Zonguldak Çaycuma Organize Sanayi Bölgesi’nin (OSB) giriş kapısında bir süredir Nersoy Tekstil’den atılan işçiler sabah akşam eylem yapıyor. HAK-İŞ’e bağlı Öz İplik-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atılan işçiler, yaklaşık üç aydır işlerine geri dönebilmek için seslerini duyurmaya çalışıyor.
İki yıldır yürütülen sendikal örgütlenme sürecinde, sendika düşmanlığını açıktan ilan eden Nersoy Tekstil patronu, çalıştırdığı 300’ü aşkın işçiyi hakaret ve tehditlerle sindirmeye çalışmış. Bu fabrikada çalışanların yüzde 60’tan fazlası kadın. Bu kadınların, uluorta ve alenen hakarete uğraması, Nersoy Tekstil patronunu rahatsız etmemiş. Usta ve vardiya amirlerini erkeklerden oluşturarak onlara her türlü yetkiyi vermiş. Köşe başlarını tutan amirlerin, kendi akrabalarını fabrikaya aldırarak ayrıcalıklı konumlandırılmalarını da keyifle izlemiş.
Çalışma koşullarının iyileştirilmesini, hakaretlerin son bulmasını, emeklerinin değer görmesini isteyen kadınların haklarını elde edebilmek için mücadele etmesi ise ‘kırmızı çizgisi’ olmuş. Ağustos ayından bu yana FETÖ’cü ilan ettiği işçilerden 25’ini, 04 ve 46 kodlarıyla işten çıkarmış. 20’si kadın…
Kadın düşmanlığını sendika düşmanlığıyla birleştiren Nersoy patronuna, devletin kolluk güçlerinin desteği de gecikmemiş. Kaymakam ve vali de devreye sokularak fabrika önündeki direnişi yasaklama kararları çıkartılmış. Bu da yetmemiş, cop ve biber gazlı müdahalelerle darbedilen işçilerin OSB’ye girişi yasaklanmış. Haklılıklarından aldıkları güçle geri adım atmayan işçiler, direnişlerini OSB girişine taşımış. Ancak bu kez de Karayolları trafiğini engelledikleri gerekçesiyle direnişin pankartlarına el konulmuş.
Tüm engellemelere rağmen direnişe devam eden kadınlara ulaştık. Onlardan, neden sendikalı olduklarını, çalışma koşullarını ve verdikleri mücadeleyi anlatmalarını istedik.
Tuvaletleri kilitlediler
23 Eylül’de işten çıkarılan Sedef Camcı, 34 yaşında ve bir çocuk annesi. Çoğunlukla tekstil fabrikalarında çalışmış. Çalıştığı süre boyunca, gün onun için saat 6 buçukta başlıyormuş. Okula gitmeden çocuğuna kahvaltı hazırlayıp onu yolculadıktan sonra, eşinin kahvaltısını hazırlayıp evi toparlıyormuş. Kendisinin kahvaltı yapmaya zamanı olmadığından ayakta bir şeyler atıştırarak servise yetişmeye çalışıyormuş. Saat 19.00’da evde oluyormuş.
Fazla mesailere kalmak zorunda kaldığında ise eve varışı 21.00. Yemeğini yiyip duş aldıktan sonra da evdeki işleri yapmaya devam ediyormuş. “Oturabilirsem yarım saat filan…” diye düşünürken şimdi de yaşamına direniş dâhil olmuş.
Erkek boxerlarına kemer taktığı Nersoy Tekstil’de 11 aydan fazladır çalışıyormuş Sedef. Saat başı adet sayısı vermek zorunda kaldığı için işinde oldukça seri. Kendisi aynı zamanda tansiyon hastası ve düzenli ilaç kullanmak zorunda. Ancak hemen tüm işyerlerinde olduğu gibi Nersoy Tekstil’de de kadınların sağlığını olumsuz yönde etkileyecek derecede tuvalet sorunu yaşanıyormuş.
