“O bezi yine aldım oradan…”

Hatay’da deprem sonrası köyüne sığınan Gülay Mübarek, bebeğine bez alma mücadelesi ile başladı işe. Sonradan sosyal medyadan yürüttüğü kampanyalarla köyün pek çok ihtiyacı karşılandı. Kadınların sağlık ve güvenlik sorunlarının sürdüğüne dikkat çeken Gülay, resmi yetkilileri sıkıştırmak gerektiği görüşünde. Hak verilmez alınır diyenlerden yani…
Paylaş:
Bahar Gök
Bahar Gök
bihargok1982@gmail.com

Deprem sonrası Hatay’da muazzam bir dayanışma örülüyor ve depremzedelerin hayatı bir nebze olsun iyileştirilmeye çalışılıyor.

Enkazlar arasında yaşama tutunmaya çalışırken psikolojik olarak da yükleri artan kadınların kendilerini güvende hissetmek için buldukları çözümlerden biri, bilmedikleri alanlarda tanımadıkları insanlarla bir arada olmamak. Yıkımın görece az olduğu köyler ve mahallelere yerleşerek hayatlarına devam etmeye çalışırken yaşadıkları yüzlerce sorun, “uzakta” kaldıkları için de çok görünür olmuyor.

Hatay’ın Defne ilçesine bağlı Aknehir köyü de kent merkezine uzak kalan ve deprem sonrası yoğun iç göç alan yerlerden biri. Evi ağır hasarlı olduğu için ailesinin yaşadığı Aknehir köyüne yerleşen kadınlardan Gülay Mübarek Habib, başta kadın ve çocukların ihtiyaçları olmak üzere, bu bölgelerde çok da görülmeyen, duyulmayan sorunları sosyal medya hesabında paylaşarak yetkililere, gönüllülere ulaştırmaya çalışıyor.

Valisinden muhtarına kadar yetkili makamlarla da dişe diş mücadele eden Gülay Mübarek Habib’i 2016 yılından beri yaşadığı erkek şiddetine karşı yürüttüğü mücadeleden tanıyoruz. Hakkında kesinleşmiş hapis kararı olmasına rağmen serbest bırakılan Erdoğan Küpeli’nin kasiyerlik yapan Tuğba Keleş’i öldürmesinin ardından kadına yönelik şiddetin cezasız bırakılmasına isyan etmişti.

“İlk hafta devletin kurumlarından gelen hiç kimse yoktu. Ne AFAD ne de Kızılay… AFAD’ı şu güne kadar ben köyde zaten görmedim.”

Köyde nüfus da çocuk sayısı da arttı

İlk günden beri Aknehir’de misin?

Biz ilk depremi kendi evimizde, Defne merkezde yaşadık. Uyuyorduk. İlk depremde evimiz yıkılmadığı için çıkma şansını yakalayabilmiştik. Çok zor çıktık. İki üç saat kendi evimizin arkasındaki açık alanda kaldık. Daha sonra hemen köye geldik. Radyodan dinlemiştik sadece. Küçük bir bölge falan sanıyorduk. On ilde olduğunu biz köye gelirken yolda öğrendik. Aknehir köyündeki ailemize sığındık. Burada elektrik, su, şebeke falan tamamen gitmişti. Dünyayla bağlantımız kopmuştu; dışarıda ne oluyor, deprem nerede oldu, kaç insan öldü? Bu bilgilerin hiçbirine erişememiştik. Dediğim gibi, pek çok şeye erişemediğimiz için çok zorluklar yaşadık. Köye üç gün boyunca ne resmi kurumlardan ne de başka bir yerden yardım geldi. Üçüncü günde sivil toplum kuruluşları, bazı partiler ve derneklerden gelen yardımlar oldu.

Erzak ve gıda mıydı ilk ulaştırılanlar?

Evet. Gelen arkadaşlardan kadınlar için hijyen ürünleri getirmelerini istedik. Bunları getirmeye başladılar. Giden ekipler kısa zamanda tekrar geri geliyordu. İlk hafta devletin kurumlarından gelen hiç kimse yoktu. Ne AFAD ne de Kızılay… AFAD’ı şu güne kadar ben köyde zaten görmedim. Köyün gençlerinin sosyal medyayı kullanmaları sayesinde yardımları biz bu tarafa çektik aslında. Bizim köyün nüfusu depremden sonra çok arttı. Herkes buraya geldi. Özellikle çocuk nüfusu çok arttı. İhtiyaçlar haliyle katlandı.

