Özel-ücretli okullarda çalışan eğitim emekçileri Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’nın çağrısıyla bugün (30 Ağustos) Ankara’da buluşuyor. Öncelikle taban maaş hakkını yeniden kazanmak için yollara düşen öğretmenler, insani çalışma koşulları için de seslerini duyurmaya çalışıyor. TMMOB Eğitim ve Kültür Merkezi’nde saat 11.00’de bir araya gelecek olan öğretmenler, buluşmanın ardından Milli Eğitim Bakanlığı’na (MEB) yürüyecek.
Sermayenin en kârlı gördüğü alanlardan biri olan eğitim alanında çeşitli özel kurumlar faaliyet gösteriyor. Bu kurumlar arasında yer alan dershanelerde, daha önce Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası ile görüşerek kadın eğitimcilerin yaşadıkları sorunları dile getirmiştik. Kolejler, özel okullar, rehabilitasyon merkezleri, motor sürücü kursları vb. her kurumda kadın eğitimcilerin yaşadıkları sorunlar ve mücadele etme biçimleri farklılık gösteriyor olsa da cinsiyet ayrımcılığının ortak payda olduğunu anlatmışlardı.
Bugünkü buluşma öncesinde, bu kez Ankara ve İstanbul’daki rehabilitasyon merkezi ve özel okullarda çalışan öğretmenlerle bir araya geldik. Sorunlarını, taleplerini, sendikal mücadeleyle elde ettikleri kazanımları konuştuk.
‘Erkeklere daha fazla esneklik sağlanıyor’
Rehabilitasyon merkezlerinde kaç yıldır çalışıyorsunuz, ne gibi sorunlar yaşıyorsunuz?
Sümeyye Altundağ (İstanbul): Dört yıldır aktif olarak özel eğitimli bireylerle çalışıyorum. Dönem dönem ücretli öğretmenlik yaptım, zaman zaman da rehabilitasyon merkezlerinde, terapi merkezlerinde çalıştım. Kadın olarak çalışmak sektörel bazda daha zor oluyor. Rehabilitasyon merkezleri biraz da mafyavari işletilen işletmeler. Çok kurumsal yerler olmuyor. Erkek egemen, eril sistemin hâkim olduğu yerler. O yüzden de kadını bastırmaya yönelik daha fazla aksiyonlar oluyor. Daha önce çalıştığım kurumlarda da erkeklere daha fazla esneklik sağlanırken kadınlar daha fazla iş yükü altında çalışıyordu.
Arzu Başer (Ankara): Ben fizyoterapist olarak çalışıyorum rehabilitasyonda. 2015’te mezun oldum. Bir buçuk yıl hastane deneyimim oldu. 6 yıldır MEB ile sözleşmeli olarak rehabilitasyonda çalışıyorum. Rehabilitasyon merkezlerinin işleyişi biraz daha farklı. Özel öğretim kurumlarına dâhil ve MEB’e bağlı kurumlar bunlar. Ama bakanlık sadece öğrenci başına belli bir ödenek veriyor. Yeni zam oranlarıyla ücret değişti şimdi. Devlet ödenek veriyor, patron o ödeneği alıyor, daha sonrasında çalışanlarına dağıtıyor. Kurumun giderleri, personelin maaşı, diğer kalemler, eğitimin niteliği patrona kalmış durumda. Devlet ödenek veriyor, veliler imza atıyorlar, bakanlık diğer bütün sorumluluklarından bu sayede kaçmış oluyor. Eğitim emekçileri ne kadar kazanıyor, haklarını alabiliyorlar mı, işten çıktıktan sonra tazminat alabiliyorlar mı, kurumdaki çalışma şartları ne kadar uygun? Bunların hiçbiriyle ilgilenilmiyor.