“Ben tansiyon hastasıyım. Tansiyon ilaçları idrarla atılıyor vücuttan. Bol su içmem lazım. Yeterli içmediğimde, tuvalete gidemediğimde vücudumdan atılmıyor. Tuvalete ve suya gidenlere baskı yapılıyordu. ‘Sürekli aynı saatte gidiyorsunuz, gözüme batıyorsunuz’ diyorlardı bize. Bir gün tuvaletlerin kapısını bile kilitlediler, gitmeyelim diye. Aylık dönemi olan, rahatsız olan hatta psikolojik olarak ishal olan bir arkadaşımız çok sorun yaşadılar. Molaları beklemek zorunda kaldık tuvalet için. Molalardan 1 dakika geç geldiğimizde laf ediliyordu, molalar dışında 2 saatte bir gitmemiz gerektiğinde engelleniyorduk.”
‘Erkekli ortamda askılı giyinmeyeceksiniz‘
Herkesin asgari ücretle çalıştığı fabrikada ağırlık kaldırmaktan çok şikâyetçi olan Sedef, 30-40 kilogramlık kasaların bazen 50 kiloya bile çıktığını anlatıyor. Saatte 2 bin kemer takamadığında azarlandığını dile getiren Sedef, buradaki ayrımcılığa dikkat çekiyor:
“Kendi akrabalarından biri, benim arkamda çalışırken saatte 900 tane yapıyordu. Telefonla oynuyordu, tuvalete gidip oyalanıyordu. Biz azıcık kafamızı kaldıralım ‘Hadi hadi, niye geride kaldın’ diye bağırıyorlardı. Ayırımcılık çok fazlaydı. Bel ağrısı, omuz ve boyun ağrısı yaşıyorduk çok fazla. Kılık kıyafet konusunda da ayrımcılık yapıyorlardı. Nersoy’da bize iş kıyafeti vermiyorlardı. Müşteri geldiğinde bir önlük dağıtıyorlardı. Sonra ‘Çıkartın’ deniliyordu. Kendi kıyafetlerimizle çalışıyorduk.
Kadınlara ‘askılı, mini etek giymeyeceksiniz, burası erkekli ortam’ diyorlardı. Ustanın akrabaları giyiniyordu. Onlara bir şey demiyorlardı. Terlik yasaktı bize, düşüyoruz diye, ama akrabaları giyerdi. Bizden biri giydiğinde ‘Sizi içeri çekip tutanak tutacaklar şimdi’ diyorlardı.”
‘Cinsel tacizde bulunuyorlardı‘
Çok gürültülü bir ortamı olan fabrikada kulaklık da dağıtılmıyormuş işçilere. Sedef’in anlattığına göre çalışanların çoğu birbirini duyduğu halde anlamamaya başlamış. İşitme sorunları yaşadıklarından eminler. Ancak doktora gitmek, rapor almak işten çıkarma bahanesi olacağı için sağlık sorunlarında hastaneye gitmiyormuş işçiler.
İşçi sağlığı ve iş güvenliği (İSİG) eğitimlerinin verilmediği fabrikada düzenli sağlık taramaları da yapılmıyormuş. Müşteri talebine göre bazı dönemlerde iş yoğun olduğunda kalmak istemeyenleri zorla mesaiye bıraktırıyorlarmış. “İşim var kalamam” dendiğinde “Ne işin var, yarın hallet” diyorlarmış.
Bazı bakımcılar, makineler bozulduğunda bunu kendilerine ileten kadınları önce azarlayıp sonra cinsel içerikli imalarda bulunuyormuş. Bir başka kadın işçi, yaşananları şu şekilde dile getiriyor:
“Bazen ahlaksız konuşuyordu bazı bakımcılar. Cinsel yola vuruyorlardı. ‘Senin makineni mi yapacağım, niye bozuyorsun’ dedikten sonra ‘Sen işini hızlı mı yapıyorsun da makine bozuluyor. Başka işini de hızlı yapmayı seversin’ diyorlardı.”
Bu şekilde konuşulduğunda rahatsız olduklarını söylemelerine, hatta kimi zaman şikâyet etmelerine rağmen sorunun çözülmediğini söylüyor ve devam ediyor anlatmaya:
“Şikâyet eden kötü oluyordu. ‘Siz kuyruk sallıyorsunuz’ der gibi davranıyorlardı bize. Sözlü olarak cinsel taciz yaşanıyor burada. Kendilerini suçlu çıkartacaklar diye susup şikâyet etmeyen kadınlar var.”