Bir de bu çadırlar nereye kurulacak? Köy evlerinde kimisinin bahçesi var kimisinin yok. Dışarıdan gelenin hiçbir şeyi yok ama ailesi burada, kökü burada. Çadır sıkıntısı hâlâ devam ediyor; çünkü köy göç almaya devam ediyor. Antakya’dan gelenlerin dışında bir de ilk günden şehir dışına çıkanlar dönmeye başladı. Özellikle Mersin ve Adana bölgesinde de deprem beklendiği için oralara sığınanlar hızlıca geri döndüler. Şöyle bir şey yaşadık: Benim adıma Antakya ve Defne’deki toplama merkezlerine erzak ve kadın hijyen ürünleri gelecekti. Bu malzemeler başkalarına gitmiş. “Ben ürünleri bekliyorum, ürünler nerede?” dediğimde “Sizin bölgede yıkım yok, ihtiyacı olan bölgelere gitti” dendi. Ben orada çıldırdım.

Resmi kurumlardan mı bahsediyorsun?

Söz konusu olan, arkadaşlarımın yönlendirdiği gönüllülerden gelen yardımlar. Ben “Neden başkalarına gidiyor?” dediğimde bu cevapları aldım. Telefonda kavga ettik. Benim adıma arkadaşlarım tarafından gelen bir yardımın nereye gideceğine nasıl evin yıkılma durumuna göre karar veriyorlar? Bunu bizim köydeki muhtar da yapıyor. Çadıra herkesin ihtiyacı vardı örneğin. Bunu evi yıkılana da vermek zorunda, evi sağlam olup da korkudan eve giremeyene de vermek zorunda. Sen bunu talep etmezsen devlet “al sana 100 çadır” demiyordu ki zaten. İstediğin halde vermiyordu, bir de hiç istememek var.

Muhtarla devamlı kavga ettim

Muhtemelen, dışarıdan gelenler kendi köylüsü nasılsa diye de savsaklıyordur.

Aynen. Ben Çekmece Mahallesi’nde oturuyordum. Normalde benim çadır hakkım orada saklı. Gittim, oradaki hakkımı da getirdim. Burada konteyner geldikten sonra oradaki iki hakkımı da istedim büyük bir aileyiz diye. Birini evi yıkılan ablama verdim, diğerini de onun komşusuna verdim. Benim hiçbir şeyim yok. Zorunluluğum da yok. Ama bunları yapması gerekenler yapmadığı için normal vatandaşlara düşüyor bu işler. Bebeğimi bırakıp çadır peşinde koşuyorum. Neden? İhtiyaç listesi yapacaktı ilk günden. 100 çadıra mı ihtiyacın var? İstediğinde 10-20 tane geliyor. Bunun kavgasını da yapmıştık muhtarla. Çocuk bezi istemiştim mesela; “Bugün dağıtım olmayacak, yarın gel” dedi. Onunla kavga ettik. Ben “Çocuk bezini nasıl idare edebilirim?” dedim. Kavga gürültü… Ben o bezi yine aldım oradan ve yine TİP’li arkadaşlar bana getirmişlerdi Samandağ’dan. Bana bez, tüp, battaniye getirmişlerdi. Ben o gece sabaha kadar hüngür hüngür ağladım.

Niye ağladın?

Üç gün boyunca ben bu bezi nasıl bulacağım diye düşünürken o bezi hiç tanımadığım insanlar getirmişti bana, ben buna ağlamıştım. Benim kendi oy verdiğim, kendi insanım yani buranın yerlisi insandan “Bugün git yarın gel” lafını duymuştum. Birkaç saat önce işiniz, arabanız, eviniz, imkânlarınız varken iki üç saat sonra hiçbir şeyiniz yok. Çocuk bezi için insanlarla kavga ediyorsunuz. Sonrasında su bitti. Su talep ettik, hiçbir yerde yok dendi. Biz yine sosyal medyayı kullanarak su getirttik buraya. İnsanlar hâlâ kendi eşyalarını getiriyor Antakya’dan, taşınan taşınana. Bir aile taşınıyor, beş on kişi. Bu sürekli böyle. Yani o sorunlar sil baştan. Birinci güne dönüyoruz aslında sürekli.