Çok farklı branşlardan arkadaşlarla çalışıyoruz. Çocuk gelişimcimiz var, konuşma terapistimiz var, odyoloğumuz var, psikoloğumuz var. Bir de özel çocuklarla çalışıyoruz. Eğitimin niteliği oldukça önemli; çünkü bu çocuklara oldukça özverili yaklaşmak gerekiyor. Özgün sorunları var bu çocukların ve daha fazla emek harcamamız gerekiyor (Özel okullarla kıyaslayarak söylemiyorum elbette). Ama ne materyal sağlanıyor ne uygun ortam sağlanıyor ne de çalışmalarımız konusunda bize bir söz hakkı veriliyor. Bazen bir çocuğun yoğun bir şekilde 2 saat fizik tedavi alması uygun olmuyor. Ama patronlar sistemi tamamen para kazanmak üzerine kurdukları için çocuğu getirebildiği kadar getiriyor. Eğitimin kalitesinden çok velilerden gelecek imzaya bakıyorlar. Hatta bu durumu bazen o kadar abartıyorlar ki bizim resmi programımızla fiili programımızın uyuşmadığını görüyoruz. Bu bizim için çok büyük bir problem. Kurumlar buradan ceza almazken bizim geleceğimiz riske giriyor.
Nasıl bir risk bu?
Arzu Başer: Biz normalde üç kanuna bağlı çalışıyoruz. İş Kanunu, Özel Öğretim Kurumları Kanunu bir de Devlet Memurları Kanunu. Orada bir cezai işlem uygulanıyor ve size kınama cezası verebiliyorlar, birkaç kere tekrar ettiğinde diplomamızın yanma durumu da olabiliyor. Kınama cezası alan arkadaşlarım oldu bu durumlar yaşandığı için. Olan öğretmene oluyor aslında.
‘Maaşımız erkeklerden düşük’
Kaç yıldır özel okullarda çalışıyorsunuz, ne gibi sorunlar yaşıyorsunuz?
Cansu Karakuş (İstanbul): 8 yıldır özel okullarda sınıf öğretmenliği yapıyorum. Maddi anlamda bir ayrımcılık yaşıyoruz. Evi geçindiren sadece erkekmiş gibi yaklaşılıyor. Erkeklerden daha düşük maaşlara çalıştırılıyoruz ne yazık ki. Bizi en çok rahatsız eden bu.
Bir de kıyafet yönetmeliği bizde daha baskın durumda. Eğer yönetimin hoşuna gitmeyen bir durumun içerisine giriyorsanız anında sözlü uyarı alıyorsunuz. Kadınları görünüş itibariyle bir kalıba sokmaya çalışıyorlar. Fiziki olarak göze birazcık hitap ediyorsanız bitmişsiniz zaten. Henüz seminer dönemi olmasına rağmen, kıyafetle ilgili yine bir sorun yaşadık. Bizim okulda dış cephe boyama işleri yapılıyor. Hepimizi bir yere topladılar ve “Herkesin kıyafetine dikkat etmesi gerekiyor. Öğrenciler yok ama bayan öğretmenlerimiz mini etek giymemeye özen göstersinler. Askılı giymesinler. Çünkü dışarda boyacı arkadaşlar var” dediler. Yani şunu söylemeye çalışıyorlar: Siz bunları giyerseniz onları şevke getirirsiniz ve size bakarlar. Ben de şunu söyledim: “Biz zaten dışarda bunun mücadelesini vermeye çalışırken bir eğitim çatısı altında bunu bize söylüyor olmanız çok çirkin. Öğrenciler olmadığında da yönetmeliğe uygun davranın derseniz bunu anlayabilirim ama dışarda boyacı arkadaşlar var, size bakıyorlar denmesi beni aşırı derecede rahatsız etti.” İnşaat işçisi ya da boyacı diye insanların bu şekilde yaftalanması beni çok rahatsız etti açıkçası. Sözde tedbir alıyorlar.
Ücret ayrımcılığını nasıl açıklıyorlar size?
