Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da özel bir okulun müdürü, okuldan atılmış bir öğrenci tarafından öldürüldü. Bu haberin ardından tüm eğitim emekçileri ülke genelinde iş bıraktı. Yaşanan bu üzücü olayın ortaya koyduğu manzara herkesi tedirgin ederken arkadaşımız Hêlin, eğitim sektöründeki şiddet, mesleğin değersizleştirilmesi ve şiddete mahal verecek çalışma koşulları hakkında eğitim emekçisi kadınlarla ve sendika uzmanlarıyla görüştü.
İster devlet okulunda ister özel sektörde çalışıyor olsun binlerce eğitim emekçisi bu cinayeti ve eğitimde şiddeti protesto etmek amacıyla meydanlardaydı. Üstelik bu protestolara çoğu ebeveyn de çocuklarını okula göndermeyerek eşlik etti ve eğitimdeki şiddete karşı toplumsal bir eylem gerçekleştirildi.
Peki, binlerce insan, binlerce kadın eğitim emekçisi neden meydanlardaydı?
Bursa’da özel bir okulda görev yapan Zehra’ya bu olayın neler hissettirdiğini sorduğumuzda “Öncelikle bir insan ve kadın olarak bir eğitimcinin öldürülmesi hepimizin olduğu kadar benim de canımı çok yakıyor. Katledilen eğitimcileri düşündüğümde asıl yetim kalan toplumun ta kendisi… Yanlış politikalarla ülkeye sokulan ve kabul edildikten sonra doğru bir biçimde yönetilemeyen mültecilerin -yani mülteci sorununun- bir öğretmenin canına mâl olması, hiçbir eğitimcinin kabul edeceği bir durum değil. Bizi ölüm bile birleştiremiyorsa ülke olarak alacak çok yolumuz var demektir” sözleriyle ifade ediyor. Öte yandan uzun çalışma saatleri, alınamayan mesai ücretleri, veli memnuniyeti odaklı eğitim hizmeti gibi garabetler sunan özel okulların kadın öğretmenler için daha zorlu kurumlar haline geldiği de herkesçe malum. Devlet okullarında ise memur statüsünde çalışan öğretmenlerin taleplerinin özel okul öğretmenlerinkinden ayrıştığını anlatan Zehra, “Öğretmenlerin sendikalarına ve haklarına sahip çıkması gerektiğini” vurguluyor.
Eğitimi deneme tahtasına çevirdiler
Bursa’da bir devlet okulunda görev yapan Aygül’de aynı kaygılar içerisinde. Yaşanan bu olayın kadın bir öğretmen olarak kendini güvencesiz, eksik ve yalnız hissettirdiğini aktarıyor. Kendisi de Eğitim-Sen üyesi bir öğretmen olan Aygül’ün özellikle sendikalardan talepleri ise oldukça net “Öncelikle kadın eğitim emekçileri açısından sendikal çalışmaları yeterli bulmuyorum. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitliği üzerine ciddi çalışmalar yapılmalı. Daha sonrası için de toplumda içselleştirilmesi için uğraşılmalı. Sendikalar bünyesinde akademiler kurulmalı, kadın öğretmenlere yönelik şiddet olaylarında verilen cezaların arttırılmasına ilişkin kamuoyu yaratılarak, yasalarda yer alması sağlanmalı. Ayrıca kadın öğretmenlerin her türlü şiddetle baş etme yollarına yönelik yine sendikalar bünyesinde çalışmalara yer verilmeli.”
Bursa’da görüştüğümüz başka bir öğretmen ise Aysun. Uzun süredir çokça emek vermesine rağmen atanamayan ve şu an yerel yönetime bağlı bir kurumda öğretmenlik yapan Aysun da benzer şekilde endişelerini dile getiriyor: “Bu eylemler ve iş bırakmalar eğitim sistemindeki bariz sorunların yansıması. Ayrıca eğitim sisteminin düzeltilmesine yönelik önemli bir uyarı işaretidir” şeklindeki sözleriyle alanlardaki haklı taleplerin nedenlerine değiniyor. Öğretmenlik mesleğinin değersizleştirilmesine yönelik sorularımızı ise şu şekilde yanıtlıyor: “Maaşların düşüklüğü, eğitim sistemindeki hızlı değişiklikler, bu değişikliklerde öğretmenlerin yaşadığı adaptasyon zorluğu vs. eğitimi ‘deneme tahtası’na çeviriyor. Yöneticilerin ve ailelerin, biz öğretmenlere olan tutumu da mesleğimizin değerini etkileyen diğer unsurlardan. Bunlar da haliyle bizlerde tatminsizlik duygusu yaratıyor, bizi yaptığımız işten keyif almamaya itiyor. Bir an önce toplumsal farkındalık yaratılmalı, eğitim politikaları iyileştirilmeli, öğretmenlere daha iyi çalışma koşulları sağlanmalı. Bunlar sağlanırsa eğer, toplumun eğitim sistemine olan güveni de yeniden inşa edilmiş olur.”
