nedeniyle mesafemizi koruyorduk. Tam yanımdaki kadın bir hat numarasını vererek, “bu otobüs geçti mi acaba?” diye kaygıyla sordu, aldığı yanıtla sevindi. Elindeki torbada oldukça iri mantarlar vardı. Karşılaştığımız durak bir SGK hastanesinin önündeydi. 49 yaşlarındaydı ve konuşkanlığıyla, içtenliğiyle dikkat çekiyordu. “Hastaneye mi geldiniz?” dedim. Düşmesinden imtina edercesine dikkatle tuttuğu o büyük poşeti gösterip yanıtladı; “Yok, Hastane’nin arka sokağındaki pazar yerine gittim. Her perşembe kurulur, ben de her hafta oraya gelirim. Mantarlarımı bir pazarcıya verdim biraz önce, tezgahına koydu sağ olsun. Satınca parasını ödeyecek. Hepsini almadı ama onun da yeri var. Bu torbadakileri de Ümraniye’de bir tanıdığıma götüreceğim.” O günkü bekleyişte, mantarlarla içiçe geçen hayatının bir bölümünü paylaşmıştı bile. Gecekondusunun bahçesinde loş, nemli bir odada ekip büyütüyordu onları. Zamanı gelince toplayıp, ilgili yerlere götürüyor, biriktirdiği paraları her hafta sonunda oğluna gönderiyordu.

Hayatı bir mücadele günlüğü gibi

Onu etkileyen bir hasretten, kavuşamama halinden söz ediyordu sık sık.. Çocuğuna neden para gönderdiğini de paylaştı; Semra İşler’in iki oğlu vardı. Küçük olanı cezaevindeydi epey zamandır. Onu üzen daha ergen yaşlardayken mahpuslukla tanışmasıydı. Yaşadığı bölgedeki çete türü oluşumlar çocuğa el atmış. Çok direnmiş, çok uğraşmış ama kurtaramamıştı ellerinden. Çocuk bazı suçlara istemeden itilmişti. Anlattıklarını bu kez daha dikkatle dinliyorum; Kişisel bir yorum olarak insanın aklına takılıyor; “Bu kadının büyüttüğü, kişiliğini şekillendirdiği bir çocuk nasıl suç işleyebilir ki?” Tokatlı Semra’nın hayatı bir mücadele günlüğü gibiydi adeta. Yaşadığı deneyimle, düşünceleriyle, umutlarıyla, beklentileriyle hikayesini peşinden sürüklüyordu. Büyük oğlunun eğer iş bulursa gemilerde çalıştığını söyledi bu arada. Masrafları yükselmiş bu olay meydana geldiğinde. Çünkü avukat tutmuş ve maddi imkanlarının sınırlarını aşarak bu parayı ödemek zorunda kalmış. O’nun için yol parası dahi bütçeyi zorlayan bir gider. Çoğu yere yürüyerek gitmeyi göze alıyor bundan dolayı. Fakat Çekmeköy’den Şişli’ye yürüyerek gitmesi imkansız olduğu için(Avukatın bürosu Şişli’de) o dönem çok para harcamış. Üstüne üstlük mahkeme olumsuz sonuçlanmış çocuk içeri girmiş. Bunları konuşurken beklediği hat durağa yaklaşıyor. Eşarbının bağını sıkılaştırıyor ve biniyor. Tekrar görüşmek üzere telefonunu istiyorum, veriyor.

Kocasını affetmedi

O gün, evine doğru yol alan mantarcı, ikinci görüşmemizde de çocukların babalarının ilgisizliğinden dem vuruyor. Hem ilgilenmiyor hem de yardım etmiyormuş. Bu cümlesinin ardından, yaşamındaki diğer bir vakaya geçiyor. Semra ihanete uğramış. 1987’de tanıştığı ve severek evlendiği adamın bir ilişkisi olduğunu öğrenmiş. Haysiyet sorunu olarak görmüş bu durumu ve dava açmış. “Bir kereden bir şey olmaz demedim. Ayrılmakta çok kararlıydım. Onunla kalırsam haysiyetim ayaklar altında olacaktı. Dava uzun sürdü ama ikinci mahkemede hakim boşanma kararı verdi. ’88’de başladı evlilik ve ’95’te bitti. 8 yıl evli kaldık. Çocuklar küçüktü. Sonra ‘Haydi Semra, iş başa düştü artık’ dedim”.

Hayatını oğluna göre programlamış. Onun dört duvar arasında, her şeyden izole yaşamını düşündükçe daha da duygusallaşıyor. “Ele güne karşı mahçup olmasın. Tahliye olunca evlada yaşayacak daha iyi bir yer lazım. Morali düzelsin. O nedenle evde bazı tamiratlar yaptırdım” diyor

Evlilikle birlikte İstanbul’a göç

Bir gecekondu bölgesinde, Çekmeköy’e bağlı oldukça sınırda kalan bir mahallede yaşıyor. Çoğunlukla işçi insanların ikamet ettiği, yoksulluğun şehrin diğer alanlarına göre daha yoğun olduğu bölgeler. Kentin “arka sokakları “. Çekmeköy önceden Ümraniye’ye bağlıymış ama şimdi bağımsız bir ilçe. Ona ait dinlediğiniz ne varsa ilk başta gözlerinizi açıyorsunuz. Anadolu’nun bir şehrinden İstanbul’a göç etmişler. Tokat’ın merkez mahallesine bağlı Yağmurlu köyünde doğmuş. Dört kız kardeşler. Babası bir köy öğretmeni. Bu bir şans olmuş, baba kızlarını okutmuş. Fakat sadece ilköğretime kadar. Köyde başka bir geliri olmayanlar hayatlarını daha çok çiftçilikle ve hayvancılıkla sürdürüyorlarmış. Ve Semra evliliğinin ardından İstanbul’a göç etmiş. Köy yaşamının sertliğinden kaçmak için bir sığınak büyükşehir. Fakat hayatın acımasızlığına dalmak da demek aynı zamanda..