Cansu Karakuş: Biz bunu kulislerde konuşuyoruz. Kim ne kadar maaş aldığını söylediğinde ortaya çıkıyor. Bize bir açıklama yapılmıyor. Erkek öğretmenlere “Siz ev geçindiriyorsunuz zaten, çocuğunuz var, bu yüzden size şu kadar maaş artışı yapıyoruz” diye belirtiyorlar. Ben bunu dile getirdim. Bana verdikleri cevap şu: “Hocam, zaten pastanın büyük dilimini öğretmenler yiyor. Herkese eşit bir dağılım yapıyoruz. Bundan kaynaklı herhangi bir artış yapamıyoruz sizlere.”
Çocuğu olan erkek öğretmenlere, çalıştığı okula kaydettirdiğinde yüzde 50 indirim yapıyorlar. Benim çocuğum yok, kardeşimi kaydettirmeyi denedim, bana o kadar indirim yapılmadı. Ben de dedim ki “Tamam çocukları var, çok güzel bir şey. Onlar bir indirimden yararlanabiliyor ama illa benim de mi bir çocuğumun olması gerekiyor indirimden yararlanabilmem için?” Sonuç alamadım.
‘Hamile kalırsak işimizi kaybediyoruz’
Kadın öğretmenlerin karşılaştığı diğer sorunlar neler?
Arzu Başer: Rehabilitasyon merkezleri ağırlıklı olarakkadın emekçilerin çalıştığı kurumlar. En çok şunu yaşıyoruz: Hamilelik durumumuz olduğu zaman bir iş garantimiz olmuyor. Ücretli izin kullanmak neredeyse imkânsız. Belli bir süreye kadar çalışabiliyoruz. Daha sonrasında da haklarımız verilmeden işten çıkartılmış oluyoruz. Ya da hamile olduğu için, yılı dolmadan sözleşme dönemi gelen arkadaşlarımıza sözleşmeyi imzaladıkları zaman, “Hamilesiniz hocam, siz zaten ayrılacaksınız, size çok fazla ücret artışı yapmamıza gerek yok” şeklinde konuşuyorlar. Daha sonrasında işe dönüş garantimiz de yok aslında. Ya da kadının ilk asli görevinin çocuk bakmak, evi geçindirenin ise erkek olduğu ön kabulüyle kadına daha düşük ücretler teklif edildiği oluyor.
Biz bir yıllık belirli süreli iş sözleşmesi imzalıyoruz. Bu bir yılın sonunda herhangi bir başka kurumda çalıştığımız zaman-haklı fesih yapmamışsak eğer-tazminat hakkımızı elimizden almış oluyorlar. Sözleşme bittiğinde “Acaba sözleşmem yenilecek mi, iş devamlılık sağlayacak mı” gibi kaygılar yaşıyoruz. Güvencesizlik söz konusu bizim için.
Kreş hakkından yararlanabiliyor musunuz?
Arzu Başer: Hamilelik işten çıkartılma gerekçesi gibi adeta. Hamilelik sonrasında da kreş hakkı ne yazık ki kurumda çalışan kadın emekçi sayısına göre belirleniyor. Sendika olarak ücretsiz ve nitelikli bir kreş hakkı için de mücadele ediyoruz. Çalıştığımız kurumlarda kadın ve erkek sayısı esas alınsın, kota düşürülsün ve sadece kadınların sayısına bakılmasın. Kimse çocuğumu nereye bırakacağım diye kaygılanmasın. Kreşlere de artık güç yetmiyor. Kadınlar, çalışmak yerine evde çocuk bakmayı ekonomik olarak daha uygun buluyor. Çünkü aldığı maaş zaten kreşe yetmiyor. En azından çocuğuma ben bakayım diye düşünüyor. Bu da kadının tüm üretim hayatından çekilmesi demek. Her okula nitelikli ve ücretsiz kreşin açılması gerektiğini savunuyoruz. Doğum sonrası hem kadına hem erkeğe 6 ay ücretli izin verilmesi gerektiğini söylüyoruz. Çünkü bizde ücretsiz izin durumu oluyor.
