Pakize’nin direnme hikâyesi: 62 yaşında ortaokul diploması aldı

Akdeniz'in ücra bir köyünde doğdu. Çocuk yaşta evlendirildi, alkolik, dayakçı kocasını boşayarak, dört çocuğu ile birlikte kendine yeni hayat kurdu. Fabrika işçiliği yaptı, yün eğirdi, yolluk dokudu, sattı. Son işi çilek toplayıcılığıydı. 59 yaşında ilkokul, 62 yaşında ortaokul diploması aldı. Onun yaşamı direnişin ta kendisi…
Paylaş:
Ayla Önder
Ayla Önder
onderayla@gmail.com

O çekici kırmızısıyla manavlarda, pazar tezgâhlarında sergilenen, herkesin alamayacağı kadar pahalı çileğin mevsimi şimdi. Silifkeli Pakize, ilkbaharın başından sonbaharın sonlarına kadar, çiftliklerde çilek topluyordu. Elinde makası, taştan, dikenden korunmak için giydiği bahçıvan eldiveniyle meyve bahçesinde bir çok kadınla birlikte mesaideydi. Çilekleri eldivenli elleriyle naylon kovalara yerleştiriyordu. Mesai sona erince, gidip dinlendiğini sanmayın. Tarım işi bitince, evde eski kumaşları ince ince kesip, ip haline getiriyordu. Bu iplerden, “yolluk” dediğimiz halıları örüyordu.

Bir sohbet sırasında, “Beş evladını bileğinin gücüyle büyüttü ve hâlâ çalışıyor” yorumunu yapmıştı arkadaşı. Çocuklarıyla yaşamını sürdürmeye çabaladığı günleri, geçmişe dair ne varsa yaşadıklarını anlatmasına o kadar istekliydim ki… Buldum Pakize’yi. Bir çilek toplayıcısının hayatını bilmek isteyen çok kadın olacağına emindim söyleşi yapma isteğimi iletirken. Geçmişe doğru döndüğünde, sadece hafızası değildi ona yardım edecek olan. Güç de toplaması gerekiyordu.

‘Sarhoşun tekine verdiler’

“Zorlu” desem dahi karşılığını bulamayan, çok eziyetli günlerin izi üzerine sinmişti. Pakize, 50’li yılların başında doğmuş bir kadın. Onu geçmişe götürecek ilk soruyu sorduğumda sanki tüm havayı soluyormuş gibi derin bir iç çekti. Sonra bir an için sustu. Ardından bir başladı, ne varsa paylaştı, anlattı, döktü içini. Yaşı yetmiş… Evlenince her şey tepetaklak olmuş hayatında. “Küçükken gelin oldum” diyor üzgün bir tonla. 14 yaşındaymış. Onun ifadesiyle “sarhoşun tekine vermişler”. Evlilikte çok baskı ve şiddet görmüş. Dört çocuğu var.

Ataerkillikle tanışıyor

Annesini, babasını, kardeşlerini, çocukluğunu soruyorum. Hayatta güçlüyü ve zayıfı temsil eden keskin bir düzende, çocukluk güzel bir maske. Her şey o maske ardında iyi görünüyor. O dönem geçince başka bir dünya var, o da gerçek hayat! Yedi kardeşinden söz ediyor. İkisini amansız hastalıktan genç yaşta kaybettiğini anlatıyor. “Çocukluğumda geçim zorluğu çok olmadı çünkü keçilerimiz vardı” diyor. Hayvan otlatma işlerine çocuklar karışmamış. Dağlardan gelen kurtların bazen hayli zarar verdiğini anlatıyor. Bir keresinde kurtlar 40 keçiyi birden parçalamış. Bu kurt-kuzu meselesi orada yaşamda hep var aslında. Babası erkeklerin eğitiminde sorun çıkarmıyor. Onlara kuzu gibi davranırken, kızlar bir şey isteyince de kurt bir adam oluveriyordu! Kızları okutmak istemiyordu. Ama o istiyordu. Onu temel insan haklarından mahrum bırakan, ataerkillikle tanışıyor böylece Pakize.

Erkeğe mektup yazar diye okutulmadı!

Çocukluğunun söz konusu döneminde o köydeki babalarda da “Kızlar okula gitmesin” fikri ağır basıyor. “Okuma yazma öğrenirlerse sevgilisine mektup yazar” paranoyası hakim çünkü. Evdeki kız çocukları nefes bile almadan, bahçede ekin eken, hayvan bakan anneye yardım etme gayretindeler. Ekmeği yapmak için buğday ekip, karpuz, fasulye, domates gibi sebzelerle ilgileniyorlar. Ayrıca ahır temizleme, süt sağma ve çökelek yapma işiyle meşgul oluyorlar.