“Muhtardan çocuk bezi istedim; ‘Bugün dağıtım olmayacak, yarın gel’ dedi. Kavga ettik. Ben o bezi yine aldım oradan, TİP’li arkadaşlar da bana getirmişlerdi Samandağ’dan. O gece sabaha kadar ağladım.”

Ev ev gezip diş fırçası dağıttım

Kadın ve çocuklar açısından ne gibi ihtiyaçlar beliriyor daha çok?

Kadınlar açısından hijyen ürünleri çok eksik ve normal şartlarda pahalı ürünler bunlar. Çoğu zaman parası olan da ulaşamıyor. Temel ihtiyaç diye kadın pedi geliyor ama diğer ürünler yok. Bir kadının sadece pede ihtiyacı yok mesela. Biz burada susuzluk çektiğimiz zamanlarda herkeste bir kaşıntı oldu. Bak benim ayağım yaradan bereden geçilmiyor ki bu iyi hali. Her gün duş alan, bakımını yapan insanlar tozdu, topraktı, soğuk havaydı derken… Bir de bir tuvaleti 10-15 kişi kullanıyorsunuz günde. Çoğu kişinin idrar yollarında enfeksiyon çıktı. Doktor yok, ilaç yok, tedaviye erişemiyorsunuz. Ben doktora gidebildiğimde iş işten geçmişti. Bir sürü ilaç, bir sürü hastalıkla geri döndüm eve. İdrar yolları enfeksiyonu, ayaklarda mantar, kaşıntı, ishal olan çoktu burada. Bütün bunları giderecek ilaçlara ve merhemlere erişmekte çok zorlandık.

Bir de ağdaya çok ihtiyacımız oldu. Kişisel bakım ürünlerine… Saçını kısa kestiren kadınlar gördüm. Su yok, sabun yok, şampuan yok, peçete ve tuvalet kâğıdı yok. Bütün bu zincirleme ihtiyaçlar sizin için başka bir hastalığa evriliyor. Bende öyle oldu. İlk önce kaşıntıyla başladı, sonra ayağımda mantar çıktı. Ayak tabanlarıma basamıyordum, basınca ağrıyordu. Kupkuru olmuştu susuzluktan. Ağlaya ağlaya ponza taşı aradım köyde. Başkasının ponza taşını kullandım, bu sefer yaralar çıkmaya başladı. Diş fırçası büyük bir eksiklikti. Ben yine diş fırçası istedim dışarıdan. Ev ev gezip diş fırçası dağıttım herkese. Diş macunlarını ikiye bölüp verdim.

Konum at, konteyner göndereceğim

Doğallığında inisiyatif sahibi olan bir kadın olarak ne gibi sorunlar yaşadın bu süreçte?

Davamı takip etmişsinizdir gazetelerden. O süreçte oluşan kadın dayanışmasından tanıdığım insanlar, şu an bunu deprem dayanışmasına döndürdüler sağ olsunlar. Benim davam basına yansıdığı, Hatay Barosu benim davamı sahiplendiği için, şu an çevremde biraz gazeteci ve avukat olduğu için paylaşımlarım ses getiriyor. Van’dan 15 gün önce konteyner gönderdiler mesela bana. CHP Milletvekili Akif Hamzaçebi aradı beni. “Gülay, sosyal medyada paylaşım yapmışsın. Bebeğin var. Bana konum at, sana konteyner göndereceğim” dedi. Biri beni trollüyor sandım. Yani süt, bez için bile muhtarla kavga ediyorum, konteyner nerede? Bebeğim hastaydı, depremden bir hafta önce yeni iyileşmişti. Depremden sonra bir hafta karton kutuda yatırdım, yine hasta oldu. İki tane karton kutuyu iç içe geçirip battaniye döşemiştim. Altına da bir sürü şey koyduk soğuğu çekmesin diye. O durumu yazmıştım. Adama artık kim aktardı bilmiyorum ama bir tane beklerken sekiz tane konteyner gönderdi.

Yaptığın paylaşımlarla ilgili nasıl uyarılar aldın?

