Ayla Önder onderayla@gmail.com
Boşanma sonrası kadının yasal hakkı olan nafakanın budanması söz konusu. Nafakanın üç yılla sınırlanması, evliliğini sonlandırana adeta bir ceza! Av. Hülya Gülbahar’a göre değişiklikler, ekonomik krizin faturasını yoksul ev kadınlarının üzerine yıkmaya çalışmanın bir planı. Av. Dilek Yumrutaş, değişikliklerin kadının insan haklarına yönelik bir ihlal olduğunu vurgularken, Av. Aytaç Ceylan Canbazer ise “Erkek eşine gönül rızasıyla hiçbir şey vermek istemiyor” diyor.
Boşanma sonrası kadına ödenen nafaka tartışmaları yeniden gündemde. 6’ncı Yargı Paketi’ndeki değişikliklerle nafakaya süre getirilmesi ve diğer uygulamalar kadınların aleyhine işleyecek. Nafaka hakkını savunanların, “eski kocaları soymak” gibi niyetler taşıdığı varsayılıyor! Bir kadının boşanmayı tercih etmesi, onun mülkiyet hakkını kaybettiği anlamına gelmez oysa! Kötü evlilikler yerine yalnızlığı seçmiş olan kadın, adeta “evliliğini koruyamayan” taraf olarak suçlanıyorlar. Eski eşi mağdur ettiklerine karar veriliyor, manipülatif olarak etiketleniyorlar. Birçokları süresiz nafakayı, “evliliği yürütemeyen” kadın için bir sopaya dönüştürdü. Oysa ki bu hak, boşanan kadını maddi olarak güçlendirmek için bir araç görevi görüyor. Temel haklarını kullandıkları için “açgözlü” veya “bencil” gösterilme gayretlerinin ardında gizlenenler ise çok farklı. Vahim bir hal alan bu konuyu kadın hukukçular değerlendirdi.
Üç çocuk tavsiyesi ve nafakanın ‘haram’ ilan edilmesi
Avukat Hülya Gülbahar, boşanan kadına ödenecek nafakanın üç aydan sonra kesilmek istenmesinin barındırdığı çelişkilerden söz ediyor; “Nafaka mağduru olduğunu söyleyen erkekler, bağlanan 200-300 TL’lik nafakaları bile ödemiyorlar. 30-40 yıllık evlilikten sonra 270 lira nafaka ile ev geçindirmeye çabalayan kadınlar var. Nafakayı kaldırma planıyla, babaları ve kocaları kadınlara, çocuklara karşı kışkırtıyorlar. Diyanet TV’de yapılan ‘ Üç aydan sonra nafaka haramdır’ yorumlarıyla erkekler nafakayı ödememeye teşvik ediliyor. Kız çocuklar için 9, erkek çocuklar içinse 12 yaşından sonra nafakanın ödenmemesi gerektiği vurgulanıyor. Bu planlarla, babaları kadınlara ve çocuklara karşı kışkırtan bir politika izliyorlar. Erkekler kadınlara ve çocuklara tek kuruş nafaka ödemeye yanaşmıyor. Bağlanmış olanları da iptal etmek istiyorlar! Milyonlarca kadın ve çocuk mağdur olacak. Nafakayı, iki veya beş yıl gibi sürelere indirme çabasındalar. Devlet politikası olarak ‘erken evlenin, çok çocuk doğurun’ dediler. Kadın boşanmışsa ve üç çocuk varsa, beş yıl sonra o çocuklara kim bakacak? Babalar mı, devlet mi? Kadınların eğitim, çalışma ve mülk sahibi olma haklarını kısıtlamakla kalmayıp, bir de nafaka hakkına göz dikiyorlar! İktidar için bu plan, ekonomik krizin faturasını yoksul ev kadınlarının üzerine yıkmaktır. Cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar nihayet bir nafaka araştırması yapmışlar. Bu da nafakanın asıl mağdurunun kadınlar olduğunu kanıtladı. Türkiye’deki nafakaların yüzde 66’sı ödenmiyor! Kadınların mevcut olan bu hakkını kesmek yerine, ödenmesini sağlamak için harekete geçmeliler.”