Meyhaneye dönen evden çocukları kurtarmak

Pakize’nin yaşamının evlilik günlerinde duvar ustası kocasıyla yaşadığı acı verici ve zor günler var… Fakat şiddet dolu evlilikten ücra bir köyde dört çocukla kaçmak istiyorsa, hayatını da riske atabilir. O boyun eğmeyi değil itiraz etmeyi seçti. Meyhaneye dönen bu ev artık çocuklara yuva olmazdı. Pakize, içki şişelerinin kafasına atıldığı, havada uçuştuğu bu hayata son vermeye karar verdi ama sonra ne olacağını kestiremiyordu. Her kararı son anda direkten dönüyordu. Aile çözüm değildi. “Bizim köylerde kızlar evde kocayla geçim konusunda kan içseler de ‘kızılcık şerbeti içtik’ derlerdi annelerine” diyor.

Gece yarısı komşuya sığınıyor

Bir gün evlerine bir misafir geliyor. Kocasının bir akrabası. Uzaktan gelmiş bir- iki gün yatılı kalacak. Alkolik eşi gece eve bir arkadaşıyla geliyor. Kadın onlara sofra hazırlıyor. İçtikten sonra ikisinin de hareketleri değişiyor. Misafir olan genç, “Abla kaç kurtar kendini, bunların elinde uyuşturucu hap var” diyor. Pakize dört çocuğunu alıp o gece komşuya sığınıyor. Her şeyi anlatıyor onlar da destek oluyorlar. Ertesi gün bambaşka biri olarak uyanıyor. Sabahleyin Silifke Adliyesi’ne gidip olayları anlatıyor, kocasından boşanmak istediğini söylüyor. Mahkeme iki çocuğun babada kalmasını istiyor. Savcının odasına çıkıp, “Savcı Bey, ben sarhoş bir adama çocuğumu ölsem de vermem. Dört evladıma da ben bakacağım” diyor. Böylece yeni bir hayata ilk adımını atıyor.

Çocuklara eski elbisesinden yatak dikti

O yeni sürecini anlatıyor; “Velhasıl, cesaret bulup ayrıldım. Uzuncaburç köyüne babamın evine gittim ama o evde ağabeylerimden biri yaşıyordu. Bahçede tek göz bir oda vardı. Sıvası topraktandı. Elektriği, suyu yoktu. Lamba yaktım geceleri. Suyu da kuyudan taşıdım. 91-92 yıllarıydı. Köylüler bana keçilerin tüylerini verip, ‘Bunlardan bize yün eğir’ diyorlardı. Karşılığında da bulgur ya da buğday alıyordum”. Her gece, “Çocuklarımın başına bir şey gelmesin, yoldan çıkmasınlar, ne olur” diye dua ediyordu. Tek göz odanın içinde hiç eşya yoktu. Ne kap var, ne tencere. Sadece en büyük ihtiyaç olarak gördüğü yatak için çözüm düşünüyor. O da kendi için değil, çocukları uyuyabilsin diye. Eski elbiselerinden onlara yatak yüzü dikiyor. Eğirdiği yünlerin karşılığı olarak birkaç köylüden yün istiyor. Ve nihayet çocuklar ilk kez yerde değil, yumuşak bir zeminde uykularını uyuyabiliyorlar. Her şey eskinin yeniye dönüşmesiyle oluşuyor. Satın alamıyor sadece dönüştürüyor ya da yamalıyor. Yıpranmış giysilerinden çocuklarına nasıl pijama diktiğini anlatıyor. Eskileri kesmiş, biçmiş onlara etek, bluz, iç çamaşır dikmiş. Herhangi bir yardım bulamadı mı kardeşlerinden? Onların hepsi çok uzaklarda yaşıyor. Öte yandan kimse kimseye yardım edecek bir duruma sahip değil.

Sokak lambası altında ders

Pakize bir pijamayı defalarca yamayarak giymiş. Yün eğirmekten aldığı para, okul masraflarına da artık yetmiyor. Lambaya gaz da alamıyorlar; geceleri o yıkık dökük oda zifiri karanlık. Çocuklar o dönemlerde derslerini köyün sokak lambasının dibinde yapıyor! Bu feci hayattan kurtulmak için plan yapıyor Pakize; “Fabrikada çalışıp bir arsa almalıyım. İçine ev yaparım. Yoksa çocukları bu odada koruyamam”. Ne var ki köylük yerde fabrika işi yok. Bütün fabrikaları iyice araştırıyor. Ve yitmeyen umudu ona bir şans kapısı aralıyor, nihayet uzakta da olsa bir iş buluyor. Peki çocuklar ne olacak? Oğlu Hüseyin’i yatılı okula verdi. Büyük kızını yanında işe götürme planı yaptı. İki çocuğunu ise abisinin eşine bıraktı. Silifke merkezde narenciye fabrikasının emekçisiydi artık. Çok uzak olduğu için iş çıkışı evine dönemeyecek, işçiler için tutulan odalarda kalacaktı.