Birkaç gün boyunca gelen yardımlardan sonra su gelmedi. Çeşme suyu zaten akmıyordu. Bizim köyde kullanılan içme suyunun boruları patlamıştı ve çamurlu akıyordu. Sadece bizim köy için su sıkıntısı var zannederken durumumuz şu şu şeklinde yazdım Twitter’da. Altına yapılan yorumlardan su sıkıntısının genel bir sorun olduğunu anladım. Bu sefer daha çok paylaşım yaptım su yok diye. Muhtar meselesini de anlatmıştım, kendi getirmiyor, dışarıdan zaten gelmiyor, devletin kurumları da getirmiyor, bu iş nasıl olacak? O gecenin ertesinde su jandarma eşliğinde geldi. Muhtar beni aradı; “Yazdıklarını sil, burada jandarma seni sordu bana” dedi. Valiliğin “Su propagandası yapanların hakkında soruşturma başlatacağız” şeklindeki açıklamasından sonra oldu bu. Muhtar “Eğer silmezsen hakkında soruşturma başlatılır, durup dururken başına iş açma, su zaten geldi” diyor. Yani ben onu yazmasaydım ya da bu kadar paylaşılmasaydı o su buraya gelmeyecekti. “Silmeyeceğim. Eleştiren bir tweet attım, bunu da silmeyeceğim. Sen bu köye su getir, bana ihtiyaç kalmasın. Madem yazdıklarımdan rahatsızsın, git sen getir” dedim. “Tamam Gülay. Senin gerginliğin geçmemiş” dedi bana. Bir kadın sinirlendi mi “Tamam ya sen sinirlenmişsin” muhabbetine bağlıyorlar ya, ona ayrıca sinir oluyorum.

Muhtarın üzerinden sorumluluk almayalım, o yapsın…

Çözümü sen mi buluyorsun genelde?

İlk burada 15 kişi kadar insan vardı, hepsi erkekti, ben tek kadındım. Dönüp dolaşıp “Ya sen ne yapıyorsun burada” falan diyorlardı. Tırları getiren adam “Gülay Hanım getirdi tırı. Burada imza atacak” dedi. O gün üç jandarma vardı. Tırın yarısına kadar buradaydılar sonra sıkılıp gittiler. Ertesi gün bütün köyün dilindeydi bu.

Nasıl, olumlu anlamda mı dillerindeydin?

Olumlu anlamda. “Ya muhtar bile durmuyor, kız tek başına su getirtmiş.” Muhtar bile gece gitmemiş oraya, ben oturdum, su indirdim yani. Başka arkadaşlar fotoğraf çekti, sosyal medyada paylaştı. Şu anda birinin çadır ihtiyacı olduğunda bana yazıyor. “Gülay abla ne zaman çadır gelecek, bize de çadır çıkar mı? Gülay abla, benim şu ürüne ihtiyacım var, çıkar mı?”

Bu durum senin için yorucu olmuyor mu ?

Çok yorucu oluyor. Mesela şu an inanılmaz birikmiş mesajlarım var. Belki şimdi de çok acil durumlar var, yetişemiyorum. Hastayım, kızım var. Bak şu anda ağlıyor, bana ihtiyacı var, gidemiyorum. Anneme, ablama paslıyorum. Çok acil bir ihtiyaçta ben koşuyorum. Ben bütün bunları niye yapmak zorundayım mesela şu an? Yapması gerekenler yapmadığı için…

Nasıl bir destek bekliyorsun?

Ben kimseyi çiğnemek istemiyorum. Muhtarın üzerinden sorumluluk almayalım biz. Onun işini halletmeyelim. Ona baskı yapalım ki işini yapsın. Dediğim gibi, zaten işlerini doğru düzgün yapmıyorlar, biz onlardan sorumluluk alınca iyice tembelliğe alışıyorlar. Zaten geliyor bir şekilde. Ben bunu da istemiyorum. Bir sorumluluk hissetsinler, gitsinler, kendileri yapsınlar. Tabii ki ben destek olayım elimden geldiği kadar ama senin üzerinden sorumluluk alarak, senin işini yaparak değil.

Gülay’ın köyde çektiği bir fotoğraf

Deprem sonrası Aknehir’e gelen ücretli çalışan kadınların sayısı fazla mı?

Bu köyde pek evde oturan kadın yok. Dışarıda, benim gibi merkezde oturan herkes çalışıyordu. Yani küçük, büyük çocuğu olan herkes. Evde oturan kişi sayısı çok az. Ki bu köy araştırırsanız internette, Defne ilçesinde okuma-yazma bilen ve üniversiteye giden nüfus oranı en fazla olan köy.

