“Kadın olmak hekimlikte çok zor”

TTB Asistan ve Genç Uzman Kolu’ndan kadın asistan hekimlerle konuştuk. Eğitim hakları gasp edilen, 36 saate varan mesai süreleri ve ağır iş yükünün altında ezilen, bir de üstüne kadın oldukları için ayrımcılığa maruz bırakılan asistan hekimler, “Tek çare örgütlü mücadele” diyor
Paylaş:
İpek Deniz
İpek Deniz
ipekkdeniz@gmail.com
İpek Deniz    ipekkdeniz@gmail.com

TTB Asistan ve Genç Uzman Kolu’ndan kadın asistan hekimlerle konuştuk. Eğitim hakları gasp edilen, 36 saate varan mesai süreleri ve ağır iş yükünün altında ezilen, bir de üstüne kadın oldukları için ayrımcılığa maruz bırakılan asistan hekimler, “Tek çare örgütlü mücadele” diyor

Tıp eğitimi sonrası çok zor bir sınav sonrası (TUS) aldıkları puana göre uzmanlık eğitimi almaya başlıyor hekimler. Puanları tutarsa hayal ettikleri branşta eğitim alabiliyorlar, tutmazsa tekrar eve kapanıp ders çalışarak ya da başka branşları tercih ederek başlıyor serüvenleri. 4 ile 6 yıl arasında değişen bir sürede uzman hekim olabiliyorlar.

Asistan hekimler eğitim alırken belli kanunlarla korunsalar da uygulamada bu kanunların pek bir karşılığı yok. Çoklu hiyerarşi düzeninde asistan hekimlerin payına uzun çalışma saatleri, bitmeyen nöbetler, en enerjik yıllarının hastane koridorlarında geçmesi ve elbette düşük ücretler düşüyor. 36 saat çalıştıklarını biliyor musunuz? 36 saat çalışan bir insandan nitelikli sağlık hizmeti, güler yüz ve sabır bekleniyor. 36 saatin sonunda eve gidiliyor, ertesi gün mesai devam ediyor çoğu zaman.

Az nöbetli bir yerde çalışıyorsanız yine daha şanslı olabilirsiniz; ancak yoğun birimlerde aynı şanstan söz edilemez. Özellikle hasta girişinin çok yapıldığı branşlar tamamen insanlık dışı koşullarda çalışıyor. Uzman refakatinde hasta görmeleri gerekirken, tek başlarına, uzman adına açılan polikliniklerde yığınla hasta görüyorlar. Herhangi bir isim adına randevu alıp, karşısında başka isimde bir doktor ile karşılaşmayanınız var mı? Çok sayıda ve aralıksız hasta bakıyorlar. Bir asistan hekimin “Hasta başına 1 TL alsam şu an aldığım performans ücretinin kaç kat fazlasını alırdım” sözleri, yaptıkları işin ücret olarak asla karşılığını alamadıklarının bir ifadesi.

Hastalık durumları, rapor alma vs. durumlar ise ayrı bir sıkıntı; çark aksamamalı, hep dönmeli çünkü. Öte yandan TTB tarafından 7 Ekim’de “Emek bizim söz bizim” sloganıyla paylaşılan toplantı notlarında; Covid-19 pandemisinin yükünün de asistanlar üzerine yığıldığı, asistanların uzmanlık eğitimlerinin aksadığı vurgulanıyor.

Tüm bunlar asistan hekimlerin yaşadığı ortak sorunlar; ama bir de kadın hekimlerin kadın olmaktan kaynaklı yaşadıkları sorunlar var. Daha uzmanlaşacakları branşı seçme aşamasında cinsiyetçi ve ayrımcı baskılara maruz kalıyorlar. Bu ayrımcılık, sonrasında da peşlerini bırakmıyor. “Kadın asistan istemeyiz” diyen bölümler; erkek hekimleri seçen, kadınları ciddiye almayan hastalar, hasta yakınları… Liste uzuyor, gidiyor.

.

