nagehan alçı, rasim ozan kütahyalı ve diğer şeyler

Bir aşamada kimsenin sevmediği bir çift oldular, meğer birbirlerini de sevmez hale gelmişler. Ayşe dilimizin ucuna gelenleri, dile dökmediklerimizi yazmış.
Paylaş:
ayşe düzkan
ayşe düzkan
ayseduzkan@hotmail.com

bayram telaşı, biraz da olayın kahramanlarının iticiliği sebebiyle kaynamış bir konuyu ve düşündürdüklerini ele almak istiyorum bu yazıda; nagehan alçı’nın eski eşi rasim ozan kütahyalı ile ilgili twitleri.

ama önce bu insanları neden ve nasıl tanıdığımız üzerinde durmak istiyorum.

nagehan alçı’nın profilinde köşe yazarı ve televizyon yorumcusu yazıyor. rasim ozan kütahyalı artık kendisini nasıl bir “olgu”, bir “marka” sayıyorsa, o bile yazmıyor. ama ikisi de, köşe yazarı ve ekran yorumcusu. politika konusunda yazanlar tabii ki edebiyat yazanlarla farklı bir kategori. televizyon yorumculuğu da aslında köşe yazarlığının bir biçimi.

ama bu işlere yazarlık demekte tereddüt ediyorum. çünkü yazar, herhangi bir konuda kişisel görüşlerini aktarır, kişisel’in altını çizmek istiyorum. bugün, ekmeğini yazarak kazanacak şekilde, köşe yazan ya da televizyon yorumculuğu yapan çok az sayıda insan kendi düşünce dünyasından ve özgür fikirlerinden taviz vermeden yazabiliyor. futboldan siyasete hatta magazine kadar uzanan bir yelpazede yazanların çoğu, parçası oldukları medya kurumunun çizgisini ifade etmek zorunda. onlar, o görüşleri, akla yakın, ikna edici bir biçimde, okunabilir hale getiriyorlar. okurun ya da izleyicinin çark etme, tutarsızlık, döneklik olarak tanımladığı adımlar aslında patronun ya da artık git gide artan biçimde iktidarın ihtiyaçlarıyla belirleniyor. öyle gerektiği için öyle yazmaya başlıyorlar, kafaları basmadığı için değil.

bu anlamda yaptıkları işi yazı emekçisi olarak tanımlamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. aynı yeteneklerle, saç bakım tavsiyesi, yemek tarifi, giyim tüyosu yazılabilir, illa medyada kalacağım demezseniz reklamcılık da yapılabilir.

medyanın yükselen değerleri

nagehan alçı, medyaya hürriyet’in dış haberler servisinde stajla başlamış, devamında, türkiye’de televizyonculuğun yüz aklarından olan 32. gün programında ve başka kurumlarda çalışmış.

internetteki bilgilere göre, döneminin en prestijli okullarından istanbul lisesi’ni ve boğaziçi üniversitesi siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler bölümünü bitirmiş, almanca, ingilizce, ispanyolca biliyor, fransızca anlıyor. yani medyada ya da seçtiği başka bir alanda yükselmek için birçok imkânı var, medyaya stajla başlamış, adım adım yükselmiş, elinden tutan olmuş mudur bilemiyorum, kadınlarla -hele de genç, güzel kadınlarla- ilgili anlatılanların çoğunu inandırıcı bulmuyorum. savunduğu fikirleri değerlendirmek bu yazının konusu değil, zaten buna gerek de yok. hepiniz biliyorsunuz.

rasim ozan kütahyalı ise biraz farklı, taraf’ta köşe yazarak başlıyor “mesleğe”. provokatif şeyler yazıyor, provokatif işler yapıyor, o ara gazeteciliğe sardıran helin avşar’a verdiği röportajı, erotik olduğu varsayılan fotoğrafları falan… internette var ama bakmanızı tavsiye etmem, insanı seksten soğutacak cinsten şeyler.

fakat bu münasebetsizlik medyadaki kariyerine engel olmadı. türkiye’de doğup büyümüş hemen her erkek gibi futboldan anlıyordu, futbol programlarında da görünmeye başladı.

nagehan alçı ile evlenmeleri bundan sonra. rasim ozan, “çok yakın arkadaştık, bir aşamada birlikte olacağımızı biliyorduk,” gibi bir şey söylemiş o dönemde.

mümkündür, aynı işi yapmak, aynı ortamda bulunmak farklı çevrelerde büyümüş insanları birbirine yakınlaştırabilir. ayrıca hepimiz arzunun hayatımızda zaman zaman olumsuz bir rol oynadığına şahit olmuşuzdur. kendimizin ve başka kadınların, hiç olmayacak erkeklere bağlandığını biliriz.

nagehan alçı da boşanma aşamasında böyle mi düşünmüştür bilemem. ama maddi olanakları göz önüne alındığında, yaptığı yanlıştan dönme konusunda çoğumuzdan daha şanslı olduğuna şüphe yok.

bank asya kredisi

devam edelim, çiftin ikiz kızları oldu. bank asya’dan kredi çekerek ev aldılar, evin boğaz’da bir yalı olduğunu alçı yalanladı, bir sitede, üç katlı bir evin bahçe katını aldıklarını söyledi.

bank asya’da maaş hesabı olanların dahi hapse girdiği bir dönemde, onların çektiği kredi sıkıntı yaratmadı; bildiğiniz, anladığınız şeyler. zenginin malı züğürdün çenesini yorarmış, kiraladıkları yat da konu oldu, o zamanın parasıyla büyük bir meblağ ödemişlerdi. evet, sevgili okur, “yürü ya kulum” diyenleri vardı, kulluğa razı gelirseniz medyada yürürsünüz.

rasim ozan kütahyalı, osman gökçek’in sahibi beyaz tv’de “kusturmalı boşnak saksosu” ifadesini kullandığında ikiz kızları vardı, büyüdüklerinde bunu görüp babalarından utanırlar mı diye hiç düşünmedi. kendisi zaten utanmamıştı.