‘Hastaysan 5 dakika dinlen, sonra işbaşı yap‘
İşten çıkarmayı düşündükleri işçilerin açığını arayan şefler ve vardiya amirleri olduğunu söyleyen Sedef, kendisinin de haksız yere tutanağa maruz kaldığını dile getiriyor. Nefes almak ve çalışmak dışında her şeyin yasak olduğunu belirttiği Nersoy’da, yemeklerin kötü ve tuzlu olduğuna da değiniyor. Bu nedenle birçok işçinin, işyerindeki kafeteryadan kendi paralarıyla yemek yemek zorunda kaldıklarını belirtiyor.
Rahatsızlandıklarında kendilerine izin verilmediğine ve o halde çalıştırıldıklarına bir örnek daha veriyor Sedef:
“Özel günlerini ağır geçiren arkadaşlarımız o halde çalışmak zorundaydı. Bir arkadaşımızın elbisesine bulaşmış. Mecburen kazak bağlayarak arkasını kapattı. Öyle çalışmaya devam etti. Başka bir arkadaşın parmağı makineye sıkıştı. Hastaneye götürüp, kazanın işyerinde olmadığını söyleyerek o şekilde tutanak tutturmamışlardı. Hasta olduğunu söyleyenler revire gönderiliyordu. Beş dakika dinlendikten sonra geri işbaşı yaptırılıyordu.
Bir de güvenlik araması vardı fabrika girişinde. Ondan da çok rahatsız oluyorduk. Güvenlik personeline değil, kendi güvendiği elemanlarına yaptırıyordu şef bu işi. Çantamı göstermek zorunda kalıyordum erkeğe. İçinde ped oluyor, özel eşyalarım oluyor. Bunları göstermek zorunda kalıyorduk. Herkesin olduğu yerde, açıkta yapıyorlardı bu aramaları.”
Yönetim kadın işçiyi muayene etmeye kalktı!
Beş yıldır iplik ve kalite kontrol bölümlerinde çalışan Fatma Demirhan, 36 yaşında. İki çocuk annesi. Evi tek başına geçindiriyor. Günde 27 ayrı ilaç kullanmak zorunda olan eşi kalp, şeker, vertigo gibi hastalıklarla boğuşuyor. Bu nedenle çalışamıyor.
Fatma, aldığı asgari ücreti fazla mesailere de kalarak kiraya, faturalara ve diğer masraflara ucu ucuna yettiriyor. Çoğunlukla taksitli alışveriş yapıyor. Temel yaşamsal ihtiyaçlarını da taksitle ya da veresiye alıyor.
Nersoy’dan çıkartılalı henüz bir hafta olmuş. “Nasıl geçineceğim” korkusu sarmış Fatma’yı. “Eşim benim üstümden sigortalı. Bütün ilaçlarını SGK’dan alıyorduk. Sigortam düştüğünde nasıl olacak, bilmiyorum. Çocuklar okula gittiğinde nasıl harçlık vereceğimi bilmiyorum” diyor.
Fatma da hasta olduklarında izin alamadıklarını anlatıyor. Nersoy’da hasta olanların fabrikaya gelerek izin almak zorunda olduğunu, işyerinde hastalananların da eve gönderilmediğini söylüyor. Revirde tansiyon ölçümü yapıldıktan sonra işbaşı yaptırıldığını ifade ediyor. Tabii bu konuda da ayrımcılık had safhadaymış. Şeflerin, vardiya amirlerinin akrabaları bu muamelelerden muafmış. Kendisi ise bu ayrımcılığa taciz edilmeye çalışılarak maruz kalmış:
“Eşim kalp krizi geçirdiğinde, yanına gidip gelirken kaza yaptık. Uçurum gibi bir yerden düştük. Omzumda incinme oldu, bacaklarımda çürükler vardı. İşyerini aradım, hem Ayhan’ı hem Coşkun’u. Bayram arifesinde olmuştu. ‘Yarın tatil, ben de olayın şokuyla rapor alamadım’ dedim. ‘Tamam’ dediler bana. Sonrasında ‘Sen evde oturmak için rapor almadım desene’ dedi.