İşte tüm bu sorunlar karşısında asistan hekimler daha örgütlü ses çıkarmaya kararlı görünüyor. TTB Asistan ve Genç Uzman Kolu, asistanların haklarını ve birlikte mücadelenin önemini anlatmaya devam ediyor. Biz de bu kolda yer alan, İstanbul’da görev yapan kadın asistan hekimlere verdikleri mücadeleyi ve yaşadıklarını sorduk.

Poliklinik aksamasın diye öğle arasında eğitim!

Psikiyatri asistanı: Bir eğitim araştırma hastanesinde görev yapıyorum.  Asistan hekimlerin aslında bulundukları hastanede var olma nedeni uzmanlık eğitimi almaktır ki mevzuatta da uzmanlık öğrencisi olarak tanımlanırlar. Ve bu süreçte eğitimin bir parçası olarak sağlık hizmeti üretirler. Ancak mevcut durumda sağlık hizmeti eğitim almanın önüne geçti. Poliklinik hizmeti aksamasın diye eğitim saatleri kırpılıp öğle arasına sıkıştırılan çok sayıda asistan hekim var. Sağlıkta dönüşüm sonrası eğiticilerin sayısının azalması da eğitimin niteliğini düşürdü. Neredeyse çoğu klinikte yeterli sayıda ve nitelikli eğitim veren eğitici yok, uzmanlık eğitimi akran eğitimi şeklinde ilerliyor.

Yaşanan en büyük problemlerden biri de uzun mesai saatleri. Hastaneye, bölüme göre değişkenlik göstermekle birlikte özellikle cerrahi bölümlerde nöbet hariç bazen mesai 12 saati bulabiliyor. Nöbet eklenince bu süre 36 saate varıyor. Ve bu durumun bir standardı yok maalesef. Nöbet ertesi izin çoğu yerde olmamakla birlikte mesai saatleri de eğitim sorumlularının kararı doğrultusunda değişebiliyor. 130 saati geçen nöbetlerin ücretleri ödenmiyor, gün içi fazla mesainin ücreti ise henüz dile getirilebilmiş bile değil.

Aslında uzun zamandır bu konudaki tepkimizi her fırsatta, her platformda dile getiriyoruz. Özellikle geçen sene nöbet ertesi izin konusunda genel bir asistan hekim mücadelesi yürütüldü, buna destek verdik. Kol olarak bu konuyu da ele alan bir çalıştay düzenledik. Nöbet ertesi izin ile ilgili bazı arkadaşlarımızın yürüttüğü hukuki mücadeleyi takip ediyoruz. Tabii komisyon olarak daha geniş çaplı eylem planlarımız olacak.

Eğitimin doğası değil, sömürü

Hekimliğin ve uzmanlık öğrencisi olmanın saatlerce karşılıksız çalışmak ile kodlanması, taleplere karşılık bulmayı zorlaştırıyor. Aynı kodlar yorulan, eğitim alamayan, destek bulamayan asistan hekimi kendini yetersiz hissetmeye, yalnızlığa ve tükenmişliğe itiyor. Çoğu karar eğiticilerin, yöneticilerin keyfiyetine göre veriliyor ve bu durum mobbingi yanında getiriyor. Hiyerarşi ve mobbing eğitimin bir parçasıymış gibi algılanıyor.

Daha örgütlü davranma gerekliliği, genel değişimin etkilerinden bağımsız yorumlanamaz. Emek, insan hakları, gençlik mücadelesi güçlendikçe bu durum çalışma ortamlarında da karşılığını buluyor. Uzmanlık eğitiminin doğasında var olarak addedilen uygulamaların aslında bir emek sömürüsü olduğunu dillendirebiliyoruz. Bu bana yapılan mobbing diyebiliyoruz, sosyal medya üzerinden daha hızlı etkileşim kurup daha hızlı reaksiyon verebiliyoruz. Ve tabii genç hekimlerin yoksullaşmayı diğer meslektaşlarına göre daha sert hissetmeleri, çalıştıkları hastanede en yoğun çalışan hekim grubu olmasına karşın en az ücreti alanların yine asistan hekimler olması gibi faktörlerin de var olan tepkilerin artışındaki payı yadsınamaz.

