Mülteci kadınlar: Her türlü şiddete açık, en ucuz işgücü…

Tırmanan mülteci karşıtlığı ve ırkçılık en çok göçmen kadınları tehdit ediyor. Dil sorunu olan yasalara, yasalardan kaynaklanan haklara bile ulaşamayan, göçmen kadın işçiler, işyerlerinde ya üç kuruşa çalıştırılıyor ya da evde parça başı üretim yoluyla sömürülüyor. Evde, işte fiziksel ve cinsel şiddete karşı ise bütünüyle korumasızlar.
Paylaş:
Yadigar Aygün
Yadigar Aygün
yadigaraygun93@gmail.com
Yadigar Aygün yadigaraygun@gmail.com

Tırmanan mülteci karşıtlığı ve ırkçılık en çok göçmen kadınları tehdit ediyor. Dil sorunu olan yasalara, yasalardan kaynaklanan haklara bile ulaşamayan, göçmen kadın işçiler, işyerlerinde ya üç kuruşa çalıştırılıyor ya da evde parça başı üretim yoluyla sömürülüyor. Evde, işte fiziksel ve cinsel şiddete karşı ise bütünüyle korumasızlar.

Muhalefetin körüklemesiyle bir süredir gizli, açık sürdürülen mülteci karşıtlığı ve ırkçılık, geçtiğimiz günlerde alenen gündeme oturdu. Medyada, sosyal medyada, kamuoyunda mültecilere yönelik, ırkçılık, ayrımcılık ve nefret söylemi iyice arttı. Egemen erkekler erkekliklerini mülteciler üzerinden yarıştırıyor. Kötü şeyler oluyor. Mülteciler, hedef haline getirilirken, bu şiddet ortamı mülteci kadınları, artan emek sömürüsü, tecavüz, cinsel istismar, cinsel tacizle karşı karşıya bırakıyor.

Mülteci kadınların bu süreçte yaşadıklarını Kadınlarla Dayanışma Vakfı(KADAV) üyesi Özgür Genç, Göç İzleme Derneği Eş başkanı Kamile Kandal ve Gazeteci İnci Hekimoğlu ile konuştuk.

Toplum kışkırtılıyor

Göç İzleme Derneği Eş Başkanı Kamile Kandal, mültecilere yönelik artan ırkçılık ve nefret söyleminin onları tedirgin ettiğinin altını çizerek: “Göçmenler, Türkiye’de göçmenler, son süreçte özellikle körüklenen milliyetçilik söylemleri, nefret söylemleri mülteci düşmanlığından tedirginler. Tedirgin olmakta çok da haklılar. Suriyeli sığınmacılara yönelik nefret söylemi yaygındı fakat son iki haftadır Taksim’de, Afgan ve Pakistanlı sığınmacılara yönelik nefret söylemleri, onları da doğrudan açık hedef haline getirdi. Toplumda, medyada ve sosyal medyada yukarıdan kurulan ırkçı bir dil kullanılıyor. Siyasetçiler, gazeteciler, kanaat önderleri toplumun en altında bulunan kesimleri kışkırtıyorlar, Suriyeli sığınmacı cinayetleri yaşadık. Göçmen esnaflara saldırdılar. Göçmen sığınmacı mahallelere saldırdılar. Bu şiddet ortamından en çok kadınlar ve çocuklar etkileniyor”

Erkek tarafından tehdit ediliyordu

Kamile Kandal, göçmen kadınların işyerlerinde ucuz emek olarak görüldüğünü belirterek yaşanan emek sömürüsüne dikkat çektikten sonra kadınların iş yerlerinde cinsel istismar ve tacize maruz kaldığını vurgulayarak şöyle devam ediyor: “İster zorunlu göç, ister ekonomik amaçlı, yoksulluktan çalışma belgesi ile çalışmaya gelen geçici göçmenlerin, emek sömürüsü ve ucuz işgücü olarak yaşadıkları ve maruz kaldıkları hak ihlalleri aynıdır. Fabrika, tekstil atölyeleri, merdiven altı kaçak işyerlerinde, ev işçiliğinde, hasta bakımında ve çeşitli güvencesiz işlerde çalışan kadınlar, emek sömürüsünün yanı sıra, erkek göçmenden farklı olarak cinsel taciz ve saldırıya maruz kalmaktadır. Patronlar, patron temsilcileri, bazen de geldikleri ülkelerdeki erkekler, onların ülkelerine geri gönderilme korkusundan yararlanarak sözlü ve fiziksel cinsel tacizde bulunuyorlar. İstanbul’da patronunun tecavüzüne uğrayıp, hamile kalan İranlı bir kadın, bu erkek tarafından sürekli tehdit ediliyordu. Halen yasal mücadelesini sürdürüyor.”