Boşanma sonrası kadınlar yokluğa terk edilecek
Av. Gülbahar; gündeme getirilen bu konuların tehlikelerine şu sözlerle dikkat çekiyor: “Medeni yasanın parça parça lağvedilmesi anlamına gelen riskler söz konusu. Nafakanın süresiyle oynamak, milyonlarca ev kadınını şiddet dolu evliliklere mahkûm etmektir. Ya da eşlerinin açtığı boşanma davalarının sonrasında yokluğa terk edilmek anlamına gelir bütün bunlar. Yeni düzenlemelerle, herhangi maddi durum, kusur araştırması yapılmaksızın hemen boşanma kararı verilebilecek. Bugün Diyanet’e ‘SMS’le boşanabilir miyiz?’ soruları geliyor. Bağlanan nafakalar tahsil edilemiyor ki. Dolayısıyla nafaka mağdurları asıl kadınlar ve çocuklardır. Erkenden doğuran kadınlar, 5. yılın sonunda boşandıklarında çocuklarına kim bakacak? Vicdanları sızlatan bir girişim bu. Bu değişikliğe sadece kadınların değil, bütün muhalefet partilerinin direnmesi gerekiyor.”
Evlilik ilişkisinin doğurduğu mali bir yükümlülük
Avukat Dilek Yumrutaş, yasada nafaka kurumunun, zaruret içerisinde bulunan aile bireylerinin temel geçim ihtiyaçlarını sağlamak amacıyla oluşturulduğunu anımsatıyor. Nafakanın hem bireysel hem de toplumsal bir işleve sahip olduğunu vurgulayan hukukçu Yumrutaş şu açıklamayı yapıyor; “Türk Medeni Kanunu’na göre yardım nafakası, hısımlık ilişkisinden kaynaklanan ahlakî bir yükümlülük olarak düzenlenmiştir. Buna göre üstsoy veya altsoy hısımlar, yardımda bulunulmadığı takdirde ve zaruret halinde birbirlerine yardım nafakası ödemekle yükümlüdürler. Bakım nafakası ise evlilik ilişkisinin doğurduğu mali bir yükümlülük. Boşanma gerçekleştiğinde velayet hakkı kendisine bırakılmayan eş, çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli olan giderlere katılmaya zorunlu.”
Süre sınırlaması yasal açıdan mümkün değil
Yargıtay kararlarında da yoksulluk nafakasının süre ile sınırlandırılmasının söz konusu olamayacağının altının çizildiğini belirtiyor Avukat Yumrutaş. Amacın boşanmadan dolayı yoksulluğa düşecek eşin, diğer eş tarafından ekonomik yönden desteklenmesi ve asgari yaşam gereksinimlerinin karşılanması olduğunu da sözlerine ekliyor. Bu bakımdan nafaka alacaklısı açıkça talep etmedikçe, yoksulluk nafakasının belirli bir süre ile sınırlandırılmasının yasal açıdan mümkün olmayacağına vurgu yapıyor. Kanunun nafakanın “süresiz” olmasını açıkça öngördüğünü, takdir hakkına sığınarak nafakayı belirli bir süre ile sınırlamanın kanuna açık aykırılık oluşturduğunu anlatıyor. Aynı zamanda arabulucu olan Av. Dilek Yumrutaş, kadının insan haklarına müdahale anlamını taşıyan ve hukuki güvenceden yoksun bırakan bu süre sınırlandırmalarının hukuken kabul edilmesinin mümkün olmadığını açıklıyor.
Boşanan kadın cezalandırılıyor mu?
Peki, evlilik yılına göre nafaka süresinin planlanmasıyla boşanan kadın cezalandırılıyor mu? Aile Hukukuna ilişkin boşanma, koruma, nafaka, tazminat, velayet ve kişisel ilişkilerin düzenlenmesi gibi ihtilaflı davalarla ilgilenen Yumrutaş, “elbette” diyor ve cinsiyete dayalı rollere atıfta bulunuyor; “Toplumsal cinsiyet rollerinden kaynaklanan pek çok alanda eşitsizliklere maruz ve adalete erişimde daha güçsüz, dezavantajlı konumda kadın. Bu uygulamanın, erkek egemen toplumda, güçlünün tahakkümü ile kadının daha da güçsüz konuma gelmesine yol açacağını önemle belirtmek gerekir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramı, kadın ve erkeğin, toplumsal kurumlar içinde mevcut kaynakları, fırsatları ve gücü kullanımda eşitliği ifade eder.”