Doktor bey diye seslenen hastalar

Kadın olarak neler yaşıyoruz? Çalışma hayatımda meslektaşlarım ya da hastalar, hasta yakınları tarafından cinsiyetçi tutumlara maruz kalıyor muyum? Hayır diyebilmeyi çok isterdim; ancak diyemiyorum. Eğitiminiz, mesleğiniz ne olursa olsun muaf olamıyorsunuz maalesef bazı tutum ve davranışlardan.

Meslekte cinsiyetçi tutumla üniversiteye başladığımız gün karşılaşıyoruz ve sonrasında da bu tutum hayatımızdan çıkmıyor. Kimin neyi daha iyi yapacağına dair seksist fikirler hiç eksilmiyor. Cerrahlar erkek olur, kadına cildiye iyi olur gibi gruplamalar, nöbeti de az olur ya da olmaz, çocuk olunca rahat edersin gibi yaklaşımlar, aile de de okul arkadaşlarımızda da vardı. Uzmanlık eğitimine başlarken bazı bölümlere bilgi almak için ulaştığımızda “Biz kadın asistan istemiyoruz, evli asistan istemiyoruz, gebe asistan istemiyoruz” gibi yorumlarla karşılaşabiliyoruz. Çalışma hayatında da bazı görevler için direkt erkek hekimlerin seçilmesi; kadınların evlilik, çocuk vb. özel hayatı üzerinden eğitimde ve işbölümünde farklı konumlandırılması da maruz kaldığımız ayrımcı uygulamalardan.

Tabii bu duruma hastalar tarafından da maruz bırakıldığımız oluyor. Bir klişe olacak belki ama ısrarla “doktor bey” diye seslenen ya da kadın olduğum için ciddiyetsiz yaklaşan, beni dinlemeyen hastalarla çok karşılaştım, üstüne seni yaşça küçük bulduysa bu durum daha sık yaşanıyor.

Düzeltmek için bir şeyler yapmalı

Acil Asistanı:  İstanbul’un küçük bir ilçesinde doğup kurtulmam için devlete kapağa atmam gerektiği şeklinde öğütlerle büyütülen, tabii bir de derslerde başarılı olunca tıp fakültesine yerleşmenin en mantıklı seçenek olduğu bir ortamda yetişmiş biriyim. Şu an ise İstanbul’da bir eğitim araştırma hastanesinde acil asistanı olarak çalışıyorum. Hekimlik mesleğinde altıncı yılım, asistanlıkta ise üçüncü yılım bitti. 6 yıldır bir kadın olarak yürütmeye çalıştığım bu meslekte, her ne kadar sorunlar bizi bezdirse de umudu yaşatmaya çalışıyorum.

Asistan hekimlerin çok ciddi sıkıntıları var, evet. Hani bile isteye derler ya, biz de o hesap, öğrencilikten beri asistanların sorunlarına aşinayız, biz de biliyorduk sıranın bize geleceğini. Keşke aldığımız miras; “Asistanlık elbet biter, duyma, görme” mesajı yerine, “Düzeltmek için bir şeyler yapmalı” olsaydı. Bütün sistem bizim üzerimizden dönüyor. Eğitilmesi gerekenler değil; boşluk dolduran, eksiklikleri kapatan elemanlarız biz bu sistemde. Fazla poliklinik açan, küçük ameliyatları tek başına yapan, eksik personelin yerine kanları götüren, dosyalama işlerini gören, hastaları arayıp hastaneye çağıran, eğitim dedikleri şeyi bile öğle arasına sıkıştıran… Derseniz ki bunlar sadece bizi mi etkiliyor, hayır. Elbette ki derman arayan hastaları da etkiliyor. İşlemleri eksik kalıyor, işleri uzuyor.