Ucuz işgücü

KADAV üyesi Özgür Genç de göçmen kadınların işyerlerinde güvencesiz ve düşük ücretlere çalıştırıldığına dikkat çekiyor: “Görüştüğümüz ve temasımız olan göçmen kadınların çoğunluğu ev eksenli işlerde (parça başı) veya tekstil atölyelerinde güvencesiz, düşük ücretli, yoğun emek sömürüsüne maruz kalarak çalışıyorlar. Bu tür işler için özellikle göçmen kadın emeği en ucuz emek biçimi olarak görülüyor ve neredeyse herkesten daha düşük ücretlere çalıştırılıyorlar. Hayat pahalılığı sonucu geçim sıkıntısının artması ve yoksullaşma sebebiyle daha önce çoğunlukla hiç iş deneyimi olmayan göçmen kadınlar daha fazla sayılarda iş piyasasına girmeye ve en azından bir takım gündelik ihtiyaçları karşılayabilecek işler aramaya başlıyorlar. Bulundukları koşullar altında ancak güvencesiz ve sömürüye açık ve devamlılığı olmayan işlerde çalışabiliyorlar. İş deneyimlerinin olmaması, yabancı olmak, kadın olmak ve hayatı devam ettirebilecek bir işe bilmedikleri bir alanda hızlı ulaşabilmek kıskacında göçmen kadınlar çocuklar ile birlikte en ağır sömürü koşullarında çalışanlar”

.

Tepki vermekten korkuyorlar

Kadın emeğinin yoğunlukta olduğu kayıt dışı ekonomiye göçmen kadınların dahil olmasıyla birlikte kötü olan koşulların daha da kötüleştiğini belirten Genç şöyle devam ediyor: “Bu alana göçmen kadınların da dahil olması ile kadın emeği sömürüsü en kötü koşullarıyla genişledi. Öte yandan atölyelerde ve evin dışında çalışan kadınlar yine en düşük ücretli ve güvencesiz işlerde çalışırken bir yandan da ayrımcılığa ve tacize maruz kalıyorlar. Bu muamelelere çoğunlukla herhangi bir tepki veremiyorlar çünkü işverenler göçmenlerin seslerinin daha zor ve kısık çıkacağını, çıksa bile çok da duyulmayacağını biliyor. Göçmen kadınlar işlerini kaybetmemek ve güvende kalabilmek için göçmenlerin ekseriyetle başvurduğu bir strateji olan “göze batmanın” sonuçlarından kaçınmak için çoğunlukla ya susuyorlar ya da dışarıda çalışma biçimini terk ediyorlar”

Pek çok haktan yararlanamıyorlar

Göçmen kadınların pek çok hizmetten faydalanamadığını sözlerine ekleyen Genç şiddete maruz kalan göçmen kadınların ise kendi kaderine terk edildiğini anlatıyor, “KADAV olarak karşılaştığımız en büyük sorunlardan biri ise şiddete uğramış göçmen kadınların birçok hizmetten faydalanamamaları. Şiddetten kaçarak şehir değiştirmiş kadınlar kayıtlı oldukları şehrin dışına çıktıkları için buradaki sosyal hizmetler, sağlık hizmeti, nakit destek de dahil hiçbir hak ve hizmetten faydalanamıyor ve hatta karakollara şiddet başvurusu dahi yapamıyor, kadınlara kayıtlı oldukları şehirlere dönmeleri ve oradan başvuru yapmaları söyleniyor.” Şiddet gördüğü yerde fail erkek tarafından bulunma korkusuyla, çoğunlukla başka şehirlerdeki yakınlarına sığınmış olan bu kadınların çok zor durumda kaldıklarını belirten Genç , “Genel olarak kadınları şiddetten koruma ve şiddeti önleme yükümlülüklerini yerine getirmeyen devlet, şiddete uğrayan göçmen kadınlar için neredeyse hiçbir hizmet sunmuyor. Var olan hizmetlerinden faydalanabilmeleri için kolaylaştırıcı hiçbir uygulamada bulunmuyor.”