Elleriyle taş ev inşa etti!

Bütün amacı çalışmak, para biriktirmek ve bir ev yapmaktı. Silifke’de Sarıcalar mahallesinde arsa buldu. Konuştu sahibiyle ve taksitle aldı. Artık tek dileği vardı. İçine ev yapabilmek. Doğadaki taşlardan tek göz bir ev inşa etti. İçini de sadece çamurla sıvamıştı. Penceresi ve kapısı yoktu onlara parası yetmedi. Kapıya naylon gerdi. Pencereye ise derme çatma tahta çaktı. Yine korkuları başladı. Bu ıssız arsada ya biri gece gelirse… Şehir dışına işe gitmeme kararı aldı. Pakize o taş evi yaptıktan sonra, çevredeki tarlalarda iş aradı ve bu kez de çilek işçisi oldu. Çilekten dönüşte de yine ek iş olarak yün eğirme ve yolluk dokuma işlerini sürdürdü. Bütün para arsa taksitlerine gidiyordu. Naylon kapısı olan evde hiç uyumadan nöbet tutuyordu. Birileri gelip uykuda zarar verebilir tedirginliği içindeydi. Onu memnun eden tek yanı, çocukları ve kendisini çevreleyen bir korunak olmasıydı. Sabahları çocukları okula yolluyor, bir saatlik uykuyla çilek tarlasının yolunu tutuyordu.

Tuz yoktu

Peki aç kaldığı zamanlar oldu mu? “Olmaz mı?” diye yanıtlıyor ve ekliyor; “Sadece un oluyordu bazen. Tuz da yoktu yağ da. Çünkü onları almaya para bulamıyordum. Unu da yün eğirdiğim için para yerine veriyorlardı. Yağsız tuzsuz kuru ekmek pişirip yedirdim yavrularıma. O taş odada çok zorluk çektim”.

Çaresizlikten yeniden evlenmek zorunda kalıyor. Orman işçisi Halil emekli. Yaşı da hayli ileri. Hasta olduğu için evlenmek istiyor çünkü bakımını yapacak kimse yok. Pakize Halil’e evet diyor. Adamın evi olduğu için o eve yerleşiyorlar. Ve bu adamdan da bir çocuğu oluyor. Bu arada hasta olan eşi düzelemiyor. Çok yaşamıyor ve vefat ediyor. Pakize’ye dul maaşı bağlanıyor.

Bileğinin gücüne inanıyor

Yıllar akıyor. Çocuklarının hepsi evleniyor. Yatılı okulda okuyan oğlu öğretmen oluyor. Peki Pakize, ‘biraz dinleneyim! diye hiç düşündü mü, dersiniz. Emekli olmadığı gibi heveslerinin peşinden gitmeyi sürdürüyor. “Ana-Kız Okulu”na giderek 59 yaşında ilkokul diploması alıyor. Devamını getiriyor Pakize. 62 yaşında ise bir kadın öğretmenin desteklemesiyle dışardan sınavlara girerek ortaokulu da bitiriyor. Diploması var, artık kapısı ve penceresi olan olan bir eve sahip. Bütün bunlar olsa da yine işe devam. Bileğinin gücüne çok inanıyor. Sabahları erkenden çilek tarlasına koşuyor. Yaşı 70, torunları var ama o hâlâ işçi.

Fotoğraf: Meryem Çelik Avcı

Paylaş:

Benzer İçerikler

Nektarin işçisi Gülcan 32 yaşında ve 10 yaşından bu yana tarım işçisi olarak çalışıyor. Meyve toplamak için gece 03.00’da yollara düşüyor. Yevmiye usulü sigortasız, düşük ücretle her türlü riske açık bir iş bu. Hikayesini ondan dinliyoruz.
Bulaşık, çamaşır başta olmak üzere bütün ev işlerinden nefret ediyor. Hayatını kaynak yapmaya endekslemiş bir işçi o. Derya Yavuz’un, elindeki kaynak tabancasıyla, ‘kadın yapamaz’ algısına meydan okuyan bir duruşu var… Öyküsü film gibi…
İçeriklerimizi kaçırmamak için e-posta bültenimize ücretsiz abone olun!