Eşimi arayıp ‘Cuma günü işe gelsin. Biz üstünü çıkartıp bakacağız. Vücudunda çürük, morarma yoksa vay haline’ demiş Ayhan. İnsan Kaynakları beni muayene edecekmiş. Kabul etmedim. Tekrar hastaneye gidip üç doktor dolaştım rapor almak için. Durumu anlattım doktorlara. ‘Bu halde çalışamazsın’ dedi doktorlar. Raporu aldım. Sonrasında işe başladığımda bana tutanak tuttular. ‘İşyerine haber vermeden iki gün üst üste işe gitmediğim’ yazıyordu raporda.”
‘Pisliklerinizi toplamak zorunda değiliz’
Gördüğü muamele sonrasında sendika üyesi olmaya karar vermiş Fatma. Bir yıl önce yapmış üyeliğini. Çalışmaların farkında olan yönetim ve ustalar, tüm işçilerin katıldığı toplantılar yapmaya başlamışlar ara ara. Henüz Fatma çalışırken yapılan bir toplantıda, yöneticiler kadınları hedefe koymuş. “Sizin pisliklerini toplamak zorunda değiliz. Bayanlar, tuvaleti temiz kullanmıyorsunuz. Pis şeylerinizi her tarafa sürüyorsunuz. Kanlı ellerinizi duvarlara sürüyorsunuz” demişler.
“Bahsettikleri gibi şeyler olmamıştı. Regli, bizi aşağılamak için ağızlarına aldılar tüm erkeklerin içinde. Hiçbirimiz ses çıkaramadık” diye anlatırken bile sinirleniyor Fatma. Bir başka yöneticinin ise “Biz size senelik izinlerinizi kullandırtıyoruz, haklarınızı veriyoruz, kimseyi mağdur etmiyoruz” diyerek sendikaya gerek olmadığı imasında bulunduğunu söylüyor. “Oysa korona zamanında bile bana senelik iznimi kullandırtmadılar. Sendika kapıya geldiğinde kapıları kilitlediler üzerimize, dışarı çıkmayalım diye. ‘Kapıya çıkana tutanak yazarız’ dediler. Sendika gündeme geldiğinde, bize hakaret etmek için yaptılar o toplantıları” diyerek kızgınlığını dile getiriyor.
“Her şey maaşın içindeydi. Çocuk yardımı filan her şey içindeymiş. Beş seneden beri çocuk yardımı almadım ben” diyen Fatma, işten çıkarılma korkusuyla insanların susmak zorunda kaldığına değiniyor:
“Çaycuma küçük bir yer. Tekstil bölgesi ama iş bulmak zor. Bunu bildikleri için bir arkadaşımıza ‘İçerde olup biteni bize söylersen seni işten çıkartmayız’ demişler. Arkadaşımız kabul etmeyince onu da çıkardılar.”
İşten çıkarıldığı günden itibaren her gün direniş alanına giden Fatma, son olarak “Kadınlar olarak birbirimize sahip çıkalım” çağrısı yapıyor.
‘Sizin çıktığınız yeri biliyoruz’
10 aydır çalışan Özlem Akbaş da kalite kontrol ve iplik temizleme işindeymiş. Daha önce Tekirdağ’da sekiz yıl boyunca tekstil işçiliği yapan Özlem, Penti gibi kurumsal şirketlerde çalışmış. Üç çocuk annesi Özlem 43 yaşında. Herkes gibi o da asgari ücretle çalışıyor.