‘Hakkımı istedim, erkek patron üzerime yürüdü’
Sümeyye Altundağ: Eğitimin tamamen pazarlandığı bir sektör olduğu için siz kendinizi pazarlıyorsunuz. Sürekli kurumu ve verdiğiniz eğitimi pazarlamanız gerekiyor. O yüzden velilere yansıtılan herhangi kötü bir durum yok. Sadece siz patronla karşı karşıyasınız. Mesela çalıştığım bir kurumda-sahibi aşiretvari bir patrondu-bir hak arayışına girip adamla tartışmaya başladığımda adam üzerime yürümüştü. Erkek şiddeti uygulayacak derecede. Belki fiziksel şiddete dönüşmedi ama bağırarak, bastırarak psikolojik baskı yapmış oldu. Hak arayışını engelleme çalışmaları vardı. Kurumdaki diğer erkeklerle bir şekilde bir diyalog kuruluyor ve onlara kadınlara davrandıkları gibi davranmıyorlar. Sendika kurulduğunda hemen üye oldum bu olay yaşandıktan sonra. Sonrasında da rehabilitasyon merkezlerinde çalışmayı bıraktım.
Mesela aşireti olan birisi Muş’tan gelip kurum açıyor. Kardeşleriyle birlikte birçok ilçede rehabilitasyon merkezleri var. Tehditle filan yürütüyorlar işleri. Devlet içerisinde de yapılanmaları oluyor, onlardan destek alarak öğretmenleri tehdit ediyorlar. Herhangi bir hak arayışına da giremiyorsun. Çünkü bu insanların her yerde devreye sokabilecekleri adamları var. Size karşı kullandıkları üslup son derece eril. Sanki sen onun evde hükmettiği kardeşisin, karısısın; öyle bir dil kullanılıyor. Tüm kurumlar bu şekilde diyemem ama ben genelde bunlara maruz kaldım.
Sınıfta sorun çıkarsa ‘yönetemiyor’ oluyoruz
Cansu Karakuş: Sınıflarda sorunlar olduğunda, kadın öğretmenlerin sınıfında olmuşsa eğer “Yönetemiyorsunuz” oluyor. Ciddi şekilde üslupsuzlaşıyorlar. Erkekseniz eğer bir hal çaresine bakılmaya çalışılıyor. En büyük sorunlarımızdan biri bu. Pandemi döneminden de yeni çıktık. Çocukları sınıf yönetimine yeniden alıştırmak biraz daha zor. Bunu kadın olarak başaramıyorsanız onların gözünde hiç yoksunuzdur. Şöyle bir şey yaşadık: Benim sınıfımda bir sorun vardı. İdarecim bana sanki çocukmuşum gibi “Sen geç içeri” dedi. Aramızdaki hiyerarşiyi bana hissettirdi. Ben öğrencilerime böyle davranmıyorum mesela. Bu noktada da ciddi mobbingler yaşıyoruz ne yazık ki.
Güvencesizlik hali kadın eğitimcileri nasıl etkiliyor?
Arzu Başer: Sektördeki kadın ve erkek olarak ortak kaderimiz güvencesizlik. Ama kadınlar cephesinden bakıldığı zaman yine sözü doğum ve hamilelik sürecine bağlayacağım. Çünkü o süreç çalışma hayatından da koparıldığı bir sürece tekabül ediyor. İster istemez bir gelecek kaygısı oluyor. Bizim çalışma şartlarımız biraz ağır rehabilitasyon merkezlerinde. Hamileliğin yedinci ayına kadar çalışamayabiliyoruz. Öğrencilerle fiziksel eğitim yapıyoruz, bedensel bir rehabilitasyon yapıyoruz. O da ayrı bir yıpratıcı oluyor. Zaten haklarımızın verilip verilmeyeceği kaygıları da oluşuyor. Ben beşinci yılıma giriyorum mesele çalıştığım kurumda. Aldığımız maaşlar asgari ücret bandında ya da biraz üstünde oluyor. Bu kriz dönemi bizi çok etkiliyor. Güvencesiz olarak çalışmak ayrıca etkiliyor. Haliyle bir gelecek tahayyülünde bulunamıyoruz. Sürekli bir kaygı atmosferi var. Bir şeylerin sahibi olmak imkânsızlaştı artık. Sürekli bir borç döndürüyoruz. Kadın olarak ekonomik özgürlüğümüzün olması çok çok kıymetli. Bunu kaybetmek ister istemez bağımlı kılındığımız bir ilişkiye yol açıyor. Evlilik hayatında da böyle, tek başına yaşayan bir kadın için de… Ev kirasını nasıl ödeyeceğim diye düşünüp ailesinin yanına, memlekete dönenler örneğin… Kurduğunuz bir düzen, bir hayat var ama o hayat patronun iki dudağı arasında.
