“O kadar ölüm gördüm ki… Hepsi de gençti”

Kestane işçisi Melahat’in 58 yıllık yaşamı, kadınların hayatta kalmak için sınırları nasıl zorladığının hikâyesi. Yoksulluk ve hastalık nedeniyle yedi kardeşini yitiren Melahat'in kendisi gibi kestane işçisi olan üç yeğeni ise çalışırken hayatını kaybetmiş. “Çok acı yaşadık. O kadar ölüm gördüm ki anlatamam. Hepsi de gençti” diyor.
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

Dağlardaki kestane ağaçlarının altında yaşanan o hareketli günlerdeyiz. Herkesin özellikle “kebabını” çok sevdiği bu orman meyvesini toplamak için hummalı bir çalışma var. Kestane toplama işinde kadınlar ilk sırada yer alıyor. Eldivenleriyle bütün gün hasattalar. Kalın meşin eldivenler ellerini soğuktan değil, kestanenin dikenlerinden koruyor.

Bu dağlar onların ekmek teknesi. Aslında kestane hasadı iki ay bile sürmüyor. Fakat iş oldukça tehlikeli olduğu için günlük yevmiyeler diğer işlerden daha yüksek, 300 lira civarında.

Aydın’ın Köşk ilçesine bağlı Sarıçam köyü sakinlerinin çoğu kestane işçisi. Görüştüğümüz Melahat Soytürk de bu işçilerden biri.

Elim ayağım tuttukça çalışacağım

Erkeklerin ağaçta dalları “çırptığı”, kadınların da altta düşenleri topladığı ve çuvalladığı bir uğraş bu… Sabahın erken saatlerinde özel sırıklarla kestaneler yere düşürülüyor, sonrasında kadınların yoğun mesaisi başlıyor.

İki eldiven takıyoruz diken batmaması için” diyor Melahat. Son zamanlarda Sarıçam’da ayaz olduğunu anlatıyor. Ama o hiç bu havalardan etkilenmezmiş, bünyesi öyleymiş: “Biz çalışırken çok soğuk olursa açık bir yerde çalı çırpı yığılır, ateş yakılır. Arkadaşlar ellerini, ayaklarını o ateşe uzatıp soğuktan korunmaya çalışırlar. Ben hiç o ateşe varmam.”

Yaşı 58. “Emekli” olmak, yani kenara çekilmek hiç aklına gelmiyor: “Unumu eleyip eleğimi asmayı hiç düşünmüyorum. 60’a da 65’e de gelsem tarla, çapa, meyve toplamaNe iş varsa yapmak istiyorum. Yeter ki iş olsun. Elim ayağım tutuyorken, gücüm varken kenara 3-5 kuruş atmak istiyorum. Çocuklarıma faydam olmasa torunlarıma olur. Belki yaşlandığımda, ‘Babaannemizin üzerimizde emeği var deyip, onlar da bana bakar.”

İş toplamakla bitmiyor

Melahat Soytürk (sağda)

Elbette ki kestane işi sadece toplamaktan ibaret değil. Daldan kopan meyveler sulanıyor ve bekletiliyor. Sulamayı da işçi kadınlar yapıyor. Melahat bu süreci şöyle anlatıyor:

“Kestaneleri çuvallara doldurup bir hendeğe götürüyoruz. Çok büyük, çukur bir yer. Patronlar bulunduğumuz yere su hortumu uzatarak uzaktan su getiriyorlar. Orayı iki günde bir, bazen her gün suluyoruz. Dikenli kabukların çürüyerek meyveden daha kolay ayrılması için yapıyoruz bunu. Kabukların kısa sürede çıkması için yaklaşık bir ay burada bekliyor kestaneler. Üzerini de bazı otlarla örtüyoruz. Sonra başkaları, patoz denen makineleri kullanarak o dikenlerin hepsini temizliyor. Makine kullanmak ve ağaca çıkmak hariç, bütün işlemleri biz kadınlar yapıyoruz.”

‘14 kardeştik, yarımız hastalıktan öldü’

Melahat’e çocukluğunu sorduğumuzda ortaya çok farklı bir yaşam çıkıyor. Köşk ilçesinin Cumayanı köyünde büyümüş. Fakirlik anlatılamayacak boyutlardaymış.

“Biz yedi kardeştik, çok yokluk çektik. Babamın atı vardı. Dağa çıkar, yakacak toplar, o odunları ata yükleyip Beydağı Pazarı’na götürürdü. Onları orada satar, o parayla da eve yiyecek getirirdi. Dağa gidemediği zamanlar ekili bahçelerin bekçiliğini yapardı. Hayvanlar girmesin, ekinleri yemesin diye

Bunları anlatırken tekrar o günlere dönüyor Melahat; şu eklemeyi yapıyor:

“Yedi kardeştik ama aslında önceleri 14 çocuktuk! Yedimiz öldü, yedimiz sağ kaldı! O zaman doktor falan yok köyde. Aynı bugünkü korona gibi bir hastalık gelmiş. Kardeşlerimin kimi 3 yaşındayken, kimi ondan da küçükken arka arkaya ölmüş o hastalıktan.”