“1-3 sene arasındaki çalışanlara 50 TL, 3 sene üzerindeki çalışanlara 100 TL pirim veriliyordu. Onun üzerinde ücret alanlar vardı ama kendi akrabalarıydı” diye başlıyor söze. Kalitede iş olmayınca hemen paketlemeye verilen, oradan bant aralarına girerek çalıştırılan kadınların bir saniyesinin bile boş bırakılmadığına vurgu yapıyor:
“Kafamızı bile kaldıramıyorduk. Bir gün, kardeşimin çocuğu doğduğunda sarılık olmuştu. Kafam orada. İki kişiye iş yetiştiriyorum. Şefim arkamda durmuş, saat tutup beni izlemiş. ‘Sen ne yapıyorsun, beş dakikada bir tane iş yapıyorsun. Böyle yavaş çalışılmaz ki’ diye bağırdı. ‘Kafam dalgın olduğu için böyleyim, normalde üç kişiye iş yetiştiriyorum’ dedim ama dinlemedi. ‘Ben bilmem, gözümün gördüğüne inanırım’ dedi. ‘Hasta mısın, neyin var?’ diye sormadı bile.
Hata geldiğinde masaya fırlatıp ‘Gözün kör mü, bunu görmüyor musun?’ diye bağırıyorlardı. Utandırıyorlardı bizi. İnsanlar o zaman korkup daha fazla dikkat ediyorlardı. O kadar kişinin içerisinde bana bağırmasın, rencide olmayayım diye. Bu sefer de sayı çıkmıyor diye bağırıyorlar. Ondan sonra yine toplantı yapıyorlar. ‘Sabahtan akşama kadar oturuyorsunuz, sayılarınız az. Ben sizin çıktığınız yeri biliyorum. Hepiniz bokun içinden çıktınız da geldiniz buraya. Daha önce çalıştığınız fabrikaları da biliyoruz. Bu bölgenin en iyi fabrikası biziz. En iyi parayı veren biziz’ diye… Herkes kalakaldı.”
Kadınlar ağrı kesici kullanarak çalışıyor
İSİG eğitimlerinin verilmediğini Özlem de dile getiriyor. Eğitim kâğıtlarını imzalatıp işbaşı yaptırmışlar herkese. İş kazası geçirildiğinde tutanak tutulmadığına, rapor verilmediğine de dikkat çekiyor:
“Makineye elini kaptırırsın, iğneyi eline batırırsın, makasla kesersin… Yara bandı takıp devam edersin. Burada böyleydi. Bir süre daha çalışır sonra çıkarım diyordum. Dayanamam burada diyordum artık. İnsan sabahleyin koşa koşa işe gider. Benim ayaklarım geri geri gidiyordu. Bugün bir hatam çıkacak mı, bana bağıracaklar mı korkusuyla yola çıkıyorum. Evde de huzursuz oluyorum bu psikoloji içerisinde.”
Kadın işçilerin sağlık sorunu yaşadıklarında rapor alamadıkları buldukları yöntemleri de sıralıyor Özlem:
“Kadınlar doktora gidemediği, rapor alamadığı için ağrı kesici kullanıyorlardı. Sağlık sorunu ne olursa olsun ağrı kesici. Tansiyonu olan bir arkadaşımız iki saatliğine izin alıp özel bir hastaneye gitti. ‘Devlet hastanesine git’ dedim. ‘Nasıl izin alacam’ diyor bana. Bu kadar tedirgin oluyorlardı. Mide hapları, migren hapları… Çok arkadaşımızla birbirimize bu ilaçları verdik. Geçiştiriyorduk. Bir de son zamanlarda vara yoğa tutanak tutmaya başlamışlardı. Hepimizin baş ağrısı, migreni, mide ağrısı azmıştı.”
‘Arkadaşlarımın yanındayım’
30 Eylül’de işten çıkarıldığında tereddüt etmeden direnişte yerini alan Özlem, kendisinden ziyade haksız yere tazminatsız şekilde işten atılan arkadaşları için gidiyormuş her gün:
“Birçok arkadaşımızı haksız yere işten çıkarttılar, tazminatlarını bile vermediler. Ben 10 aylıktım zaten. Benim ihbarımı bile verdi. 10 yıldır çalışan insanları tazminatsız attı. Sendikaya üye olduğum için hakkımı arıyorum. Beni bu yüzden çıkartamaz. Ben hiçbir mala zarar vermedim. Bu işin arkasındayım ve arkadaşlarımın yanındayım.”
Fotoğraflar: Nersoy Tekstil direnişçisi kadınlar