‘Birlikte hareket edince kazanabileceğimizi fark ettik’
Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası ile örgütlenmeye başlayınca çalışma hayatınızda neler değişti, neler kazanıldı?
Arzu Başer: Tazminat hakkını alabileceğini aklından bile geçirmeyen arkadaşlarımız haklı fesihler yoluyla tazminatlarını aldılar. Tek başına dava açmam diyen arkadaşlarımız, sendikayı arkasına alıp gerektiğinde patronlarıyla davalık oldular. Belli illerde, rehabilitasyon merkezlerinde Takım Sözleşmeleri gibi bir işyeri sendika temsilcisi belirlenerek arkadaşların talepler listelendi ve patronlarla görüşüldü. Buradan kazanımlar doğdu. Bunun önünü açan şey de okullardaki örgütlülüğümüz oldu. Bireysel olarak kazanımlar da elde edilebiliyor elbette ama biz sendika olarak birlikte hareket ederek kazanabileceğimizi fark ettik. Bu neden de bir sendikaya ihtiyaç duyduk. Biz bunu Bahçeşehir Koleji sürecinde de yaşadık. Asgari ücretten 5 TL fazla ücrete çalıştırılan öğretmenlerin durumuyla ilgili okulu teşhir ettik. Öğretmenler bordrolarını, bankaya yatan paraları paylaştılar sosyal medyada. Bahçeşehir Koleji geri adım atmak zorunda kaldı. Ve şu an en düşük öğretmen maaşı 7.500 TL oldu.
Bunu rehabilitasyon merkezlerinde de yapmak gerekiyor. Pandemi döneminde rehabilitasyonlar 3 ay kapandı. Arkadaşlarımız başka sektörlerde çalıştı, inşaatlarda mesela. Hiç öğretmenlikle alakası olmayan işler yaptılar. O süre zarfında da biz patronlara 1 yıla yayılmış telafilerle geri kazandırdık o ücreti. Telafileri yaptık ama o 3 ay boyunca Kısa Çalışma Ödeneği (KÇÖ) aldığımızla kaldık. Maaşlarımız tamamlanmadı. Kapanmadan sonra işe başladığımızda da normal maaşımızı aldık. Patronlar, kayıplarını bir şekilde kapattılar ama biz çok emek yoğun şekilde çalışmış olmamıza rağmen bizim kayıplarımız telafi edilmedi. Özel okullardaki arkadaşlar da derslere online şekilde devam etti. Eğitim öğretime çok daha yoğun saatlerle devam ettiler ama onlar da KÇÖ aldılar. Buradan kârlı çıkanlar yine patronlar oldu. Biz de o süre zarfını kendi lehimize çevirdik. Örgütlenerek, sendika kurarak… Pandemi koşulları örgütlenme sürecimizi hızlandırmış oldu.
Sümeyye Altundağ: Sendika olarak şu anda rehabilitasyon alanında çok aktifleşemedik. Kolejlerin geçmişten bir örgütlülükleri var. Ya da daha kurumsal oldukları için midir bilemem, oralarda daha çok örgütlenebildiler. Rehabilitasyondaki öğretmenlere henüz istediğimiz kadar ulaşamadık. Buralarda henüz bir ifşa gerçekleşmedi. Biz özel eğitim gerektiren bireylerle çalışıyoruz. Bu diğer öğretmen arkadaşların çalışma alanlarına göre biraz daha fazla yorucu bir iş. Günde 8 seansa giriyoruz. Bir öğretmenin 6 dersi bile kaldıramadığı durumda biz 8 seans derse giriyoruz. Engel düzeyi çok ağır olan öğrenciler de var buralarda. Bu da bir insanın psikolojisinin kaldırabileceği bir seans sayısı değil.