İstanbul’da özel okul öğretmenliği yapan Pınar’a da bir kadın öğretmen olarak ne hissettiğini sorduğumuzda “Benim için güvencesiz şartlarda çalışıyor olmak her zaman kaygı arttıran bir şey oldu. Son acı kaybımızdan sonra da can güvenliği sorununu çok daha yakıcı bir şekilde hissettim” diyerek duygularını aktarıyor. Öte yandan Pınar, “İşyeri güvenliğinin sağlanmasına, çalışma koşullarının iyileştirilmesine, uzun süreli sözleşmeler ile güvenceli çalışma sağlanmasına, taban maaşı uygulamasına ve de toplumsal cinsiyet eşitliğine dair talepleri haykırdıklarını” anlatıyor.
Sendikaların birleşik mücadele etmesi gerekiyor
İstanbul’da yaşayan ve özel bir üniversitede eğitim emekçisi bir akademisyen olan Tuğçe de “Kadına yönelik şiddetin her gün arttığı bir ülkede kadın bir eğitimci olarak kadınların daha fazla şiddet tehdit altında olduğunu düşünüyor ve hissediyorum” şeklindeki sözleriyle başlıyor görüşmemize. Çalışma ortamlarında şiddete mahal verecek nasıl zorluklar yaşıyorsunuz diye sorduğumuzda ise “Şiddete mahal verecek koşulların politik bir mesele olduğunu düşünüyorum. İktidarın politikalarının sonucu olarak eğitimin giderek niteliksiz hale gelmesi, eğitimcilerin toplumsal itibarlarını giderek yitirmesi şiddet vakalarıyla ilişkili bence. Zira önceden eğitimciler toplum yararına faaliyet gösteren, gelecek nesilleri yetiştiren kişiler olarak saygı görürlerdi. Bu durumun değişmesinde neoliberalizmle birlikte kamusal hakların tasfiye edilmesi, eğitimde piyasalaşmanın devreye girmesi etkili bence. Yaşanan olayın da bir özel okulda gerçekleşmesi bu durumun en büyük göstergesi” cevabını veriyor Tuğçe. Ayrıca eğitimdeki şiddet vakalarına karşı toplumsal hareket düzeyinde ses çıkarmanın çok önemli olduğunu ve “Bir değişim yaşanacaksa bu tarz toplumsal hareketlerle yaşanabileceğine” inandığını ifade ediyor. “Fakat yine özel öğretim kurumlarında çalışan emekçiler maalesef bu toplumsal tepkiye yeterli düzeyde katılamadı. Zira yetki almış bir sendikayla yasal olarak grev yapabilmek mümkün. Bu anlamda eğitim sektörünün ayrı bir iş kolu olarak tanımlanmasıyla bu sorun da aşılabilecek gibi gözüküyor. Dolayısıyla özel okullarda yasal bir grevin de şimdilik çok kısıtlı bir şekilde mümkün olmasının da önüne geçmek gerekiyor. İçinde bulunduğum giderek büyüyen Özel Öğretmen Sendikası’nın ilerleyen zamanlarda bunu aşacak bir yapılanmayı oluşturacağına da inanıyorum” diyerek sendikal mücadelenin önemini açıkça belirtiyor.
Adana’da Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın kurucu üyelerinden olan Duygu Yılmaz da sorularımıza içtenlikle yanıt verdi. Öncelikle “eğitimin piyasalaşması ve eğitim kurumlarının sermayenin ciddi bir pazar alanına dönüşmesiyle öğretmen emeğinin ucuz iş gücü haline geldiğini” belirten Duygu, uzun mesai saatlerinin, her gün dozu ciddi anlamda artan mobbinglerin çalışma koşullarında şiddete mahal verdiğini vurguluyor. Ayrıca Türkiye’nin büyük zorluklarla kurulan bir sendikasının kurucu üyelerinden biri olması sebebiyle kendisine sendikaların çalışmalarını yeterli bulup bulmadığını sorduğumuzda “Gerici mevzuatlarla sürekli beslenen içi boşaltılmış bir eğitim sistemi var karşımızda. Ancak bakanlık ise eğitimdeki başarısızlığın faturasını öğretmenlere kesme derdinde. Öğretmenlere yönelik şiddeti konuşurken kamu ve özel sektördeki öğretmenlerin niteliksiz çalışma koşullarından bağımsızlaştırmak doğru bakış açısını kaçırmak olur. Bu nedenle tüm sendikaların birleşerek mücadele etmesi önemli” sözleriyle yanıtlıyor.