Artık günü kurtarmak yetmiyor

Bu sorunları siz de biliyorsunuz. Hele ki sağlık hizmeti almak isteyen herkes artık çok iyi biliyor. Sistem her yanından alarm vermeye başladı. Artık asistanlar da bu sisteme kurban gitmek istemiyor, yapılanların daha çok farkına varıyor, hissediyor. Önceden herkes tek olduğunu düşünürdü; ama şimdi kimle yan yana gelsek sorunlardan bahsediyoruz. Biz örgütlü genç hekimler olarak meslek odamızla olan kopukluğu kapattıkça eminiz ki bu ses daha da gür çıkmaya devam edecek. Çünkü buna ihtiyacımız var. Artık günü kurtarmak yetmiyor, bu çalışma koşulları şu an üçüncü dünya ülkelerinde bile yok. Pakistan, Hindistan gibi ülkelerde hekimler iş bırakıyor. Avrupa’da sağlık çalışanları pandemiyle beraber sorunlar katmerleştikçe meydanları doldurup taleplerini haykırdılar. Bizim topraklarımızda da bu mücadele rüzgârının hissedilmemesi mümkün değil.

Mücadele sonuç veriyor

Kanayan yaramız olan 36 saat çalışma ile ilgili uzun süredir hukuksal anlamda mücadele veriliyor; fakat yönetmelikte “Eksik personel durumunda başhekim izniyle 36 saat çalıştırılabilir” ibaresi var, bunu dayanak yapıyorlar. Tabip odasıyla yapılan hastane ziyaretleri, asistanların kendi hastanelerinde yürüttükleri mücadele ile nöbet ertesi izin hakkını kazanmış olan yerler var. Ama yaygın değil. Buradaki en büyük sorun, nöbet ertesi izin kullanırsak aylık çalışma saatimiz düşüyor ve nöbet parası, yani fazla mesai ücreti alamıyoruz. Bu nedenle hele de şu pahalılık ortamında haklı olarak asistanlar böyle bir kesintiyi göze alamıyor ve nöbet ertesi çalışmayı kabul ediyor. Biz ise nöbet ücretine bizi mecbur kılmayan insanca yaşayacağımız bir ücret talep ediyoruz. İTO ve asistan hekimler olarak 36 saatin kaldırılması talebimizi her alanda dile getiriyor ve bu mücadele etrafında hekim arkadaşlarımızı örgütlenmeye çağırıyoruz. Yasalar sadece sesimiz ne kadar gür çıkarsa uygulanıyor, bunu hatırlatmaya çalışıyoruz.

‘Kadın halinle seni kim buraya koydu?’

Dışardan her ne kadar güçlü bir meslek gibi görünse de, ‘dışı sizi içi bizi yakar’ derler ya, o hesap, kadın olmak hekimlikte de çok zor. Neden mi? Hastadan tetkik istersin; kadın olduğun için gereksiz uzattığını, işi bilmediğini düşünür. Oysa karşısında erkek olsa hiç itiraz etmeden yapar. Kadın hekim olarak yapması gerekenleri sürekli tekrarlaman gerekir; çünkü ataerkil toplumda bir kadının “Şunu yapmalısın” demesini kabullenmek tekrar isteyen bir şey. Bana birinin “Kadın halinle seni kim buraya koydu?” dediğini hatırlıyorum.  Şiddet de en çok kadın sağlık çalışanlarına uygulanıyor, bu da bir tesadüf değil.

Peki, sadece hastalar mı? Hayır! Kendim yaşamamış olsam da sürekli duyuyorum, gebe olduğunu söylemeye çekinen kadın arkadaşlarımız var. Çalıştığı klinikte nöbetten çıkacağı için, dışlanma korkusu yaşadığı için. Cerrahi branşlarda nerdeyse kadın asistan hiç istenmiyor. Neymiş efendim regl dönemlerinde doğru karar veremezmiş, doğum yaparmış, güçsüzlermiş. Düşünebiliyor musunuz, bunu meslektaşlarımız bize yapıyor! Demek ki her şey eğitim değil. Hepsi kapitalizm altında, her duygumuzu şekillendiren bu sistemde yetişiyor.

Yok, ben onlara benzemeyeceğim

Çocuk Asistanı: O kadar sinirli duruyormuşum ki, sendikadan bir arkadaşım söyleyince üzüldüm biraz. Yoğun çalışma, sürekli nöbet, branşımın çocuk olmasından kaynaklı olarak çok geniş ailelere defalarca ama defalarca açıklama yapma zorunluluğu, günde bilmem kaç yüz insana maruz kalıp iyi durabilmek! Çok mümkün değil. Günde kaç insanla konuştuğumu, kaç kişiye defalarca aynı şeyi anlattığımı bilmiyorum.