Bununla birlikte ailelerle de iyi bir iletişim kurmak zorundasın. Zaten bize sürekli söylenen şey şu: “Kendini çok iyi pazarla. Veliye asla kendi psikolojik durumunu yansıtma. Her zaman mutlu olmalısın, gülmelisin, iyi olmalısın.” Çalıştığım süre boyunca “Acaba ben mi bu işi yapamıyorum, acaba sevmiyorum mu?” diye düşünüyordum ama kurum değiştirdikçe gördüm ki bütün öğretmenler aynı durumda. 1 senenin sonunda herkes aşırı derecede tükenmiş durumda. Kimse işini yapmak istemiyor, seansa girmek istemiyor. Bunun, mesleği sevmemekle alakalı olmadığını anladım. Herhangi bir sosyal hayata ayıracak zamanın bile kalmıyor artık. Gücün de kalmıyor. Bu tükenmişlik seviyesiyle birlikte bir insanın eve gidip ailesine, belki çocuğuna normal bir psikoloji ile zaman ayırabileceğini hiçbir şekilde düşünmüyorum.
Rehabilitasyon merkezleri için nasıl düzenlemeler yapılmasını istiyorsunuz?
Sümeyye Altundağ: Bir insanın psikolojisinin kaldırabileceği seanslar olmalı. Günde 8 seans, haftada 40 seans. Düşünsenize, karşınızda sizi anlamayan bireyler var. Siz, her gün belki onların fiziksel ve psikolojik şiddetine maruz kalıyorsunuz. Bu çok yıpratıcı. Öğretmenlerin de psikolojik desteğe ihtiyacı var. Psikolojik desteği geçtim, bir de patronlar ve yöneticiler tarafından mobbinge maruz bırakılıyorsunuz. Sürekli kameralarla, kapıdan, camdan veliler ve idare tarafından izleniyorsunuz, tüm bunlar yetmezmiş gibi. Nefes alacak zamanımız yok zaten. Çok uzun süreli çalışılabilecek bir sektör değil açıkçası. Bu yüzden biraz ara verme ihtiyacı hissettim. İnsani şartlarda çalışabilsek hem motivasyonumuz yüksek bir şekilde seanslara girebileceğiz hem de kendimiz sağlıklı bir psikolojide olacağız. Siz burada ön planda olmadığınız, orada sizi mekanik bir varlık olarak gördükleri için sadece oradan kazandığı paraya baktığı için patron, ne kadar çok seansa girersen o kadar iyi. Orada insan değilsiniz yani. Tüm bunların yanında, motive edecek bir maaş da almıyorsunuz. Şu an bildiğim en yüksek maaş 6.500 TL. Bu rakamın üstüne çıkan rehabilitasyon merkezi henüz görmedim. Sigortalar zaten asgari ücretten yatıyor-üstünde maaş alsanız bile-en düşük emekli statüsünde maaş alacaksınız emekli olduğunuzda. Her şey kılıfına uydurulduğu için kanıtlayamıyorsunuz da. Yemek ve yol ücreti de yok.
‘23 Nisan’da ilk kez ek mesai ücreti aldık’
Cansu Karakuş: Sendikayla benim hayatımdaçok şey değişti. O eylemlerden sonra benim okuldaki pozisyonum biraz daha farklılaştı. 23 Nisan’da resmi tatil ve törenler yapılıyor. Törende okula geliyorsa öğretmen, ona bir ek mesai ücreti verilmesi gerekiyor. Bize ek mesai ile ilgili herhangi bir şey söylenmedi. Ben de bütün öğretmenleri örgütledim. Bu arada ben bu zamana kadar, sendikal hareketin içinde olmama rağmen 23 Nisan’da ek mesai ücreti alındığını bilmiyordum, ya da resmi gün ve tatillerde. Bu konuda tüm arkadaşlarıma bilgi vermeye çalıştım. Bölüm başkanımızla konuştuk. O da iki kere konuştu, cevap alamadık. 15 öğretmenle birlikte dilekçe yazdık. Sonra bizim ek mesaimizi yatırdılar. Çünkü bayağı bir ses çıkartmıştık. Sonrasında şöyle şeyler duyduk: “Bizler sizlere alındık, 23 Nisan’a geldiniz. Çocuk bayramında çocuklarınızla beraberdiniz. Ama siz bizden o gün ek mesai istediniz.” Bu bir hak. Bunu vermek zorundasınız. Bir de öğretmenliği kutsallaştırmaya çalıştıkları bir durum var. Vicdan yaptırtmaya çalışıyorlar.