Kadın eğitimciler şiddete daha fazla maruz kalıyor
Bursa’da bir devlet okulunda görev yapmakta ve aynı zamanda Eğitim-Sen Bursa Şubesi’nin kadın sekreteri olan Meral Batga’ya da eğitimde şiddet konusunda fikirlerini sorduk. Meral; “Kadın öğretmenlerin erkek öğretmenlere kıyasla çalıştıkları kurumlarda daha fazla şiddete maruz kaldığına dair anket ve araştırmalar var. Özellikle şiddet türlerinden duygusal ve psikolojik şiddete kadın öğretmenlerin daha çok uğradığı görülmektedir” şeklinde yanıtlıyor. Ayrıca çalışma koşullarında şiddete mahal verecek durumlar hakkında ise; “Çalıştığımız kurumlarda şiddeti tetikleyecek çok şey yaşanıyor. Eğitim emekçisi kadınlarla da bir araya gelerek yaptığımız görüşmelerde her katmandan şiddet geldiğini ifade ediyorlar. Velilerden, çalışma arkadaşlarından, özellikle yöneticilerden ve de artık öğrenciden gelen çeşitli şiddet türleri ile karşı karşıyayız” sözleriyle eğitim emekçisi kadınların içinde bulunduğu duruma dair somut durumu ortaya koyuyor.
Son günlerdeki eylemlere ilişkin olarak da “Türkiye gibi sokak eylemlerinin pasifize olduğu bir ülkede, bu eylemleri çok değerli buluyorum. Özellikle iş bırakmanın ve grev hakkını kullanmanın çok değerli olduğunu düşünüyorum. 1980’lerden sonra eylemlerin sokağa yansıması çok azaldı. Alanlarda demokratik haklarımızı haykırmamız eğitim emekçisi kadınlar açısından da cesaret verici ve toplum nezdinde de hareketlenmeyi destekleyici bir eylem çeşididir” diyerek kitlesel eylemlerin kadın eğitim emekçileri açısından da önemini belirtiyor.
Son olarak Meral, sendikal mücadele bağlamında kadın eğitim emekçilerini de doğrudan ilgilendiren taleplerini “Başta özel kurumlarda öğretmenlik yapan öğretmenlere yönelik bir şiddet yasası talebimiz var. Öğretmenleri doğrudan kapsayan yasalar olsa da bu yasalar içinde şiddeti engelleyecek caydırıcı cezaların artması yönünde taleplerimizi yineliyoruz. Şunu da ifade etmek gerekir, sendikaların kadın öğretmenlere yönelik çalışmaları elbette var ama bunları geliştirecek nitelikte araştırmalar ve raporların yapılması elzemdir. Bunları yaparken kadın velileri de bu çalışmalara dâhil etmek önemli olacaktır. Şiddet konusunda özellikle CİMER’in kaldırılması başlıca taleplerdendir. CİMER yerine daha demokratik ve çözüm odaklı mekanizmaların kurulması gerekli” sözleriyle dile getiriyor.
Sendikalarda kadın temsiliyeti yetersiz
Urfa Eğitim-Sen Şube Eşbaşkanı Özlem Ulutaş Şengül de sorularımızı yanıtladı ve gündeme ilişkin fikirlerini aktardı. Özlem; “Mesleğimiz siyasal iktidarın tavrıyla paralel olarak gittikçe itibar kaybediyor. Bu da şiddete zemin hazırlıyor. Kadın öğretmenler çalıştıkları okullarda erkek öğretmenlerden daha çok cinsiyetçi hakaret ve saldırılara maruz kalıyor. Okullar artık kimse için güvenli değil. Özellikle öğretmenleri koruyacak bir yasanın olmaması sorunların başında geliyor” sözleriyle mesleğin değersizleştirilmesine yönelik ciddi sorunları ele alıyor. Güvenceli istihdam, eşdeğerde işe eşit ücret ve bilimsel eğitim konularında talepleri yenileyen Özlem, “Özellikle üye sayısı en çok olan yetkili sendika başta olmak üzere sendikaların yönetim organlarında kadın temsiliyetinin yetersiz olduğunu” vurguluyor. Grevin kamu emekçilerinin en büyük silahı olduğunun altını çizen Özlem; “Geçmişten gelen mücadele deneyimlerinden öğrendiğimiz üzere en büyük kazanımlar grev ve iş bırakma ile kazanılmıştır” diyerek öğretmenlerin meydanlardaki taleplerinin değerli olduğunu ifade ediyor.
Kapak Fotoğrafı: Pınar Koşal