Özgür Genç, kadınların çoğunlukla haklarını, nereye başvuracaklarını bilmediklerini, bazı durumlarda kimlikleri olmadığı için çoğu zaman da dil bilmedikleri için bu haklara erişemediklerini, ev içinde şiddet ve her türlü cinsel istismara karşı yalnız bırakıldığını söylüyor.

Medyada barış dilini inşa etmek lazım

Göçmenlere yönelik şiddet dilini eleştirdiği için medyada lince maruz kalan İnci Hekimoğlu, nefret söylemenin son dönemde tırmandırılmasının ardında Ümit Özdağ ve partisinin büyük rol oynağına dikkat çekerek “Ümit Özdağ’da zaten bir ırkçı olduğu için sadece sığınmacılara değil Kürtlere kendi öz kimliğine sahip çıkan herkese karşı yönelttiği bir nefret söylemi hep vardı. Bunu söylediğim içinde Özdağ’ın kendisi ve trolleri hemen beni hedefe koymuşlardı. Hesabımı kilitlemek zorunda kaldım o kadar ağır hakaretler ve tehditler ile karşılaştım. Bunun arkasında bir senaryo olduğunu düşünüyordum ve çok haklı çıktım.”

Mültecilere yönelik nefret söylemi içeren bir sürü videonun ardından Sessiz İstila, belgeselinin yayınlandığını, bu belgeselin Özdağ tarafından finanse edildiğinin kendisi tarafından kabul edildiğini söyleyen Hekimoğlu, bununla göçmen ve sığınmacılara karşı yeni bir fay hattının alt yapısının hazırlandığını belirtiyor.

Savaş politikalarına karşı mültecileri hedefe koymak yerine savaşın asıl sorumlusu olan iktidarı hedefe koymak gerektiğinin altını çizen Hekimoğlu “Bir entegrasyon politikası uygulanması gerekir. Bu köpürtülen şiddet dili ve nefret söylemi bütün muhalefete yayılabilir. Başta Kürtler, Ermeniler, Kadınlar, LGBTİ+ bireyler, azınlıklar zaten topyekün hedef alınmış durumda” diye konuştu.

Medyanın mültecilere yönelik nefret söylemi ve şiddet dilinin birer hak ihlali olduğunun altını çizen Gazeteci Hekimoğlu, gazetecilere düşen görevleri hatırlattı. Hekimoğlu, “Gazetecilerin sorumlulukları evrensel tanımlarla belirlenmiştir. Gazeteci kendi ülkesi savaş halindeyken bile taraf olamaz. Burada gazetecilere düşen nefret ve savaş dili yerine barış dilini kullanmaktır. Barış gazeteciliği yapmak gerekiyor ama ne yazık ki bu ülkede gazetecilik siyasetin bir aperatifi haline getirildiği için çok az bir kesim bu ilkelere sadık kalarak gazetecilik yapıyor.”

Paylaş:

Benzer İçerikler

Başakşehir’e bağlı Şahintepe mahallesinde, 400 günü aşkındır bir nöbet sürüyor. Çevre Bakanlığı ve bölge belediyesinin halkı mahalleden sürme girişimleri sonuçsuz kaldı. Kurdukları “Barınma Hakkı Meclisi” içinde örgütlenen Şahintepelilerin, fiili mücadelesinde kadınlar en önde. “Mahalle içindeki ve dışındaki kirli eller çekilene kadar oradayız” diyorlar.
Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı’nı değerlendiren feminist sosyolog Berfin Atlı “Esnek çalışma modeli kadınların yoksulluk döngüsünü kırmak yerine, bu döngünün derinleşmesine neden olacak” diyor.
Diyarbakır’da cami önünde Kur’an-ı Kerim okuyarak geçimini sağlayan, engelli bir oğlu olan Rojda, ‘’Ama kendime de bir dua ediyorum. İnşallah oğlum benden önce ölür diye. Bakacak kimsesi yok. Ölüm fakirlikten ve kimsesizlikten iyidir’’ diyor.
Tatil öncesi meclise getirilmesi beklenen 9. Yargı Paketi’nin içindeki “etki ajanlığı” düzenlemesinin kadın ve LGBTİ+’ların güçlenme ve dayanışma mekanizmalarını nasıl etkileyeceğini Mor Çatı ve Kadının İnsan Hakları Derneği ile konuştuk.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!