Hem çok ders çalışmamız gerekiyor hem de iyi bir performans göstermemiz, hata yapmamamız, işleri hızlı ve zamanda yapmamız. Bizim neredeyse ayın çoğunu hastanede geçirdiğimiz bir branş bu. Öğrenmemiz gereken hastalıklar, tedaviler yığınla; ama biz sadece çarkı döndürüyoruz. Ne öğrenirsek bu yoğunluk içinde öğreniyoruz işte. 36 saat çalışıp eve gidiyorum, uyuyorum, ertesi gün yine hastanedeyim. Yaptığımız bütün sosyal aktiviteleri, kısa zaman aralıkları içerisinde uykumuzdan, temel ihtiyaçlarınızdan feragat ederek yapıyoruz. O kadar yoğun bir çalışma tempomuz var ki! Sürekli ayakta, aktif çalışmak zorunda olduğumuz, kadın ağırlıklı bir alan. Eğitimler kısa ve dar zamanlara sığdırılıyor; aktif çalıştığımız değil de, kendimize ait olan zamanlara daha çok. Her kriz, her yoğunluk asistan hekimlerle çözülüyor.

Her gün sözel şiddete maruz kalmak

Kadın olarak neler yaşıyorum derseniz; hasta yakınları tarafından ciddiye alınmak için bazen defalarca anlatmanız gerekir, babalar tepeden tepeden bakar, her gün ama her gün sözel şiddete maruz kalırsınız. Kendi çalışma arkadaşlarımız gebelik, evlilik durumlarına öfke duyar ve siz gerçekten bunun da kaygısını üzerinizde taşırsınız. Çünkü mesai arkadaşlarınızın zaten çok olan nöbetleri daha çok artacak. Gebelik, süt izni, hepsinin hesabı yanınızda sesli sesli yapılır. Bu durumu yaşayanların arkasından konuşulanlar, “Benim de arkamdan öyle konuşulur” hissini uyandırır sizde.

O kadar ciddi yoğunluk, stres, zihinsel yük ile beraber çalışmak herkeste farklı işte. Ben sinirli, gerginim, kimisi içine kapanık… Kimisi çok zayıf geliyor mesela, çok kilo alıp çıkıyor bu süreçten. “Siz de benzeyeceksiniz onlara” diyorlar hep hastanede (uzmanlara)… Yok, ben kendi adıma benzemeyeceğim.

Paylaş:

Benzer İçerikler

70 gündür fabrika önünde direnen Polonez işçileri kadın örgütlerini ve feministleri dayanışmaya çağırıyor. Bu çağrıyı ilettiğimiz ve iletimize cevap veren kadın örgütleri “boykot ve dayanışma eylemleri yapalım” fikrinde ortaklaşıyor. O halde gelin Polonez’de kadın işçilerin taleplerini yaygınlaştırıp, seslerine ses katalım…
Türk-İş dün 81 ilde “Zordayız, geçinemiyoruz” diyerek eylem çağrısı yaptı. Ancak işçiden habersiz, fabrika ve işyerlerinden uzak bir eylemden beklenileceği üzere zayıf görüntüler ortaya çıktı. İstanbul’daki eylem bunun en sarih örneği oldu.
Bizlerin bütçesine daha ‘uygun’ market raflarında sıkça gördüğümüz, işlenmiş et ürünleri markası olan Polonez, bir süredir işçi ve sendika düşmanlığıyla anılıyor. Fazla mesai dayatmasıyla ev yüzü görmeden çalışan kadın işçilerin sendikalaşma mücadelesini tanımayan Polonez’de kadınlar, düşük ücretlerle ağır işlerde hakarete maruz kalarak çalışıyor.
Bornova’da üretim yapan Kristal Yağ işçilerinin asgari ücrete tepkileri sert oldu. TİS masasından kalkan işçiler bir ayı aşkın süredir grevdeler. Emekçilerin market alışverişlerinde yaşadıkları adeta bir trajedi. Poşetleri neredeyse boş. Kristal Yağ Fabrikası işyeri temsilcisi Gülnaz’la görüştük.
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!