Tek ilaç soğan

Asırlardır farklı coğrafyalardan kadınların ta bugüne kadar uzanan yaşam zorluklarıydı aktardıkları… Bu inanılması güç şartların ağırlığı altında, dinlerken bile eziliyordu insan! Peki, yedi çocuğunu peş peşe kaybeden bir kadın, hayatta kalan diğerleri için panik yaşamıyor muydu? Melahat’ın yanıtını dinlerken   öylece kalakalıyoruz:

“Annem Kezban, kiraz yanaklı ufak tefek, genç görünen bir kadındı. Hiç demezdin ki 14 çocuğu var! Çok büyük bir bahçemiz yoktu. Orada darı eker biçerdi. Unu da o yapardı, ekmeğimizi de o tandırda pişirirdi.  Biz hasta olunca ne yapacağını bilemezdi. Doktor yok, bir şey olsa biz de öleceğiz. Rahatsızlansak,  kötüleşsek, ateşimiz çıksa hemen kuru soğanları havanda iyice ezer, suyunu bize içirirdi. O dövdüğü soğanlara tuz katar, tekrar döver, o bulamacı bezlerle sırtımıza, bağrımıza bağlardı. Sabah uyandığımızda hiçbir şeyimiz kalmazdı…”

Cenaze de yıkıyor

Peki Melahat dört çocuğunu nasıl, hangi imkânlarla büyüttü? “Çocukları anneme bırakıp eşimle beraber takoza giderdik” diyor. Harman dövmeye “takoz” deniyormuş. Devam ediyor:

“Aydın’da çok pamuk tarlası var. Pamuk da toplardık. En çok da zeytin hasadına giderdim.”

Sanmayalım ki Melahat arada nefes alıyor, boş duruyor. Köyde biri ölünce, cenaze yıkamaya da o gidiyor. Bunu ücretli yapıyor elbette. Korkmuyor mu, irkilmiyor mu yıkarken? Yanıtı aynen şöyle:

“Yoo, niye korkayım. Ölüden değil diriden korkacaksın asıl!” 

Bir kadın doğum mu yapacak? Köyde doktor olmadığı gibi ebe de yok! Bu vakalarda da onu çağırıyorlar. Bu işten de yine küçük de olsa bir kazancı var. Düğünlerin yemekli yapıldığı köyde aşçı olarak çağrılan yine o. Kısacası yapmadığı iş neredeyse yok. 

Çocuk yaşta akraba evliliği

Dört çocuklu işçi kadın, “torunlarım” ifadesini sıkça kullanınca sayılarını merak ediyoruz. “Benim 12  torunum var” diyor; “Ama bir torunumun da çocuğu oldu. Torunumun çocuğunu da gördüm ben.”

58 yaşında bunlar imkânsız değil mi? Bu yaşa hepsi nasıl sığar ki? Ardından üzerimize ağırlığınca çöken şu sözler dökülüyor ağzından: “Ama beni 14 yaşımda gelin ettiler. Halamın oğluyla evlendirdiler. Halam (kayınvalidem) ve annem, ikisi de aynı anda hamile kalmış. Halam demiş ki anneme; ‘Benimki erkek seninki de kız olursa evlendirelim.’ Beşik kertmesiyiz biz eşimle.”

Daha doğmadan hayatının dairesi çizilmiş Melahat’ın! Patriyarkal toplumlarda kadınların sevinçleri, kederlerinden büyük olamıyor.

Sarıçamlı kestane işçisi kadınlar

Ölümlerle iç içe bir yaşam

Sonra yaşamındaki başka bir kesiti paylaşmak istiyor işçi kadın. “Çok acı gören bir aileyiz” diyerek söze başlıyor; O kadar ölüm gördüm ki anlatamam. Hepsi de gençti. Ablamın büyük oğlu kestane ağacından düştü, vefat etti. Diğer oğlu da traktör altında kaldı. En büyük ablam Fatma’nın oğlunun üstüne dağ çöktü, oracıkta can verdi. Üç yeğenim de kestane işçisiydi.”

Melahat’ın anlattıkları açıkça gösteriyor: İşçi sağlığı ve iş güvenliğinden eser yok dağlarda. Cana can, dişe diş bir iş, bu heybetli ağaçlara çıkmak. Çıkılmışsa ölüm çok yakın olabilir! Yevmiyenin diğer işlere göre yüksek olması bu nedenle. Bedeli o kadar büyük ki…

Paylaş:

Benzer İçerikler

Gösterilecek içerik bulunamadı!
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!