Kar tatillerinde, arkadaşlarımız sabahlara kadar mesai yaparak hakkımız olan izinleri, tatilleri aldılar. Resmi günlerde de okula gidiyorsak eğer ek mesaiyi sendika sayesinde almaya başladık. Yoksa hiçbir fikrimiz yoktu. Şu zamana kadar hiç almamıştık. Yaptığımız hamlelerle birlikte bize başvuran öğretmen sayısı çok arttı. Yakın zamanda başka bir okulla ilgili çalışma yaptık ve üye sayımız çok arttı. “Ben tek başıma değilim. Arkamda beni destekleyen, benim yanımda olan insanlar var” güveni oluştu artık. Baktığında öğretmenlik mesleği ayaklar altında. Köleleştiriliyoruz patronlar tarafından. Ama sendikalı olan insanlar daha umutlular. Görüyorlar ki herhangi hukuki bir sorun olduğunda, okulda bir mobbing yapıldığında sendikası onun arkasında. Hemen müdahale edebiliyoruz çünkü. Bu çok önemli.
‘Taban maaş hakkımızı geri istiyoruz’
Ankara’da hangi talepler etrafında buluşacaksınız?
Arzu Başer: “Özel eğitim kurumunda çalışan eğitim emekçileri kamudaki denginden düşük maaş alamaz” maddesi bir gecede kaldırıldı 2014’te. Öğretmenlerin örgütsüzlüğünden yararlanılarak kaldırıldı. Haklarımızın elimizden alınması çok kolay oluyor, onları kazanmak ise bir o kadar zor. O yüzden de taban maaş hakkımızı geri alacağız diyoruz. Rehabilitasyon, motor sürücü kursları, kurslar, özel okullar olarak ortak talebimiz taban maaş. Bizi de kurtaracak olan bir talep. 30 Ağustos’ta yeni dönem örgütlenmemize, sendikal mücadelemize hız kazandırmak, daha motive bir şekilde döneme başlayabilmek ve taban maaş talebimizi daha çok duyurabilmek için kamuoyu oluşturmaya çalışıyoruz. Muhatabımızla da -MEB- karşı karşıya gelmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Tüm eğitim emekçisi arkadaşlarımızın bizimle Ankara’da buluşmasını istiyoruz.
Sümeyye Altundağ: Sadece İstanbul ve Ankara’daki değil, tüm illerdeki arkadaşlarımızla birlikte taban maaş hakkımızı daha fazla vurgulamak için 30 Ağustos’ta Ankara’da buluşma kararı aldık. Hem tanışıp hem de MEB’e yürüyerek taleplerimizi bir kez daha yüksek sesle dile getirebileceğimiz bir eylem planı hazırladık. Tüm eğitim emekçisi arkadaşlarımızı buluşmaya bekliyoruz.
Cansu Karakuş: Başta taban maaş hakkımızı istiyoruz. Ankara’da buluşmamızın en temel sebebi bu hakkımızı geri kazanmak. Asgari ücretin altında çalışan o kadar çok öğretmen arkadaşımız var ki, bu çok acı. Özlük haklarımız içinde Ankara’da buluşacağız. 30 Ağustos’ta tek yürek olup Ankara’ya bekliyoruz tüm öğretmen arkadaşlarımızı.
Fotoğraf: Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası Twitter hesabı