Hiçbir inanç sisteminde böyle bir anlayış yok
Başlatılan güncel tartışmalarda erkeğin “süresiz nafaka” ödeyerek mağdur olduğu iddia ediliyor. Bu bakışı, kadının insan hakları çerçevesinde değerlendiriyor. Dezavantajlı konumdaki kadının güçlendirilmesinin, adalete erişiminin önemine değiniyor. Yoksul duruma düşecek olan eşin yaşadığı, “güç eşitsizliğinin giderilmesi” gerektiğini ifade ediyor. Bunun sosyal ve hukuk devleti anlayışının temel bir ilkesi olduğunu anımsatıyor. “İnsanın yaşamını ve varlığını insani koşullarda sürdürme hakkını ortadan kaldıran inanç, düşünce ve görüşün hiçbir inanç sisteminde yeri yoktur; olması da mümkün değildir!” diyor altını çizerek.
Kalıp yargıları sorgulamak
Kadın kendini geliştirip, güçlü bir toplumsal konum elde etmeye çabalarken, duygusal yaşamında erkeğin vetosu ile karşılaşıyor hukukçuya göre. Erkeğin kendine bağımlı olacak bir kadın tercih etmesi olgusunu dile getiriyor. “Kuşaklar ve kültürler arasındaki farklılıkları belirlemek, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği anlamak ve toplumsal düzende bunun neden olduğu sorunları ortadan kaldırmak için çabalamalı. Bunun için, toplumsal cinsiyet kavramının yaşam pratiklerine nasıl yansıdığını anlamak önemlidir. Unutulmamalıdır ki kadına ve çocuğa yönelik her türlü baskı ve şiddetin durdurulması için öncelikli olarak buna neden olan toplumsal cinsiyete dair kalıp yargıları sorgulamak ve değiştirmek için çaba harcamak gerekir” düşüncesini paylaşıyor.
Kadını tahakküm altına almak isteyen zihniyet
Patriyarkal kültürün kendi ideolojisini geliştirdiğini, kadınları kaderlerine rıza göstermeye ve kendi durumlarını içselleştirmeye yönelttiğini vurguluyor. “Ataerkil ideolojinin içselleştirilmesi için, kadınları olduğu yerde tutmaya yarayan çeşitli mekanizmalar ve zihniyet kalıpları geliştiriliyor” diyor hukukçu Dilek Yumrutaş. Toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerin fark edilmesi, kadının insan hakları açısından önem taşıyor ona göre. Ataerkil kalıplara dikkat çekiyor; “Son günlerde sık sık dile gelen ‘Süresiz Nafaka Haram’ söylemlerini öne süren zihniyet, kadını tahakküm altına almayı hedefliyor. Toplumda yaşayan tüm bireylerin bu söylemleri külliyen reddetmesi insan haklarına saygının gereğidir.”
Zaten sembolik hale gelmişti
Av. Aytaç Ceylan Canbazer, önemli bir noktaya değiniyor; “Nafaka süresinin kısaltılmasının, kadın haklarını kısıtlamaya yönelik olduğu bir gerçek. Öte yandan tasarıda ‘nafaka ödememe baskısı’ ve hapsi kaldırmayı düşünmeleri asıl felaket. Çünkü önemli bir sorun nafakanın tahsili. Kadınlar en çok bu konuda mağdur oluyor. Zaten nafakayla geçinmek mümkün değildi. Her zaman küçük bir katkıydı. Son dönemlerde hakimler de nafakayı iyice sembolik hale getirmişti. İcra Kanunu’nda nafakanın tahsilini zorlaştırdılar. Erkek eski eşine gönül rızasıyla hiçbir şey vermek istemiyor. Bunun için işten çıkıp, sigortasız çalışan dahi var. Türk hukuk devrimlerini benimsememiş bir siyasi ekol oldukları bilinen bir gerçek. Bunlar kadını sözde daha iyi koruduklarını düşünüyorlar. Ama onların kafasındaki kadın, birey olamamış, köleleştirilmiş bir kadın.”