Tırnaklarıyla kazıyarak geçinebilmek

Çevresinden mantar yetiştiriciliği hakkında bazı duyumlar aldıktan sonra kendi yapmak istemiş bu “topraksız çiftçilik” uğraşını. Zorlanmış, adeta tırnaklarıyla kazımış. Evinin tam bitişiğindeki gecekondudan bozma mekanı bu iş için düşünüyor. 49 yaşındaki Semra, tek kişilik mantar işçiliğine aslında zoraki başlamış. Sonra ev giderleri ve oğluna bir destek olarak bu işe gönül vermiş. İki odanın duvarlarına raflar yapıp, bu raflarda “istiridye” adı verilen mantar türünü yetiştirmeye başlıyor. Burayı adeta mantar yetiştirmek için bir küçük laboratuvara dönüştürüyor. Mantarların meraklıları var, götürüp onlara satıyor. Bazen de onu tanıyanlar sipariş veriyor. Büyük bir bölümünü de pazarda “Köylü pazarı” denilen yerlere götürüyor. Kendi tezgah açamadığı zaman ürünü verdiği pazarcılar destek oluyormuş. Bir ay önce ekmişti şimdi ilk mantarlar boy verdi. Haziran’a kadar da mantarlar üremeye devam edecek. İki odayı atölyeye dönüştürerek gerçekleştirdiği tek kişik tarım işçiliğini gücü elverdiğince sürdürmeye kararlı.

Hurdacı değil ‘geri dönüşüm işçisi’

Üstte de söz ettiğimiz gibi, içerdeki oğluna her hafta para yollamak zorunda. Toplamda bir maaş kadar bir miktar bu. Ekonomik koşullara teslim olmamak için direniyor ama maddi sıkışıklığı sürüyor. Semra yeni bir iş kovalıyor. Bu kez, alışveriş mekanlarından veya hiper marketlerden naylon kasalar, plastik atıklar toplamaya başlıyor. Büyük Şehir Belediyesi bu emekçileri, “katı atık işçileri” olarak tanımlıyor. İkinci işi olarak yaptığı atık toplama işinde başka şartlar da yaratıyor. Şöyle ki; Mantarın diğer doğal besinlere göre fiyatı biraz daha yüksek. Bazı kadınlar, özellikle bulunduğu bölgede yaşayanlar ödemede güçlük çektiklerini söyleyince o da yol öneriyor; “Para şart değil, evde hurda, plastik, eski bakır eşya, alüminyum varsa o da olur!” diyor. Böylece yeni hurdalar biriktiriyor. Yalnız bu yeni uğraşından söz ederken “hurda” adını kullanmıyor. “Ben geri dönüşüm işçiliği yapıyorum” diyor. Tabii ki bu uğraş bahçesinde eski eşyalar yığını demek. Böylece naylon, teneke, demir ve plastik yığınlarıyla dikkatleri çekiyor. Bir engel daha; komşular şikayet ediyor! “Burada çöpler var, görüntü de çok çirkin” diyorlar. Belediye de gelip, ne varsa alıp götürüyor! “Bunlar çöp” diye üzerine gelenlere karşı tek kişilik bir güce dönüşüyor. Bölgedeki yerel televizyona haber veriyor. Gerçekleştirilen çekimin haber olarak yayınından sonra, tüm ilçeye sesini duyuruyor. Sesim TV’nin yayına aldığı haberin ardından mağduriyeti anlaşılıyor. Bir katı atık işçisi olarak elinden alınıp götürülen ne varsa tekrar geri getiriliyor! Diyor ki; “Ben zorlukların üstüne gidiyorum. Ne zaman önüme yokuş çıksa illa ki başaracağımı düşünüyorum hep”.

Bir maratonun perde arkası

Semra’nın enteresan bir hikayesi daha var. 13 yıl önce, 2009’da Avrasya Maratonu’nda görülüyor. . Televizyondan haberleri izliyor ve o gün Boğaz Köprüsü’nün herkese açık olacağı haberini alıyor. Bunu öğrenince, oğlu için tuttuğu avukata o gün görüşme için ricada bulunuyor. Çünkü o dönemde eline geçen bütün parayı “avukat ücreti” olarak kenara koyuyor. Amacı karşı yakaya gidiş ve gelişte ücret ödememek. Düşüyor yollara. O sırada dünyaca ünlü fotoğraf sanatçısı Bruno Barbey’de maratonu çekmek için Türkiye’de. Semra objektifine takılıyor. Havadaki griliği arkasına alarak ilerleyen bir “kadın maratoncu” olarak, sanatçının daha sonra açtığı sergisinde bu görüntü yayınlanıyor. Elinde bir çantayla, “bedeni orada ama aklı başka yerde” olarak yürüyor, yürüyor…

Semra’nın hikayesi bence bir kadının gücünün kolay kolay kırılamayacağının göstergesi. Yeter ki karar versin kadın!

 

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!