özürler, mözürler döndü ekrana tabii. ama o lafı edebilen bir erkekten her şeyin beklenebileceğini nagehan alçı da bizim kadar bilir değil mi?

daha sonra boşanmışlar, bunun sebebinin şiddet olduğunu nagehan alçı’nın geçtiğimiz günlerde x’te yaptığı paylaşımlarla öğrendik; şiddetin boşandıktan sonra da sürdüğünü anlatıyordu.

onun için yazı emekçisi demiştim ya, gerçekten çok güzel anlatmış derdini, feminizmin birçok kavramını, değerini yazdıklarına yedirebilmiş. yanlış anlaşılmasın, hakkı yok demiyorum, durumu anlatıyorum. başka birçok kadının gördüğü desteği görmedi, onun bizim desteğimize ihtiyacı olmayacağını düşünenler haklı bence. hukukun, kolluğun bu kadar iktidara angaje olduğu bir anda, nagehan alçı’yı kollayacak, destekleyecek çok insan olacaktır. kapsayıcıyız ama saf değiliz.

çocuklarım için

diğer yandan şöyle bir durum var. defalarca boşanmayı düşündüğünü, hatta polis çağırdığını ama kızlarını düşünerek vazgeçtiğini anlatıyor. doğrudur, birçok kadın çocuklarının geleceğini düşünerek boşanma konusunda tereddüt ediyor. ama şunu da düşünüyoruz; nagehan alçı çocuklarının geleceğini garantiye alacak güce sahip. kütahyalı o lafı ettiğinde bu kararı alsaydı, ileride kızlarına “babanızı sevmek hakkınız ama böyle bir hıyarlığı oldu, ben de buna razı gelmedim” diyebilseydi daha mı iyi olurdu acaba?

hukuk yetmez, hukuksuz olmaz

bu vesileyle daha önce yazdığım bir şeyi tekrar etmek istiyorum. ifşa, erkek şiddetiyle mücadelenin tek biçimi değil, en etkili biçimi bile değil. teşhir edildiği için rezil olan çok az erkek gördüm, onlar da ünlülerdi ve taciz failiydiler. “namus” meselesi olan tacizin, itaat aracı olan dayaktan daha fazla tepki gördüğü malum.

ifşa hukukun yerine geçmiyor, hukukun işlevini görmüyor. onun işlemesinin mümkün olmadığı durumlarda ve anlarda işe yarayabiliyor.

şu da var tabii. hırsızlığa karşı tek çare olarak hukuku görmüyoruz. kapıda kamera var nasıl olsa, hırsız bulunur diye kapıyı kilitlemeyi ihmal etmiyoruz. hatta evimize girip çıkan birinin, evden bir şeyler götürdüğünü fark edersek ortak arkadaşlarımızı uyarıyoruz, değil mi?

benzer bir durum erkek şiddetiyle ilgili de söz konusu. “hırsız” olduğu bilinen, rasim ozan kütahyalı gibi, “hırsız” olduğunu ifade etmekten -bugün boşnak kadınlarına sözel, yarın sana fiziksel- çekinmeyen erkeklere kapımızı kilitleyebiliriz. “hırsız”lığına şahit olduğumuz erkeklerin “adını çıkartabiliriz” ki bunun için illa sosyal medyaya ihtiyaç yok, aynı sosyal çevredeki kadınların dayanışması yeter.

riske girmeye hiç gerek yok, tacizcileri, dayakçıları, hatta kalp kırma uzmanlarını yalnız bırakalım.

Paylaş:

Benzer İçerikler

“Orta yaşı geçen birçok insanın geleceğiyle ilgili en önemli dileği başkalarının yardımına muhtaç olmadan yaşlanıp ölmek. bu dileğin gerçekleşmesinin önünde birçok engel var. bunların başında toplumsal yargılar geliyor. hükümetlerin, bütçeyi savunma sanayiine aktarmayı bırakıp yaşlı ve çocuk bakımına ayırmalarının zamanı gelmedi mi?”
“doğum izninin sadece kadınlara verilmesinin kadın istihdamını düşüreceği, kadınların evde yapılacak, düşük gelir getiren işlere mahkum olacağı ortada. doğum izni, ancak iki ebeveyn için de geçerli olduğunda teşvik edici olabilir.” ayşe düzkan düşen doğurganlık oranına bağlı olarak kadınların çalışma yaşamını düzenleme meselesini masaya yatırıyor.
“anneleri hapsetmekte beis görmeyen devlet cezaevi koşullarını onlara, çocuklara, genel olarak insana yakışır bir şekilde kurmuyor. bazen yetişkin mahpuslara yetecek kadar yatağın bile bulunmadığı koğuşlarda çocuklar anneleriyle birlikte yatıyor.”
“disk basın-iş adına, avrupa gazeteciler federasyonu’nun yıllık toplantısı için priştine’ye gittim. Türkiye’den gelen gazeteciler iktidarın son torba yasası’nda yer alan etki ajanlığıyla ilgili tasarıyı da gündeme getirdi. bunlar konuşulurken metin cihan da avrupa birliği’nin iktidar yanlısı kuruluşları fonladığını açığa çıkartmaz mı?”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!