Kadınlar açısından mı genel olarak mı?

Genel olarak. Genelde zaten kadınların nüfusu fazla. Her eve geçtiğinizde, o evde atıyorum beş çocuk mu var, beşi de okuyordur, üniversitededir.  Üniversitede değilse bile mutlaka bir iş sahibidir. Çalışıyordur ya da ne bileyim şehir dışındadır, yurt dışındadır. Tembel bir köy değil, kadın nüfusu da çalışıyor.

“Kadınlar ‘Kurtulduk ama nasıl devam edeceğiz?’ diyorlar. Mesela, ben işyerimi depremden iki ay önce kurmuştum. Ama o işyerini açabilmek için sekiz ay uğraşmıştım. Her şeyimi kaybettim.”

Arabamla taşıyordum ürünleri

Şimdi herhalde çoğu çalışamaz durumda?

Şu anda evet. Zaten evleri gitti. Canını kurtaranlar kurtulduğuna bile sevinemiyor. “Kurtulduk ama bundan sonra nasıl devam edeceğiz?” diyorlar. Şimdi yardım almamız gereken yerlerden bizim hayatımızı kurtaracak bir destek gelmediği için, bundan sonra da gelmeyeceğini bildiğimiz için insanlar daha da tedirgin. Mesela, ben işyerimi depremden iki ay önce kurmuştum. Ama o işyerini açabilmek için yaklaşık sekiz ay uğraşmıştım. Kurulma aşamasındaydı ve dükkânımı resmi olarak kaydetmemiştim. İşlemlerini yeni yeni yaptırıyordum. Bölgesel ürünler satıyordum. Bu köyde hazırlanan reçel, sabun, zeytinyağı, salça gibi her türlü üretim… Onlarca, yüzlerce kadının elinden geçen ürünler…

Kadınların kendi üretimleri miydi bunlar?

Evet. Temmuzda falan başlamıştık. Aralık ayının başında Antakya’da bir dükkân tuttum. Bütün bu ürünlerimi buradan nakliye parası ödemek için bagajda götürüyordum. Çünkü o nakliye parası, o kadınların el emeğini alacaktı benden. Antakya’ya giden herkese “Benim şu kadar kavanozum var, gelirken getirir misin bana?” diyordum. Hep bu şekilde taşıdım birçok ürünü. Yani şu an hangi yardım benim bu emeğimi karşılayabilir ki? Bütün bunları unutabileceğim bir tutar vermesi lazım bana devletin. Öyle bir şey mümkün mü? Yok.

Bütün her şeyimi kaybetmişim. Evim gitti, eşimin işyeri gitti, araba hasar gördü. 10 bin lira benim neyimi karşılayacak? Hiçbir şeyi. Bundan sonrası da öyle olacak. Antakya komple yıkılacak; Dikmece tarafında, dağ tarafında başka bir yerleşim alanı kurulacak diyorlar. TOKİ yapacakmış buralardaki konutları. “Yüzde 60’ını devlet ödeyecek, yüzde 40’ını siz kira öder gibi 20 yılda ödeyeceksiniz” diyorlar. Benim daha beş dakika sonram bile garanti değilken ben 20 yıl onun kirasını ödeyeceğim, ev sahibi olabileyim diye tekrardan. Kendi evimin kirasını niye tekrardan ödüyorum ki? Bütün bu açıklamalardan sonra artık devletin arkanızda olmadığını görüyorsunuz. Bir yardım gelmeyeceğini görüyorsunuz.

Gülay’ın yıkılan işyeri

Bu güvensizlik ve belirsizlik hali kadınları nasıl etkiliyor sence?

Antakya’da çadırkent, konteyner kent kuruldu. Kadınlardan çok duyduğum için söylüyorum. Köyde kalacak yerleri de olmayan kadınlara “Antakya’ya gelin, konteynerda ya da çadırda kalın” denmiş. Kadınlar şunu söylüyor: “Ben giderim de hemen iki adım ötemdeki başka bir konteynerda tanımadığım insanlar var. Güvenip nasıl kalacağım? Tuvaleti kiminle paylaşacağım?” Ben sadece oradan -üstelik de uzağından- geçtim. Korkunç bir kalabalık, kaos var. Kadınlar kendilerini güvende hissetmiyor, başlarına ne geleceklerini bilmiyorlar çünkü. Belki bir şey gelmeyecek başlarına, belki de çok şey gelecek. Bunun tedirginliğini yaşıyorlar. Tek başına enkazın altından çıkan kadınlar da fazla. Yani şu an bu kadınların gidebileceği hiçbir yer yok.  O kadınlar bir bilinmezliğin ortasında; çocuklarıyla birlikte hiç bilmediği bir yerde, hiç bilmediği bir alanda yabancı insanlarla nasıl kalabilir ki?

Yazın suya olan ihtiyaç artacak

İnsanların kendilerini güvende ve rahat hissedebilmeleri için nasıl bir ortam sağlanması lazım sence?

Az önceki meseleye geri dönüyoruz. Buradaki siyasi irade kim, köyde? Muhtar. Muhtar iletecek bu durumu. Muhtar neden muhtar? Yani ben muhtar olsam, bu köydeki sıkıntı ne, bir günde ne kadar eve ulaşabilirim, buna bakardım. İnsanlara sorardım, “Sorunun ne?” diye… Tutardım defteri; neye ihtiyacın var senin; su, güvenli bölge, çadır, konteyner. Bu ailenin ihtiyacı bu. Defter defter yazardım. Sonra giderdim, kim bu işin yetkilisi, kaymakamlık mı? Kaymakamlığın önünde yatarım ben ya. Valilikse valilik, belediyeyse belediye… Ya da ne bileyim, şehir dışından gelecek yardım mı? Ha belki 100, 200 eve birden yardım yapamam ama bir yerden başlanması gerekiyor.

Biz depremden sonra elektriğin geldiği günlerde televizyonu açıyoruz, her şey şahane. Seyyar mutfaklar gelecek, yemekler yapılacak, seyyar tuvaletler kurulacak… Ooo dedik, yaşadık yani, en azından birkaç ay rahatız. Hâlâ bir şey yok.  

Son olarak neler söylemek istersin?

Hep aynı şeyleri söylüyorum: Konteyner ihtiyacı, hijyen, su. İnsanların biraz daha güvende hissetmesi için şu an öncelikli ihtiyaçlar bunlar. Mevsim değişti, yazın ihtiyaçlar daha farklı olacak. Yazın su ihtiyacı daha fazla olacak. Belki kadınların hijyen ürünlerine, kişisel bakım ürünlerine daha fazla ihtiyacı olacak. Havalar değiştikçe çeşitli ihtiyaçlar ortaya çıkıyor.

Fotoğraflar: BBC Türkçe, Gülay Mübarek

*Bu haber, Rosa Luxemburg Stiftung tarafından desteklenen ‘Deprem bölgesinde ücretli ve ücretsiz kadın emeğinin analizi ve politika önerileri’ başlıklı çalışmamız kapsamında yayımlanmıştır.

Paylaş:

Benzer İçerikler

Kınıklı domates üreticileri geçtiğimiz günlerde domatesteki düşük alım fiyatlarını protesto için eylem yaptı. Domates üreticisi Selma ile sorunlarını konuştuk. Önceleri tütün ekiyorlarmış. Devlet tütünü bitirdikten sonra domatese yönelmişler. Bu yıl ondan da geçim yok, “Fiyatı çok düşük, domatı ne alan var ne satan” diyor.
Her kadının yaşamı, bir mücadele hikayesidir aynı zamanda. 14 yaşından beri kayısı fabrikasında hep sigortasız çalışan Emine’nin de öyle. Malatya’da hayatın “akışına” karşı çıkıp dayakçı kocadan boşandı. Çocuklarıyla birlikte konteyner kentte kendine yeni bir hayat inşa ediyor.
Güvenceli ve düzenli işlerin rafa kalktığı deprem bölgelerinde, kadınlar, geçinebilmek için tehlikeli işler yapmak zorunda kalıyor. Ağır hasarlı binalara girerek eşya ve demir toplamak da bu işlerden biri.
“İlk defa aldığım asgari ücretin içinden ulaşım ve yemek masrafını çıkarınca geriye ne kadar kaldığını, masraflarımı nasıl en aza indirip kalandan birikim yapabileceğimi hesaplıyorum. Her güne “bu iş bitince ne olacak” diye düşünmeden başlamak istiyorum… Yeniden, tek başıma ama yalnız kalmadan, umutlarımı yitirmeden devam etmeye çalışıyorum işte.”
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!